1. YAZARLAR

  2. Mustafa Siel

  3. Cennetlerde Onurlandırılmış Konuklar Olarak Ağırlanacakların Temel Vasıfları

Cennetlerde Onurlandırılmış Konuklar Olarak Ağırlanacakların Temel Vasıfları

Şubat 2014A+A-

Mearic Suresinin (70) toplu olarak tek bir defada Mekke’de risaletin 4. yılı civarında indirilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Ana teması, ahiretin mutlaka gerçekleşeceği, cehennemin dehşeti, ahirete yakini bir imanın insan hayatı üzerindeki olumlu, ahireti inkârın ise insan hayatı üzerindeki olumsuz etkileridir.

Surenin 1’den 21’e kadar olan ve kıyamet ve ahirette kâfirlerin düştüğü zorlu durumları açıklayan ayetlerini dergimizin Aralık 2013 tarihli 273. Sayısında incelemiştik. Bu yazıda cennetlerde onurlu konuklar olarak ağırlanacak musallin mü’minlerin en temel vasıflarının açıklandığı 22’den 35’e kadar olan ayetleri inceleyeceğiz.

22- Bu tatminsizlikten ve neticesi olan yakınma ile bencillikten, ancak ahirete iman eden ve dünya metaını ahiret için geçici bir araç olarak görebilen gerçek manada namaz kılan kullar uzak durabilir sadece.

Namaz, Kılanı Adam Kılar

Musallin, salatlarını (namazlarını) hakkınca ikame edenler ve hayatlarında namazlarının gereğini yerine getirenlerin vasfıdır. 23’den 33’e kadar olan ayetlerde musallinin temel vasıfları sayılmış, 34 ve 35. ayetlerde ise ancak bu vasıflara topluca sahip olanların namazlarını koruyabilenler olarak cennete gidecekleri bildirilmiştir. Bu vasıflar, iman edip salih amel işlemek suretiyle cennete aday olan kulların en temel vasıflarıdır.

Demek ki, musallin olmadan Müslüman olmak ve cennete aday olmak mümkün değildir. Bu nedenle, kurtuluşa aday mü’minler yerine musallin denmiştir. Hülasa, devamlı ve hakkını vererek namaz kılmayanların, iman ve İslam iddiaları daha baştan boşa çıkmış, tabiri caizse kırmızı kart görüp, imtihan sahası dışına çıkartılmışlardır.

Takip eden ayetlerde, kurtuluşa ermeye aday gerçek mü’minler olan musallinin en temel vasıfları sayılmaktadır. Yani sadece namazları devamlı ikame etmek de yeterli olmamakta, müteakip ayetlerde sayılan temel vasıflara da mutlaka sahip olmak gerekmektedir.

Bu ayetlerde sayılan ve musalline ait olan vasıflar, Mearic Suresinden yaklaşık 8 sene sonra indirilen Mü’minun Suresinin (23) 1’den 11’e kadar olan ayetlerinde kurtuluşa erişen mü’minlerin vasıfları olarak hemen hemen aynen tekrarlanmıştır. Mearic Suresinde namazlarında devamlı olmaları ifadesi, Mü’minun Suresinde huşulu olmaları olarak geçmektedir. Mearic Suresinde din gününü tasdik ve benzeri ifadelerin yerini Mü’minun Suresinde boş işlerden yüz çevirme ifadesi almıştır. 

23- O hakkınca namaz kılan musallin, namazlarında devamlıdırlar.

Her Hal ve Şartta Daima Namaz

Namazlarında devamlı olmak, günlük 5 vakit namazı efdal olan namaz giriş vakitlerinde kesintisiz ve aralıksız olarak kılmayı ifade eder. Günlük 5 vakit namazın farzlarını bu şekilde ifa edenler, namazlarında devamlı olanlardır. Sünnet denilen nafileleri kılmak diye bir zorunluluk olmayıp, imkânı olan ve arzu edenler bunlardan dilediklerini kılabilirler.

Namazların devamlı kılınması, Bakara Suresi 238 ve 239. ayetlerde açıklandığı üzere, korku ve zaruret hallerinde yürürken ya da araçta iken de namazlarını kılmayı gerektirir. Öğle ile ikindiyi ya da akşam ile yatsıyı birleştirerek kılma şeklinde namazların cem edilmesi uygulaması bu devamlılığa aykırı olup, musallinler her şartta kendi vakti içinde namazlarını kılarlar. Ancak baygınlık ya da telafisi mümkün olmayan bir zarar olacaksa ve durum imayla da olsa namaz kılmaya uygun değilse, böyle durumlarda ilk fırsat buldukları anda namazlarını kılarlar.

Gün içinde kılamadığı namazlarını gece kılma ya da yıllarca namaz kılmayıp sonradan bunları kaza etme gibi uygulamalar kesinlikle yanlıştır. Böyle yapanlar tövbe etmeli ve bir daha asla bunu tekrarlamamalıdırlar.

24- O hakkınca namaz kılan musallin ki meşru şekilde Allah tarafından kendilerine lütfedilmiş olan mallarında ihtiyaç sahiplerinin bilinen bir hakkı olduğunu kabul ederler ve bu hakkın gereğini yerine getirirler.

25 – Mallarındaki ihtiyaç sahiplerinin mevcut haklarını, hem muhtaç olduğunu açıklayıp isteyenlere hem de iffetlerinden dolayı ya da başka bir nedenle ihtiyaçlarını açıklayamayıp isteyemeyenlere verirler.

İnfaksız Namaz Olmaz

Kurtuluş adayı musallinin ilk temel vasıfları namazlarında devamlı olmak iken, ikinci temel vasıfları, Allah’ın onlara lütfetmiş olduğu malların üzerinde, ihtiyaç sahiplerinin hakkı olduğunu kabul etmeleri ve bu hakkı ihtiyaç sahiplerine vermeleri olarak açıklanmıştır. Bu durum kulluğun dikey (namaz) ve yatay boyutları (infak) arasındaki vazgeçilmez ilişkiye ve iç içeliğe, her iki boyutun da vazgeçilmez olduğuna delalet eder.

Burada, namazla zekât arasındaki kopmaz bağ ortaya çıkmaktadır. Kurtuluş adayı musallin olabilmenin ilk adımı devamlı namaz iken, ikinci adımı malından belli bir payı ihtiyaç sahiplerine devamlı vermek, infak etmektir.

Konuyla ilgili diğer ayetlerden anlaşılacağı üzere musallin, kendilerine lütfedilmiş olan malları kendilerinden değil, Allah’tan bilirler ve bencilce sahiplenmezler. Bunların imtihan aracı olduğunun bilinciyle, ihtiyaçları kadar kullandıktan sonra, fazlasını ya da belli bir miktarını ihtiyaç sahipleriyle paylaşır, yani infak ederler. Buna sadaka ya da zekât da denir.

Demek ki, Allah’ın lütfettiği malı kendilerinden bilenler ve bunlar üzerinde ihtiyaç sahiplerinin hakkını tanımayanlar ile, tanısa bile gerekli infakı yapmayanlar, musallinden değildirler.

İnfak, zekât ve sadaka aynı şeyi ifade etmekte olup; gelir getirme amaçlı olmayan tüketim harcaması olması açısından infak; kişinin mal hırsından temizlenmesi açısından zekât; kişinin iman ve İslam’ına şahit olması ve onları tasdik etmesi açısından sadaka olarak vasıflandırılır.

İnfak zenginin lütfu değil, fakirin zengin üzerindeki hakkıdır. İnfak için zengin olmak gerekmez, geçiminde kimseye muhtaç olmayan herkes, darlıkta ve bollukta infak etmelidir.

Kimlere İnfak Edelim?

İnfak etmek için ille de birilerinin ihtiyaç sahibi olduğunu ilan etmesi ve yardım talebinde bulunması gerekmez. Bu tür talepleri dikkatlice araştırdıktan sonra hak sahibi olmayanlara değil, gerçek ihtiyaç sahiplerine infak edilmelidir.

İnfakta öncelik ise Bakara Suresi 273. ayette açıklandığı üzere, Allah yolunda çabaladığı için yeterli rızkı kazanamadığı halde, kişiliği nedeniyle bunu açığa vermeyenlere olmalıdır. O nedenle böyle kişileri özellikle araştırıp bulmak gerekir.

Ayrıca çeşitli nedenlerle yeterli rızkı kazanamadığı halde, kişiliği nedeniyle bunu açığa vermeyenleri veya bunu açığa vermeyi istediği halde duyuramayanları da araştırmak gerekir.

Kalem Suresinde anlatılan bahçe sahipleri kıssasından da anlaşılacağı üzere, infak tıpkı namaz gibi Mekkeli müşriklerin de kabul ettiği ancak genelde kaçındıkları bir ibadetti. Ayetlerde hasat edildiği anda infak emredilmiştir. Günümüzde maaşı ve düzenli geliri olanlar, gelir ellerine geçtiğinde, tamamı üzerinden infak etmelidirler. Yerleşmiş bir anlayış olan malın üzerinden bir yıl geçmesine dayanan zekât anlayışı gözden geçirilmelidir.

26- O hakkınca namaz kılan musallin ki, din gününü tüm içtenlikleriyle tasdik ederler.

Ayinesi İştir Kişinin Lafa Bakılmaz

Din günü, insanın dünyadaki imtihanının neticesinin kesinleştirildiği ve hak ettiği adil karşılığın verildiği hesap günüdür. Gerçek mü’minler olan musallin, bu din gününü ağız ucuyla ya da tereddütlerle kabul etmiş görünmezler. Bilakis, din günü bilinci onların bütün benliklerini işgal eder ve din gününe endeksli olarak yaşamaya başlarlar.

Sadece sözler değil, fiilleri, duygu ve düşünceleri, yani amelleri din gününe göre şekillendiği gibi, din günü bilinci bilinçaltlarını bile değiştirir. Yani neredeyse otomatik olarak din gününe göre şekillenir benlikleri ve yaşantıları.

Böyle olmayanların din gününü tasdik ettiklerini söylemek mümkün değildir. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz özdeyişinde belirtildiği üzere, kişinin din gününü tasdik ettiği, hayatının bütün boyutlarına etki etmesiyle ortaya çıkar.

Bakara Suresi 5. ayette, muttakilerin ahirete yakinen iman ettikleri bildirilmiştir. Daimi namaz ve infak yoksa, ahirete iman iddiası asılsızdır. Daimi namaz ve infak kişinin din gününe iman iddiasını tasdik eder. Ahirete iman iddiasının ispatı soyut değil, somuttur. Ahirete iman kişinin hayatını yönlendirmiyor, ahirete iman ettiğini söyleyen kişi günlük hayatını ahiret yokmuş gibi yaşıyorsa, aslında ahireti tasdik etmiyor demektir.

27- O hakkınca namaz kılan musallin ki, hak ettikleri takdirde mutlaka başlarına geleceğini bildikleri Rablerinin azabından daima endişe içindedirler.

Cehennem Endişesi Ancak Ölüm Anında Bitebilir

Onlar, Rablerinin azabının dayanılması mümkün olmayan çetinlikte ve hak eden herkesi mutlaka kuşatacağını bilirler ve bu azabı hak etmekten çekinirler. Muşfigun kelimesi, yeterli gayreti göstermediğinden dolayı bir şeyi başaramama endişesi taşımak anlamına gelmekte olup, mü’minlerin yeterli gayreti gösterememek neticesi hak edemediklerinden dolayı cenneti kazanamama ve cehenneme düşme endişelerini ifade eder.

Tasavvufçular 3 çeşit kulluktan bahsetmekte; cennet için kulluğu tacirliğe, cehennem korkusu ile kulluğu kölelere benzetip küçümsemekte, asıl olanın sadece Allah sevgisi uğruna kulluk yapmak olduğunu iddia etmektedirler. Buradaki ayetler tasavvufçuların bu tür kulluk iddiaları ile tasavvufun Allah’ın sadece sevilip asla korkulmaması gereken bir ilah olduğu iddiasını çürütmektedir. Elbette Allah’a karşı duyulması gereken en temel duygu sevgidir ve ahirette de sürecektir. Lakin bu dünyada insanların imtihanı başarabilmeleri için mutlaka korku duygularına ihtiyaç vardır. Korku duyguları cennete girenler için daimi olarak ortadan kalkacak, cennette arzulanan mutmainlik yakalanacaktır.

Allah hak eden hiç kimseyi azaptan kurtarmadığı gibi, hak eden hiç kimseyi de cennetten mahrum etmez. Lakin kişinin neyi hak ettiği ancak ölüm anında anlaşıldığından, musallinden olan kişi, ölüm anında ölüm meleğinden kurtuluş müjdesini alana kadar Rabbinin azabından çekinmeye devam eder.

Buradaki çekinme/endişe, Allah’ın ona hak etmediği bir akıbet vereceğinden değil, kendisinin kurtuluşu hak edecek iman ve amele sahip olamayacağından dolayıdır. Elbette Allah’tan, hak ettiğini vereceğinden kesinkes emindir. Lakin kendisinden, kurtuluşu sağlayacak iman ve amele erişeceğinden emin değildir.

28- Çünkü onlar Rablerinin azabından ancak hak edenlerin kurtulabileceğini, hak edilmediği sürece kurtulmaktan emin olunamayacağını bilirler.

Dünyada Kimse Cehennem Azabından Emin Olamaz

Allah’ın azabından ancak tevhidi bir iman ve bunun hayata salih amel olarak aktarılması suretiyle hak edenler kurtulabilir. Böyle olmayan hiç kimsenin şefaat, dostluk fidye gibi adaletsiz vesilelerle kurtuluşu asla mümkün değildir.

Nitekim Müddessir Suresi 38’den 56’ya kadar olan ayetlerde; her bir insanın bu dünyada cehennem rehininde bulunduğu, ancak sağ ehlinden olanların bu rehinden kurtulabileceği bildirilmiş; bu rehinden kurtulamayacakların temel özellikleri sayıldıktan sonra, rehin kalanların şefaat vs. hileli yollarla asla cehennemden kurtulamayacakları net olarak açıklanmıştır.

Yine Tahrim Suresi 10. ayette, Nuh ve Lut (as)’ın hanımlarının ihanetleri nedeniyle cehenneme gidecekleri ifade edilmiştir. Bu ve benzeri muhkem ayetlere rağmen, cehennemden kurtarıp cennete koyacak seviyede şirksiz iman ve salih ameli olmayanların bir şekilde cehennemden kurtulabileceğini kim iddia edebilir?

Bu nedenle, kişi iman ve ameliyle hak etmedikçe kendini azaba karşı güvende hissetmemelidir. Hak eden kimse bu azaptan emin olacaksa da musallin de olsa, vefatı esnasında ölüm meleğinin kurtuluş müjdesini almadıkça hiç kimse azaptan kurtulmayı hak ettiği konusunda emin olamaz. Bu nedenle, iman ve ameli ne kadar iyi olursa olsun, hiçbir gerçek mü’min kendisini azaptan kurtulmuş olarak göremez, görmemelidir.

Ayetlerde açıklanan musallinin temel vasıflarına sahip olanlar kendilerini azaptan emin göremezse, dinle imanla, namazla infakla alakası olmayanların emin görmesi neyle izah edilebilir?

Peki, Biz Kendimizi Gerçekten Allah’ın Azabından Emin Hissetmiyor muyuz?

Genel olarak İslamcıların da büyük bir handikabı olduğu söylenebilir. Bu handikap, İslamcı olmaları nedeniyle adeta kendilerini cehennem azabından emin görmeye başlayıp, sıradan Müslümanların din ve dünyasını kurtarmaya koyulmalarıdır. Oysa İslamcılık, Allah’ın cehennem azabından kurtulmak için mutlaka yerine getirilmesi gereken cihad görevimizin zamanımızdaki bir diğer ismidir ve her Müslüman mutlaka İslamcı olmalıdır ahiret kurtuluşu için.

İslamcılık ahiret kurtuluşu için bir araç olmaktan çıkıp, tıpkı dünyevi ideoloji mensupları gibi halkı kurtarıcılık pozisyonuna dönüşürse, bu takdirde İslamcılık ideolojisi olur ve ne dünyada ne de ahirette, ne İslamcılar ne de kurtarmaya çalıştıkları halkın kurtuluşuna vesile olmaz, belki daha da batmalarına sebep olur.

İslamcılığın ahiret kurtuluşu için bir vesile mi yoksa bir ideoloji mi olarak benimsendiği hususunda İslamcının kendi iç dünyasını yoklaması, kendini gerçekten Allah’ın azabından emin hissedip hissetmediği konusunda ciddi bir muhasebeye çekmesi elzemdir. Nitekim Haşr Suresi 18 ve 19. ayette bu muhasebeyi yaparak Allah’ı unutmamamız gerektiği, aksi halde Allah’ın bize kendimizi unutturacağı bildirilmektedir.

Eğer iç dünyamızda Allah’ın azabından endişeli değilsek, kendimizi azaptan emin hissediyorsak, maalesef Allah’ı unuttuğumuzdan dolayı Allah da bize kendimizi unutturmuş demektir ve bu durumda surenin 20’den 24’e kadar olan ayetleri ışığında Allah’ı ve kendimizi hatırlamaya çalışmalıyız mutlaka.

29- O hakkınca namaz kılan musallin ki, cinselliklerini korurlar.

Cinselliğin Mahiyeti

Cinsellik olarak çevirdiğimiz furuc terimi, elbisenin dikili olmayan, ancak üst üste getirilerek vücudu örten (düğmelenen) ön kısmını ifade eden ferace kökünden türetilmiştir. Erkek ya da kadın her bir insanın, cinsellik konusunda elbisedeki dikili olmayan bu kısım gibi, ancak bazı durumlarda açılabileceğini, bunun dışında daima kapalı olması gerektiğini ifade etmektedir.

Cinselliklerin muhafaza edilmesi çok geniş bir anlam sahasına sahiptir. Cinselliğin maddi ve manevi (somut ve soyut), açık ve gizli (zahir ve batın) boyutlarda korunmasını ifade eder.

Cinsellik Sadece Erkekler İçin Değil, Kadınlar İçin de Çok Önemli Bir İmtihan Alanıdır

Sanılanın aksine cinsellik sadece erkeklerin değil, kadınların da (belki erkeklerden daha) ağır imtihan altında oldukları bir alandır. Çünkü fıtratları gereği erkekler ağırlıklı olarak kadınların cazibesine kapılmamakla imtihan edilmekte iken, kadınlar ise ağırlıklı olarak erkekleri cezbetmeye çalışmamakla imtihan edilirler.

Nitekim Nur Suresi 31. ayette hem erkeklere hem de kadınlara, karşıt cinse cinsel arzularla bakmamaları emredildikten sonra, kadınların örtünmeleri ve cinselliklerini ortaya koyacak davranışlardan kaçınmaları emredilmektedir. Yani erkek bakmayacak (cazibeye kapılmayacak), kadın ise bakmayacak (cazibeye kapılmayacak) ve baktırmaya çalışmayacaktır (cazibesine kaptırmaya çalışmayacak).

İslami Örtünme (Tesettür) Cinsellikle İlgili En Açık Unsurdur

Cinselliği muhafazanın çiğnendiği en bariz alan kadın ve erkeğin İslami kurallara göre giyinmemesidir. Kadınlar için tesettür, evlenmeleri daimi haram olmayan erkekler yanında ve kamusal alana çıktıklarında, Ahzab Suresi 59. ayet gereğince tüm vücudu bürüyen geniş elbise (cilbab,  pardösü vb.) ile Nur Suresi 31. ayet gereğince başın tamamını örtmekle kalmayıp boynu da örten ve cilbabın/pardösünün yakaları üzerine sarkan başörtüsü (hımar) şeklindedir.

Buluğa ermiş Müslüman kızlar ve kadınlar ancak bu şekilde giyinirlerse ayette geçen cinselliklerini koruma emrini yerine getirmiş, aksi halde ayete aykırı davranmış ve büyük bir günah işlemiş olurlar. Bu günahın daimi işlenmesi bir Müslüman kadın için asla düşünülemez.

Araf Suresi 26 ve 27. ayetten anlaşılacağı üzere, buluğa ermiş Müslüman erkekler için de İslami tesettür söz konusu olup, bu tesettürün asgarisi erkekler yanında belden dizkapağına kadar kapalı olmak, evlenmesi daimi haram olmayan kadınların yanında ise abdest uzuvlarından başka tüm vücudun örtülü olmasıdır.

Zina En Büyük Günahlardandır

Cinselliği muhafazanın çiğnendiği en bariz ikinci alan ise aralarında meşru nikâh olmayan bir kadın ve erkeğin zina yapmasıdır. Zina, Furkan Suresi 68’den 71’e kadar olan ayetlerde Allah’a şirk koşmak ve haksız yere adam öldürmekle beraber en büyük günahlardan olarak sayılmış olup, tövbe edilip vazgeçilmeden ölünürse ebedi cehennemlik olmaya sebep olacak kadar büyük bir günahtır.

Eğer iki kişinin zina ettiğine dört adil kişi şahitlik ederse, Nur Suresi 2. ayete göre bu kişilere toplum huzurunda 100 değnek vurularak cezalandırılmaları Yüce Allah’ın emridir. Bu ceza onların günahını silmez, ayrıca tövbe edip bir daha tekrarlamamaları gerekir.

Zinaya Götüren/Yönlendiren Şeyler de Zinadan Sayılır

Cinselliği muhafazanın çiğnendiği en bariz üçüncü alan ise kendisine evlenmesi ebedi haram olmayan birini cinsel arzuyla öpme, okşama, değme gibi maddi temasları ifade eder. Bunun bir alt düzeyi ise böyle birine cinsel arzuyla bakmayı, konuşmayı, dinlemeyi, koklamayı ifade eder.

Nitekim Nur Suresi 30 ve 31. ayetlerde, erkek ve kadınların eşlerinden başkasına cinsel arzuyla bakmayarak cinselliklerini muhafaza etmeleri emredilmektedir. Cinsel arzuyla bakmak haram olunca, cinsel arzuyla dokunma ve konuşmanın da haram olacağı açık olup, Ahzab Suresi 32 ve 33. ayetlerde cinsel arzuyla konuşma ve dinleme ile kendisine bakılmasını sağlamaya çalışmanın haramlığına işaret edilmiştir.

Cinselliği muhafazanın çiğnendiği bariz olmayan (gizli) boyut ise düşünce ve hayal kurma gibi duyusal suçları ifade eder. Yani bir kadın ve erkek, cinsel amaçla eşinden başkasına dokunamayacağı, bakamayacağı, konuşamayacağı, dinleyemeyeceği, koklayamayacağı gibi; eşinden başkasını cinsel arzuyla düşünemez ve hayal edemez.

Enam Suresi 151 ve Araf Suresi 33. ayetlerde fuhşun (cinsel suçların) zahirinden (maddi ve açık olanlarından) ve batınından (gizli ve kapalı olanlarından) kaçınılması emredilmiştir. Düşünme ve hayalleme de bu kapsama girer.

Yüce Allah, Bakara Suresi 284. ayette, içimizde (duygu ve düşüncelerimizde) olanları açıklasak da açıklamasak da bildiğini ve bunlardan dolayı bizi hesaba çekeceğini bildirerek, duygu ve düşüncelerimize sahip çıkmamız gerektiği konusunda bizleri uyarmaktadır.

Medya, Cinsel Suçlara Teşvikte Şeytanın En Önemli Aracıdır

Burada şu noktaya da değinmek gerekir. Günümüzde cinsellik alanında Allah’ın hudutlarını çiğneyen yazılı ve resimli roman, dergi ve gazete gibi yayınlarla; sesli ve görüntülü radyo, televizyon ve internet yayınları bu bağlamda ciddiyetle üzerinde durulmayı gerektirmektedir. Bakma, duyma, düşünme ve hayallemenin her boyutunu en uç sınırlara kadar içeren bu yayınların, İsra Suresi 32. ayette geçen “Zinaya yaklaşmayın!” ayeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ve açık haram içerdiği ortadadır.

Bunların Araf Suresi 27. ayette anlatılan, şeytanın insanları cinsel yönden günaha sürüklemek amaçlı kullandığı çok tehlikeli cinsel tuzaklarını içerdiği açıktır. Bu nedenle, cinsellik alanında Allah’ın hudutlarını çiğneyen tüm medya vasıtalarından, ancak zaruret halinde, kendine hâkim olarak ve zaruret kadar yararlanılabileceği unutulmamalıdır. Yani tüm medya vasıtaları aslen helal iken, cinsel suçlara vesile olduğu durumlarda haram olurlar.

Zinaya Götüren/Yönlendiren Her Şeyden Mutlaka Sakınılmalıdır

Buraya kadar açıkladıklarımızın hepsi cinselliğin korunmaması anlamına gelip, çeşitli derecelerde suç ve günahlardır. Tabii ki, en büyük suç ve günahlardan olan ve zina olarak nitelenen cinsel birleşmenin günahı ile daha alt düzeyde suçlar olan dokunma ve hayallemenin günahlarının derecesi aynı değildir. Lakin günahı daha az da olsa bunlar da suç ve günah olduğu gibi, aynı zamanda bu küçük günahlardan sakınılmadığı takdirde, büyüklerine doğru kayma söz konusu olacaktır.

Nitekim İsra Suresi 32. ayette, çok çirkin bir iş ve kötü bir yol olan zinaya yaklaşılmaması emredilmektedir. Burada, zina yapmayın değil, zinaya yaklaşmayın deniliyor. Çünkü düşünme ve hayalleme bakmaya ve konuşmaya, bakma ve konuşma dokunmaya, dokunma ise zinaya yöneltecek ve itecektir.

Bir misalle durumu anlatalım: Bir ekin tarlasının sınırları vardır. Çoban hayvanlarını bu sınırlara yaklaştırmazsa, hayvanlar ekin tarlasına asla zarar veremez. Çoban sınırdaki otlara tamah ederek hayvanları sınırda otlatırsa, hayvanların ekin tarlasına girip zarar vermesi, en azından başını uzatıp sınıra yakın olan ekinleri koparıp yemesi söz konusu olacaktır.

Cinsel Günahlar Konusunda Kişi Gücünün Yettiği Her Şeyden Sorumludur

Tabi ki, cinsel arzunun ne zaman oluşacağı kişisel iradeyi aşan bir durum olduğundan, kişilerin eşlerinden başkalarına zaruri olmadıkça bakmamaları, özellikle göz teması kurmamaları; bakmak ve göz teması kurmak zaruri olursa, kendilerine hâkim olarak bakmaları ve zaruret miktarını aşmamaları gerekmektedir.

Necm Suresi 32. ayette, gerçek mü’minlerin büyük günahlar ile kaçınılması çok zor olan cinsel günahlardan kaçındıkları ifade edilmektedir. Bakara Suresi 286. ayette geçen, hiç kimseye gücünün üstünde bir sorumluluk yüklenmeyeceği kaidesi gereğince, kişi, iradesi dışında farkına varmadan bir anda gerçekleşen dokunma, bakma, hayalleme gibi durumlardan, farkına vardığı anda hemen vazgeçerse sorumlu olmaz. Farkına vardığı halde eğer dokunma, bakma, düşünme ve hayallemeyi devam ettiriyorsa, bu durumda cinselliğini muhafaza etmemiş olup, suç ve günah işlemiştir.

Özetle, düşünme ve hayalleme dâhil küçük de olsa cinsel suçlar hem bizatihi günah olmaları, hem de daha büyük cinsel suçlara yol açmaları nedeniyle kesinlikle uzak durulması gereken suçlar olup, çeşitli derecelerde cinselliklerin muhafaza edilmemesi anlamına gelir.

Tahrim Suresi 12. ayette cinselliğini/iffetini korumuş olduğu için Meryem (ra)’den övgüyle söz edilmektedir. Ayette cinsellik/iffet olarak çevirdiğimiz ferc kelimesi işlediğimiz ayette geçen cinsellikler (furucehum) kelimesinin tekilidir. Meryem elbette yukarıda açıkladığımız en ileri ve kâmil manada cinselliğini korumuştur ki, Yüce Allah’ın övgüsüne ve İsa’ya anneliğe layık görülmüştür.

Namaz Her Türlü Cinsel Suçtan Alıkoymalıdır

Ankebut Suresi 45. ayette Yüce Allah, namazın mü’minleri münker (kötü, çirkin, haram olan şeylerden) ve fuhuştan (her türlü cinsel suç, günah) alıkoyacağını bildirmiştir. Namazında daimi olan bir mü’min eğer zahir ve batın tüm boyutlarıyla fuhuştan uzak duramıyorsa, namazında sorun olduğu anlamına gelir. Bu sorun, bu surenin 34. ayetinde belirtilen namazlarını koruyanlardan olmadığı ve bu nedenle 22. ayette belirtilen gerçek manada namaz kılanlardan (musallin) olmadığı anlamına gelir aynı zamanda.

30- Ancak ve sadece meşru nikâhla sahip oldukları eşlerine karşı cinsellik gösterirler ki, bu cinsellik onların helal ve meşru hakkı olup, bundan dolayı eleştirilemezler.

Karı-Koca Arasında Cinsellik Suç Değil, Hak ve Görevdir

Cinselliğin muhafaza edilmeyeceği tek kişi, kadın ya da erkeğin, İslami kurallar çerçevesinde helal ve meşru şekilde evli olduğu eşidir. Kişi, cinselliğini, hayallemeden başlayıp maddi cinsel ilişki olan cimaya kadar varan düzeylerde, sadece meşru şekilde nikâhlandığı eşine karşı gösterebilir. Bu, onun hem meşru hakkı ve hatta görevi, kulluğun bir boyutudur.

Rum Suresi 21. ayette, cinselliğin Allah’ın rahmeti ve ayetlerinden olduğu, Araf Suresi 189. ayette eşlerin birbirleriyle sükûn bulmalarına ve çocuğa vesile olduğu belirtilirken Bakara Suresi 187. ayette eşlerin birbirleri için, haram cinsellik arayışlarından koruyucu elbise oldukları vurgulanmaktadır. Ayete göre eşler birbirlerini cinsel yönden tatmin ederek, cinsel haramlara bulaşmaktan muhafaza eden koruyucu birer elbise görevi ifa ederler.

Kur’an’a göre, kişinin eşine karşı her türlü cinsellik durumu, bir suç ve günah, çirkin bir durum, kötü bir yol olmak bir yana, ayıplanabilecek bir durum bile değildir. Değil eleştirilmek, insanlığın ve kulluğun vazgeçilmez bir boyutu, insanlığın devamı için en güzel yoldur.

Kişinin, eşiyle her türlü cinsel münasebetini çirkin görmek asla İslami değildir. Kur’an’da ve gerçek sünnette eşler arasındaki her türlü cinsellik güzel görülmüş ve övülmüştür. Haram cinsellikler ne kadar çirkin ve kötü ise helal cinsellikler de o kadar güzel ve hoş görülmüştür.

Evlenmek fıtri bir farz olup, buna rağmen kişi evlenmezse açıkça günah işlediğini söyleyemeyiz. Lakin evlenen bir kadın ya da erkek, eşine karşı cinselliğini mutlaka göstermekle sorumlu, elinden geldiği halde göstermiyorsa suçlu ve günahkârdır. Çünkü evliliğin hikmetlerini ve yukarıda açıkladığımız ayetleri ihlal ediyor, eşini cinsel ihtiyaçlarından mahrum ettiği gibi, cinsel haramlara bulaşmasına sebep oluyor demektir.

Bu nedenle eşler cinsel yönden birbirlerini ihmal etmemeli, birbirlerini sükûnete erdirecek ve haram cinsel arayışlardan muhafaza edecek seviyede bir cinsellik yaşama konusunda azami gayreti göstermelidirler.

Karı Koca Arasındaki Cinsellikle İlgili Sınırlar

Eşlerin birbirlerine karşı cinsellikle ilgili sınırlamalar, oruçlu ve hacda olmaları ve kadının hayızlı olması durumlarıyla sınırlıdır. Bakara Suresi 187 ile 197. ayetlerden anlaşıldığı üzere, oruçlu ve hacda iken, hayalleme, cinsel arzuyla bakma ve dokunma dâhil her türlü cinsellik haramdır. Bakara Suresi 222-223. ayetlerden anlaşıldığı üzere, büyük abdest uzvundan kadına yaklaşmak ve kadın hayızlı iken, sadece cima şeklinde cinsellik haramdır. Hayızlı haldeki eşine dokunma, hayalleme ve diğerleri helaldir.

Karı-koca arasında, cinsellikle ilgili başka hiçbir sınır yoktur. Burada açıklanan oruç, hac, hayız ve büyük abdest uzvundan yaklaşmama ile ilgili sınırlara riayet etmek kaydıyla, eşlerin her ikisinin birbirleriyle arzuladıkları her şekilde cinsellik yaşamaları meşrudur.

Cariyelerle Cinsellik Meselesi

Ayetteki “sağ ellerinin malik olduğu” ifadesi, genelde cariyeler olarak anlaşılmış, kişinin eşinden başka sahip olduğu cariye veya cariyeleri ile her türlü cinselliğin helal olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Oysa bir Müslüman erkeğin aynı anda en fazla 4 meşru eşe sahip olabileceği Nisa Suresi 3. ayette net olarak ifade edilmiştir. Bu eşlerin Müslüman ya da Ehli Kitap’tan iffetli kadınlar olabileceği ise Maide Suresi 5. ayette ifade edilmiştir.

Bir Müslüman erkek, eğer cariyesi Müslüman ya da Ehli Kitap’tan ve iffetli ise 4 eşi geçmeyecek şekilde, cariyesinin de rızası varsa, nikâhı açıkça ilan etmek suretiyle onu kendine nikâhlayabilir. Ehli Kitap olmayan müşrik cariyelerle sahibinin nikâhsız cinselliği haram olduğu gibi, evlenmek suretiyle cinselliği de haramdır. Kanaatimizce Nur Suresi 32-33. ayetler, kişinin cariyesi ile değil nikâhsız cinsellik yaşamasını, cariyesinin rızası yoksa nikâh kıymasını bile yasaklamaktadır.

Nisa Suresi 24-25. ayetlerden anlaşıldığına göre, kendi cariyesi ile nikâh kıyarken, hür kadınlara vermesi gereken mehri vermesi gerekmemekte ise de başka birinin cariyesini sahibinin izni ile nikâhlarsa, o cariyeye mehir vermesi gerekir.

Müslüman bir erkeğin aynı anda 4 hür kadın eşe sahip olduğu gibi, sayısız cariyesi ile de cinsellik yaşayabileceği anlayış ve uygulaması, Kur’an’daki ilgili ayetlerin o günkü Arap gelenekleri ışığında yanlış yorumlanmasından kaynaklanmaktadır ki, bu, meşru değildir.

Yine bir erkeğin bir kadınla belli bir bedel karşılığında belli bir süreye kadar evlenmesi demek olan muta nikâhı da meşru olmadığı gibi, toplumdan gizli olarak kıyılan nikâhla yapılan evlilikler de geçersizdir. Evliliğin Kur’an’da belirtilen hikmetlerine aykırı olarak, sadece cinsel arzuyu tatmin ve adeta gizli dost (metres) tutma amaçlı olarak yapılan bu uygulamalar, Nisa Suresi 25 ile Maide Suresi 5. ayetlerde açıkça yasaklanmıştır.

31- Kim ki, meşru eşinden başkasına karşı cinsellik ararsa, işte onlar cinsellik konusunda sınırları aşanlardır.

 

Namus Hem Erkek Hem de Kadın İçin Gereklidir

Açıkladığımız hususlar çerçevesinde nikâhlı eş ile her türlü cinsellik ne kadar meşru ise bu sınırların aşılması da o kadar gayri meşrudur. Bu durum hem kadın hem de erkek için geçerli olup, cinsel haramlar her iki cins için eşit derecededir.

Günümüzde kadınların namuslu olması, kızların bekâretlerini korumaları gerektiği konusundaki geleneksel hassasiyet, erkekler için de aynı derecede gözetilmelidir. Namus ve iffet sadece kadınlardan değil, erkeklerden de beklenilen erdemlerdir. Kur’an’daki ilgili tüm ayetler bir yana, sadece Nur Suresi 2-3. ayetleri okumak bile yeterlidir bu konuyu anlamak için.

İffetli Olmak Allah’a Karşı En Önemli İbadetlerimizdendir

Namus ve iffet, sadece eş için değil, asıl ve öncelikle Allah için korunur. Nisa Suresi 34. ayette, gerçek mü’minlerin gayb olan Allah ve ahiret için, Allah’ın cinsellikle ilgili sınırlarını koruyacakları bildirilmektedir. Bu nedenle, tesettürsüzlük, zina, bakma, hayalleme ve başka şekillerde eşine ihanet eden kadın ya da erkek, aslında Allah’a ihanet etmekte; üstelik bu ihaneti, kendisini her daim gören ve her türlü duygu ve düşüncesinden her an haberdar olan Allah’ın huzurunda gerçekleştirmektedir.

Bu nedenle gerçek bir mü’min kadın ya da erkek cinselliğini, sadece insanların gördüğü yerlerde ve şeylerde değil, görmediği yerlerde ve şeylerde (düşünce ve duygularında dahi) her daim korumaya azami gayret etmelidir.

Cinsellik alanındaki sınırları pervasızca çiğneyenlerin, Furkan Suresi 42-43 ile Casiye Suresi 23-24. ayetlerde söz konusu edilen, hevasını ilah edinenler durumuna düşmeleri söz konusudur.

32- O hakkınca namaz kılan musallin ki, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.

İman Eminlik, İslam Sadıklıktır

Raune kelimesi, sürüyü gütmek ve çobanlık yapmak demek olup, Türkçeye kurallara riayet etmek ve padişah uyruğu anlamında reaya olarak geçmiştir. Ayet, mü’minlerin, sürüsünü her türlü tehlikeden koruyan ve onları en verimli şekilde otlatan bir çoban dikkat ve ciddiyetinde emanet ve ahitlerini takip ettiklerini anlatmaktadır.

Emanet, bir kişiye emin/güvenilir olması nedeniyle, koruyup geri vermesi amacıyla bir süre teslim edilen şey manasına gelir. İki türlü emanet söz konusudur. Birincisi, Yüce Allah’ın insanlara emanet ettiği kulluk-hilafet imtihanı emaneti anlamında olup, Ahzab Suresi 72. ayette tam olarak bu anlamda kullanılmıştır. İkincisi ise insanların birbirlerine emanet ettikleri maddi ve manevi şeyler anlamında olup, Bakara Suresi 283, Nisa Suresi 58 ve Enfal Suresi 27. ayette bu anlamda kullanılmıştır.

Gerçek mü’minler, öncelikle Yüce Allah’ın kendilerine emanet ettiği kulluk görevini güçleri nispetinde yerine getirmeye, hesap günü bu emanetin hakkını vererek taşıdıklarını Rablerine alınlarının akıyla arz etmeye gayret ederler. Kulluk emaneti, kişinin bu emanetin farkına varmasıyla başlayıp son nefese kadar devam eden bir emanet olup, kişi bu emanetin kesintisiz peşinde olmalı, onu her daim korumaya çalışmalıdır.

İnsanlara İhanet Eden Aslında Allah’a İhanet Etmiştir

İnsanların birbirlerine güvenerek emanet ettikleri maddi ve manevi her şeyi muhafaza etmek ve zamanı geldiğinde sahibine eksiksiz iade etmek de bize emanet edilen kulluk emanetimizin en önemli unsurlarındandır. Bu emanet para, insan ya da bir sır olabilir; küçük ya da büyük fark etmez, mutlaka ihanet etmeden muhafaza edilmeli ve istendiğinde sahibine eksiksiz iade edilmelidir.

Ahit, iki kişi arasında karşılıklı yapılan, bir nevi sözleşmedir. Öncelikle Yüce Allah’ın indirmiş olduğu kitaplarda yapmış olduğu insanlarla kulluk karşılığı cennet vaadine dair ahdi ifade eder. Nitekim Kur’an, Allah’ın iman edenlerle, şartlarını tek taraflı olarak tespit ederek bize bildirdiği sözleşmedir. İman etmek demek, bu sözleşmeyi kabul etmek demektir. Bu sözleşmeyi kabul edenler, üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine getirdikleri, yani ahitlerine riayet ettikleri takdirde, Yüce Allah da vermiş olduğu cennet sözünü yerine getirecek, yani ahdine riayet edecektir.

Ahitler, aynı zamanda, insanların birbirleriyle yaptıkları her türlü meşru sözleşmeyi ifade eder. İnsanlarla yaptığımız meşru sözleşmelere eksiksiz riayet etmek, öncelikle Allah’la yaptığımız cennet karşılığı kulluk sözleşmesinin en önemli unsurlarındandır. İnsanlarla yaptığı sözleşmelere ihanet edenler, Allah’la yapmış oldukları sözleşmeye de ihanet etmiş olurlar.

33- O hakkınca namaz kılan musallin ki, şahitlikleri ile kıyam ederler.

Şahit Olunmadan Şehit Olunamaz

Ayetin akla getirdiği ilk mana, mü’minlerin insanlar arasındaki anlaşmazlıklarda şahitliklerini dosdoğru yapmaları gerektiğidir. Elbette mü’minler gerektiğinde şahitliklerini dosdoğru yaparlar, lakin ayet sadece bunu ifade etmemektedir. Ayetin asıl anlamı, gerçek mü’minlerin, imanlarını hayatlarına doğru bir şekilde yansıtarak, imanlarına ve hakka tanıklık etmeleri gerektiğini ifade eder. Yani hayatları imanlarının ve hakkın birer yansıması olup, insanlar onların hayatlarına baktıklarında, adeta hakkı müşahede ederler.

Bu şahitlik, Kur’an’daki ilke, emir ve yasakları, hikmet ve hükümleri, Peygamberimizin mütevatir sünneti ve hayatı dikkate alınarak yaşamak suretiyle yerine getirilir.

Şehit kelimesi de şahit kelimesi ile aynı kökten gelip, gerektiğinde hayatını Allah yolunda feda eden kimselerin vasfıdır. Kur’an’da kelime olarak geçmemekte ise de Allah yolunda öldürülenler olarak ifade edilmektedir.

Burada önemli olan husus, hayatlarında ayette geçtiği şekilde hakka şahitlik yapmayanların, velev ki Allah yolunda öldürülmüş gözükseler bile, şehit olmayacaklarıdır. Çünkü hayatını hakka şahit kılmayanlar, halis bir niyetle Allah yolunda ölüme gidemezler. Başka niyet ve beklentiler ya da şartların zorlamasıyla bu savaş ortamına girmişler ve istemeyerek ölmüşlerdir. Gerçekten şehit olmak isteyen kişi, öncelikle hayatını hakka şahit kılar.

34- O hakkınca namaz kılan musallin ki, namazları üzerinde koruyucudurlar.

Mü’min Gibi Yaşamayanlar Namazlarını Korumuş Olmazlar

Musallin terimini, hakkınca namaz kılanlar olarak ifade etmiştik. 22. ayette ancak musallinin Allah’ın razı olabileceği bir kişiliğe sahip olabilecekleri belirtildikten sonra, 23. ayette musallinin ilk vasfı olarak namazlarında devamlı oldukları söylenmişti. Bu ayetten de sadece namazlarda devamlı olmakla, namazların muhafaza edilmiş olmayacağını anlıyoruz.

23’den 32’ye kadar olan ayetlerde, musallinin temel vasıfları sayıldıktan sonra, bu ayette namazları üzerine koruyucu olduklarının ifade edilmiş olması üzerinde durulmalıdır. Musallin, ayetlerde ifade edildiği gibi namazlarında devamlı olmakla başlayıp, şahitlikleri ile kıyam etmekle neticelenen vasıfları kazanmak ve devamlı bu vasıfları muhafaza etmekle, namazlarını, yani musallinliklerini korumuş olurlar.

Yani, bir kişi tüm vakit namazlarını tam zamanında ve eksiksiz kılsa bile, ayetlerde sayılan diğer vasıfları kazanamamışsa, namazlarını muhafaza eden musallinden olamamıştır. Bu vasıfların bir kısmını kazanmış ve koruyorsa, namazlarını eksik koruyor olduğu gibi, bütün olarak kazanıp koruyorsa, namazlarını tam olarak koruyor demektir.

Namazlarını Koruyanları Namaz Korur

Burada, namazın insanı her türlü cinsel suçtan (fahşa) ve kötü işten  (münker) koruyacağına dair Ankebut Suresi 45. ayeti hatırlamak gerekir. Demek ki, gerçek manada namaz kılanlar, yukarıdaki ayetlerde sayılan her türlü fahşa ve münkerden uzak dururlar. Yani onlar namazlarını koruduğu gibi, namazları da onları bu çirkinliklerden korur.

Maun Suresinde, fahşa ve münkerden uzak durmadığı halde namazlarında devamlı olanların sadece kendilerini kandırdıkları, onların musallinden olmadıkları, bu nedenle o namazların da onları dünyada fahşa ve münkerden, ahirette cehennemden koruyamayacağı çarpıcı bir şekilde ifade edilmiştir.

35- İşte bu vasıflara sahip olan musallindir ancak cennetlerde onurlandırılmış konuklar olarak ağırlanacak olanlar.

Kimler Cennetlerde Onurlandırılmış Konuklar Olacaklar?

Bu ayet, çok net olarak 22’den 34’e kadar olan ayetlerde temel vasıfları açıklanan musallin ve muvahhid mü’minlerin cennete gireceğini ifade etmektedir. Yani cennete girmek için, şirk koşmadan iman edip devamlı namaz kılmak, oruç tutmak ve hacca gitmek gibi sembolik ibadetler yetmemektedir. Aynı zamanda, bu ayetlerde sayılan temel vasıflara mutlaka sahip olmak gerekmektedir.

Aslında bu vasıflar da yeterli olmayıp, Kur’an’da açıklanan başka vasıflara da sahip olmak gerekmektedir. Lakin bu ayetlerde sayılan vasıflar temel vasıflar olup, bunlara sahip olanlar zaten diğer vasıfları da zamanla kazanır. Bu nedenle öncelikle ve mutlaka bu temel vasıfları kazanmak esastır. Bu nedenle ayetlerde açıklanan bu vasıflara takvanın direkleri demek de mümkündür.

Cennetlerde onurlu konuklar olarak ağırlanacaklar olarak çevirdiğimiz mukremun terimi, ikram edilmek anlamına gelir. Allah indinde insana verilen kıymet ve onuru ifade eder. Hucurat Suresi 13. ayette, Allah katında ancak takvanın kıymet ifade ettiği ve kişilerin ancak takvaları nispetinde Allah katında kıymet kazandıkları ve onurlandırıldıkları (ekrem) ifade edilmektedir.

Yüce Allah kimseye kıymet vermek ve onurlandırmak zorunda değildir. Adı üstünde ikramdır bu. Lakin lütfuyla ayetlerde sayılan temel vasıflara sahip olan muttakilere kıymet vermekte ve onları onurlandırmaktadır. Bu onurlandırma ve kıymet verme, dünyada fakir ama onurlu, temiz bir hayat, ahirette ise cennette devamlı olarak onurlandırılmış konuklar olarak ağırlanmaları şeklinde tecelli etmektedir. Nitekim Rad Suresi 29 ile Nahl Suresi 97.ayetlerde bu husus vurgulanmıştır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR