1. YAZARLAR

  2. Mustafa Yılmaz

  3. Devrim Üzerine Yirmi Yan Değini

Devrim Üzerine Yirmi Yan Değini

Mart 2013A+A-

Devrim yapmayı denemek, devrim üzerine yazmaktan daha heyecan vericidir.

“Yeni açmış bir çiçeğe eğilen adam

Zindana atıldığında da Fatiha okur

Bu bir”

1- Deleuze der ki, ‘devrim’ tarihsel durumdan ayrılmış, damıtılmış bir olaydır her zaman. Ne var ki, zamanla yeniden tarihe asimile olur, devrimlere ‘ihanet’ edilir. Ancak tüm devrimlerin yenilgiyle sonuçlandığını göstermek bayağı bir müdahaledir. Sorun devrimde, devrimin geleceğinde değil, öncelikle insanların ‘devrimci’ olmalarının sebepleri ve mahiyetleridir. Devrimlerin başarısız olmaları gibi bir yapısallık muhtemel olsa da bu, insanların devrimci olmalarını engellemez. Devrimler yenilgiye uğrasa dahi verili durumu değiştirmiş ve problemleri dönüşüme uğratmıştır. Her halükarda devrim ex nihilo değildir, yani yoktan varolmuş değildir. Farklı failler tarafından dramatize edilmiş bir fikirdir ve tekil insanın kurup onda eriyebileceği, böylelikle büyük bir toplumsallık inşasına yönelen en iyi fikirdir.

2- Devrimi arzulamayanlar onu göremezler. Devrimi doğuran şartların kendilerini kuşattığının farkında olmayan, yaşanan hayatın kendisini ele geçirdiğinin ayrımına varamamış kimseler hayatı ele geçiremez. Onlara göre koşullar isyan ve devrim için yeterince olgunlaşmış değildir. Oysa zamansız olanın zamanı asla gelmez. Gelecek uzun sürer. Eleştiri silahı da asla silahların eleştirisinin yerini tutamaz.

3- İnsan, tarihin yapıcısı olarak, tarih ve toplumu okurken sahte bir biçimde insanlığın bilinçaltında imgelenen zamansallığın birikintileriyle oyalanır. Bu aslında kocaman bir mezarlıktır. İnsanın şimdiki zamanla aydınlatılması, onu yeniden yapılandırması ve onu canlı olarak kendisini de içerisine dahil ederek hissetmesi halinde, imgelenmiş olan zamansal mezarlıktan kurtulabilir. Tarihsel deneyimlerimiz şimdiki zamanın soy kütüğünden ibarettir. Geçmişi yorumlamak değildir asıl olan, onu sınavdan geçirmektir.

4- Vahyin bildirimleri genel olarak komut gibi değil de daha çok yol gösterici birer ilke gibidir. Tarihsel anlatılar ve meseller aracılığıyla ayetler canlandırılır, onlara anlam verilir ve peygamberler vasıtasıyla iletilen büyük ilahi tasarının bütünlüğü ve amacı insan tarafından yakalansın diye murat edilir. Bu tutarlı bir yasadır. Bu bereketli var edicilik ilahi yasanın hayatlaştırılmasına izin verir. Üstad Abduh, Tevhid Risalesi’nde Peygamber’in söylediklerinin bütünü aracılığı ile yönümüzü tespit ederek gerçeği anlamamızı tavsiye eder. Ayetleri vahyin bütünlüğü içerisindeki bağlamına yerleştirerek derin anlamını ve evrensel değerini kavramalıyız. Çünkü Bin Badis’in dediği gibi “Birbirlerini aydınlatan Kur’an bölümlerinin sayısı oldukça fazladır.” Bu da bize devamlılık ve bütünsellik sağlayacaktır.

5- Negri der ki, “Dünya anın getirdiği yeniliklerle yeniden üretilir.” Ancak üretilen yalnızca yeni gelen değildir, geçmişi de üretir, yani ‘sonra’yı ürettiği kadar ‘önce’ de yeniden üretilir. Öncesi ve sonrası ile sonsuzun içerisinde anlara müdahale ederek hayatı yeniden üretir insan. Önce, sonsuzun geçmişidir, sonra ise oluş halidir. Sonsuzu oluşa bağlayacak özne sorumlu, özgür ve irade sahibi insandır.

6- Geçmiş artık yoktur, gelecek ise henüz yoktur. Ancak her hakiki yenilik, her hakiki yaratımcılık bir bellek gerektirir. Geçmiş yoksundur, gelecek bizi endişelendirir ancak bize musallat olur. Geçmiş bizim için vahiyle bilgelik haline gelir, zamanın fırtınalı okyanusunda belleğin derin limanıdır. Bu limandan bir gemiyi dalgalara vurmak nezaket, sadakat, basiret, cesaret, merhamet ve adalet gerektirir. Bunlardan önce insanın devrime olan inancı, ona duyulan arzu ve inanç onu gerçek kılabilir. Bu olay felsefi, tarihi, sosyopolitik ve teolojik bir durumdur.

“Sakalı zorla kesilmiş birisi

Sarıklı, cübbeli, sakallı bir gizli kimlik taşımıştır

Ve bir kaya kütlesi oluncaya kadar

Dağlara bakmamaya yemin etmiştir

Bu iki”

 

7- Akışını değiştirmek, yeni bir gelecek var etmek düşüncesiyle zamana, ana, şimdiye müdahale etmek mutlaka stratejik bir karardır ve anı ele geçirmeye çalışmaktır. Bu ise anı ele geçirmeye çalışırken an tarafından ele geçirilme tehlikesini de beraberinde taşıyan çelişik bir süreçtir. Burada ilerici liberal tutkularla devrime katılmak isteyenler veya katılmış olanlar onun heyecanını yaşamaz/yaşayamaz. Strateji kadar devrime duyulan bir arzu ve belki de bir esriklik gerekir. İnsanlar varlıklarını devrimci oluşa yatırır, kendilerini sürecin bir cüzü haline getirir, arzuyu vakıanın damarlarına gömebilirse devrimin anlamı ve hissi ortaya çıkar. Devrim ancak o zaman görülebilir.

8- Devrim elbetteki bir fikirdir. Fikirler ütopyalardır. Burada karşımıza ütopik olmakla bilimsel olmak arasında bir ayrım yapmak sorumluluğu/sorunluluğu çıkar. Ütopya bilginin kanı, bilgi ütopyanın bedenidir. Bedensiz kan pıhtılaşır ve kansız beden ölür. Sonuç ikisinde de aynıdır. Ha pıhtılaşarak ha devrilerek ölmek. O halde bilgi yetmez tek başına, ütopya tek başına kuramaz.

9- Devrim zulüm, sömürü, aşağılanma, adaletsizlik, merhametsizlik gibi kadim sorunlara verilen modern bir cevaptır. Aşağılanmış insanlığın öç almasıdır. Öç almak belki de ‘vahşi’ bir adalettir. Çünkü siyaset ya mevcudun devamından yanadır ya da ondan bir kopuşu benimser. Devrim işte bu kopuştur. Ancak süreç ‘kopmak’la sadece başlamıştır. Olagelenden gelecek olana doğru bir yolculuk. Yol ise adaletin açık düşmanları, adalet elbisesine bürünmüş işbirlikçi ozanlar ve adalet tekkesinin kapısını çaldığını düşünen ancak zulmün kaşanelerinde kırıntı toplayan sefihlerle doludur. Devrimciye düşen ise ütopyasını kelimelerden bir mucizeye dönüştürecek bilgiyle inşa sorumluluğunu taşımaktır.

10- Devrimcilik bir sanat, devrim ise bir sanat eseridir. Çünkü sanat varolanın reddine dayanır. Olmayanı arar. Olagelenden koparak gelecek olana bir pencere açmak tutkusudur. Bu ise egemenlerce affedilmeyecek bir küfürdür. Ve devrimci küfür işlerken kibar olmalıdır.

11- Devrimci özgürlük; özgürlükle ne elde edildiğiyle değil onun için ne ödendiği ile değer kazanır. Özgürlük, uğruna bedel ödendikçe değerlidir. Ne satılarak karşılığında bir bedel alındığında ne de kazanıldığında ne elde edildiği ile değil! Devrim ise bitmek bilmez bir değerler mücadelesi sürecinin aşkınlığı ile anlam bulur.

12- Zalimlerin, sömürgecilerin, egemenlerin, müstekbirlerin ayakları ancak sahillerde, yüzme havuzlarında suya yakın olmuştur, ıslanmıştır. Devrim bu sahte gerçekliğe müdahale ederek onların kirli ayaklarını kanla ıslatır. Artık onların iktidarları yok oluş zehrine bulaştırılmış olur. Bu işi başaran kişi ise bütün çıplaklığı ile gerçek bir yoksulluk hali yaşayan, kendisini tarihsel ve toplumsal varlığın kıyısında bulmuş, oluş halinde olana anlam kazandıran aşkınlığın temsilcisi olarak acının inşa ettiği değil, ancak politik bir özne olarak var olan ahlaki devrimcidir.

13- Devrim, ahlaki bir kurtuluş deneyimidir. Bunun için devrimcinin ahlaki bir alt yapıya şiddetle ihtiyacı vardır. Çünkü o büyük bir yaratımla fıtratı aramaktadır. Ortak bir öznellikle oluş halinde olana ve ölçülemez bir zamansallığa müdahalede bulunur. Bir dağ kurmak dağda bir kaya parçası olmaktan geçer nihayetinde.

14- Devrime duyulan aşk sınırsız değil, sonsuz olmalıdır. Sınırsız, sınırları bilinmemektir. Ancak sınırları belirlenebilir. Sonsuz böyle değildir. Sonsuzluk duygusu büyük bir yoksulluk ve yoksunluk var eder. Yoksulluk olmadan da bir felsefe var edemezsiniz. Çünkü politik veya metafizik olsun bir felsefe var etmek için sorunun durduğu yerde yenilemenin büyük arzusuyla insan çıplaklaşmalıdır. Bu düşünsel, maddi, mekânsal ve zamansal bir çıplaklaşmadır. Böyle bir durum var edilemezse melezleşmeler başlar. Melezleşmeler aşkı yok eder. Çünkü insan dünyaya çıplak ve yoksul gelmiştir. Bu çıplaklığı örtecek şey ise birlikteliğin, tarihe ve toplumlara hükmeden aşkın yasaların, teslim olmanın, sadakatle bağlanmanın, yiğitlikle müdahale etmenin arzusudur.

15- Devrim insan öznesini etkileyerek belirler. Bu aşkın etkilenim de onun doğrudan ve gerçek gücüdür. Yoksulluğun dayattığı tarihsel ve toplumsal sıçrama geri çevrilemezdir. Aşkın gerçek kılınışı da ancak yoksul kişi eliyle olur.

 

“Sonbahara direnmiş

Kışı göğüslemiş ağaçlar

İllâ da patlatacaktır domurlarını ilkbahara

Ve yaz hasat mevsimidir

Bu üç”*

16- Zalimlerin iktidarlarının devrilmesi için mahrumların, aşağılananların ve sömürülenlerin arzusu, mücadele azmi, kararlılığı gerçek bir ontolojik güçtür. Gelecek olana, olması gerekene duyulan aşk, sonsuzluk duygusunu büyütür. Sonsuz olana duyulan aşk ile yenilenecek maddi olana dair erdemli politik görüş buluşturulduğu oranda hayat adil olana yaklaşır. Bunu üretecek olan ise siyasettir. Yani yoksulluk ile aşk arasında ortak bir değerin üretilmesidir.

17- Devrim yeni hegemonik egemenlikler kurmaya yöneldiği zaman andan uzaklaşarak tarihsel asimilasyonunu yaşar. Devrim algısı çoğu kez egemenlik düşüncesini -giderek adaletten uzaklaşarak- olumlamış ve bütünselleştirmiştir. Siyasal ontoloji bunun bedelini acı bir şekilde ödemek zorundadır. Oysa tevhid, adalet ve özgürlüğün sağladığı ontolojik dönüşüm bizi bundan uzak kılar.

18- Birler birliğe, teklikler çokluğa, arzular iradeye, özlemler müdahaleye dönüşmeye başladığında, işbirliği uzamlarını varlık denizinin kıyısında üretmek, büyük uyanış hareketine heyecan katan yenilemeyi/yenilenmeyi gerçekleştirmek bizi fıtri olana daha da yaklaştırır.

19- Sadakat, cesaret, merhamet, basiret ve adalet üzerine kurulu bir devrimci çaba, devrimci zamansallığın okunu çoktan fırlatmıştır. Atılan okun hedefi vurması ise onun yeteri gerginlikte fırlatılmış olmasına, yayı geren pazının kuvvetine, göz keskinliğine, direnen rüzgarın kuvvetine ve her şeyden önce bunların hesap edilmiş olmasına bağlıdır.

20- Artık fetih ve zafer Allah’ın yardımıyla geldiğinde, insanlar bölük bölük, fevc fevc selam yurduna doluşmaya başladığında devrimci yüzünü toprağa yakın tutarak, tövbe ve istiğfar etmelidir.,

 

* - Cumali Ünaldı Hasannebioğlu’nun Semud isimli şiirinden.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR