1. YAZARLAR

  2. Abdurrezzak Dervişoğlu

  3. Cezayir İslami Uyanış Öncüsü: Abdulhamid Bin Badis (1889-1940)

Abdurrezzak Dervişoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Cezayir İslami Uyanış Öncüsü: Abdulhamid Bin Badis (1889-1940)

Ocak 2015A+A-

Neden uyanış? İslam ümmeti erken dönemdeki çıkışından sonra Haçlı Seferleri ve Moğol istilasıyla sarsılmış ve zayıflamıştır. Selçuklu ve Osmanlı hâkimiyeti bir anlamda bu çöküşü önleyerek siyasi varlığı korudu. Siyasi varlığı diyoruz çünkü itikadi ve ameli anlamda Selçuklu ve Osmanlı İslamcılığı sorunluydu. 16. yüzyıl sonlarına doğru duraklama ve gerileme başladı ve bu durum önlenemedi. Bu vakıaya uyku hali denecek olursa 19. yüzyılda gelişen mücadeleye de uyanış denilebilir. Uyku döneminin sebepleri arasında dinden uzaklaşma, tasavvuf, Moğol istilası, saltanat vb. faktörler sayılabilir.

19. yüzyılda Avrupa sanayileşmede geri kalmış ülkelere doğru açılarak oraları işgal etme ve sömürmeye başladı. Osmanlı, 19. yy başına kadarki direnişi iyice kırılmış ve bu işgallere karşı koyamayacak hale gelmişti. III. Selim devrinden itibaren teşebbüs edilen yenilik hareketleri, Avrupa’daki modern gelişmelerin temeline ve kökenine değil, dış görünüşe ve sonuçlara yöneldiği için başarılı olamamış, yenilgi sürecine girilmiştir. İslam ülkeleri 19. yy başında birer birer sömürge haline geliyordu.

Batı’nın kendi değerlerini ve hâkimiyetini sömürgeleştirerek, zorla kabul ettirme fikri başlıca üç tepkiyle karşılanmıştır:

Batı’ya, kendi içinde hiçbir yeniliğe girmeden karşı çıkan direniş, Batı’nın bütün dayatmalarını kabul eden hakir duruş ve Batı’yla ilişkiyi genellemeden fıkhını güncelleyip pozisyon alan uyanış hareketi… Bu hareket toptan ret mantığı temelinde bir hareket tarzını onaylamadığı gibi İslami değerlerden de taviz vermemeyi esas almıştır.

Uyanış öncülerini iki kısımda değerlendirmek mümkündür: Modernizm öncesi ve modernizm sonrası öncüler. Modernizm öncesi öncüler için Ahmed İbn Teymiye, Şah Veliyullah Dehlevi, Muhammed Bin Abdulvehhab, Muhammed Bin Ali Şevkani gibi âlimler zikredilebilir.

Modernizm sonrası öncülerin ilki ise ıslah ekolünü 19. yüzyılda yeniden gündemleştiren Seyyid Cemaleddin Afgani’dir. Muhammed el-Behiy’e göre Afgani, Batı emperyalizmine karşı direnen ilk ıslahçıdır. Afgani’nin başlattığı direniş hareketinden ilham alan başta Muhammed Abduh olmak üzere Reşid Rıza, Hasan el Benna, Seyyid Kutup, Muhammed İkbal, Ali Şeriati vd. yaşadıkları bütün alanlarda ve zamanlarda bir çığlık oldular. Bu çığlık Batı emperyalizmine ve ümmetin içindeki çürümüşlüğe, yozlaşmaya karşı topyekûn ve bütün alanlarda mücadele etme gerekliliğiydi.

1830 yılından 1962 yılına dek tam 132 yıl Fransa’nın işgaline ve sömürüsüne maruz kalan Cezayir’de bu çığlığa evvela Abdulhamid Bin Badis daha sonra Malik Bin Nebi dâhil olmuştur. Cezayir halkını kutlu kavgaya çağıran özellikle bu iki büyük fikir ve aksiyon adamıdır. Bu iki isim hem Cezayir’in özgür bir ülke olmasında hem de Arap kimliğini korumasında çok önemli etki yaratmışlardır. Bu yazıda Abdulhamid Bin Badis’i işleyeceğiz inşallah.

Hayatı

Bin Badis, sömürgeci güçlerin uzun zamandan beri yorgun düşürdüğü Konstantin şehrinde 1889 yılında dünyaya geldi. İlköğrenimini burada tamamladı. Babası Muhammed el-Mustafa’dan büyük teşvik ve destek gördü. Babası, onda ümit verici yetenekler görmüş ve oğluna şöyle demişti: “Ya Abdulhamid! Ben senin dünyana kefilim. Sana bu dünya için gerekli geçim kaynağını temin edeceğim. Tüm işlerini yürüteceğim. Sen de benim ahretimi kurtar. Allah’ın huzuruna açık alınla varabileceğim salih ve âlim bir evlat ol.” Babasının sözleri Abdulhamid’in kalbinde derin iz bıraktı. Babasına layık bir evlat olabilmek için tüm gücünü harcadı.

Abdulhamid Bin Badis geleneksel yol ve yöntemle ilim öğrendi. Yetişmesi yönünden birçok meşhur Müslüman bilginin durumundaydı; ilk eğitim-öğretimini babasından aldı. Babasından övgüyle söz ederek şöyle söylemektedir:  “Ben bu duruma gelişimi öncelikle babama borçluyum. O bana çok iyi bir eğitim ve öğretim verdi. Beni çok yararlı bir yola sevk etti ve ilim yolunu gösterdi. Çok küçük yaştan itibaren benimle ilgilendi ve hareketlerimi kontrol etti. Kötülükten uzak kalmam için özel bir özen gösterdi. Beni çok iyi yetiştirdi. Ona ne kadar teşekkür etsem azdır.”

Bin Badis tahsiline Muhammed el-Medasi ve Hamdan el-Venisi’den Kur’an ilimlerini okuyarak devam etti. Hıfzını tamamladığında henüz 10 yaşındaydı. Konstantin Ulu Camii imamından üç yıl süreyle özel Kur’an dersleri aldı. El-Venisi’den de Arapça ve temel dinî bilgiler öğrendi. Meşhur bir hadisçi ve Maliki fıkıh âlimi olan Konstantinli el-Venisi Medine’de de dersler vermişti.

1908 yılında Hamdan el-Venisi hacca gidince Bin Badis Zeytuniye’de okumak üzere Tunus’a gitti.  Zeytuniye’de dört yıl okudu. Zeytuniye tahsili, Bin Badis’in gözlerini açmasını ve çevresinde gelişen olayları daha net görmesini sağlamıştır. Dünya Müslümanları hakkında bilgi sahibi olmuş ve genel durumlarını tanıma imkânı bulmuştu. 23 yaşında Zeytuniye’deki ilmini tamamlayan Bin Badis birçok ilimle ilgili diploma ve icazet almıştır. Şeyh Tahir el-Cezairi (İbniAşur) ve Muhammed Kürt Ali onun zaman zaman ders aldığı dönemin önemli âlimleriydiler. Zeytuniye’den sonra Cezayir’e dönen Bin Badis 1912 yılında Konstantin Ulu Camii’nde dersler vermeye başlayınca Konstantin müftüsü onun burada ders vermesine engel olmuştur. Muhtemelen Fransa’nın güdümündedir bu adam. Bin Badis de bunun üzerine çok küçük ve harabe bir cami olan Yeşil Camii’nde ders vermeye başladı. 1914’ten 1938’e kadar yirmi dört yıl burada ders vermiştir.

Bin Badis Zeytuniye’de öğrenim gördüğü sıralarda Afgani’nin ve Abduh’un ıslahat fikirleri Tunus’ta canlılığını koruyordu. Tunus tıpkı diğer İslam ülkeleri gibi 19. yy sonlarında Afgani ve Abduh’un yenilikçi ve devrimci düşüncesinden önemli ölçüde etkilenmişti. Halduniye adındaki kültür derneği ıslah ekolünün temsilciliğini yapıyor ve onu halk arasında yaymaya çalışıyordu. Çeşitli konferanslar ve sempozyumlarla ıslah ekolünün düşünceleri halka ulaştırılıyordu. Bununla beraber 1907 yılında Genç Tunuslular hareketi kuruldu. Bu hareket kendini tamamıyla bu ekolün hizmetine vererek ıslah ekolünün Tunus’ta öncülüğünü yapıyordu. Bu sebeple Zeytuniye’de ağırlıklı tefsir çalışmaları yapılıyor ve dersler Menar merkezli işleniyordu. Daha çok sosyal ve politik konular üzerinde derinleşen bu tefsir geleneği Bin Badis üzerinde çok etkili olmuştur. (Tahir Bin Aşur’u anlatırken bu konu üzerinde daha detaylı durulacaktır.)

Bin Badis, Yeşil Camii’nde bu anlayışla dersler veriyor; bunun yanında hadis okutuyor ve özellikle hedef kitlesine gençleri alıp onların inançlarını ve duygularını geliştirmeye yönelik faaliyetler yürütüyordu. Yaşlıların da tecrübelerinden ve görüşlerinden istifade etmeyi ihmal etmedi. Çok geçmeden etkili olarak sesini duyurmayı ve halkı uyandırmayı başardı. Halkı uyandırmak diyoruz çünkü halk neredeyse yüzyıla ulaşan Fransız sömürüsünü -Malik Bin Nebi’nin deyimiyle- kanıksamış ve buradan olmak üzere sömürüye müsait hale gelmişti. Yine Malik Bin Nebi’nin ifadesiyle “Uyuyan toplumların tarihi olmaz, olsa olsa kâbusları olur.” diyerek Bin Badis, çizgisini daha ilerletme çabasına girecekti. Aradaki zaman farkına rağmen bu iki aksiyon ve fikir adamı adeta paslaşıyorlardı. Bin Badis de “Siz sömürüyü ruhlarınızdan atın; o, ülkenizi terk edecektir!” diyordu.

Bin Badis verdiği derslerle halkın ilgisini ve sevgisini kazanmıştı. Öyle ki artık dersine sadece Konstantin’den değil Cezayir’in her yerinden insanlar rağbet ediyordu. Dersleri günde on saate çıkarmıştı. Bu dersler ilmî ve siyasi derslerdi.

Bin Badis, 1913’te Hicaz’a gitti. Bu gidişin birkaç anlamı vardı; biri hac farizasıydı. İkincisi, İslam ülkelerini yakından tanımak ve oradaki âlimlerle istişare yapmaktı. Bir başka anlamıysa ziyaretin zamanlamasıydı ki, o da şuydu: Askerlik zamanı gelmiş ve Fransa’ya askerlik yapılmaması gerektiğini düşünerek -hatta bunu bir akide meselesi haline dönüştürerek- kaçıyordu. Fransa için askerlik yapmayı reddediyordu. Bir diğer sebep ise hocası el-Venisi’yle hususi görüşmek istemesiydi. Nitekim Medine’de el-Venisi’yle görüştü. El-Venisi kendisini âlimlerle tanıştırdı. Bu âlimler arasında iki önemli isim var. Biri Hintli Hüseyin Hoca, diğeri Cezayirli Muhammed Beşir el-İbrahimi. Bin Badis, bu üç âlimle uzun uzun istişareler yaptı. Sonuçta farklı görüşler çıktı. El-Venisi’ye göre Cezayir’den hicret etmeliydi. Hüseyin Hoca’ya ve el-İbrahimi’ye göre ise Cezayir’de kalmalı, sömürgeci düzene karşı mücadele etmeli ve İslam davetiyle uğraşmalıydı. El-İbrahimi ek olarak mücadele edeceği alanları belirliyor ve şu tespitte bulunuyordu: “Cezayir’de iki türlü sömürü mevcuttur; biri Fransız patentli dış sömürü, ikincisi sufi tarikatların iç sömürüsü…”

Daha sonra göreceğimiz gibi bu istişareden çıkan sonuçla Bin Badis, Cezayir’e dönecek ve yaşamı boyunca hem Fransa işgaline hem de sufı tarikatlara karşı savaş açacaktı. Bin Badis Medine’den ayrılıp sırasıyla Suriye, Lübnan ve Mısır’a gitti. Amaç Zeytuniye’de tanıştığı ıslah ekolünü daha yakından tanımak, daha iyi öğrenmekti. Burada Afgani’nin öğrencilerinden Sad Zağlul, Mustafa Kamil gibi âlimlerden yararlandı. Onların siyasi fikirlerini yakından izledi. Burada edindiği tecrübe Zeytuniye eğitimini tamamlar niteliktedir.

Bu ziyaretler sonrası akidevi, siyasi ve içtimai netliğe kavuşan Bin Badis, Ulu Camii’ye göre daha küçük ve dikkat çekmeyen Yeşil Camii’ndeki derslere devam etti.

Âlimlere Göre Bin Badis

Malik Bin Nebi birçok yazısında Bin Badis’ten övgüyle bahseder ve hakkında şöyle der: “Diriliş, yeniden varoluş mucizesi Bin Badis’in sözleriyle ve düşünceleriyle başladı. Bu manevi uyanış hareketinde onun büyük payı vardır.”

Roger Garaudy ise çarpıcı bir tespitte bulunur. Der ki: “Bin Badis ve Beşir İbrahimi’nin anlayışları Türkiye’de Ziya Gökalp tarafından savunulan ve daha sonra Atatürk tarafından uygulanan modernleşme ve Batılılaşma fikirlerine karşı çıkmadır. Çünkü modernleşme ve Batılılaşmayla Osmanlı Müslüman halkı kimliksizleştirildi, Batı’yı körü körüne taklit eden anlayışlarla İslamilik yok edildi.”

Garaudy, bir başka yazısında da şöyle der: “Bin Badis, İbrahimi ve cemiyetin (Âlimler Cemiyetini kastediyor; ileride değineceğiz.) adamları Müslüman kimliğini yok etmeyi amaçlayan Cezayir halkını İslam’dan, Arap kültüründen koparmayı hedef seçen sömürgeci eğitime karşı savaştılar. Aynı zamanda onlar İslam’ın ruhuna ters düşen ve hurafelerle dolu olan tarikat düşüncesine de karşı çıktılar.”

Düşünce Yapısı

Düşüncesinin Kaynakları:

Bin Badis teori ile pratik arasındaki ikilemi kaldırmayı hedef seçmiştir. İnancı ile yaşayışı, ahlakı ile ameli arasında tam bir uyum bulunan bir insan modeli oluşturmaya çalışmıştır. Bütün bu işleri yaparken âlim, siyasetçi, eğitimci, gazeteci, hatip ve şair olarak çok yönlü çalışmalar gerçekleştirmiştir. Bu çalışmalarında iki temel merkezi vardır: Biri camidir, diğeri Şihab adında çıkardığı dergidir. Halka bu iki merkezden ulaşmıştır. Daha önce değindiğimiz gibi tarikat eleştirisi yapan Bin Badis, doktrini gerçek İslam’la çeliştiği için Ticaniye tarikatını eleştirip reddetmiştir.

Şihab dergisinde çeşitli yazılar yazmıştır; bunlar temelde ilmi ve sıyası yazılardır. Bu dergi onun ıslahatçı düşüncesinin ve çağdaş Kur’an tefsirinin halka ulaşması için en elverişli araçtı. Abduh ve Reşid Rıza’nın tefsir yöntemini esas alıyor, Reşid Rıza’yı ıslahatçı model kabul ediyordu. Bin Badis, daha sonra bu tefsirin ismi olacak Şihab’ın, Menar’a benzer bir fonksiyon icra etmesine ve Reşid Rıza’nın Menar’da açıkladığı selef anlayışlı İslam’ı Cezayir halkına sunmaya çalışmıştır.

Bin Badis’e göre iki tür İslam vardır. Zati İslam ve Verasi İslam.

Zati İslam, Kur’an İslamı’dır. Bu tür İslam, akide, ahlak, amel konularında İslam’ın ilkelerini egemen kılan, onun güzelliklerini kavrayan İslam’dır. Kur’an’a ve sahih sünnete dayanarak İslam’ı anlayan ve yaşayan insanın İslam’ıdır. Bu insan İslami olanla olmayanı bu kaynaklara göre belirler.

Verasi İslam veya miras İslam’ı ise taklide, örf ve adetlere dayanan İslam’dır. Bu İslam türü kendine bağlanan zayıf insan topluluklarının dillerini ve birtakım ahlaki değerlerini korudu. Fakat toplumu tembel, tevekkülcü, teslimiyetçi, uyuşuk ve hareketsiz bir yapıya büründürdü. Onların uyanmamasına ve kendine dönmemesine sebep oldu. Sonuçta fikirsiz ve bakışsız bir toplum oluştu.

Ona göre tevhid sadece dinîlik değil, bir yaşam şekli olmalıdır. Fert ve toplum yaşantısının bütününü kuşatır. Fert ve toplum itikat, ahlak, ibadet, siyaset, iktisat ve içtimaiyyat yaşantısı ile dinin içindedir. Ve yine ona göre İslam’da âlim/bilgin mezhepler üstü bir bakışa sahiptir.

Tefsirciliği:

Bin Badis, Şihab dergisinde 10 yıl süreyle tefsir çalışması yaptı. Tefsir köşesinin ismi Mecalis’ut Tezkir (Düşünce Meclisleri) adını taşımaktadır. Selefin geleneksel ıslah anlayışı doğrultusundaki bu tefsirler Bin Badis düşüncesinin temelini oluşturmaktadır. Yeşil Camii ve Şihab dergisindeki tefsir çalışmaları Menar’dan mülhem ve daha ziyade itikadi, sosyal ve kültürel meselelere ağırlık vermiştir. Bin Badis’in görüşleri, Cezayir ıslah okulunun teorik kaynağı sayılır. “Bin Badis okulu” veya “Şihab okulu” da denilen bu düşünce tarzı 19. yy Kuzey Afrika düşüncesini temsil ediyordu. Bu tefsirin bir başka açıdan önemi asırlar sonra Cezayir’de yazılan bir tefsir oluşudur. Çünkü daha önce Abdurrahman Talibi’nin yazdığı tefsirin üzerinden neredeyse 500 yıl geçmişti. Bin Badis’in tefsiri Müslüman Cezayir halkını ıslahat hareketlerine yöneltmek amacındadır. Çünkü ona göre Kur’an tefsiri ıslahatçı hareketin başlıca aracıydı. Kur’an ve sünnete dönüş; bu iki kaynağa bağlılık Müslüman toplumu gerçek kimliğine kavuşturacak ve kurtuluşa erdirecektir. (Bir örnek olmak üzere Bin Badis’in “Furkan Suresi” tefsirine bakılabilir.)

Tefsir Kaynakları:

Tefsir kaynakları arasında Taberi, Zemahşeri, Beyzavi, Razi ve Ebubekir el-Arabi gibi müfessirlerin tefsirleri vardır. Geleneksel tefsirden de faydalanan Bin Badis tasavvufi tefsirlere kesinlikle ilgi göstermemiştir. O, İbni Arabi’yi, tevilinin, nassın zahiriyle çelişmesi yönünden eleştirir. Bu çelişkiye örnekler tespit eder ve bu tarz tefsiri doğru kabul etmez. Bin Badis, Yahudi asıllı Müslümanların kutsal kitap ilhamlı tefsirlerini de kabul etmemiştir. Ka’bul Ahbar ve Vehb Bin Münebbih’e dayandırılan İsrailiyatı ve Mesihiyyatı da şiddetle reddeder. Onun tefsir anlayışı kısaca budur. İmam Malik, Kadı İyaz, İbni Teymiye, İbni Kayyım el-Cevziyye ve Muhammed Senusi’den de iktibaslarda bulunur. Bütün bu kaynakların dışında değindiğimiz gibi en temelde Menar’ı merkeze alır ve kendini ıslah ekolünün; Afgani, Abduh ve Reşid Rıza’nın takipçisi ve Cezayir’deki temsilcisi olarak görür. Bin Badis tefsiri Reşid Rıza’nın tamamlayamadığı kısmı ihtiva eder. Tefsirinde ağırlıklı olarak politik mevzuları işler, şirk konusu üzerinde durur, tarikatçılığı ve tasavvufu tevhide aykırı halk inanışı sayar, ısrarla ıslah konusunu gündemde tutar.

Bin Badis’in Mesajı ve Nitelikleri:

Bin Badis, döneminin yazarlarının aksine Arap burjuvasına ve Fransızlara yakınlık kurmadı. Okuyucunun bakışını ve dikkatini işgale ve direnişe çekti. Müslüman Cezayirli kimliğine sık sık atıfta bulundu.

Okuyucularına din bilinci, dil bilinci, ülke bilinci ve tarih bilinci aşılamaya gayret etti. Cihadı gündemleştirdi.

Islah Metodu:

Bin Badis gerçeğin savunucusuydu. Riyakârları sevmez ve onları mutlaka uyarırdı. Cezayir halkını haklarını mutlaka almaya ve korumaya çağırırdı. Sabırla çalışmayı ve beklemeyi öğütlerdi. Ancak o, tarikatçılarla bir türlü anlaşmadı. Onlarla asla sulha gidilemeyeceğini söyledi. Çünkü tarikatların Fransız sömürgeci yönetimince, dinî ve içtimai ıslahatı önlemek yönünde kullanıldığını düşünürdü. Sömürgecilerin çok yönlü sömürüsü dinî, sosyal ve ekonomik çöküşe sebep olmuştur. Bununla beraber ahlaki değerler de yitirilmiştir. Bu durum İslam’a terstir. İstibdat karşısında susan âlimlerin de suç ortakları olduğunu söylüyor ve böyle âlimlerin sorgulanması gerektiğini düşünüyordu. Haksızlığa başkaldıran devrimci bir ruh oluşturmak istiyordu. Çöküşün en önemli sebebi ona göre ameli, itikattan ayırmaktı.

Bin Badis’e göre mescit işlevselliğini yitirmiştir. Peygamberin mescidi ibadet yapılan bir mekân olmanın yanı sıra bir eğitim kurumuydu. Namazsız mescit olamayacağı gibi eğitimsiz mescit de olamazdı. Derslerinde devamlı olarak bilinçlenmeyi hedefliyordu. Din, dil, ülke ve tarih bilincinin oluşması adına şöyle diyordu: “Dinimiz İslam, dilimiz Arapça ve ülkemiz Cezayir’dir.” Bu değerler için savaşmanın her Müslüman için farz olduğunu söylüyordu. Bin Badis yüz yıldır Cezayir’i Fransa’nın bir parçası sayan işgale karşı Cezayir’in sınırlarını çiziyor ve Cezayir’in özgür ve bağımsız bir ülke olduğunu savunuyordu. Bu görüşleri meyvelerini 132 yıllık işgalin ardından 1962’de verdi ve Cezayir ağır ve büyük bedeller sonucunda bağımsızlığına kavuştu. (Bu süreçte 1 milyon Cezayirli şehit olmuştur.)

Müslüman Âlimler Cemiyetinin Kuruluşu

Bir grup Cezayirli âlim Fransa’nın Cezayir’i işgalinin 100. yılında toplantılar düzenleyip bir oluşum ihtiyacının artık kendini iyiden iyiye dayattığı sonucuna varıyor ve şu tespitlerde bulunuyorlardı: “İslam dinini zelil ettik. Bir kimsenin imam veya fakih olabilmesi için mutlaka Fransa lehine casusluk işlerine katılmış olması şarttır. Ayrıca bu kişinin yükselmesi ve terfi edebilmesi için de Fransız yönetimine ihlasla bağlı olduğunu ispatlaması lazımdır.”

Bu devrimci âlimler, sömürgenin açıkça Cezayir’i Fransa’nın bir parçası, Roma Papalığının da manevi çocuğu yapmak istediğini görünce onların amellerine ve tasarılarına aykırı semboller ortaya attılar. Bu sembolleri Bin Badis’in sloganıyla özetlemek mümkündür: “Dinimiz İslam, dilimiz Arapça ve ülkemiz Cezayir’dir.” Âlimler Cemiyeti temelde bu anlayışla 1931 yılında kuruldu. Bin Badis’i de cemiyet başkanı seçtiler.

Beşir İbrahimi ve Bin Badis bu cemiyet üyelerini seçerken Cezayir’in bütün âlimlerine ve fakihlerine davet mektubu gönderirler. Bu davete de büyük oranda icabet olunur. Tabi cemiyet, dönemin reel siyasetini de hesap ederek görünürde Fransa’nın cemiyetler kanununa aykırılık teşkil etmeyen bir tüzük çıkarırlar. Fakat cemiyetin esas hedefi aşağıdaki maddelerle belirlenmiştir:

1- İslam Allah’ın dinidir. Allah bütün peygamberleri aynı din üzere göndermiştir. Hz. Muhammed son peygamberdir.

2- Ancak İslam’la kurtuluşa erişilir. İslam, Müslümanları İslam kardeşliğine çağırır; bütün insanları da insani kardeşliğe davet eder. İnsanlar arasında adaleti ve insan haklarını eşit tutar.

3- İslam iyiliğe çağırır, zulmü yasaklar. Akla seslenir ve hayatı tümüyle düşünce üzerine kurar.

4- Herkesi kendi dininde serbest bırakır; din hürriyeti sağlar.

5- Zenginlere mallarında fakirleri ortak yapar. İşçi ve işveren arasında adaleti ve yardımlaşmayı esas alır.

6.       6- Zayıfa yardıma çağırır, acizi yeterli kılmaya çalışır, cahili eğitir, mazluma yardımcı olur, köleliği yasaklar.

7- Yönetimi köleliğin olmadığı şura anlayışı üzerine kurar.

8- İslam’ın kitabı Kur’an’dır.

9- Fiilî ve kavlî sahih sünnet Kur’an’ın açıklamasıdır.

10- Peygamber’den olduğu sabit olmayan bir şey üzere ihdas olunan her türlü ibadet ve yakınlık işi bidattir.

11- Dinin esası tevhiddir.

12- Salih amel tevhidin gereğidir ve ancak onunla Allah yanında kurtuluşa ve saadete erişilir.

13- Kabirler üzerinde türbe yapmak ve oralarda yatanlardan yardım dilemek cahiliye devri amellerindendir ve sapıklıktır.

14- Tarikatların ortaya koydukları şeyler bidattir, aşırılıktır.

15- İslam’ın çağırdığı şeye çağırmak kitap ve sünnetin hükümlerine uymaya davet etmek esastır.

Âlimler Cemiyeti bu metot üzere hareket etti. Cemiyet, ülkenin her köşesinde okullar kurdu; köylere, kasabalara, şehirlere vaizler gönderdi. Bunlar ne yaptıklarını bilen insanlardı. Bu yönüyle de kısa sürede Fransızların dikkatini çekmiş ve engellenmeye çalışılmıştır. Fakat iman ve sabır onları orta vadede zafere taşıdı. Cezayir halkına kimlik bilinci aşılayan bu hareket oldu. Bir süre sonra toplumsallaştı. Fransa çeşitli engellemelere gitti. Bu güncel bir mevzudur. Aynı zamanda bugün İslam ülkelerinin birçok yerinde ve uzun süre Türkiye’de birçok açıdan hâlâ güncelliğini korumaktadır. Şöyle ki: Fransa âlimlerin etkilerini engellemek adına onları terörize eden beyanlarda bulundu. Bunu yaparken de işbirlikçi sözde din adamlarından ‘ilmî’ yardım aldı. Cezayir’in her yerinde kendilerinin tayin ettiği müftüler ve imamlarla sistemlerini meşrulaştıran hutbeler okuttu, okulları tatil etti ve camilerdeki sivil yapılanmaları yasakladı; bu yapıların mensuplarının büyük bir kısmını zindanlara attı. Hatta İslam’dan habersiz bir Fransız yetkili din işleri yüksek kurulunun başkanlığına seçildi. Bu durum Âlimler Cemiyetine üye olmayan Cezayirlilerin bile kanına dokundu ve cemiyetin bayrağı altında toplandılar. Baskı ve tutuklamalar şiddetlendi ama güç kazanmaya devam eden cemiyet bir süre sonra Fransa’nın karşı koyamayacağı bir kitleselliğe ulaştı ve aşama aşama hakların iadesi konusunda düzenlemeler konuşulmaya başlandı. Bu tartışmalar, Cezayir’in sömürgecilikten aşamalı devletleşmeye geçişi fikrini ortaya atan Fransa’nın, kısa vadede işine yarayacaktı. Fransa, desteğini aldığı bazı Cezayirli siyasileri ikna edip Cezayir’in Fransa’ya bağlı kalması fikrini yaymaya çalıştı ve bunu Lyon kararı ile deklare etti. Bu tehlikeli oyunu göremeyen büyük bir kitle ikna olmuştu. Bin Badis ve Beşir İbrahim gibi feraset sahibi âlimler bu meselenin tuzak olduğunu hemen fark edip Cezayir İslam Kongresi yapılmasını teklif ettiler. Kongre toplandı; Bin Badis, Beşir İbrahim, Tayyib el-Ukba ve Muhammed Hayreddin tam bağımsızlık fikrinde bütün Cezayirlilerin ortaklaşması hususunun önemi üzerinde durarak kongrenin bu yönde karar almasında etkili oldular. Bu da kısa sürede Lyon kararının iptal edilmesine vesile olmuştu. İptalin anlamıysa Cezayir’in İslam Arap kimliğinin resmen tanınacağıydı.

Bin Badis çeşitli kriz anlarında anın fıkhını yakalayan bir kişilikti. Mesela Fransa uyruğuna geçilerek Cezayirlilikten kopuşun yayılmaya başladığı bir sırada Badis bir fetva vererek İslami bir milletten gayri İslami bir millete geçişin mürtedlik olduğunu söyledi. Mücadele kararlılığını da Bin Badis şöyle izah ediyordu:

“Biz İslam’ın düşmanlarını çok iyi tanıyoruz ve onlarla mücadele etmeye, kanunlarına karşı gelmeye söz verdik ve bunda kararlıyız. Allah’ın izni ve yardımı ile ne pahasına olursa olsun dinimizin ve dilimizin öğrenilmesini sağlayacağız. Bizi bundan hiçbir güç engelleyemez; karşı çıkanları öldürürüz.”

Hicri yeni yıl vesilesiyle Şihab’da bir kutlama mesajı yayınlayan Bin Badis, şöyle diyordu:

“Mescidin ilim ehlinin yüzüne kapalıyken senin yeni yılını kutlayayım mı? Dininin ve dilinin öğretilmesine izin verilmezken senin yeni yılını kutlayayım mı? Hayır, hayır kutlayamam. Bu halk İslam’ı korudu ve İslam da onları. Ey değerli halk ben senin Müslümanlığını, Araplığını ve Cezayirliliğini kutluyorum…” Yıllar sonra ondan ilham alarak Malik bin Nebi de “Ey değerli halk; kavganı selamlıyorum!” diyecekti.

Sonuç

Abdulhamid Bin Badis, Cezayir kıyamının başlatıcılarındandır. Bu fikir ve aksiyon adamı hem kendi çağında hem de vefatından sonra Cezayir’in mücadelesinde mihenk taşıdır. Malik Bin Nebi, Rad Suresi ayetini (Bir kavim kendi içindekini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez.) merkeze alan sünnetullahı sürekli işlemiş ve pratik karşılığı hayat bulsun diye büyük çaba harcamıştır. Ne Malik Bin Nebi’nin ilhamını aldığı bu büyük öncü şahsiyet ve ne de Bin Nebi’nin kendisi hak ettikleri değeri ve ilgiyi almışlardır. Direniş ve ıslahı sürekli işleyen fikir ve aksiyon öncülerinin, sürekli gündemde tutulması bütün Müslümanlara uyanıklık vereceğinden egemenlerce bilinçli bir şekilde düşün dünyamızdan çıkarılıp tarihe gömülmüşlerdir. Oysa bizim ısrarla üzerinde durduğumuz şey bize kadar gelen sahih geleneği muhafaza edip ileriye taşıma gayretidir. Bu, Allah’ın kanunu ve emridir. Bizler köksüz hareketler değiliz, olamayız. Tarihin kesintisiz ilerlediği gerçeği karşısında peygamberlerden sonra ümmetin âlimleri ve öncüleriyle boşluklar sürekli doldurulmuştur. Sizler yeryüzünde Allah’a çağıran kullar olursanız Allah, adaleti gereği hayatlarınıza dokunacaktır. Seyyid Cemaleddin Afgani’yle başlattığımız ıslah çabasının çok daha gerilerden geldiğini de bilmek gerekir. Islah geleneği bize göre Âdem’le başladı ve kıyamete dek sürecektir. Selam olsun büyük uyanış öncülerine…

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR