1. YAZARLAR

  2. Murat Özer

  3. Demokrasi Oyunu Kimi İlgilendirir?

Demokrasi Oyunu Kimi İlgilendirir?

Temmuz 2001A+A-

Fazilet Partisi de kapatıldı. Henüz gerekçeli kararda neler ifade edilecek bilmiyoruz ama karar sonucunda siyasi yasak getirilenlerin başında, örtülü olarak meclise girerek kemalist demokrasi'ye karşı "varlığıyla" başkaldırdığı ifade edilen ve bizzat hükümetin başı, başbakanın talimatıyla "haddi bildirilen" Merve Kavakçı'nın olması, tıpkı RP gibi FP'nin de başörtüsü gerekçesiyle kapatıldığını gösteriyor. Ya da daha doğru söylemek gerekirse, başörtüsünün ifade ettiği anlam ve hayat düzeninin potansiyel tehdit oluşturduğu gerekçesiyle..

Fazilet'in kapatılmasının ardından Recai Kutan yaptığı açıklamada "Türkiye'de demokrasi yoktur. Demokrasi oyunu vardır" dedi. Evet, Türkiye'de bir oyun oynanmaktadır, adına demokrasi denen. Kemalist demokrasi. Dünyanın pek çok yerinde de adının önünde demokrat olan düzenler olmamış mıydı? Stalin'in Rusyası 'halk demokrasisi'ydi. Kurulduğu günden bu yana tüm Ortadoğu halklarına kan kusturan siyonist idare de demokrat olduğunu söylüyor. Her gün onlarca insanın kabile cinayetlerine kurban gittiği Kongo'nun bile adı Kongo Demokratik Cumhuriyeti. Afganistan ve Sudan'a tüm çağdaş dünyanın gözleri önünde inanılmaz bir pervasızlıkla saldıran ABD demokrasinin başat temsilcisi değil mi?

Demokrasiyi seçme ve seçilme özgürlüğüne indirgeyerek, "şura ve istişare"yi parlamenter sistem olarak algılayan zihniyet, kendisine Türkiye'de nasıl bir demokrasi tanımı bulma arzusundadır? Hareketinin en eski mensuplarından birisine Meclis Başkanı adayı olmaması için meclis önünde yumruklarıyla mukavemet eden MHP'nin demokrasisi mi? Yoksa karşısına aday çıkmaması için yine yumruklarını kendi partisinin kadın milletvekiline karşı konuşturtan Ecevit'in demokratik solunun demokrasisi mi? Tek adam zihniyetinden şikayetçi oldukları gerekçesiyle Milli Görüş hareketinden kopan yenilikçilerin önde geleni Cemil Çiçek'in hem de kendi eski partisi FP'nin kapatılmasına karşı AGİT'te yapılan toplantıda Türkiye'nin kınanmasına DSP'li milletvekilleriyle beraber hayır oyu vererek kınamanın engellenmesini sağlaması da -hem de Uluç Gürkan'ın "FP kapatılmalıydı çünkü İslamcı partiydi" sözlerine rağmen- demokratik zihniyetin nasıl bir şey olduğunun açık bir kanıtı olsa gerek.

Kendi terimlerimizle konuşma becerisini üretemediğimiz için hem egemenlerin kulvarında yarışmak zorunda kalınıyor hem de kimliğimiz zedeleniyor. Önceleri titrek bir ses tonuyla ve yüzlerce kez tevil edildikten sonra sahiplenilen demokrasi artık, Türkiye'nin politik sahnesinde yer almak isteyen müslümanların gelenekçisinden yenilikçisine tüm siyasileri için vazgeçilmez ve tartışılmaz bir değer olmuştur. Erdoğan da, Kutan da, demokrasinin mükemmeliyetine vurgu yaparak "tam demokrasi", "Avrupa tipi demokrasi" diyerek "araç" olarak çıktıkları yolda haçlı karşıtlığından AB'ye, siyonizm karşıtlığından global emperyal yapıya teslimiyete yelken açmış durumdalar. Ve dahi, tevhidi düşüncede olduklarını söylemekten imtina etmeyen birçokları artık demokrasinin tüm dünyanın ulaşması gerektiği bir sistem olduğunu ifade edebiliyorlar.

Bırakın Demokrasi Onların Olsun!

Bizler demokrasinin müslümanlar için ne ifade ettiğini Cezayir'de gördük. Ehlileştirilmiş, omurgasızlaştırılmış olmasına rağmen RP'nin ve FP'nin kapatılmasında gördük. İşte biz güneyli olarak değerlendirilenlere biçilen demokrasi budur. Kimsenin bu kavramın sahiplerine rağmen, demokrasiye başka bir tanım biçmeye kalkışmaması gerekir. Başörtüsünün, TC için ve AİHM kararlarının gösterdiği gibi dünya istikbarı için taşıdığı anlam, onun taşıdığı misyon ve potansiyelde yatmaktadır. Çünkü başörtüsü, egemenlerin kavramlarına iltifat etmeyen irade demektir. Çünkü başörtüsü, Kur'an'ın emri, müslüman kadının kimliğidir. Çünkü başörtüsü "şeriattır". Egemenler kendi saltanatlarını yıkacak yegane iradenin "bir özgürlük çağrısı" olan İslam olduğunun bilinci içerisindedirler. Ne yazık ki müslümanlar taşıdıkları bu misyonun, bu tarihi görevin farkında değiller. İslam, dikenli tellerin olmadığı, çocukların mayınlar yüzünden ölmediği, tutsakların sekiz metrekarelik hücrelere tıkılmadığı, insana insanca muamele edildiği, kadınların ikinci sınıf sayılmadığı, sınırların ve ırkçılığın olmadığı, beyazın siyaha, Türk'ün Arap'a üstün olmadığı, kuvvetin değil hakkın üstün olduğu, yetimin, mazlumun korunduğu, zalimin yerildiği, dağda açan bahar çiçekleri kadar denizlerin dibindeki yosunun, sırf O yarattığı için sevildiği, develerin sırtına fazla yük yüklenilmediği, benzeri olmayan, kıyas kabul etmeyen yeryüzünün tek mükemmel nizamıdır.

Bugün pek çoklarının istihza ile, küçümseyen bir tebessümle kuru radikallikle, karşılayabileceği bu ifadeler, bizi biz yapan, en temel, varoluşsal değerlerimizdir. Eğer bu değerlerimiz olmasaydı, hayatımızın bir anlamı olabilir, hayatta ümidimizi kaybetmeden kalabilir miydik?

Kanıksamak İntihardır!

"Nasıl bir Türkiye istiyorsunuz" sorusuna eğer bir başörtülü, "Sami Selçuk'un dillendirdiği, Avrupa standartlarına uygun tam anlamıyla bir demokrasi istiyorum" diyebiliyorsa bu zihniyet bulanıklığının sebebi, o başörtülünün Allah'ın düzeninin mükemmeliyetine iman etmemesi değildir şüphesiz. Problem, sözüm ona aydınlarımızın, mütefekkirlerimizin, ilahiyat hocalarının sığınmacı, kompleksli kişiliklerinde aranmalıdır. Global kuşatmanın karşısında oluşan kendine güvensizlik, dar görüşlülük ve ufuksuzluk, sonunda egemenlerin argümanlarına, kavramlarına teslimiyeti zorunlu kılmıştır. Öyle ki, başörtüsünün Allah'ın emri olduğunu söylemekten çekinir hale gelinmiştir. Başörtüsü yasağına karşı çıkarken kullanılan argümanlar demokrasi ve insan hakları çerçevesinde olmuştur. Bugün gelinen süreçte ise yenilikçi kanadın sözcülerinin ifade ettiği gibi başörtüsü sorunu temel insan hakları bağlamında ele alınacak, tabiri caiz ise bir zıtlaşma sorunu olmaktan çıkarılacaktır. Türkiye'de halkın, özelde müslümanların üzerinde estirilen terörün bertaraf edilmesi için umudunu AB'ye, AİHM'e bağlayanlar yeni, alternatif, hakça bölüşümün olduğu bir düzen vaad edebilirler mi? Egemenlerden, bedelini ödemeden, hak etmeden özgürlük istemek, kuzunun kurda haklarını tanzim etmesi için başvurması değildir de, nedir?

Küresel saldırıyı kıracak yegane irade, özgüven sahibi, Kur'an'ı rehber edinen bir düşüncede ve bu düşünceyi hayata geçirmek zorunda olan İslami harekettedir. Bu tarihsel sorumluluk, iki kutuplu dünyanın yıkılması ve Amerikan emperyalizminin tüm dünyada tek güç kaynağı haline gelmesiyle birlikte daha bir anlam ve önem kazanmıştır. Ancak, şumullü, kuşatıcı bir hareketin ortaya çıkması büyük bir emek, derinlik ve özveri gerektirmektedir.

Dışarıdan olmakla, yerli olmamakla, siyasi olmakla itham edilen Tevhidi uyanışın sürükleyicisi Kur'an merkezli İslami düşüncenin, tüm bu ithamlara rağmen gayba ilişkin söylemleri ve pratikleri onun nerede durduğunu görmemiz için önemlidir. Kadın sesinin haramlığını tartışan, mezhebi fetvalarından ayrılamayan geleneksel düşünce, gayb alemi ile ilgili pek çok gayrisahih rivayeti tartışmasız kabul ederken, apaçık Kur'an'ın emri olan başörtüsü söz konusu olduğunda içtihad kapısını sonuna kadar açarak baş açma, peruk takma fetvalarını vermekten geri durmamıştır. Oysa ki fazlasıyla rasyonel olmakla itham edilen Kur'an merkezli İslami düşüncenin müntesipleri Allah'ın emrini diplomalara tercih ederek, yani gayba teslim olarak, Allah'a tevekkül ederek şahidliklerini ortaya koymuşlardır. Gerçek gayba iman, hesapsız teslimiyet ve tevekkül, en zor şartlarda dahi bedel ödemeyi göze alarak ortaya konan tavır değil midir? Hem bu dünyada hem de ahirette Allah'ın mükafatına müstehak olacak olan tavır bu değildir de nedir?

Hayatın her alanının mücadele için bir mevzi, bir imtihan alanı olduğu unutulmamalıdır. Başörtüsü yasağı üniversite sınavlarına kadar yayılmış iken müslümanların potansiyelinin yarısı üniversitelerden tamamıyla mahrum edilirken, problemi aşmak için üretilen politikaların ne kadar İslami olduğu gayba teslim olması gereken bizler için daha bir önem taşıyor. Üniversiteleri vazgeçilmez kabul edenlerin hayat telakkileri, her ne kadar samimi olsalar dahi mücadelemizin taşıdığı sorumluluk ile mukayese edildiğinde son derece sığ kalmaktadır. Hayatın pek çok unsurdan oluştuğunu, vazifelerimizin ise tek bir alana teksif edilemeyecek kadar büyük olduğunu görmezden gelemeyiz.

Bedel ödeyenler bilmektedirler ki, Filistinli çoçuğun kollarının dermanı, Aksa intifadasının selameti, başörtüsünün onurunu savunmaktan bağımsız değildir. Bilinmelidir ki, İslami uyanış, bütün dünyanın huzur ve barışının tek ümididir. Geleceği, gündelik ve pragmatik politikalar, kolay kazanç hesapları peşinden koşanlar değil, gaybe tüm kalbiyle iman eden, her daim tanıklık görevini yerine getirme bilinciyle takvayı kuşanan, Allah'a tevekkül eden, Allah'ın yardımının yakın olduğunu bilenler inşa edecektir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR