1. YAZARLAR

  2. Ali Emre

  3. Doğu’nun Divanında

Doğu’nun Divanında

Aralık 2015A+A-

1

İnsanın başladığı yerdir, Doğu. İnsanın, zamanın, mekânın, imtihanın.

Divaneliğin aklı yonttuğu ve tecrübenin gönlü yorduğu yerdir. Habil’in dildar, Kabil’in murdar olduğu yer. Düşüncenin hem yolu kolayca bulduğu hem de bir çırpıda yoldan çıktığı, dolayısıyla o epeyce kalabalık ve upuzun tarihi icat ettiği yerdir. Sevginin başladığı yerdir, yanı sıra öfkenin ve nefretin.

Masalın ve efsanenin dağa çıktığı yerdir, aklın ve sabrın ovaya yürüdüğü yer. Şiirin hep arza bakarak konuştuğu ve avazın illa arşa çıkmaya heveslendiği eşiktir. Işığın ve aşkın evidir. Kanın ve kahramanlığın, çitlerinden taşarak dünyaya tebelleş olduğu yerdir. İyiliğin salkım saçak çiçeğe durduğu, apansız çoğaldığı; kötülüğün de arkadaş bulmakta hiç zorlanmadığı yerdir.

Acının ve yıkımın utangaç fakat aynı zamanda heybetli ve cefakâr anasıdır, Doğu.

Derdi ve gurbeti bitmez. Ayrılığının ve arayışının nihayeti yoktur. Şarkısı hiç susmaz. Sonu gelmez ağıtlarının. Kimi zaman, kendini seyretmeye doyamayan bir hüzün anıtı gibi durur evleri, sokakları, meydanları. Bazı günler, güzellik ve huzur, yok hükmündedir onun kitabında. Esen rüzgâr, solgun bir idam fermanını andırır. Yıkımın ve yokluğun ateş gibi harlanıp duran dizeleri, diline yığılıp durur.

Zorbalığı da iyi bilir ihaneti de. Korkaklığa da aşinadır, silkinip doğrulmaya da. Satılmış lalaların elinde büyümüştür çünkü, aklı masallarla zehirlenmiş bir cavidan gibi görülmüştür. Sevinmesi de çok zordur o yüzden. Umudun kandillerini yakarak bekleyip durur günlerce.

Direnmeyi de bilir Doğu, en zor zamanlarda kendini külünden üretmeyi de. Dalın, yaprağın isyanı, ağacın kıyamına döner kimi zaman. Yine de yüzünü insanlığa döndürerek konuşmaktan hoşlanmaz. Dost ellerin şefkatli okşamasına, tanıdık yüreklerin o sıcacık selamına da alışkındır; satılmaya, kalleşliğe, apansız arkadan vurulmaya da.

Gülünden diken eksik olmaz, gülüşünden hüzün. Balında tuz vardır daima, aşında zehir, ikircikli kahkahasında feryat.

Kurumlu binaların, kibirli caddelerin, dev kulelerin rüyasını bile göremez. Yıkık dökük, yoksul yabansı damlarla örer sokaklarını.

O sessiz, o devingen, o büyük acılarıyla kadınlar ölüme yatarlar sık sık onun göğsünde, onun kimi zaman soğuk kimi zaman yanıp kavrulan döşeğinde. Yine de inanılmaz izler bırakır o kadınlar toprakta, günün soluyan gövdesinde, göğün altında. Çarçabuk boşalsa da kucakları.

Bir hüzün atlası, bir acılar okyanusudur Doğu.

Çocuklar, ellerinde kuru, yavan ekmeklerle vurulurlar kimi zaman. Kızları iç burkan bir ağıt gibi büyürler. Erkekleri daha on dördünde nişanlanıverir dağlarla. Terin yaktığı kocaman yaralar vardır, tankların önüne uzanan gövdelerinde.

Toprağa ve göğe bakarlar hep ve upuzun susarlar.

2

Dili tutulmuş, evlatları tarafından ihanete uğramış ve bakıcısı vurulmuş bir külliye gibi şimdi Doğu. Bizim içimizde, zihnimizde ve yanı başımızda öyle yalnız, öyle çaresiz ve öyle yıkıma uğramış bir şekilde boylu boyunca uzanmış yatıyor. Mazlum ve mağdur. Mütevekkil ve her şeye karşın mağrur. Ölümlerle, yıkılışlarla, kurşunlarla, bombalarla, tuzaklarla, çırpınışlarla karşılıyor artık her günü.

Etrafımız cayır cayır yanıyor. Kabillerin ittifakı bütün dünyanın boğazına sarılmış durumda. Mazlumları, yoksul ve günahsız çocukları, onuru sahiplenmek; haktan ve adaletten yana olmak emek ve bedel istiyor. Duyarsızlaşanlar, korkanlar, çözülenler, güce ve şatafata tapanlar da sinikliği, çözülmeyi öneriyor; nemelazımcılığı öğütlüyor işte herkese.

Sadece evimize, ekranlarımıza değil; sözümüze, şiirimize, öykümüze, yazıp çizdiklerimize, düşlerimize, umutlarımıza da tebelleş olan bu sinsi karanlığı, bu yabanıl ve öğrenilmiş duyarsızlığı, bu yalıtılmış sükûtu bozmak gerekiyor oysa!

Kalemi, sözü, eylemi; yılışıklık ve münafıklıktan kurtarıp yalın ve anlaşılır kılarak, Kitab'ın ışığıyla, onun bize aşıladığı zindelikle donanmamız, dillendirmemiz, berkitmemiz gerekiyor.

İnsanlığa yabancılaşan ve insandan uzaklaşanlara karşı insandan yana olarak. Arınmayı, direnmeyi, dayanışmayı ve dönüştürmeyi hiçbir zaman unutmadan.

Muharref anlayışların, aldatılmış kalabalıkların ve kirli tasavvurların tuzağına düşmeden, kendimizi ve yaşadığımız vakıayı dönüştürme bilinci içinde umutla, aşkla yürümeliyiz artık.

İçimizde inatla, ısrarla ışıldayan, kötülüğün yüzünü üryan kılan, göğsümüzü yeğnilten, yolumuza şavkı vuran çerağı tutarak düştüğümüz yollara.

Umutsuzluğa kapılmak, kendi kendini boğmak bize haram!

Zira bütün çığlıklarına susturucu takılmak istenen ve kendini inkâra zorlanan hayat, Doğu’nun bütün hayat gözelerinden yeniden yürüyor tarihin hengâmeli odalarına doğru. Sadece geçmişi, maziyi değil; bütün insanlığın geleceğini bir şekilde peşinden sürüklüyor işte Doğu. Her şeye rağmen mağaralarımızdan, kulelerimizden, uyuşup kaldığımız görsel ve modern tapınaklardan çıkmamızı istiyor. Dilini arıyor, dirilişini. Şiirini bekliyor, şarkılarını. Yüklerinden, zincirlerinden, bukağılarından kurtaracak diri ve genç çabalar, hayatın her alanına bir yenilik ve canlılık getirecek salih ameller, uyanmış ve uyanmaya soyunmuş soluklar, adanmış yürekler, dinç dizeler ve satırlar, her alanı ayağa kaldıran tanıklıklar arıyor hâlâ.

Peki, ey şairler, ey söz ustaları, ey kelâmın evinde yatıp kalkanlar; siz nereye bakıyorsunuz?

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR