1. YAZARLAR

  2. Ahmet Varol

  3. Cinayet Devleti İsrail ve İsmail Ebu Şenneb’in Şehadeti

Cinayet Devleti İsrail ve İsmail Ebu Şenneb’in Şehadeti

Eylül 2003A+A-

Siyonist İsrail yönetimi Filistin'in bağımsızlığı için mücadele edenlere karşı savaşını birkaç koldan yürütüyor. En başta kendi askeri gücünü kullanarak ve saldırganlıkta hiçbir ölçü tanımayarak Filistin'deki bağımsızlık mücadelesinin kökünü kazımaya çalışıyor. Ancak sadece askeri operasyonların sonuç vermediğini gördüğünden daha başka yollara da başvurma gereği duyuyor. Bunlardan biri de hedef seçilen belli kişilerin planlı cinayetler yoluyla tasfiye edilmesidir. Bu tutumu, İsrail'in gerçekte bir devlet değil, bir eşkıya düzeni olduğunu göstermesi açısından üzerinde durulması gereken bir tutumdur.

İsrail, gerçekleştirdiği suikastları çoğu zaman üstün bir başarı olarak göstermeye çalışıyor. Adı kanla ve vahşetle bütünleşmiş bir rejime de zaten bu yakışır. İsrail'in sözcüsü gibi çalışan medya organlarının, Siyonistlerden bir adım daha ileri giderek onların gerçekleştirdikleri vahşi cinayetlerden "Müthiş Suikast" diye söz ettiklerini ve övgüler yağdırdıklarını görebiliyoruz.

İsrail belli şahısları tasfiye etmede önceleri daha çok faili meçhul cinayetler gerçekleştirme yolunu tercih ediyordu. Bu konuda da en başta bir istihbarat örgütü olarak lanse edilen ama aynı zamanda bir cinayet şebekesi gibi çalışan MOSSAD'ın elemanlarından yararlanıyordu. Ama bazen de bu işi parayla yapan cinayet örgütlerine ihale ediyor ve onlara yaptırıyordu. Ne yazık ki, bir insan sahip olduğu insani ve manevi değerlerden soyutlanınca eline verilen basit çıkarlar karşılığında her türlü çirkin işi yapabilmektedir. Böylelerinin hangi soydan geldikleri o kadar önemli değildir. Çünkü Resulullah (s.a.v.)'in ifade ettiği üzere, her çocuk fıtrat üzere doğar. Üstün değerleri kazanması veya hayvanlardan daha aşağı bir dereceye, aşağıların en aşağısına (esfeli sâfiline) düşmesi hayatı boyunca aldığı eğitimin ve benimsediği çizginin bir sonucudur. İşte Siyonist rejim de gerçekleştirdiği cinayetlerde ellerindeki maddi imkânları kullanarak, insani değerleri terk edip geçici dünya çıkarlarına kul olmuş kimselerden yararlanmaktadır. Böylelerinin sayısı çok fazla olmasa da Siyonist rejimin hayli işine yaramaktadırlar. Siyonist rejimin Batı Yaka'daki istihbarat liderlerinden Şalom Baruch, 5 Mayıs 1994 tarihli Ha Aretz gazetesine yaptığı açıklamada şöyle demişti: "Ben Arap ajanlarımdan birine Nablus şehrinde oturanlardan dört kişiyi öldürmesini emrettim. O da bunu kolayca ve hiç tereddüt etmeden yaptı. Hayatımda bu derece basitleşebilen, bu kadar aşağılık ajan tanımamıştım. Biz onları istediğimiz gibi kullanıyoruz. Onlar da bize eşek sürüleri gibi hizmet ediyorlar." Bütün bu uygulamalar da İsrail'in devlet olmaktan ziyade eşkıya düzeni olduğunun delillerindendir. Bu arada şuna da özellikle dikkat çekelim ki, bugün Siyonistlerin uluslararası emperyalizmle işbirliğinden kaynaklanan güçlerini önemseyerek onlarla iyi ilişkiler kurmaya çalışanların, hatta belli menfaatler için onlara hizmet etmekten çekinmeyenlerin, yukarıda ismini zikrettiğimiz Şalom Baruch'un söylediklerini dikkate almaları gerekir. Önce çeşitli imkânları kullanarak bazı kimseleri sahip oldukları manevi değerlerden ve insani duygulardan uzaklaştırıyor, dünya çıkarlarına kul ediyorlar. Sonra da sağladıkları dünya çıkarları vasıtasıyla onları istedikleri gibi kullanıyorlar. Üstelik onlara "bizim adamlarımız" da demiyor, "hizmetimizdeki eşek sürüleri" isimlendirmesini daha uygun görüyorlar.

Önceden faili meçhul cinayetlere ağırlık veren Siyonist işgal devleti, özellikle Aksa İntifadası sürecinde insanların arabalarını veya evlerini hedef alan hava saldırıları yoluyla cinayetler işlemeye ağırlık vermeye başladı. Bununla birlikte faili meçhul cinayetleri de tümüyle terk etmiş değil. Hava saldırılarında çoğunlukla Amerikan teknolojisini kullanmaktadır. Örneğin, nokta operasyonları adını verdiği saldırılarda kullandığı Apaçi helikopterleri Amerika'nın İsrail işgal devletine özel ikramlarıdır. ABD bu helikopterleri İsrail dışında hiçbir devlete vermemektedir. Yine bu tür hava saldırılarında kullandığı F-16 tipi saldırı uçakları da Amerika'nın savaş teknolojisinin ürünleridir.

İsrail, Aksa İntifadası sürecinde sözünü ettiğimiz hava saldırıları yoluyla pek çok cinayet gerçekleştirdi. Öyle ki bu cinayetler, saldırı helikopterlerini ve uçaklarını kullanmak zorunda kalan pilotlardan bazılarının bile tepkilerine yol açtı. Bunlardan 25 pilot, kişiliklerinin yıprandığı gerekçesiyle bir ültimatom yayınlayarak kendilerinden istenen hava saldırılarını geçekleştirmek istemediklerini bildirdiler. İşgal devletiyle pilotlar arasında bu konuda tartışmaların yaşandığı dönemde, İsrail yönetiminin hava saldırıları emirlerini yerine getirmeyi reddeden askeri pilotlar arasında yer alan ancak isminin açıklanmasını istemeyen bir kişinin Journal de Dimanche adlı Fransız gazetesine yaptığı açıklamalar gerçekten ilgi çekiciydi. Pilot: "Ben korkuyorum, eğer İsrail, Batı Yaka ve Gazze bölgesinde onlarca yıl işgalci olarak kalmaya devam ederse tamamen askeri bir toplum haline gelecek ve hiçbir zaman demokratik düzene geçemeyecektir" diyor ve sözlerine şöyle devam ediyordu: "Komutanlarımız, özellikle Gazze bölgesine yönelik hava operasyonları konusunda bizi rahatlatmak için "bu, bir doktorun yaptığı cerrahi operasyon gibidir" diyorlar. Ama ben dünyanın hiçbir yerinde bir doktorun cerrahi operasyon için balta kullandığını zannetmiyorum."Yine düşündürücü bir başka açıklaması da şöyleydi: "Komutanlarımız bize operasyonun başarılı olması için akıllı aydınlatma bombaları kullanmamızı tavsiye ediyorlar. Ama biz bir ton ağırlığında aydınlatma bombası kullandığımızda, bu gidip bir yerleşim biriminin üzerine düşerek ölüm kütlesi haline geliyor. Bunun akılla ne ilgisi olabilir?"

İsrail'in cinayetleriyle ilgili olarak vurgulamamız gereken bir husus da şudur: İsrail açısından dost – düşman o kadar önemli değildir. Önemli olan bir kimseden yararlanılmasıdır. Eğer bir kimsenin sağ kalması İsrail için yararlı ise, o dost da olsa düşman da olsa sağ kalması için gerekeni yapar. Ölmesinin yararlı olması durumunda da aynı şey söz konusudur. Bu açıdan yerine göre bir provokasyon, bir senaryonun uygulamaya konması, bir iddianın inandırıcı olabilmesi vs. gibi amaçlar için kendi adamlarını öldürebilir. Bazen de yıllarca kendisinden istifade ettiği bir kimsenin hayatta kalmasının sakıncalı olmaya başladığını anladığı zaman onu ortadan kaldırabilir. Eli Hubeyka'nın öldürülmesi buna en açık örnektir. Sabra ve Şatilla katliamında insanları doğrama işi Hıristiyan Falanjist militanlara verilmişti. Katliam işini gerçekleştiren Falanjist militanların başında da Eli Hubeyka bulunuyordu. Hatta olayları tetkik edenlerin verdiği bilgilere göre Hubeyka katliam esnasında militanların başında bizzat bulunmuş ve katliam işini organize etmişti. Hubeyka, Ocak 2002 başlarında, Sabra ve Şatilla katliamından kendisinin sorumlu olmadığını ve Şaron hakkında açılan davada bildiklerini söyleyeceğini ifade etti. Bunun üzerinden fazla zaman geçmeden üç adamıyla birlikte öldürüldü. Tabii Hubeyka'nın katliamda kendisinin sorumluluğu olmadığına dair iddiası inandırıcı olmaktan son derece uzaktı. Çünkü onun katliama bizzat gözcülük ettiği raporlara geçtiği gibi, katliamda kullanılan Falanjist militanların başında onun olduğu da bilinen bir gerçek. Ama bu işi muhakkak belli bir menfaat karşılığında yapmıştı ve muhtemelen Siyonistler pek çoklarına yaptıkları gibi onları da çuvala sokmuş ve vaat ettikleri menfaati vermemişlerdi. Nitekim yıllarca tampon güç olarak kullanılan SLA (Güney Lübnan Ordusu) militanlarının da sonuçta İsrail'den büyük bir kazık yedikleri biliniyor. Belki Hubeyka da aynı sebepten dolayı Şaron'un katliamdaki rolü hakkında bildiklerini söylemek ve intikam almak istedi. Ama biraz acelecilik ettiğinden daha mahkeme önüne çıkıp bildiklerini söyleme fırsatı elde edemeden öldürüldü.

İsrail'in cinayetleriyle ilgili olarak vurgulanması gereken bir husus da şudur: O, cinayetlerinde herhangi bir coğrafi sınır tanımadığı gibi, dost veya düşman ülke toprağı ayrımı da yapmaz. Yukarıda sözünü ettiğimiz Eli Hubeyka ve üç adamı, Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta öldürüldü. Siyonistler Lübnan'da bunun dışında daha birçok cinayet gerçekleştirdiler. Filistin İslami Cihad Hareketi'nin lideri Dr. Fethi Şikaki, Libya dönüşü uğradığı Malta'da şehit edildi. FKÖ'nün ileri gelenlerinden Halil el-Vezir (Ebu Cihad) ve Salah Halef (Ebu İyad) Cezayir'de öldürüldüler. Bunların dışında dünyanın değişik ülkelerinde birçok cinayet İsrail işgal devletine çalışan özel caniler tarafından gerçekleştirilmiştir.

Siyonizm'e hizmet eden medya organlarının yanıltması sebebiyle İsrail cinayetleri konusunda dünya kamuoyu çoğu zaman yanlış yönlendirilmektedir. Bu yanlış yönlendirmede en çok da "misilleme" kavramıyla yanıltma yapılmaktadır. Bu kavramla bir bakıma İsrail'in cinayetleri gerekçelendiriliyor. Bu ifade adeta işgal devletinin saldırılarına dolaylı bir şekilde meşruiyet kazandırıyor. Hal böyle olunca insanlar işgal devletinin saldırılarındaki vahşeti tam olarak göremiyor veya görseler bile belli gerekçelere dayandığı zannına kapılabiliyorlar. Oysa işin gerçeğinde İsrail her zaman için fitili ateşleyen taraftır. Hatta üç yılını doldurup dördüncü yılına giren Aksa İntifadası'nın fitilini ateşleyen taraf da İsrail olmuştur. 29 Haziran 2003'te kabul edilen üç aylık ateşkesten sonra da fitili ateşleyen taraf önce İsrail oldu. Dolayısıyla asıl misilleme yapan taraf Filistin tarafıdır. Ama ne yazık ki çağdaş emperyalizmin güdümündeki medya vasıtasıyla dünya kamuoyunun yanıltılması, insanların gözlerine perde çekilmesi mümkün olmaktadır. Hadiselere basiretli bir şekilde bakanların bu gerçeği görmeleri ve işgal devletinin çıkarlarına hizmet eden medya organlarının maksatlı yanıltmaları karşısında uyanık olmaları gerekir.

Bir de İsrail'in cinayet saldırılarının başarı sebeplerine temas etmek istiyoruz. Siyonist işgal devletinin başbakanı Ariel Şaron'un başbakanlık görevine getirilmesindeki temel amaç, onun "Beyrut kasabı" kimliğinden Filistin halkına karşı psikolojik yıpratma savaşında yararlanılması ve böylece bu halkın işgale karşı sürdürdüğü Aksa İntifadası'na son verilmesiydi. "Beyrut kasabı", Aksa İntifadası'nı durdurabilmek için, bu intifadayı organize eden, mücadeleye fiilen katılan ve yön veren örgütlerin lider kadrosunu ortadan kaldırma amaçlı muhtelif saldırılar gerçekleştirdi. Bu saldırılarda HAMAS'ın Nablus sorumlusu Cemal Mansur, Filistin Alimler Birliği genel başkan yardımcısı Cemal Selim, yine HAMAS'ın Nablus'taki ileri gelenlerinden Salahuddin Derveze, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin lideri Ebu Ali Mustafa, HAMAS'ın el-Halil sorumlusu Abdullah el-Kavasime gibi bazı önemli hareket liderleri de öldürüldü. Gerçi bu kişilerin öldürülmesi Filistin halkının direnişini olumsuz yönde etkilememiş ve söz konusu örgütlerin mücadele azimlerini de kıramamıştır. Ama bu cinayetlerin başarılı olabilmesinin sebeplerini kısaca tahlil etmekte yarar var.

İsrail'in cinayetlerinin başarılı olmasında iki önemli etken bulunmaktadır: Birincisi İstihbarat, ikincisi ABD'nin verdiği modern teknolojinin kullanılması.

Önce istihbarat konusu üzerinde duralım: İşgal devletinin dış istihbarat örgütü olan MOSSAD bu yönden sürekli gündeme getirilmekte ve oldukça başarılı bir örgüt olarak lanse edilmektedir. Oysa bu örgütün başarısı kendi iç yapısından değil, muhtelif istihbarat örgütleriyle ve organizasyonlarıyla sıkı münasebet ve yardımlaşma içinde olmasından kaynaklanmaktadır. Bu işbirliğinde ise paranın cazibesi ve uluslararası platformlarda Siyonist işgal devletine destek veren otoritelerin siyasi baskı gücü kullanılmaktadır. İsrail işgal devleti geçmişte MOSSAD'ın kendi teşkilatını kullanarak yürüttüğü istihbarat faaliyetlerinde yeterince başarılı olamamıştı. Örneğin HAMAS'ın askeri kanadının istişhadi eylemler birimi başkanı Yahya Ayyaş işgalci Siyonistlere bayağı ağır darbeler vurduğu halde, işgal devleti yıllarca sürdürdüğü istihbarat çalışmalarına rağmen onun yerini tespit etme konusunda başarılı olamadı. Fakat sonunda bir ihanet sonucu ve yukarıda sözünü ettiğimiz tarzda işbirliği yapılması suretiyle yeri tespit edildi ve ABD teknolojisinin kullanılması suretiyle ona karşı suikast gerçekleştirildi. İşgalcilerle istihbarat alanında işbirliği içine girdiklerinden şüphelenilenlerden biri de İsrail'in dayatmasıyla ve zorlamasıyla Mahmud Abbas hükümetinde içişlerinden sorumlu devlet bakanı yapılan Muhammed Dahlan'dır.

HAMAS'ın askeri kanadının Batı Yaka bölgesi sorumlusu Mahmud Ebu Henud'un öldürülmesi üzerine Filistin halkı bu güvenlik işbirliği konusunu daha sıkı bir şekilde sorgulamaya başladı. Batı Yaka'nın el-Halil şehrinde binlerce insan güvenlik işbirliğine son verilmesi çağrısıyla yürüyüş yaptı. Yine değişik yerlerde bu işbirliğini sorgulayan ve buna kesin olarak son verilmesini isteyen konuşmalar yapıldı. Gerçi Filistin halkı güvenlik işbirliğini daha önce de sorguluyor ve her fırsatta tepkisini dile getiriyordu ama, yerinin tespit edilmesi pek de kolay olmayan Ebu Henud'un arabasının yerinin Nablus yakınlarında dağlık bölgede tespit edilmesi ve üzerine havadan on adet roket fırlatılması üzerine Filistin halkı bu konuyu daha yakından mercek altına alma ve sorgulama ihtiyacı duymaya başladı.

Özerk yönetim ile işgal devleti arasında sürdürülen güvenlik işbirliği "başlık" olarak kamuoyundan gizli değildir. Çünkü bu konuda muhtelif görüşmeler yapıldığı bilinmekte ve bu görüşmelerin yeri, tarihi basına yeterince yansımaktadır. Hatta zaman zaman "güvenlik işbirliği anlaşmalarının imzalandığı" da haber olarak verilmektedir. Ancak bu işbirliğinin pratiğe nasıl yansıdığı, bu işbirliği konusunda adeta İsrail'in özerk yönetim içindeki elleri gibi çalışan Muhammed Dahlan, Cibril er-Recub ve Gazi el-Cubali gibi şahısların etkinleri ve çalışma tarzları konusunda kamuoyuna herhangi bir bilgi verilmemektedir.

Ne var ki, yaşanan olaylar bunun pratiğe nasıl yansıdığı konusunda yeterince fikir vermektedir. Özerk yönetimin istihbaratında çalışanların Filistinlilerin arasında kendilerini çok iyi gizlemeleri ve MOSSAD'ın ulaşamadığı bilgilere ulaşmaları mümkün olabilmektedir. Gerçi, özellikle lider kadro içinde olanların yerlerinin tespiti çok kolay olmamakla birlikte, uzun sürecek bir araştırma ve takip işinin "Filistinli" kimliğini taşıyanlar tarafından yürütülmesi biraz daha kolay olduğundan, zaman içinde belli bir sonuca ulaşılması mümkün olmaktadır. Nitekim HAMAS'ın Gazze'deki temsilcilerinden Prof. Abdülaziz Rantisi de Ebu Henud'un şehit edilmesinden sonra yaptığı açıklamada, onun arabasının tespit ve takip edilebilmesinin Filistinlilerin arasında dolaşan birtakım kirli ellerin bulunduğunu gösterdiğine işaret ederek, "bu kirli ellerin de mutlaka tespit edilip ortaya çıkarılacağını ve Filistin halkının onlara da gereken cezayı vereceğini" dile getirdi. Rantisi, bu işte "güvenlik işbirliği"nin payına da işaret ederek, özerk yönetimin işgal yönetimi ile güvenlik işbirliğine kesin bir şekilde son vermesi gerektiğini de vurguladı.

Filistin direnişinin lider kadrosunun takibe alınması için yürütülen istihbarat işinde ABD'nin de belli bir payı olduğu bilinmektedir. Çünkü ABD'nin son dönemde bazı CIA görevlilerini İsrail işgal devletine istihbarat konusunda yardım için Filistin topraklarına gönderdiği bilinen bir gerçektir ve basın yayın organlarına da yansımıştır. Fakat CIA görevlilerinin takip ve bilgi toplama işinden çok, metot ve koordinasyon işinde yardımcı oldukları tahmin edilmektedir.

Kısacası son zamanlarda "Beyrut kasabı" Şaron'un Filistin'deki direnişi yıpratmak amacıyla gerçekleştirdiği ve özellikle Filistin direnişinin lider kadrosunu hedef alan vahşi cinayetlerin, sadece Şaron'un işi olmadığını, üç ayaklı bir işbirliği sonucunda gerçekleştirilen cinayetler olduğunu söylemek mümkündür.

Bu cinayetlerle ilgili olarak üzerinde durulması gereken bir husus da canilerin statüleridir. Çünkü Filistinlilerin eylemleriyle ilgili yorumlarda sürekli "sivil" vurgusu üzerinde durulurken, İsrail'in cinayetlerinde, insanlık dışı uygulamalarında "sivil" kimliklilerin ne gibi bir rol oynadıkları her zaman göz ardı ediliyor. Cinayet devleti İsrail'de aslında asker – sivil ayırımı yapmak pek mümkün değildir. Çünkü planlı cinayetlerin birçoğunda sivillerden yararlanılmaktadır. "İsrail'in sivilleri" olarak kabul edilen Yahudi yerleşimciler tarafından işlenen cinayetlerden birkaç örnek vererek İsrail açısından "sivil" nitelemesinin ne anlama geldiğine dikkat çekmek istiyoruz:

-7 Aralık 1987'de birinci intifadanın fitilini ateşleyen olay, bir sivil yerleşimcinin kamyonuyla, Filistinli işçileri taşıyan araca arkadan kasten çarparak 8 işçinin ölümüne sebep olmasıydı.

-25 Şubat 1994 tarihinde Müslümanların el-Halil'deki Hz. İbrahim Camisi'nde sabah namazını kıldıkları esnada gerçekleştirilen ve 67 kişinin ölümüne sebep olan katliamın faili, Barush Goldstien adlı ve üstelik "doktor" sıfatı taşıyan bir sivil yerleşimciydi. Bu yerleşimcinin namaz vaktinde silahlarıyla birlikte camiye girmesine işgalci askerler yardımcı olmuşlardı.

-14 Temmuz 1995 tarihinde Gazze bölgesinde işine gitmekte olan Mâzin Ahmed eş-Şair adlı 19 yaşındaki bir Filistinli işçi, bir Yahudi yerleşimcinin arabasıyla kasıtlı olarak arkadan vurması sonucu hayatını kaybetti.

-13 Ağustos 1995 günü öğleden sonra Batı Yaka'nın Ramallah şehri yakınlarında Filistinlilere ait bir araziyi işgal etmeye çalışan Yahudi yerleşimciler, bir Filistinliyi attıkları kurşunlarla şehid ettiler. Yerleşimcilerin Ramallah yakınındaki Devrâ el-Kara' köyündeki Filistinlilere silahlı saldırıda bulunmaları üzerine çıkan çatışmalarda göğsünden isabet alan Hayri el-Fisi adlı Filistinli olay yerinde hayatını kaybetti.

Bunlar sadece birkaç örnek. İsrail'in sivilleri bunların dışında pek çok cinayet gerçekleştirdikleri gibi, birçok şiddet olayına da karışmışlardır.

İsmail Ebu Şenneb'in Şehadeti

İşgal devletinin Aksa İntifadası sürecinde Amerikan teknolojisiyle geçekleştirdiği hava saldırılarıyla cinayetlere ağırlık verdiğini dile getirmiştik. İşte bu tür cinayetlerden birinin hedefi de HAMAS'ın önemli siyasi liderleri arasında yer alan İsmail Ebu Şenneb olmuştur. Filistin davasında özel bir yeri olan ve sadece HAMAS mensupları değil, bütün Filistinliler tarafından sevilen Ebu Şenneb'in şehit edilmesi aynı zamanda Filistin direnişinde yeni bir dönemecin başlangıcı olmuştur. Bu yüzden onun şehadetinden ve şahsından biraz ayrıntılı olarak söz etmeyi gerekli gördük.

HAMAS'ın önemli liderlerinden ve siyasi önderlerinden Mühendis İsmail Ebu Şenneb, işgalci Siyonistlerin ABD ikramı Apaçi helikopterlerini kullanarak gerçekleştirdikleri bir saldırı sonucu 21 Ağustos 2003 Perşembe günü şehit oldu. Medya organlarına göre bu saldırı, HAMAS'ın askeri kanadı tarafından Kudüs'te gerçekleştirilen şehadet eylemine bir misillemeydi. Tabii çoğunluğu uluslararası Siyonist lobilere çalışan medya organları, İsrail'in ondan önce geçekleştirdiği saldırıları, özellikle de el-Asker mülteci kampında gerçekleştirdiği katliamı, bu arada HAMAS'ın askeri kanadına mensup iki direnişçiyi şehit etmesini, daha sonra İslami Cihad'ın askeri kanadının el-Halil sorumlusunu şehit etmesini görmek istemediklerinden her zaman yaptıkları gibi yine Siyonistlerin saldırılarını "misilleme" olarak nitelendirdiler. Onlar tarafından yönlendirilen kamuoyu da, bu "misilleme" kavramının maksatlı ve art niyetli olarak, üstelik kasten hatalı bir şekilde kullanılmasından dolayı yanlış kanaate itildi. Kavramlarla yanıltma politikası burada da çok belirgin bir şekilde kendini gösterdi.

İşgal devleti ateşkesi daha önce HAMAS'ın askeri kanadının Nablus sorumlusunu Nablus'ta bir apartmanda kuşatmaya almak ve içinde bulunduğu yedi katlı apartmanı üzerine yıkarak onu şehit etmek suretiyle ihlal etmişti. Bu kez de hareketin en önemli liderlerinden birini hedef alarak yine fitili çeken taraf olmaya devam etti. HAMAS tarafından yapılan açıklamada ateşkesin kesin olarak sona erdiği ve bunun sorumluluğunun tamamen Şaron'a ait olduğu bildirildi. Açıklamada: "Şehitlerimizin temiz kanları yerde kalmayacak ve bu iğrenç cinayete cevabımız Allah'ın izniyle şiddetli sarsıntıya yol açacak türden olacak" denildi.

İşgal devletinin cinayetine Filistin'deki tüm direniş grupları tepki gösterdi ve işgal devletinin bu cinayetine ortak bir mücadeleyle ve sert bir şekilde cevap verileceği vurgulandı. El-Fetih'in açıklamasında, bu cinayetten doğacak tüm sonuçların sorumluluğunun İsrail işgal devletine ait olduğu ve bu cinayetin işgal devletinin "barış" konusundaki iddialarında tamamen samimiyetten ve ciddiyetten uzak olduğuna delalet ettiği vurgulandı.

İsmail Ebu Şenneb'in şehit edilmesiyle ilgili olarak HAMAS ve İslami Cihad tarafından yapılan ortak açıklamada da, İsrail işgal devletinin ateşkesi kendi eliyle ortadan kaldırdığı ve bu merhaleden sonra Filistinlilerin seçeneğinin artık direniş olduğu vurgulandı. Açıklamada: "Biz 29 Haziran 2003 tarihinde birlikte ateşkes ilan ettiğimiz gibi, bugün yine birlikte askeri eylemlerin askıya alınmasının artık sona erdiğini ilan ediyoruz. Bunu Şaron kendisi bizzat sona erdirmiş ve kendisi katletmiştir. O, siyasi önder İsmail Ebu Şenneb'e cinayet düzenlemek suretiyle ateşkese de ağır darbe indirmiştir. Şaron geçmiş elli gün içinde de, halkımıza, onun toprağına ve kutsal değerlerine yönelik saldırgan tutumunu, öldürmeleri, tutuklamaları, yıkımları ve baskınları sürdürmek suretiyle ateşkesin üzerine birçok öldürücü ok fırlattı" denildi.

İsmail Ebu Şenneb Kimdir?

Mesleği mühendislik olan İsmail Ebu Şenneb, Filistinliler arasında "birleştirici" kişiliğiyle tanınırdı. Bu özelliği sayesinde İsrail işgal devletinin Filistinliler arasında fitne çıkarmayı amaçlayan birçok oyununu boşa çıkarmayı başarmış ve birlik ve bütünlüğü korumuştur. Bütün direniş gruplarıyla oldukça etkin ve müspet ilişkiler kurma konusunda son derece başarılıydı. Bu konudaki başarılı çalışmalarından dolayı HAMAS'ın dış işleri bakanı olarak biliniyordu. Sadece HAMAS içinde değil, muhtelif kitlesel kuruluşlarda da öne çıkmış bir isimdi. Bu itibarla siyasi, akademik ve örgütçü kişiliği kendinde birleştirmiş bir liderdi. En etkin olduğu kitlesel kuruluş ise uzun süre başkanlığını yaptığı Mühendisler Sendikası (Türkiye'deki karşılığıyla Mühendisler Odası) idi.

Tam adı İsmail Hasan Muhammed Ebu Şenneb olan ve Ebu Hasan lakabıyla tanınan İsmail Ebu Şenneb, 1950 yılında Gazze'nin ortalarında bulunan Nusayrat mülteci kampında dünyaya geldi. Ailesi aslen Filistin'in en güzel şehirlerinden olan Askalan'ın güneyinde yer alan el-Ceyye köyündendir ve İsmail Ebu Şenneb'in doğumundan iki yıl önce Siyonist işgalcilerin zorlamasıyla güzel köylerini ve atadan kalma evlerini terk ederek Gazze'deki Nusayrat mülteci kampına göç etmişti. Bu arada parantez açarak iki noktaya işaret etmek istiyoruz: Birinci olarak, Ebu Şenneb'in ailesinin Siyonistlerin zorlamasıyla terk ettiği köyün bağlı olduğu ve Akdeniz kıyısında yer alan Askalan şehrinin, bugün işgalciler tarafından Aşkelon olarak adlandırılıp, İsrail şehri olarak gösterildiğine; gerçekte buranın İslam tarihinde ve kültüründe önemli yeri olan, ünlü hadis alimi İbnu Hacer el-Askalani başta olmak üzere birçok Müslüman ilim adamı çıkardığına ve buranın Aşkelon olmadığına parmak basmak istiyoruz. İkinci olarak da Filistinlilerin böylesine güzel yurtları satıp da insan istifi mülteci kamplarında her türlü imkandan yoksun bir hayata razı olmalarının aklın kabul edebileceği bir şey olmadığını, ama Siyonistlerin bu tür saçma iddialarla Müslüman halkları yıllardan beridir yanılttıklarına ve bu yolla onların Filistin davasına soğuk bakmalarını sağladıklarına dikkat çekmekte yarar görüyoruz. Ebu Şenneb'in ailesi de Siyonistlerin 1948'de başlattıkları vahşi saldırılar sebebiyle köylerini terk ederek Gazze'deki Nusayrat mülteci kampına yerleşti. İşte bu göçten iki yıl sonra da İsmail Ebu Şenneb dünyaya geldi. Ailesi köylerindeki evlerini ve arazilerini satarak değil, işgalcilerin tehditleriyle, zorlamalarıyla terk etmek mecburiyetinde kalmış, gasıp işgalciler her şeylerine el koymuşlardı. Bu yüzden gittiği mülteci kampında yoksulluğa, oldukça zor şartlarda hayat sürdürmeye mahkum olmuştu. Babası Hasan, ümmi yani okuma yazma bilmeyen biriydi, ama Kur'an okumayı biliyordu. Çocuklarının tahsillerine, özellikle dini eğitimlerine, Kur'an'ı öğrenmelerine büyük önem veriyordu. Kaldığı mülteci kampında Kur'an kursları açılınca, oğlu İsmail'i daha küçük yaştayken buralara gönderdi. İsmail, bu arada bir yandan da ilk öğrenimini sürdürüyordu ve daha ilk öğrenimini tamamlamadan Kur'an-ı Kerim'in yarısını ezberledi.

İsmail, ilk öğrenimini 1956-61 yılları arasında en-Nusayrat mülteci kampındaki BM Yardım Ajansı'nın açtığı ilkokulda tamamladı. Bu dönemde, en-Nusayrat'taki tanınmış davetçilerden ve aynı zamanda HAMAS'ın liderlerinden olan Hammad el-Hasenat'ın sohbetlerinden, nasihatlerinden oldukça etkilendi.

Babası, çocukları daha küçük yaştayken vefat etti. Çocukların en büyükleri de İsmail'di ve o da henüz ilk okula gidiyordu. Yetim çocukların geçimlerini, yine yurtlarından çıkarılmış, mallarına mülklerine Siyonist işgalciler tarafından gasp yoluyla el konulmuş, dolayısıyla yoksulluğa mahkum edilmiş akrabalar üstlendi. Bu yüzden İsmail bütün aile efradıyla birlikte kendilerine bakacak akrabalarının çoğunluğunun ikamet ettiği eş-Şati mülteci kampına yerleşme ihtiyacı duydu.

İsmail, orta öğrenimini yine Yardım Ajansı'na bağlı Yeni Gazze Okulu'nda 1965 yılında tamamladı. Sonra da Filistin Lisesi'ne geçerek öğrenimini orada sürdürdü. Öğreniminin bütün dönemlerinde sınıfının en başarılı öğrencisi olarak öne çıktı.

İşgalci Siyonistler 1967 Haziran'ında, o zaman Mısır kontrolünde olan Gazze'ye saldırdıklarında, İsmail Ebu Şenneb lisenin ikinci sınıfından üçüncü sınıfına geçmişti. Aynı yıl bazı arkadaşlarıyla birlikte lise bitirme imtihanlarına girdi ve imtihanları başarıyla vererek lise diploması almaya hak kazandı. Ancak, meydanlarda Filistin davasını siyasi istismar aracı olarak kullanıp nutuklar çeken, radyolardan heyecanlı konuşmalar yapan, perde arkasında ise ihanet ederek muhtelif ayak oyunlarıyla Filistin halkını Siyonistlerin önüne atan malum Arap liderlerin yönettiği ülkelerin hiçbiri bu diplomayı tanımıyordu. Genç İsmail, elindeki diplomayla yine Filistin'in içindeki okullarda tahsilini sürdürebildi. Batı Yaka şehirlerinden Ramallah'taki Öğretmenler Enstitüsü'ne girerek İngilizce öğrendi. Burada iki yıl öğrenim gördü. Buradan mezun olan bir kişi BM'e bağlı Yardım Ajansı'nın okullarında öğretmen olarak çalışabiliyordu. 1969'da UNESCO, Kızılhaç ve Mısır Eğitim Bakanlığı arasında yapılan anlaşmaya binaen Arap ülkelerinde geçerli genel lise diploması alabilmek için imtihana girdi. Böylece o diplomayla Arap ülkelerinde yüksek tahsile devam etme imkanı bulabilecekti. İmtihanda başarılı oldu ve yüksek tahsil için Mısır üniversitelerine başvurdu. Başvurusu kabul edildi ve Ramallah Öğretmenler Enstitüsü'ndeki öğrenimini bitirmesine az bir süre kalmış olmasına rağmen buradaki öğrenimini bırakarak Mısır üniversitelerine geçmeye karar verdi. Burada büyük zorluklarla karşılaşmasına rağmen kararlığını sürdürdü. Mısır hükümeti Filistin'den giden öğrencilere muhtelif zorluklar çıkarıyordu. Bu yüzden öğrenim yılının üçte ikisinin geçmesine rağmen belli bir fakülteye kayıt yaptıramadı. Ebu Şenneb, senenin kalan vaktini mühendislik fakültesine girmek için değerlendirmek amacıyla yeniden genel lise mezuniyet imtihanlarına girmek üzere kayıt yaptırdı. Sonuçta Şebinu'l-Kum'daki Yüksek Sanat Enstitüsü'ne girmeyi başardı. Bir yıl burada okuduktan sonra el-Mansura Yüksek Sanat Enstitüsü'ne oradan da el-Mansura Üniversitesi'ne geçti. Burada Mühendislik Fakültesi'nde yüksek tahsil yaparak 1975'te üstün başarıyla ve döneminin birincisi olarak mezun oldu.

Okuduğu fakültedeki hocalarından bazıları başarılı olması sebebiyle aynı fakültede asistan olarak kalmasını teklif ettiler. Ama O, Gazze'ye geri dönmeyi tercih etti. Çünkü orada kendi halkına hizmet etmek istiyordu. Nitekim Gazze'ye dönerek Gazze belediyesinde proje mühendisi olarak çalışmaya başladı. Beş yıl bu görevi sürdürdü. Çalışmalarında oldukça başarılı olduğundan arkadaşları arasında öne çıktı, geniş bir çevrede tanındı.

Ebu Şenneb'in belediyede çalıştığı yıllarda Nablus'taki en-Necah Ulusal Üniversitesi bir mühendislik fakültesi açmayı kararlaştırdı ve mühendislik eğitimi almış olanların buranın koordinasyonuyla yüksek mühendislik (master derecesi) tahsili yapmalarına imkan tanıdı. İsmail Ebu Şenneb de bunun için müracaat etti ve belediyedeki görevinden istifa etti. Sonra en-Necah Üniversitesi'nin koordinasyonuyla Amerika'daki Colorado Üniversitesi'ne girerek burada mühendislik alanında master (yüksek mühendislik) tahsili yaptı. Buradaki öğrenimini de 1982'de tamamladı. Ardından öğretim görevlisi olarak çalışmak üzere en-Necah Üniversitesi'ne döndü. Çok geçmeden doktora için fırsat çıktı ve 1983'te bu amaçla yeniden Amerika'ya gitti. Ancak en-Necah Üniversitesi'nin öğretim görevlilerine büyük ihtiyacı vardı, bu yüzden Ebu Şenneb'i geri çağırdı. O da doktora öğrenimini tamamlamadan üniversiteye geri döndü. 1983-84 öğrenim yılında da söz konusu üniversitenin Mühendislik Fakültesi'nin inşaat mühendisliği bölümünün başkanı oldu. İşgal devleti 1987'de burayı kapatıncaya kadar da bu görevini sürdürdü. 1987 İntifadası'nın başlamasından kısa bir süre sonra işgal güçlerinin, çalıştığı fakülteyi geçici olarak kapatmalarından yaklaşık bir yıl sonra 1988'in sonlarına doğru buradaki görevinden istifa ederek Yardım Ajansı'nda mühendis olarak çalışmaya başladı. Daha sonra Gazze'deki İslam Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Şehit edildiği zaman da bu üniversitenin Mühendislik Fakültesi'nde doçent sıfatıyla öğretim görevlisi olarak çalışıyor ve aynı üniversitesinin Uygulamalı İlimler Fakültesi'nin dekanlığını yürütüyordu. Aynı zamanda Mühendisler Sendikası'nın da başkanıydı.

Ebu Şenneb, üniversitede öğretim görevlisi olarak aktif rol oynadığı gibi, sivil kuruluşlarda ve toplumun yönlendirilmesinde de öncülük etmiştir. Özellikle Filistinliler arasında birlik ve beraberliğin sağlanmasında oldukça önemli başarıları olmuştur. Örneğin 1986'da Gazze'de muhtelif örgütler arasında çıkan fitnenin kapatılmasında ve birliğin sağlanmasında büyük rol oynadı. Onun bu konudaki başarısı sebebiyle Islah Komitesi'nin üyeliğine seçildi ve bu komite fitneyi tamamen ortadan kaldırarak, büyük bir tehlikenin önüne geçmeyi başardı. Hatta onun bu konudaki başarısı ve becerisi bilindiğinden, akrabalarından, arkadaş çevresinden ve tanıdıklarından iki kişi arasında ihtilaf çıktığı zaman çözüme kavuşturmak için ona gelirlerdi. O da bu konudaki bütün gayretini ve becerisini ortaya koyarak ihtilafı çözüme kavuşturmayı başarırdı.

O, aynı zamanda bir hayır adamıydı. Gerek Gazze'de, gerekse Batı Yaka'da birileri bir hayır işinde kullanılacak bina, cami vs. inşasına karar verdiklerinde onun mühendislik bürosuna giderlerdi, O da yapmak istedikleri inşaatla ilgili projeyi ücretsiz hazırlayıp ellerine verirdi.

Teşkilatçılık konusunda ise Filistin'in müstesna ve önder şahsiyetlerinden biridir. Bu alandaki faaliyetlerine 1976'da başladı ve o tarihte Filistin Mühendisler Teşkilatı'nın kurulmasına öncülük etti. 1976-80 yılları arasında bu teşkilatın idare meclisinde üye olarak görev aldı. 1980'de teşkilatın başkanlığına seçildi. Ancak master için Amerika'ya gidince bu görevi bırakmak zorunda kaldı. Döndükten sonra iki dönem arka arkaya yeniden bu göreve seçildi. 1989'da işgalci saldırganlar tarafından tutuklandığında da bu görevi sürdürüyordu. 1997'de serbest bırakıldığında aynı teşkilatın ve Mühendisler Sendikası'nın başkanlığına seçildi. Şehit edildiğinde de Mühendisler Sendikası'nın başkanlığını sürdürüyordu.

Teşkilatçılık konusundaki maharetlerini sadece mühendisleri örgütlemekle göstermedi. en-Necah Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalıştığı sırada da öğrencileri örgütlemek için yoğun faaliyetler yürüttü. O'nun oluşturduğu bu örgütler aynı zamanda Siyonist işgale karşı Filistin halkının bağımsızlık davasının ve mücadelesinin yönlendirilmesinde de önemli rol oynadı.

Ebu Şenneb, dindar bir aileden geldiği gibi, çocukluğundan itibaren de İslami hassasiyetiyle tanınmıştır.

HAMAS'ın kurucusu ve manevi lideri olarak bilinen Şeyh Ahmed Yasin'den oldukça etkilenmiştir. Babasının vefatından sonra geçtiği eş-Şati mülteci kampı aynı zamanda Ahmed Yasin'in ikamet ettiği yerdi. Burada onun sohbetlerinden ve faaliyetlerinden etkilenerek İslami faaliyetlerin içine girdi.

İş hayatına atılmasıyla birlikte de bu alanda aktif faaliyetleriyle öne çıkmıştır. 1976'da Gazze'de İslami Cemiyet'in kurucuları arasında yer aldı. Gençlerin işgalcilerin fitne ve ifsat politikalarına karşı korunmasında ve İslami kimlikle yetiştirilmelerinde büyük rol oynadı. Kurucuları arasında yer aldığı cemiyet spordan sinemaya çok değişik alanlarda faaliyetler yürüterek toplumun muhtelif fertlerini yetiştirmiştir.

Birinci İntifada döneminde, gerek intifadanın alevinin çakılmasında ve gerekse işgale karşı mücadelenin yönlendirilmesinde Ebu Şenneb'in büyük rolü olmuştur. Şeyh Ahmed Yasin de O'nu Gazze bölgesinde intifadanın koordine edilmesinden sorumlu tuttu. İntifada döneminde aynı zamanda Şeyh Yasin'in yardımcılığı görevini yürütüyordu. İntifadanın ilk gününden itibaren HAMAS'ın öncülüğünde yürütülen tüm faaliyetleri takip etti. Bir yandan da mücadele metotlarının geliştirilmesi için çalışmalar yürüttü. Ebu Şenneb'in intifadada önemli rol oynadığını tespit eden işgal devletinin istihbaratı O'nun 1989'da zindana atılmasını sağladı. Böylece O'nun için dokuz yıla yakın sürecek zindan hayatı başlamış oldu. Ancak O, çalışmalarına zindanda da devam etti. Zindana girmekle cihad ve direnişin yeni bir sahasına girdiğini düşündü.

İlk olarak er-Remle zindanında sorguya alındı. Burada oldukça şiddetli işkencelere maruz kaldı. Bu işkenceler üç ay boyunca kesintisiz devam etti. Daha sonra aynı zindanda ışığın bile görünmediği tek kişilik hücreye kapatıldı ve bu hücre hayatı da 17 ay sürdü. 1990'da hücreden çıktığında HAMAS'ın er-Remle hapishanesi sorumlusu olarak çalışmaya başladı. Ardından Askalan zindanına nakledildi. Zindan hayatının kalanı burada geçti. Burada tüm mahkumları örgütleyerek oldukça aktif faaliyetler yürüttü. Mahkumların 1992 ve 1995'te gerçekleştirdikleri açlık grevi eylemlerinin organize edilmesinde ve böylece zindanlardaki şartların iyileştirilmesinde O'nun büyük rolü olmuştur.

1997'de zindandan çıktığında HAMAS'ın siyasi kanadının liderleri arasında aktif faaliyetler yürütmeye başladı. Örgütün manevi lideri Şeyh Ahmed Yasin'in yardımcılığı görevini sürdürdü.

İşgalci Siyonistlerin 21 Ağustos 2003 Perşembe günü, Amerikan emperyalizminin kendilerine özel ikramı olan Apaçi helikopterlerini kullanarak arabasına yönelik füze saldırısı gerçekleştirmeleri sonucu, iki koruma görevlisiyle birlikte şehit oldu. Şehit olduğunda HAMAS'ın siyasi biriminin lider kadrosu içinde Şeyh Ahmed Yasin'in yardımcısı, Gazze İslam Üniversitesi'nde öğretim görevlisi, bu üniversitenin Uygulamalı İlimler Fakültesi Dekanı ve Mühendisler Sendikası Başkanı sıfatlarını taşıyordu. Yüce Allah kendisine rahmet eylesin, mekanını cennet eylesin.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR