1. YAZARLAR

  2. Güney Uzun

  3. Büyük Ortadoğu Projesi ve Diyanet’in Misyonu

Büyük Ortadoğu Projesi ve Diyanet’in Misyonu

Haziran 2004A+A-

Ortadoğu; tevhidi mücadelenin anayurdu, kutlu peygamberlerin vatanı. İnsanlığa tevhidi, adaleti ve özgürlüğü sunan İslam'ın ve bu dinin taşıyıcılarının filizlendiği yer. Uğruna canların feda edildiği, zamanı gelince kanların seller gibi aktığı, akıtıldığı topraklar. Nemrut'ların, Firavun'ların, Ebrehe'lerin müstekbirleştiği Ortadoğu, yeniden çağdaş müstekbirlerin hedefinde.

Adaletin zulme dönüştürüldüğü, hilafetin Haccac'ların ellerinde zulüm tezgahlarına döndüğü, her türlü bidat ve hurafenin insanlara din diye sunulduğu, Tanrıyı gökyüzüne hapsedip, kurtuluşu postlarına sığınmakta bulanların yeryüzünü Sezarların dikta rejimlerine terk ettiği bir süreçten sonra Müslümanların zihinlerine ve bileklerine yeni zincirler vurulmak isteniyor. 1. ve 2. Dünya savaşları ile şekillendirilen, 1948'de İsrail ile hançerlenen, Irak işgali ile yeniden istila edilen bu topraklar, Büyük Ortadoğu Projesi ile tekrar parçalanmaya, esarete, kana ve gözyaşına boğulmak isteniyor.

Ortadoğu siyasi yelpazesini yeniden şekillendirmek, işgalci İsrail'in güvenliğini sağlamak, emperyalizme ve siyonizme karşı direnen İslami hareketleri tasfiye etmek ve Müslümanlarda yeni bir İslam (din) algısı oluşturmak şeklinde kısaca özetlenebilecek olan 'Büyük Ortadoğu Projesi'nin gündemde olduğu günlerde Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu'nun ABD ziyareti gerçekleşti. Bu ziyaret aynı zamanda 28 Şubat sürecinin yıldönümü günlerine denk geldi. Yine aynı günlerde gerçekleşecek ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman'ın, 'Büyük Ortadoğu Projesi' çerçevesindeki Türkiye ziyareti sonradan iptal edildi. Grossman bu projedeki önemli sacayağı olan ülkelere yaptığı ziyaretlerden birini de Türkiye'ye yapacaktı. "Grossman'ın yapmayı planladığı ziyareti çok manidar bir tevafuk olacaktı. Çünkü Büyük Ortadoğu Projesi 'genişletilmiş bir 28 Şubat sürecinin' bir parçası."1 olarak algılanmakta idi.

28 Şubat sürecinde brifinglerden nasibini alan Diyanet, sonrasında brifingleri veren zihniyet doğrultusunda yeniden yapılandı. Diyanet, dini hayatı organize etme görevi dışında rejimi kollayıp gözetme şeklinde bazı kurumların üzerlerine aldıkları görevlerin kendilerine düşenlerini yerine getirmektedir. Bu hali ile imamlarının muhbir olmasını isteyen, cemaatler hakkında istihbarat toplayan bir yapı haline dönüşmüştür. Halk kitlelerinin resmi din yorumlarının dışındaki yorumlara meyletmesine karşı tedbir almak için Diyanet'i daha aktif ve müdahil kılmak isteyen egemen zümreler bu bağlamda kurumun başına halkla daha sıcak ilişkiler kurabileceğini düşündükleri birini getirmeyi ihmal etmediler. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında, Amerika'da da brifinglere tabi tutulan Diyanet'in Amerika'nın dünyadaki "irticacı" bilgi kaynakları olarak gördüğü merkezlere alternatif olarak desteklemesi bekleniyor. Yani Diyanet'te yeniden bir yapılanma ihtimali vardır ve bu seferki şekil verici güç Global 28 Şubatçılardır.

İslam devriminden itibaren İran için rejim ihracından bahsedenler ve bunu kendileri için en büyük tehlikelerden biri olarak görenler BOP kapsamında Ortadoğu'ya "Ilımlı İslam" adı altında aslında Emperyalizme ve siyonizme kul-köle olacak rejim modelleri ihraç etmeye kalkışıyorlar.

Diyanet'in Amerika Brifingi

Bardakoğlu, Şubat ayının sonlarına doğru gerçekleştirdiği ABD ziyaretinde Ulusal Güvenlik Konseyi yetkilileriyle bir araya geldi. Bu toplantılarda "Ilımlı İslam" ve Türkiye örneğinin tartışıldığı bildirdi. Bardakoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bu konuda işbirliğine hazır olduklarını ifade ettiğini söyledi. ABD'nin ılımlı modelin Ortadoğu'da desteklenmesi bakımından somut öneri sunduğunu kaydetti. Utah Üniversitesi Ortadoğu Araştırmalar Merkezi'nde "Ilımlı İslam" konulu bir sempozyumda bir konuşma yaptı. ABD'nin hazırladığı insan hakları raporunda yer alan "Türkiye'de din özgürlüğünün bir ölçüde kısıtlandığı" eleştiriler konusunda Bardakoğlu "inanç noktasında baskı olmadığını ve özgürlüklerin anayasal koruma altında olduğunu" ifade etti.

"İslam'da Ilımlılık" Bildirisi

"İslam'da Ilımlılık: Türkiye Tecrübesi, Diyanet'in bir Kamu Kuruluşu, Bağımsız ve Sivil Bir Kurum olarak Misyonu ve Vizyonu" başlıklı bir bildiriyi Utah Üniversitesi'nde düzenlenen "Ilımlı İslam" adlı konferansta sunan Bardakoğlu'nun Diyanet'in internet sitesinde de yayınlanan tebliğine göz atacak olursak şunları söyleyebiliriz:

Bardakoğlu öncelikle Türkiye'de Diyanet'in kuruluş amacından bahsediyor. Bu amacı da şöyle özetliyor: "Diyaneti; ahlakı, dindarlığı yerleştirecek bir projenin parçası olarak görebiliriz." Bardakoğlu dinin bir kısmını alıyor, onu sırf ahlaki (?) öğretilere ve kalbi bir iç huzura indirgiyor. Ayrıca bunun egemenlerin yürüttüğü bir projenin parçası olduğunu itiraf ediyor. Hangi dine inanılıp hanginden uzak durulacağının sınırlarının Diyanetin de üstündeki güçlerce belirlendiği ve geride geniş halk kitlelerine devletin razı olduğu bir kimlik giydirilerek devlete destek olan bir dinin kaldığı görülüyor.

Bardakoğlu sonra bir laiklik tanımı yapıyor. Bu tanımın kabul görmüş bir tanım olduğunu söyledikten sonra devletin dini özgürlüklerin koruyucu olması gerektiğini ve dinin kötüye kullanımının ve istismarının önlenmesi gerektiğinden bahsediyor. Sonrasında "dinlerin devlet işlerinde baskın ve etkin olmaması" gerektiğini ifade ediyor. Diyaneti de kamusal, bağımsız ve sivil bir kurum olarak tanımlıyor. Dinin kötüye kullanılmasının detaylarına girmiyor. Burada kastedilenin "kötüye kullanmanın" siyasal talepleri de içeren muhalif, zulme karşı direngen bir din algısı mı olduğu kapalı kalıyor(!). Diyanet'in kamu kuruluşu olduğu su götürmez bir gerçekken bağımsız ve sivil bir kurum şeklinde ifade edilmesi vakıadan uzak bir tanımlama olarak sırıtmakta. Sınırları ve işlevleri rejim tarafından çizilmiş bir yapının özellikle laikliğin rejimin tek belirleyici unsur olarak kaldığı atmosferde bağımsız olduğunu söylemek doğru olmasa gerek. Diyanet sivil bir kurum mudur peki? Tüm çalışanları ile kamu görevlisi olan bir yapının sivil toplum kuruluşu olarak lanse edilmesinden daha garip bir şey olabilir mi?.

Bardakoğlu bildirisinde, Diyanet'in ve kimi ilahiyatçıların dini yorumlamadaki çekincelerinin devletin baskısından kaynaklanmadığını, bu çekimserliğin İslami bilginin üretilmesindeki metodoloji ile bağlantılı olduğunu, kısıtlamaların gelenek ve tarihi mirastan kaynaklandığını söylüyor. Bardakoğlu Türkiye'de Diyanet ve İlahiyat Fakültelerinin (bu bağlamda İmam-Hatip Liselerinin) resmi din anlayışının oluşturulup halka sunulmasında ve tevhidi bir din algısının sulandırılmasının amaç edinildiği bir düşünce ile kurulduğunu üstünü örtüyor. Laik-Kemalist ilahiyat profesörlerinin dersler, konferanslar verdiği bir atmosferin devletin dışında geliştiğini düşünmek gülünç olur herhalde. Zekeriya Beyaz gibilere akademik ve idari payelerin bahşiş olarak verildiği ve gerçek anlamda olumlu adımlar atan akademisyenlerin barınamadığı bir İlahiyat fakültesinden sağlıklı bir bilginin üretilmesini beklemek normal dışı bir durumdur. Saf bir inanç sisteminin oluşturulmasında değişik bahanelerle çekimserlikten bahsetmek yerine bu tür bir gayretin olmadığını ifade etmek daha gerçekçi olacaktır. Kaldı ki bir düşüncenin savunucularının karşılarında mukavemet görmeleri çok normaldir. Asıl normal olmayan bu karşı duruştan korkan ve duruşlarını baskılara göre değiştirenlerdir.

Bardakoğlu, yukarıda İslami bilginin oluşturulmasında geleneklerin ve tarihi mirasın kendilerini olumsuz etkilediğini ifade ederken bu cümlelerin sonrasında ise "Diyanetin insanların dini tercihlerini tahrip eden politika izlemediğini, halkın inanç ve ibadetlerini küçümsemediğini ve özel bir dini model empoze etme politikası gütmediğini" söylüyor. Hem akademik olarak gerçek İslam'dan söz edeceksiniz sonrasında da halkın hurafelerle dolu din algısı ile bir sorununuzun olmadığını söyleyeceksiniz. Hem halkta yaşayan geleneğe sahip çıkacaksınız sonrasında da bunun bilgi üretmedeki en büyük engeliniz olduğunu ekleyeceksiniz. Tüm bu tutarsızlıklara, çelişkilere rağmen tutup "Türkiye de entelektüeller, alimler ve dini grupların liderlerinin görüşlerini özgürce ifade ettiklerini" söyleyeceksiniz. Bunları Amerika'da yabancılara karşı söylemek ve onları inandırmak kolay olabilir. Ancak tüm bu söylenenlerin gerçeği ifade etmediğini adımız gibi biliyoruz. Bardakoğlu, 17 Ağustos depremi ile ilgili yorumundan dolayı Mehmet Kutlular'ın hapsedildiğini unutmuş olmalı. Peki bir çok İslamcı yazar ve düşünürün rejimin kutsallarını eleştirdiği için DGM'lerde yargılandığını bilmiyor mu? 28 Şubat darbesi ile birlikte tüm İslami grup ve cemaatlere yapılan baskıları, iftira ve karalamaları da unutmuş olmalı. Türkiye gerçeklerini bile bile uluslararası bir konferansta Türkiye yi özgürlükler ülkesi gibi takdim etmek ne kadar ahlaki, bir akademisyen için etik değerlere ne kadar uygun bir davranıştır?

Bardakoğlu konuşmasının sonlarına doğru tüm İslam ülkelerine Türkiye deki Ilıman İslam'ın örnek olması gerektiğini ifade ederken İslam ülkelerindeki Müslüman alimlerin de artık baskıcı ve otoriter rejimleri desteklememeleri gerektiğini ifade ediyor. Jakoben bir anlayışa kurulan, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerini yaşamış ve halen daha MGK ile yönetilen bir ülkeden bir bürokratın tutup bir de " Türkiye deki Ilımlı İslam'ın nedeni 80 yıllık demokrasi geleneğidir" demesi ne kadar inandırıcı olabilir ki?

Son olarak Bardakoğlu "Diyanet, ılımlı ve hoşgörülü bir İslam'ı teşvik etmekte ve bu İslam kavramını kucaklamaktadır." diyor. "Diyanetin özel bir dini model empoze etme politikası gütmediği" vurgusundan sonra bildirisini Ilımlı İslam modelini kucaklayarak bitirmesi Bardakoğlu'nun bu konferansta sunduğu bildirinin kendi içerisinde çelişkiler ve tezatlar ile dolu olduğunun bir göstergesidir.2

Bardakoğlu'nun Bildirisinde Şekillenen 'Alim' Portresi

Bardakoğulu'nun şahsında teslimiyetçi, kimliğini ezilmişlik olarak algılayan statükocu bir alim tipini görmekteyiz. Müslüman kitleleri sömürge haline getirip öz kaynaklarını kendilerine akıtan, ruhlarını ve bedenlerini esirleştiren planların taşeronluğuna heveslenen insan tipi Tevhidi geleneğin her zaman diliminde karşılaştığı bir sorundur. Bu insan tipi, kendi dünyevi çıkarlarının gerçekleşmek ve egemen güçlere yaranmak için ne yazık ki İslam'ı da halkları ehlileştiren, uyuşturan bir din haline getirmek istiyorlar. Her gün dinde ruhban sınıfı yoktur diyerek rakiplerini bertaraf edenler emperyal güçlerin kendilerine tevdi ettikleri görevleri yerine getirmede çekimser bile kalamıyorlar. Hatta kraldan çok kralcı kesilerek Müslüman halkların ezilmişliklerini gizlemeye çalışıyorlar. İslami kimliğe yönelik baskıları ferdi birer olay gibi görüp yaşadıkları coğrafyada inanç özgürlüğünden dem vuruyorlar. İslam'ın hayatın her alanında hakim olması yerine değişik ideoloji ve izmlere yamayarak statükonun devamını sağlayan yardımcı güç şeklinde tutmak istiyorlar.

Diyanet ve Din

Hayattan soyutlanmış inançlar aynı zamanda pasifist bir tutum takındıklarında zulmü yeryüzünün her yerine yaymak isteyen, kana ve gözyaşına doymayan Firavun, Nemrut ve Ebu Cehillerin çağdaşlarının tam istedikleri birer din haline gelirler. Bu tanım içerisine her din ve inanç girebilir. İslam tarihine kısa bir bakış dinin kimlerin elinde kime karşı, ne şekilde kullanıldığını gösterir. Kendisini laik-ulus devlet olarak tanımlayan rejimlerde böyle bir dinin afyon özelliğini her zaman kullanıla gelmiştir. Dünyanın bir köşesinde halkları uyutmak için stadyumları beşik olarak algılayan faşist zihniyetle Müslüman kitleleri camilerde uyutan despotik rejimler benzerlik göstermekte.

Türkiye'de Diyanet İşleri Başkanlığı da halkı camilerde uyutma görevini üslenmiş, Müslümanların yeniden özgüven kazanıp dirilmelerini ve direnişi kuşanmalarını engellemenin yollarını arayan bir kurum şeklinde yapılandırılmıştır. Rejim tarafından kurulan ve örgütlenen bir yapının rejime muhalif söylemleri içinde bulundurması tabii ki olanaksızdır.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yıllardır Türkiye genelinde sürdürdüğü "devletin dini" projesinin Bardakoğlu'nun ABD ziyareti ile birlikte uluslar arası boyutlar kazandığını görmekteyiz. ABD-İsrail-İngiltere şer üçgeni tarafından piyasaya sunulan Büyük Ortadoğu Projesinde Diyanet İşleri de görev almaya hazırlanıyor. Diyanet, yerel düzlemde Kemalizm'e verdiği hizmetleri artık global düzlemde Amerikanizm ve Siyonizm'le paylaşarak icra etmeye soyunuyor. Bu şer güçlerin taşeronluğuna soyunmaya çalışıyor. DİB'in yönetici kadroları Fas'tan Endonezya'ya kadar tüm İslam alemini köleleştirmek isteyen bir projenin içinde bulunmanın ve önemli görevler ifa etmenin heyecanını taşıyorlar herhalde.

Bardakoğlu Konuştukça Netleşen Tablo

Bardakoğlu'nun Diyanet İşlerinin Başkanlığının kuruluşunun 80. yılında yaptığı basın toplantısında "Diyanet ve Genelkurmay Başkanlığı, Türk modernleşmesinin önemli iki kurumudur" şeklindeki sözleri ile rejimin dayanağı olan iki kuruma dikkat çekmesi sıradan bir vurgu olmasa gerek. Biri anayasal olarak rejimi kollamak ve korumak görevini üzerine alan TSK'dır. İkinci ise rejimin bekası için "devlet dini" oluşturmayı amaç edinmiş Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Bu cümlelerden yola çıkarak BOP ile birlikte strateji uzmanlarının3 vurguladığı bir olasılığa değinmek gerekir. Bu da Ilımlı İslam söyleminin BOP'un ana iskeletini oluşturduğudur. Hem demokrasi ve özgürlüklere vurgu hem de Ilımlı İslam söylemleri ile Ortadoğu yeniden dizayn edilmeye çalışılacaktır. Yani askeri gücün yerini din ve demokrasiye vurgu yapan yeni bir model alacaktır. Bu stratejik değişiklik Türkiye'deki dengelerde de ister istemez değişikliklere yol açabilecektir. Büyük Ortadoğu Projesinden en çok etkilenecek kurumların başında TSK gelmektedir. Tabii ki Ordu Türkiye siyasetinde dinin belirgin olmasını istemez. Son olarak üst düzey bir komutanın Ilımlı İslam projesinin Türkiye'nin laik devlet olması ile çeliştiğini söylemesi ve karşı tavır alması BOP ile değişebilecek dengelerden rahatsız olduklarının bir göstergesidir. Bu bağlamda AKP kadrolarının BOP'ta hem "Ilımlı İslam" hem de "muhafazakar demokrat" kavramları ile yer almak istemeleri Türkiye içindeki dengelerin siyasi iktidar üzerinde baskı kurduğu ifade edilen TSK aleyhine değişebileceği varsayımını ile alakalı olabilir. AKP kendi iktidarını garanti altına almak ve belki de Türkiye de TSK'nın belirleyici güç olma pozisyonundan çıkması için böyle bir proje içinde yer almaktadır. Ancak AKP dar anlamda kendi, daha geniş anlamda ise Türkiye'nin kazanımları için tüm İslam dünyasının esaretini yol açabilecek projelerin içine girmektedir. AKP kadroları BOP'un başarılı olamayacağı anlamalıdırlar. Ak Parti hükümeti, kendi siyasi çıkarları için İslam coğrafyası ve halkları üzerinde ABD menşeli toplum mühendisliği projelerinde taşeronluğa talip olmamalıdır.

Milliyet Gazetesinde Derya Sazak ile bir söyleşi gerçekleştiren Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun söylediklerini okurken dirilen ve direnen bir din yerine pasifize edilip, Müslümanların hayatı problemlerini çözmekle uğraşmayıp detaylar içinde boğulmak istenen, bataklığı kurutmak yerine tek tek sineklerle mücadele eden bir din algısını ile karşılaşıyoruz. Mesela şu satırları okuyalım: "Mesela kadına karşı kullanılan şiddet, töre cinayetleri var ve bu şiddet günümüzde bilhassa bizim doğu toplumlarında dinin de onayladığı bir şiddet olarak algılanıyor. Bizim bunu önlememiz, düzeltmemiz lazım... Müslümanlar kadının örtünmesini 14 asırdır dinin gereği olarak görüyorlar. Örtünmek dindarlığın yegâne şartı değildir... Siyasal rejimler ile dinleri örtüştürmemek ve yarıştırmamak gerekiyor... İslam bir ideoloji gibi ekonomik, siyasal bir sistem gibi uygulanmaya çalışıldı. Halbuki bu yanlıştı. Dinler birbiriyle, Hıristiyanlık, Yahudilikle mukayese edilebilir."4

Müslümanlar olarak töre cinayetlerini kınayalım. Kadını ikinci sınıf insan olarak gören anlayışlara da karşı çıkalım. Ama kızını başörtülü diye öldüren baba için de söylenecek sözlerimiz olmalı. Cevahir Çağlar için acaba Diyanet İşleri Başkanlığı basın açıklaması yaptı mı? Ya da Töre cinayetine kurban olan Güldünya Töre için Kutlu Doğum Haftası'nda etkinlikler düzenlemeyi ve bu olaya vurgu yapmayı planlayan Diyanet, başörtüsü ve İslami kimliği yüzünden babası tarafınan öldürülen bu bacımız için Kutlu Doğum haftasında ne yapmayı planlıyor? Peki Başörtüsü yüzünden işlerinden atılan, okullarına alınmayan Müslüman kadın ve kızlara ne demeli? Örtünmeyi Müslümanların icması gibi gören Bardakoğlu, Kur'an'da ki örtünme ile ilgili ayetleri (Nur, 31; Ahzab, 59 ) bilmiyor mu? Ya da biliyor da rejimin gazabına uğramamak için görmezlikten mi geliyor? İslam'ı sırf ibadete ve iyi ahlaka indirgemek, dinin siyasal, ekonomik, kültürel ve sosyal alanlardaki sözlerini kulağımızı tıkamak İslam'ı gökyüzüne hapsetmek değil midir? Bu anlayış İslam'ı laik, militer rejime göre dizayn etmek değilse nedir?

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu Kosova'da Sırplar ile Arnavutlar arasında yeniden başlayan çatışmalarda yakılan camii ve kiliseler ile ilgili bir basın açıklamasında bulundu. Bu açıklamada biri Osmanlı döneminden kalma olmak üzere iki caminin Sırplar tarafından yakılmasından duyulan derin üzüntü dile getirilirken etnik çatışmaların dinsel ve kültürel mirası yok ettiği ifade ediliyordu.5 Diyanetin camilerin yakılıp yıkılmasına olan tepkisi sırf Osmanlı mirası ile alakalı bir duyarlılık mıdır? Değilse Irak'ta bu açıklamadan sonra füzelerle vurulan ve içinde 40'tan fazla Müslümanın katledildiği saldırılar neden aynı şekilde kınanmadı? Irak işgal edilip tüm tarihi ve kültürel mirası Amerikalılar tarafından yağmalanırken aynı duyarlılığı neden göstermemiştir.

Ilımlı İslam Alimi ya da Direnen İslam Alimi

Bir tarafta Amerikanın BOP kapsamında faaliyete soktuğu El Hurra televizyonuna reklam verilmesini ve desteklenmesinin haram olduğu şeklinde fetva veren Yusuf el-Kardavi gibi bir alim. Diğer tarafta ise televizyonda etliye sütlüye karışmayan "Diyanet Saati" diye bir programın yapımcısı Diyanet. Bir tarafta Muhammed Hüseyin Fadlallah'ın, Büyük Ortadoğu Projesi'ne karşı tüm Müslümanların direnmesi ve birlik olması noktasında ki izzetli çağrısı. Diğer tarafta ise onursuz bir tutum takınarak İslam topraklarının istila edilip halklarının köleleştirilmesine karşı sessiz kalınmasının akademik çalışmalarını yürüten Diyanet. Bir tarafta Müslüman devletleri ve halkları Filistin direnişine destek vermeye, İsrail tarafından şehid edilen Şeyh Ahmed Yasin'in kısasının İsrail'den alınması davet eden alim ve düşünürler. Diğer tarafta ise Amerika ve İsrail'le dost olmaya ve onların cinayetlerine ses çıkarmamaya çağıran Diyanet.

Bildik bir ikilem ve tanıdık prototipler. Dünyevi menfaatleri ellerinin tersi ile bir kenara atmış, zalimlerin karşısında izzetli bir direnişin mücadelesini veren önder Müslümanlar ile hep zalimlerin yanında zelil bir şekilde görev bekleyen, kendisine hep işbirlikçiliği yakıştıran, dünya mevki ve menfaatlerini önceleyen sözde Müslümanların günümüze yansıyan görüntüsü.

Tahakküm Aracı Olarak Din

ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi ile temel hedefi; Müslümanların din algısının yeniden düzenlenmesi, İslam'ın sömürgeci sistemlere muhalif söylemlerden arındırılmasıdır. Türkiye ve Ortadoğu'da, halklarına rağmen iktidarı -dolayısı ile gücü- ellerinde tutan egemenler, her zaman kurguladıkları din anlayışlarıyla toplumu ve devleti şekillendirmek istemişlerdir. Şimdi bunu daha geniş ölçekte Amerika yapıyor. İslam dünyasındaki din algısının nasıl değiştiğine dair şu satırları aktarmanın faydalı olabileceğini umuyorum. "Türk/Selçuklu yükselişi ile birlikte Nizamülmülk, Abbasi/Fars unsurlarının dayandığı gruplara cephe aldı ve Eşariliği himaye etti. Çünkü Eşarilik anti-Mutezili ve anti-Şii/Batıni ve anti-Felsefi bir duruşa sahipti. Bunları himaye etmek demek, önceki Abbasilerin ve rakip Fatımilerin dayandığı ideolojiyi çökertmek demekti. Kısacası yeni siyasi güç kendi argümanları, uleması ve söylemleri ile geliyor ve eskiyi bertaraf ediyordu."6

Bu cümlelerden anlaşılacağı gibi her egemen güç ya da egemenlik iddiasında bulunan devlet kendi din anlayışını hakim kılmak istiyor. Abbasilerden Selçuklulara oradan da Osmanlıya geçen İslam adına saltanatın lokomotif gücü ile birlikte kendi din anlayışları da egemen olmaya başladı. Yine İslam tarihi bizlere siyasi mücadelelerin din algıları ile iç içe olduğunu göstermiştir. Din algısı bu mücadelenin bazen öncülü iken bazen de sonucu olmuştur. Günümüzde ise Amerika kendi hegemonyasını devam ettirmek için aynı geçmişte saltanat rejimlerinin kendi aralarındaki mücadelelerde olduğu gibi, direngen din anlayışının yerine Ilımlı İslam adı altında kendi kontrolünde, yine kendi menfaatleriyle çatışmayan bir İslam tasavvurunu empoze etmeye çalışıyor.

Tek Kutuplu Düzlemde BOP

BOP, ABD ve NATO'nun Soğuk Savaş sürecinde komünizmin yayılmasını önlemek için ortaya koyduğu Yeşil Kuşak Projesi'nin farklı bir versiyonudur. Dün, düşman ilan edilen komünizme karşı Yeşil Kuşak Projesi vardı; bugünse tek kutuplu dünyada Amerikan emperyalizminin devamı ve onun Ortadoğu'daki suç ortağı İsrail'in güvenliği için düşman ilan edilen İslam'a karşı yine İslam'ın kullanılmasından ibaret olan BOP var. Bu proje ile İslam dünyası içinde, Müslümanlar arasında bir çatışma ve kırdırma politikası hayata geçirilmek isteniyor. Belki şu an Ilımlı İslam söylemleri ile bunu akademik- kültürel alanlarda teorik bir çalışma olarak görsek de geçmişten gelen tecrübeler bunların iç savaşlara dönük, İslam toplumlarını yapay sorunlar ile uğraştırarak emperyal güçlerin sömürü çarklarını döndürmekte hiç de zorlanmayacağını söyleyebiliriz. Ürdün Kralı Abdullah'ın "Bizler ılımlı Müslümanlar, aşırılara karşı ayağa kalkmalıyız." çağrısı bu bağlamda düşünüldüğünde şer üçgeninin neler hedeflediği daha kolay anlaşılacaktır.

Akif Emre, yirminci yüzyılın başlarında İngilizler Osmanlı topraklarını parçalamak için Arap milliyetçiliğini körükleyerek birkaç aşiretin ayaklanmasını "köle bir halkın özgürlük mücadelesi" şeklinde aksettirildiğini ifade ettiği7 BOP ile oluşturulmak istenen yeni kimliklerin İslam toplumlarına vaat edilenlerin hiç birini getirmeyeceğini vurguluyor. BOP ile Arap milliyetçiliğinin yerini Ilımlı İslam ve "demokrasi ve özgürlük" kavramları almış bulunuyor.

Sonuç

Yeşil kuşak bir bumerang gibi şimdi Amerika'yı vuruyor. BOP ise askeri bir strateji olmanın dışında herhangi bir değişiklik göstermezse başarı şansı yok. Askeri gücü ile Ortadoğu'ya yön vermek ise ancak Amerika'nın kendi sonunu hızlandıracak bir süreçtir. İslam'ın kendi içinden çıkan farklı görüşler bile tüm İslam aleminde bir tahakküm kuramamışken dış patentli ve zora dayalı bir anlayışın başarı şansı sıfırdır. Bu proje Müslümanların zulme karşı olan reflekslerini ve karşı duruşlarını artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

İnsanlık tarihinin en büyük kırılma noktalarına şahitlik etmekteyiz. 11 Eylül ile başlayan bu süreçte İslam dünyası ABD emperyalizminin hedef tahtasında. Günümüz Müslümanları böyle bir ana şahitlik etmekteler. Bu bağlamda üzerlerine düşen şahitliği yerine getirmeleri gerekmekte. Nasıl tarih kitaplarında zamanın da belli kırılmaları yaşayan Müslümanların hepsinin onurlu bir tavır göstermediğini ve bazılarını şahitlikten kaçtıklarını okuyorsak şu an aynı şekilde daha elzem bir imtihan ile bizler karşı karşıyayız. Yerimizi, safımızı seçerken tercihimizin sonraki ümmetlere miras olarak neler bırakacağını düşünmeliyiz. Direnen bir İslam'ın Kelimeyi Tevhid ile bezenmiş izzetli sancağını mı teslim edeceğiz gelecek kuşaklara yoksa edilgenleşmiş bir dinin beyaz teslim bayrağını mı?

Diyanet İşleri Başkanı ve başında bulunduğu kurum ise böyle bir projede görev alarak çok büyük bir hata yapıyor. Kazanan taraf ise asla ve kat'a ABD ve işbirlikçileri olmayacaktır. Bu güne kadar tutmayan İslam'ın dizginlenmesi mayası bundan sonra da tutmayacaktır. Zulme karşı direnmenin onurunu ve izzetini tüm hücrelerinde hisseden muvahhid Müslümanlara esaret boyunduruğu vurmak imkansızdır. Zafer direnen ve hayatlarını Rablerine adayan İslam'ın ve Müslümanların olacaktır.

Dipnotlar:

1- Ali H. Aslan, ABD'nin Büyük 28 Şubat Süreci, 10.03.2004, Zaman Gazetesi

2- "İslam'da Ilımlılık" konulu uluslararası konferansta Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu tarafından sunulan bildirinin türkçe tercümesi, Ortadoğu Merkezi, Utah Üniversitesi, ABD, 21-22 Şubat 2004 - www. diyanet. gov. tr

3- Dr. Nihat Ali Özcan, Büyük Ortadoğu Projesi Türkiye'yi de Dönüştürür, 18.02.2004, Zaman Gazetesi

4- Derya Sazak, Bardakoğlu ile Söyleşi, 02.02.2004, Milliyet

5- Kosova'da Mabetlere Yapılan Saldırılar ile İlgili Diyanet İşleri Başkanlığının Basın Açıklaması. 19. 03. 2004, www. diyanet.gov.tr

6- İhsan Eliaçık, İslam'ın Yenilikçileri, c. 1, Söylem Yayınları, s. 534.

7- Akif Emre, BOP: Perde Açılıyor, 16. 03. 2004 Yeni Şafak

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR