1. YAZARLAR

  2. Fevzi Zülaloğlu

  3. Değişimin Sünnetini Yakalamak

Değişimin Sünnetini Yakalamak

Şubat 1998A+A-

Tarih boyunca Rabbimiz tarafından görevlendirilmiş birçok Elçi yeryüzünde İslami mücadele örnekleri sergilemiştir. Bu örnekleri incelediğimizde görürüz ki insanlık için ilahi elçilikle görevlendirilmenin temel şiarı, ne türden olursa olsun Allah'a ortak olmaya çalışan ilahlarla cihad etmektir. Mücadele edilen ilahların safına geçmek nasıl ihanetse, mücadelenin usuli ilkelerini düşmana göreli olarak, makyevelistçe değiştirmek de ihanettir. Çünkü İslami mücadelenin ilkeleri gibi, yöntemin ilkeleri de İslami olmalıdır.

İslami mücadelede hedefe giden yolda bütün araçlar meşru değildir. Mücadelenin seyrine göre araçlar değişebilir. Ancak şeriata uygunluk esastır. Yeryüzünün Allah'a ortaklık taslayan tanrılarına cihad'tan vazgeçmek maslahat değildir. Maslahat içtihadlarla konjöktüre göre cihadın biçimini değiştirmektir. Cihat'tan vazgeçmenin, uzlaşmanın adı maslahat {barış yapmak) değil, müdahane (mücadeleden vazgeçmek)dir.

Yönteminin de İslami olması ve sonuna kadar mücadeleden vazgeçmemesi gereken tevhidi bir hareketin tek hedefi dünyevi zaferler kazanmak olmamalıdır. Tevhid peygamberlerinin kıssalarına baktığımızda hepsinin dünyevi zaferler elde edemediklerini görmekteyiz. Bu durum onların Allah'a karşı sorumluluklarını yerine getirmedikleri anlamına gelmez. Örneğin Hz. Süleyman, Hz. Davut gibi son derece muktedir hükümdar peygamberler olduğu gibi, Hz. İsa gibi öldürülmek istenen bu yüzden de mücadelesini dünyevi bir zaferle noktalayamayan peygamberler vardır. Hz. Muhammed (s) gibi birçok zorluklarla karşılaşan fakat hem ilahi vahyin tekâmülle noktalanmasını hem de Nasr'ı (zaferi) dünya gözüyle gören peygamberleri birer numune olarak Kur'an-ı Kerim bize anlatmaktadır. Burada önemli olan Allah'ın rızasını kazanmaktır. Neden zafer kazanmadığımızdan değil, olanaklarımızı neden Allah için feda etmediğimizden sorulacağız.

Temel amaç dünyevi zaferler elde etmek değil de Rabbani rızayı kazanmak ise belli çıkarlar geçici mevziler elde etmek için müslüman onuruna İslam'ın ilkelerine aykırı ilişkilere girmek doğru değildir.

Allah tesadüfe yer vermeyecek kadar tüm varlığa hakimdir. İnsanlık tarihinin işleyişiyle ilgili Allah'ın takdirlerinde de asla belirsizlik yoktur. O her şeyi yasalarla idare etmektedir. Tarihsel-toplumsal işleyişin yasalarını bilip ona göre hareket etmek mü'minlerin bireysel ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirebilmeleri için elzemdir. Çünkü Allah'ın değişmez sünneti yasalarının uygulanışında hiçbir topluluğa ayrıcalık tanımamaktadır.

İslami bir mücadelenin ve İslamilik iddiasındaki bir hareketin ilkeleri kadar usulünün de İslami olması şarttır. İslami hareketin usulü tabii ki Kur'an'dan elde edilmelidir. Sünnetullah şeklinde kavramsallaşan bu usulle ilgili Kur'an'ın bize söyleyecekleri vardır. Bu çalışmamızın konusu, sünnetullah çerçevesinde İslami mücadelenin dikkat etmesi gereken yasalarla ilgilidir.

A- Sünnetullah'ın Tanımı

Allah lafzı ile terkibe sokulmuş sünnet; adet, yol, yöntem, gidiş tarzı anlamlarına gelir. Sünnet bir şeyi sürekli olarak kesintisiz yapmaktır. Sünnetullah ise Allah'ın öteden beri süre gelen, değişmeyen, değişmeyecek olan toplumsal hayatla ilgili yasalarıdır.

Allah kainatta tesadüfe yer vermemiştir. Yarattığı her şeyin özüne işleyiş biçimini belirleyecek kanunlar koymuştur. Kainatta hiçbir varlık yaratılış özünde yer alan kanunların dışına çıkamaz. Fakat sünnetullahın evrendeki tüm varlıkların işleyişiyle ilgisi kurulamaz. Çünkü sünnetullah sadece insanlarla, insanlık tarihiyle, insanlığın sürdürdüğü toplumsal yaşamın işleyişi ile ilgili Allah'ın değişmez yasalarıdır.

B- Kur'an'da Sünnetullah

Kur'an-ı Kerim sünnetullah bağlamında insanlık tarihinin Allah tarafından konulmuş belli yasalar uyarınca işlediğini ifade etmektedir.

Sünnet kelimesi Kur'an'da 16 yerde geçmiştir. Bunlardan sekizi Allah lafzı ile terkibe sokulmuştur. Bizim sünnetimiz, öncekilerin sünneti, çizdiğimiz yol gibi terkipleri de vardır.

Ayeti kerimelerde Allah'ın tüm insanlığa uyguladığı yasaların değişmez ve aynı olduğu bildirilmiştir. Allah insanlık tarihinin işleyişiyle ilgili kesin yasalar koymuştur. Bu yasaları kimsenin hatırının lehine de değiştirecek değildir.

Dua eğer namaz gibi salih amellerle birlikte başvurulan bir yöntemse gaybi yardımı beraberinde getirebilir. Bu Allah'ın değişmez kanunudur. Fakat O kullarının her istediğini yapacak değildir. Çünkü böyle bir durum O'nu etkin olmaktan edilgen elmaya götürür. Nitekim Allah insanlık tarihi boyunca aynı yasaları toplumlara uygulamıştır. Bu yasalarda tebdil ve tahvil olmamıştır:

"Yeryüzünde böbürlenmelerini artırdı, şeytani itirazlar geliştirdi. Halbuki bütün şeytani tuzaklar sadece sahiplerini yutar. Yoksa onlar Öncekilere uygulanandan (sünnet-ül evvelin) başkasını mı beklerler? Sen Allah'ın tuttuğu yol ve yöntemde (sünnetullah) hiçbir değişiklik göremezsin. Evet sen, Allah'ın yolunda ve yönteminde bir sapma göremezsin." (35/Fatır, 43)1

Ayetlerden anlaşılacağı gibi, Allah toplumsal değişimi inkılabı ve ıslahatı değişmez belli yasalara bağlamıştır. Bu yasaların uygulanışında peygamberlere bile bir ayrıcalık tanınmamıştır.

"Elçilerimizden senden önce gönderdiklerimiz için de izlediğimiz yol (sünnet) buydu. Bizim çizdiğimiz yolda bir değişme göremezsin." (17/İsra 77.)2

C- Sünnetullah'ın Tabii Varlık Alanı ile İlgisi

Kur'an-ı Kerim bir yandan âlemde bir nizamdan söz ederken bu nizamın tamamen özerk bir mekaniz­ma, kendi kendine işleyen saat olmadığının da altını Çizmektedir Çünkü kainat işleyişinde bağımsız değildir. Yaratıcısına bağımlıdır. Bu konuda emr ve izin kavramları Kuran'da sık sık kullanılmaktadır.

İzn bize evrendeki nedenselliğin mutlak olmadığını belirtmektedir. Eğer nedensellik bağımsız olsaydı herşeyin sahibi sonsuz kudrete malik Allah'ın edilgen duruma düşme olasılığı söz konusu olurdu. Oysa herşeyin bir yaratılış amacı vardır. Bu amacı da yaratan belirlemiştir. Kainatta hiçbir şey başına buyruk değildir.

Kur'an'da nizam fikri yaratıcının birliğine bağlanmıştır. Bütün alemde her yaratılmışa kanuniyet yaratılışı esnasında konmuştur. Ancak Allah istediği an fiziksel kanunlarda değişiklikler yapabilme hakkına sahiptir. Tabii ki istisnai değişiklikler bile Allah'ın izniyle olabilmektedir3.

Sünnetullah tabiat kanunların Kur'an'daki ismi değildir. Kur'an'da fiziksel yasalarla ilgi kavram sünnetullah değil emr ve izn'dir. Kur'an fiziksel olaylara Allah'ın emri demiştir. Ateşin yakması, suyun kaldırma gücü, akyuvarların görevleri hep ilahi emr ile olmaktadır. Örneğin Hz. İbrahim'i yakmama iznini ateşe emr ile Allah Teala bildirmiştir. Normal şartlardaki görevi yakmak olan ateş ilahi emr ile bu görevini başka bir biçimde yakmayarak yerine getirmektedir4.

Hz. İbrahim'in ateş kıssası bize öğretmektedir ki, tabiattaki kanunlar olaylara yol açan sebebler bağımsız değildir. Bir başka deyişle determinizm mutlak değildir. Allah sebeblerin yaratıcısı olduğu için bu sebeblere dur! diyebilme hakkına ve iktidarına da sahiptir.

Allah'ın emr'i tüm kainatı kapsayacak şekilde geniştir. Hiçbir şey onun kontrolü dışında değildir. Ancak kainattaki kozmozun adı sünnetullah değildir. Fiziksel işleyişe sünnetullah demek bir yanılgıdır. Sünnetullah ile ilgili ayetler incelendiğinde görülecektir ki sünnetullah toplumsal hareketliliğe yön ve biçim veren yasaların adıdır.

Tarih boyunca birçok müslüman düşünür ve müfessir bu konuda yanılabilmiştir. Örneğin Eşari kelamına göre düşünen Gazali kainattaki düzene "adetullah" demiş, işlerin alışkanlık üzere yürüdüğünü, cisimlerin özelliklerinin olmadığını, bunları o anda Allah'ın yarattığını iddia ederek olaylar arasındaki sebep-sonuç ilişkisini reddedip İndeterminizm anlayışını sahiplenmiştir.

İbn-i Rüşd cisimlerin özelliğinin olduğunu, olaylar arasında sebeblilik bağlantısı bulunduğunu, neden sonuç ilişkisini inkarının ilmi inkar anlamına geldiğini belirtmiştir. Ancak o da Determinizm'e "sünnetullah" diyerek yanılgıya düşmüştür.

Kur'an'a göre fiziksel olaylarda Determinizm de İndeterminizm de mutlak belirleyici değildir. Bütün olaylar Allah'a bağımlı olarak yürümektedir/Determinizm olayların Allah ile bağlantısını gevşetmekte, İndeterminizm ise ölçüsüzlüğe ve tesadüflere kapı aralamaktadır.

Kainatta varlığını sürdürmekte olan fiziksel yasalar Allah'a bağlıdır. Fakat Allah yasaların boyunduruğu altında değil yasalar Allah'ın boyunduruğu altındadır.

Özcesi sünnetullah Allah'ın fiziksel yasalarıyla ilgili değil, tarihsel işleyişi de belirleyen insan toplumlarının hareketleriyle ilgilidir.

D- Sünnetullah'dan Yasa Örnekleri

Mü'minlere yardım etmek tarih boyunca Allah'ın sünnetinde vardır. Ancak bunun belli koşullan vardır: "Başarı için gerekli şartlan yerine getirmek, sağlam bir iman, salih amellerle Allah için kendini feda etmek bilinciyle onun yoluna baş koymak". İnandıklarını İhlas'la yerine getiren tebliğ, hicret ve cihad gibi eylemlerin öncü şahitleri olan ve bu uğurda Allah'tan başka kimseden çekinmeyenlere ilahi yardım va'dedilmiştir5.

Azgınlığı, taşkınlığı önlenemez boyutlara ulaşan ahlaken bozulmuş toplumların helaki kaçınılmazdır. Helakin birçok çeşidi vardır: Çığlık, sarsıntı, titreme, dondurucu rüzgar, tufan vb. Ayrıca fiili dinamiklerin yitirilmesiyle manevi yok oluş da, Mekke toplumunda olduğu gibi, mümkündür. Allah Teala kendilerine sahih, saf tebliğin ulaştığı insanlara bir ıslah olma şansı tanımaktadır. Kollektif olarak olumsuz yanıt vermek sünnetullah'a göre ilahi hışım ve yıkımı doğurur6.

Azap ile yokoluş peygamberlerin tebliğlerinin sonrasına rastlamaktadır. Diğer bir hususta mü'minlerin azap bölgesinden vahyi bildirim ile daima çıkarılıp uzaklaştırılmış olmasıdır. Islahtan yana tavır koyan kendini düzelten bir toplum helak olmaz. Helak'ın nedeni hep zülüm ve ifsadın yaygınlaşmış olmasıdır7.

Allah her topluma kendi cinsinden kendi diliyle peygamber göndermiştir8. İnsanlara insan elçi göndermek Sünnetullah'tır. Her topluma kendi dilini bilen, tanıdıkları, kendi içlerinden Peygamber göndermek de tabii bir ilahi sünnettir.

İlahi vahye muhatap olanlar bir mucize ile karşı karşıyadırlar. Mucize ile yüzyüze gelenler "iman edenler, küfre düşenler" olmak üzere bölünürler. Bu ayrılık sünnetullahtır. Mü'minlerin ve kafirlerin mücadele etmeden bir arada yaşamaları imkansızdır. Vahiy kafirlerle mü'minleri birleştirmek için değil, ayırmak için mücadeleye sevk etmek üzere gelmiştir. Tevhid ile şirk bir araya gelmesi imkansız olan iki unsurdur. Mü'min ile müşrikin de bir arada barışık olarak mücadele etmeden yaşayabilmeleri karakterlerine aykırıdır9.

İlahi vahye elçilik yapan insanlara mecnun, sihirbaz, ayrılıkçı vb. haksız ithamlarda bulunmak tarih boyunca müşriklerin başvurduğu kara propaganda şekilleridir. O halde sorumlu öncü müminler bu tür suçlamaların kendilerine yapılacağı bilinciyle hareket etmeli suçlamalara aldırmamalıdırlar. Çünkü genel toplum kurallarına ters düşen, statükoyu eleştiren kişiler önceki düzenleri, gelenekleri temsil edenler tarafından çeşitli şekillerde daima hedef olarak gösterilmişlerdir10.

Kur'an ve önceki kitapların elçiliğini yapan mü'minlere karşı mücadele edenler ya atalar dininin mensupları gelenekçi mukallitler, ya makam mevki sahipleri (mele) ya da şımarık zenginler (mutref)dir. İslami mücadele statüko karşıtı bir karaktere sahiptir. O halde mü'minler, sözü edilen muhafazakâr Kesimlerin tepkilerine şaşırmamalıdırlar11.

İnkarcı bir toplumun hayatiyetini görünürde sürdürmesi, ilahi bir toplumsal yasa olan "ömür verme, süre erteleme, belli bir zamana kadar şans tanıma" dolayısıyladır. İman'dan yoksun bir toplum ancak olumlu davranışlar sergileyerek ayakta kalabilir. Toplumun yıkımına küfür değil zulüm neden olur. Ne var ki küfür ahlaki olma şansından mahrum olduğu için zulme dönüşmesi kaçınılmaz bir karaktere sahiptir. Zulüm ise maddi ve manevi yok oluşu, ilahi müdahaleyle helaki kaçınılmaz kılar12.

Batıl hak karşısında, kötü iyi karşısında, zararlı yararlı karşısında, yok olmaya mahkumdur. Küfür ancak suyun üzerindeki köpük kadar, örümceğin yaptığı ev kadar devamlılığa sahiptir13.

Rabbani görevini yapmaktan başka hiçbir suçu olmayan peygamberlere kötü düzen kuranların oyunlarını başlarına geçirmek de Allah'ın yasalarındandır. Ne zaman Nebiler, Rasuller, Mü'minler ilahi hakikatle toplumsal şuura ışık tutmak istemişlerse cahillerin liderleri atalardan kalma anlayışları büyülü, içi boş terimleriyle (laiklik gibi) adaletin mücahidlerine savaş açmışlardır. Küfrün önderleri işkence etmek sürmek, öldürmek şeklindeki tehditlerle statükoyu bir süre daha ayakta tutmayı amaçlamışlardır. Ancak Allah, onların kurdukları düzenleri daima altüst etmiştir14.

Akıllarını kullanan insanlar iman etmişlerdir. Tefekküre alerji duyup atalarını taklit edenler ise ön yargılarının esiri olmuş, kalplerini hakikate kapattıkları için küfrün karanlığından kurtulamamışladır15.

Ekonomik refah, toplumların şımarmasına, rantlarını sürdürmek için, standartlarını korumak için suç aygıtlarını kullanmalarına yol açar. Bu durum ise o toplumun hayatiyetini yitirip içten içe çürümesini, maddi ya da manevi helake zemin hazırlayan bir dizi gelişmeyi beraberinde getirir16.

Zulüm, sömürü ile ezik bırakmak, mustazafların bedenleri ve emelleri üzerinde yükselmek isteyen müstekbirlerin sonu mustazafların kollektif iradelerini harekete geçirmelerine bağlıdır. Az veya çok olmak durumu değiştirmez. Az sayıda da olsa tutuklanma, işkence korkusuna kapılmadan, zulüm aygıtlarının üstüne giden, müstağnilere itaat etmeyen, Allah'a karşı böbürlenenlere boyun eğmeyenler, rabbani vahiy yerine ikame edilen statükonun değerlerinin güçsüzlüğüne şahit olurlar17.

Değişimin Öznesi Toplumsal Şuurdur

Kainatta her şey Allah'ı teşbih etmekte yüceltmektedir. İnsan toplumu dışındaki alemlerde düzensizlik, itaatsizlik yoktur. Çevresine ve tabiata ibretle bakan herkes gözlemlerle tevhidi bütünlüğü ihsas ettiren evrendeki gayeliliğe işaret eden binlerce ayete şahid olur.

İnsan, ibretle gözlemlediği çevresinden edindiği dünya görüşünü Allah'ı yegane hakim sayan bir düşünce ve eylemlilik öneren amaçlara yöneltmek zorundadır. Bunun yolu varoluşumuzu anlamlandıran ilahi bir cevap olan Kur'an'ın rehberliğine başvurmaktan, yani Allah'a teslim olmaktan geçer. Varoluşun gayesi Allah'a kulluktur18.

Sünnetullah'a göre ilahi vahiyle varoluşunu anlamlandıran insan içinde yaşadığı toplumdan da sorumludur. Aksi takdirde toplum çöküşe uğradığında bu akibete kendisi de ortak olacaktır:

"Öyle bir fitneden sakının ki aranızdan yalnız haksızlık edenlere erişmekle kalmaz (hepinize erişir). Bilin ki Allah'ın azabı çetindir." (8/Enfal, 25)

Kur'an tarihe ve topluma bir şahsiyet vererek yaklaşmaktadır. Şahsiyeti olan ise kendi kaderinden sorumludur. Kur'an'ın öngördüğü toplumsal şartlar oluştuğunda değişim mutlaka gerçekleşecektir. Olumlu ya da olumsuz, toplumsal değişimi belirleyecek olan kollektif şuurun verdiği karardır. Kollektif şuur ise kararlarını verirken hür ve sorumludur. Bu konudaki en çarpıcı mesaj, Ra'd suresinde yer almaktadır:

"Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez." (13/Ra'd, 11)

Sadece bu ayet bile toplumun kollektif şuur istemediği sürece ekonomik, siyasal, askeri unsurlarla yetke altına alınamayacağını gösterir. O halde mevcut zulümden toplumun kendisi sorumludur. Allah Teala'nın değişmez yasalarına göre toplumun kaderini yine toplumun özünde yer alan karar verme kabiliyeti ve tercihi yönlendirecektir.

Toplumun tercihte bulunabilme yeteneği ile donatılması onun sorumlu oluşu ile bağlantılıdır. Değişimin sünnetini kollektif iradenin tavrına bağlayan Allah Teala topluma hür bir irade alanı açarak bir zorba olmadığını da belirtmek istemiştir. Hiç bir devrimci beşeri ideoloji toplumsal vicdanın iradesine bu kadar önem vermemiştir. Örneğin Marksizm'de fert ve toplum "tarihsel diyalektik materyalizm" tezi ile en üst rol biçilen üretim araçlarının oyuncağı durumuna düşürülmüştür. Çünkü Marksizm'e göre değişimi gerçekleştiren amil toplumsal şuur değil üretim araçlarıdır. Böylece insan ve toplum iradesi hiçe sayılmaktadır. Bu çelişkiyi farkeden Marksist'ler mutasyon tezine yapışmaktadırlar. Oysa mutasyon maddenin iç devinimiyle değil, dış müdahale ile meydana gelen bir değişimdir. Bu durumda mutasyon diyalektik Materyalizm'e aykırı düşmektedir.

Beşeri sistemler insanın özgürlüğünü hiçe sayarak onu Determinizmin elinde oyuncak durumuna düşürmüşlerdir. Onlar insanın özgür olmasını, baskı ve sömürüden kurtulmasını özgün karakterlerinden dolayı değil, fiziksel ihtiyaçlardan dolayı istemektedirler. Fiziksel ihtiyaçlar ise sınırlıdır. Bu sınırlılık toplumsal hareketin devamlılığını törpüleyip savaşımın sürmesini engelleyen bir âmil olarak olumlu uğraşları yiyip bitirir.

Sünnetullah bize Tağut'un şeytani tuzaklarından kurtulabilme gücümüzün var olduğunu öğreterek ümit vermektedir. Rabbani yasaların, Allah'ın yardımlarının kollektif bilinci harekete geçirmek koşulu ile yanımızda olduğunu öğrenmek, özgüvenimizi tazelemektedir.

Değişimin Sünnetine Dikkat Etmeyen Her Teşekkül Dağılır

Toplumsal değişimin gerçekleşmesi için programlı, ciddi, kararlı kadrolara ihtiyaç vardır. Bu kadroların toplumsal şuuru harekete geçirecek çalışmalar yapması gerekir. Öncüler, şatolardan, yüksek rakımlı tepelerden, fil dişi kulelerden emretmekle toplumsal değişimi gerçekleştiremezler. Üstten, buyurgan ve tepeden inmeci bir karakterle kitlelere yaklaşanların kitlelerin gücünden faydalanma şansları yoktur. Toplumun önünde yer alanlar, Allah'tan başkasından, hele hele şirkin önderliğini temsil eden güç odaklarından, tağuttan yardım dilenmeye özgürlük bağışı istemeye başladılarsa kendilerinin ve kitlelerinin bir sürü durumuna düşmesi kaçınılmaz hale gelir.

Sosyal iradenin bir karara varması için çalışmalar yapmayan, halkın desteğini almak için halk gibi olmaya çalışanlar, toplumda varolan bütün akidevi kirliliklerden ve bozukluklardan etkilenirler. Esas olan halkı dönüştürebilmek için halk gibi olmak değil, Allah'ın rehberliğinde, Kur'an'ın kılavuzluğunda halkın kollektif bilincini harekete geçirecek çalışmalar yapmaktır.

Kısaca insanın gayreti olmadan Allah'ın başarı vermemesi O'nun değiştirilemez kanunudur. O halde gerekli çaba ve gayret şarttır. Dua'nın ilahi yardımı doğuran gücü ise mücadele alanında, savaş meydanında, eylemlilik halinde olunduğunda söz konusudur19.

Düşünsel berraklıklarını yitiren inandıklarından emin olmayan her sıkıştıkça takiyyeye başvuran teşekküllerin tevhidi dönüşüm gerçekleştirebilmeleri imkansızdır. Birliktelikler, iç dinamikler korunduğu sürece anlamlıdır.

Kendilerine olan güvenleri kaybolan kurumların çökmesi yakındır. Akidevi değerlerin belirsizliği toplumsal hareketleri düşmanın saldırıları karşısında zaafa uğratır. Ve karşı çıkılan bir ideolojinin bir versiyonu olmakla yüzyüze gelinir. O halde akidevi netlikle birlikte toplumsal değişimin sünnetine riayet şarttır.

Küfürle, zulümle cihadın sürekliliğini koruyabilmesi için, Allah'ın değişmez yasaları uyarınca, bireysel yükümlülüğün toplumsal yükümlülüğü de zorunlu kulluk görevi olarak beraberinde getirdiğine inanan mü'minlerin adanmışlık bilinciyle hareket etmeleri gerekir.

Değişimin sünnetini Allah belirler. Ne seküler sosyoloji, ne siyasi ideolojiler, ne de toplumsal uzlaşı projeleri İslami Hareketlerin kalkış noktasıdırlar. İslami bir hareketin kalkış sebebi ve yolu, Rabbani ilkelere uygun olmalıdır. Sünnetullah'ın ilkelerini kavramadan yola çıkmak, değişimin ilahi yasalarını hiçe saymak, değil otuz yıllık, yüz yıllık emekleri bile boşa çıkaracaktır.

İnandıklarını takiyye, maslahat, makyavelizm ile gizlemeyen, açıkça tebliğ eden, tevhidi mücadelenin şahitliğini yapan, bu uğurda kınanmaktan korkmayan, işkenceden yılmayan, geri çekilmeyen mü'minlere, sayıları az da olsa Allah'ın nusreti kesindir20.Şüphesiz O, va'dinden dönmez.

Dipnotlar:

1- Ayrıca bakınız. 3/Ali İmran, 137; 4/Nisa, 26; 18/Kehf. 55: 33/Ahzap, 62; 35/Fatır, 43-44; 48/Fetih; 23.

2- Ayrıca bkz. 11/Hud.71-76; 27/Neml, 62; 54/Kamer, 10.

3- Bakınız. 2/Bakara, 16-17; 3/Ali İmran, 191; 16/Nahl, 68; 23/Mü'minün, 155; 36/Yasin 38-40; 38/Saad, 27; 44/Duhan 38; 51/Zariyat, 57; 77/Mürselat. 20-23.

4- Bkz. 21/Enbiya, 69; 29/Ankebut, 24; 37/Saffat, 97.

5- Bkz: 4/Nisa, 141; 8/Enfal, 19-26-60; 40/Mü'min, 51.

6- Bkz. 10/Yunus. 103; 11/Hud, 58-81; 28/Kasas, 59; 30/Rum, 41; 42/Şura, 30; 43/Zuhruf, 50-56.

7- Bkz. 7/A'raf, 78-91-155; 11/Hud, 67-94; 15/Hicr, 73-83; 23/MÜ'minun, 41; 29/Ankebut. 40; 36/Yasin, 29-49-53; 38/Sa'd, 15; 69/Hakka. 5.

8- Bkz: 16/Nahl,36; 17/isra,15.

9- Bkz. 2/Bakara,14; 9/Tevbe. 73; 42/Şura, 14; 97/Beyyine. 4.

10- Bkz. 51/Zariyat, 51.

11- Bkz. 5/Maide, 104; 7/A'raf, 75-76-88; 21/Enbiya, 53; 43/Zuhruf. 20-24: 46/Ahkaf, 11.

12- Bkz: 5/Maide, 5: 7/A'raf 147; 9/Tevbe, 17; 14/İbrahim, 41; 16/Nahl, 61.

13- Bkz: 13/Rad, 17; 17/İsra, 81; 29/Ankebut, 41.

14- Bkz. 3/Al-i İmran, 118; 5/Maide, 104; 28/Kasas. 1-6-59; 31/Lokman, 21; 33/Ahzap, 60-62; 35/Fatır, 42-43; 43/Zuhruf: 22-24; 85/Buruc, 4-10.

15- Bkz. 2/Bakara, 171-242; 8/Enfal, 22; 12/Yusuf, 2; 21/Enbiya. 10; 25/Furkan, 44; 29/Ankebut, 63; 59/Haşr, 14.

16- Bkz: 11/Hud, 116-117; 26/Şuara. 227.

17- Bkz: 8/Enfal, 26; 53/Necm. 19-23; 96/Alak, 6-19.

18- Bkz: 51/Zariyat, 56; 59/Haşr, 1; 61/Saff. 1; 63/Münafikun, 3; 75/Kıyame, 36:76/İnsan,2-3.

19- Bkz. 15/Hicr, 21; 54/Kamer, 49.

20- Bkz. 8/Enfal, 26-46-48; 48/Feth. 26-28; 59/Haşr, 14.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR