1. YAZARLAR

  2. Rıdvan Kaya

  3. DTP Neden Kapatılmamalı?

DTP Neden Kapatılmamalı?

Kasım 2008A+A-

DTP hakkında açılan kapatma davası bir yılını tamamlıyor. Tam bir yıl önce Yargıtay Başsavcılığı DTP’nin kapatılması ve yöneticilerinin yargılanması talebiyle dava açılması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. AYM de 23 Kasım 2007 tarihinde verdiği kararla başsavcılığın başvurusunu yerinde bularak davanın açılmasına hükmetmişti. Esasa ilişkin savunmaların tamamlandığı davada artık karar aşamasına gelinmiş durumda. Kısa bir süre içinde AYM’nin DTP hakkında açılmış bulunan davayı sonuçlandırması bekleniyor.

AYM’nin DTP hakkında vereceği kararı kimsenin pek fazla merak ettiğini sanmıyoruz. Neden merak edilsin ki? Bir darbe kurumu olan AYM’nin 27 Mayıs’tan 12 Eylül’e, oradan 28 Şubat’a kadar her dönemde darbe ruhuna uygun tutumu ve “darbe arası dönemler”de de imza attığı kararlar meraka mahal bırakıyor mu? Temel işlevi halka karşı sistemin aynen muhafazasını sağlamak olan ve sistemin kutsallarına aykırı addedilen her türlü anlayışı, eylemi, örgütlenmeyi yasak çemberiyle kuşatarak despotizme hukuk fetvası teminiyle görevli bir kurumun DTP gibi muhalif kimliği ve etkinliği açık bir oluşuma yol vermesi zaten düşünülemez bile. Bugüne dek pek çok muhalif kimlikli partinin kellesini koparan AYM giyotininin bu kez de DTP için ineceğini tahmin etmek hiç de zor değil.

Aksi bir karar gerçekten büyük sürpriz olur. Ve devlet mantığına pek uygun düşmez. Bu o kadar mekanik bir mantıktır ki, her konuyu ele alırken, her sorunu tartışırken askeri manevra mantığını öne çıkartır. Bu yüzden örneğin DTP hakkında verilecek bir kapatma kararının sakıncalar doğuracağı korkusu belirginlik kazansa dahi, “Terör örgütünce taviz şeklinde algılanır!” kaygısının son kertede daha belirleyici rol oynayacağı tahmin edilebilir.  

Mevcut durumu net tanımlamak lazım! AK Parti gibi halkın yarısının oyunu almış ve üstelik sabah akşam zikreder gibi laikliğe, Kemalizm’e bağlılığını tekrarlayan, sürekli biçimde düzene biatını yineleyen bir partinin “laiklik karşıtı odak” olmak suçlamasıyla para cezasına mahkûm edildiği ve ancak konjonktürel zorluklar dolayısıyla idamdan kıl payı kurtulabildiği bir yargı ortamından söz ediyoruz. Başörtüsü konusunda yapılan anayasa değişikliklerini yetkisiz olmasına rağmen görüşen ve tümüyle keyfi bir tutumla iptal ederek Meclis’i by-pass eden, halk iradesini sıfırlayan bir anlayışın egemen olduğu bir yargı zihniyeti bu. Öyle ki, ardı ardına kapattığı partiler nedeniyle ülkeyi partiler mezarlığına dönüştürdüğü kanaati kamuoyunca yaygın biçimde paylaşılan bir geleneği temsil etmekte. Tüm bu arkaplan DTP hakkında verilecek karara yeterince ışık tutmuyor mu?

Elbette karşı iddialar da olabilir, zaten dillendirilmekte de! Bu süreçte DTP’nin de ortamın gerilmesine bir hayli katkıda bulunduğu, en azından gerilimi azaltmak için hiç çaba sarfetmediği söylenebilir. DTP’nin PKK ile organik ilişki içinde bulunduğu, birçok DTP yöneticisi ve üyesinin PKK ile doğrudan ya da dolaylı irtibatlı oluşu vb. gerekçeler ileri sürülerek DTP’nin kapatılmayı hak ettiği iddia edilebilir. Kışkırtıcı dil ve söylemin öne çıkartılması nedeniyle kapatmama kararının zemininin kalmadığı, zaten yasal mevzuatın da kapatma kararını gerektirdiği savunulabilir.

Ne var ki, tüm bu iddialar, gerekçeler sorunun özüne tekabül etmekten uzaktır. Soruna teğet geçen yaklaşımlar olduğu için de çözüm bir yana, konunun doğru tahliline, anlaşılmasına dahi hiçbir katkı sağlamamaktadır.

Resmi İdeolojinin İnkârcı Geleneğine AYM Fetvası

AYM’nin bugüne kadar Kürt siyaseti yürüten partiler konusunda takındığı tutum köklü bir gelenek oluşturmuştur. Daha önce önüne gelen HEP, DEP, HADEP, DEHAP davalarında hiç tereddütsüz kapatma kararı veren AYM’nin neredeyse kendi zemininde sağlam bir içtihat oluşturduğu söylenebilir. AYM’nin “bölücü unsurlar”ın oluşturduğu tehlike karşısında çözümü nettir: Kapatma! Her defasında kapatma kararı veren AYM’nin hem de “ülkenin içinden geçmekte olduğu böylesi bir kritik zamanda” farklı bir karar vermesi hiç beklenmemelidir. Gerek var oluş misyonu, gerekse de üye yapısının temsil ettiği zihniyet dünyası ve de ilişkileri, irtibatları, bağları nedeniyle -ki Osman Paksüt örneğinde açığa çıkan görüntüleri hatırlamakta fayda var- AYM’nin DTP’yi zevkle kapatacağından kuşku duymuyoruz.

Aynı şekilde, bu tutumun akla, hukuka ne kadar uygun olduğu, sorunun çözümüne ne ölçüde katkı sağladığı gibi düşüncelerin, soruların da hiçbir şekilde AYM heyetinin gündemine gelmediğini, gelmeyeceğini tahmin edebiliyoruz. Yüce devletlûlar geleneklerine uygun olarak, DTP hakkında verecekleri bir kapatma kararının Kürt sorununu daha da çözümsüz kılma ihtimali ya da siyaset yolunun tıkanması nedeniyle dağ formülünün öne çıkabilmesi vb. sonuçlar üzerinde kafa yormayacaklardır elbette!

Ve doğal olarak, resmi ideolojinin kapsama alanında yer alamayan her tür düşünce, eylem ve örgütlenmeye karşı seksen küsur yıldır sistematik biçimde sergilenen yok sayma/tasfiye etme eğiliminin bu dava vesilesiyle bir kere daha tekrarlanması kimse için sürpriz olmayacaktır. DTP kararı bugüne dek pek çok toplumsal sorunda olduğu üzere insanların taleplerini, haklarını, tercihlerini dikkate almaya yanaşmayan bir devlet mantığının bir tezahürü olacaktır büyük bir ihtimalle.

Ve aynı netlikle görülecektir ki, toplumsal sorunları ve talepleri çözümsüzlük girdabında boğmaya kalkan bu mantığın ülkeyi kaosa, insanları huzursuzluğa sürüklemekten başka bir mahareti yoktur! Hiçbir sorunu gerçek boyutlarıyla ve samimiyetle tartışma! Kavrama! Çözüm önerilerine asla açık kapı bırakma! Yasaklayarak, kapatarak, cezalandırarak ertele, uzaklaştır ve böylece hallettiğini san! Pisliği halının altına süpürmekten farksız bu mantığın düzenin hakim mantığı olduğu açık değil mi?

DTP’nin Kapatılması Uluslararası Hukukla Çelişecektir! 

Oysa DTP’nin kapatılması iki temel noktada itirazı hak eden bir karar olacaktır: Bir kere istenildiği kadar dâhili mevzuata dayanılarak kapatma kararı savunulsun, bu yaklaşımın uluslararası hukuk ilkeleriyle bağdaşmadığı ortadadır. Venedik Komisyonu’nun tüm Avrupa ülkeleri için bağlayıcı bir kriter olarak kabul ettiği 10 Ocak 2000 tarihli kararıyla, şiddeti siyasal bir araç olarak kullanma haricinde örgütlenme özgürlüğünün sınırlanamayacağı temel bir prensip olarak belirlenmiştir. Bir yandan AB ile ilişkilerde yaşanan ağırlaşmadan şikâyet edip, diğer yandan parti kapatma kararı vermek açık bir çelişki olacaktır.

Son dönemlerde medyada ve siyasi çevrelerde İspanya örneği üzerinden sürdürülen polemiğe de dikkat çekmekte yarar var. Türkiye’nin bütünlüğüne yönelik ayrılıkçı şiddet hareketiyle irtibatlı partilerin kapatılmasının normal olduğu; Avrupa’da da parti kapatıldığı; İspanya’da ayrılıkçı Bask hareketinin uzantısı Henri Batasuna partisiyle ilgili tutumun bunu gösterdiği iddia edilmektedir. Bu açıkça demagojidir! Evet, İspanya’da parti kapatılmıştır ama bu parti açıkça Bask halkının bağımsızlığına ulaşma yolunda şiddetin meşruluğunu savunduğu için kapatılmıştır.

DTP -ve selefleri- ise ister samimi bulunsunlar isterse de ikiyüzlü davrandıkları düşünülsün, her fırsatta şiddete karşı olduklarını, akan kanın durması için rol almak istediklerini, PKK ile organik bir irtibat içinde olmadıklarını dillendirmişlerdir. Bu söylemin samimi olup olmadığı mahkemenin değil, seçmenlerin, kamuoyunun ilgi alanına girmesi gereken bir konudur. Ortada açık, somut veri ve deliller olmadıkça “Bu zaten bilinen bir gerçektir, ispatı gerekmez!” mantığıyla irtibata hükmedip cezalandırmak hukuk mantığıyla bağdaşmaz.   

DTP’nin Kapatılması Kürt Kimliğinin İnkârında Diretmek Demektir!

DTP’nin kapatılmasının Kürt sorununda çözümsüzlüğü derinleştireceği kesindir. Kapatma kararı, Kürt halkını daha da yabancılaştıracak ve şiddet eğilimini besleyecek bir karar olacaktır. Bununla birlikte kapatma kararına itirazın bu gerekçeler üzerine bina edilmesi doğru olmaz. Muhtemel bir kapatma kararına öncelikle düşünce ve örgütlenme özgürlüğü açısından bir ihlal oluşturması ve halkın bir kesiminin kendini ifade etme hakkının yok sayılması dolayısıyla karşı çıkılması gerekir. Adalet ve tutarlılık bunu gerektirir.

DTP’yi Kürt halkının en azından bir kısmının kendi temsilcisi olarak gördüğü tartışılmaz. Bu noktada gerek ideolojisine gerekse de kadrolarına sempati duymamız mümkün olmamakla birlikte, Kürt kimliğini savunmanın DTP’nin hukukunu savunmayı gerektirdiği açıktır. İnkârın, yok saymanın, hak gasplarının egemen devlet politikası kılındığı bir sistemde muhalif kimlik sahibi olmak düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün en geniş biçimde savunulmasını zorunlu kılar.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR