1. YAZARLAR

  2. Haris Silajdic

  3. Bu Savaş, Normal İnsanlarla Vahşilerin Savaşı

Bu Savaş, Normal İnsanlarla Vahşilerin Savaşı

Eylül 1992A+A-

Bosna-Hersek'te tam olarak olan biteni anlatabilmek çok zor. Durumumuz çok kötü. Bizi haritadan ve tarihten açıkça silip atmaya yönelik bir teşebbüsle karşı karşıyayız. İğrenç suçlar işlenmekte, öyle ki tarifi bile imkansız benim için. Ve bunlar istisnaen işlenmiş suçlar de değil; Büyük Sırbistan'ı yaratmak için gerekli sözde etnik olarak saf bölgeler oluşturma hedefinin bilinçli adımlan. Amaç belli. Amaç Belgrad rejiminin ideologlarının planlarıyla örtüşüyor ve bu amaca ulaşmak için her şey göze alınmış ve her yol deneniyor.

Özetle, şimdiye kadar 50.000 insan öldü ve nüfusun en az üçte biri topraklarından uzaklaştırıldı. Özellikle Sırbistan ve Karadağ sınırlarında olmak üzere öyle bölgeler var ki, kimse oralarda neler olup bittiğini bilmiyor, ne gazeteciler girebiliyor buralara, ne de gözlemciler. Ölü sayısının çok daha fazla olmasından korkuyoruz. Bosna-Hersek'te 57 toplama kampı bulunuyor.

Şimdi soru şu: "Nasıl oluyor da medeni Avrupa'nın ortasında bunlar olabiliyor ve Avrupa devletleri niçin yeterli önlemleri almıyorlar?" Bu soruyu kendime de sürekli soruyorum. Bazıları bunun nedeninin nüfusun yansının müslüman olmasından dolayı olduğunu söyleyecektir, fakat ben buna katılmıyorum. Bundan daha fazla bir şey olmalı. Hırvatistan'ın Vukovar ve Dubrovnik şehirlerinin de saldırıya uğradığını hatırlamalıyız. Hırvatistanlılar müslüman değildi. Nüfusun neredeyse %100'ü Katolik'ti. Fakat uygar dünya Sırp tanklarının ezip geçmesini yine seyretmişti.

Bana göre bu durumun altında yatan şey kayıtsızlık ve ilgisizliktir ve değerler ve çıkarların, ilkeler ve çıkarların birbirine karıştırılmasıdır. Bu çok ciddi bir durum, çünkü hiç bir medeniyet, hiç bir insan ilkeler, değerler ve hayallere sahip olmaksızın yaşayamaz. Roma İmparatorluğu'nun başına gelen şey işte buydu. Arap-İslam imparatorluğumun, Osmanlı imparatorluğunun, İngiliz İmparatorluğu'nun karşılaştığı şey de buydu. Ve şimdi Batı da aynı şeyi yaşamaktadır. Batı'nın karşı karşıya olduğu durum da budur.

Fakat durumu siyah ya da beyaz olarak tanımlamak da pek doğru olmaz. Her Şeye rağmen kamuoyundan büyük destek görmekteyiz, basının geniş kesiminden de hakeza. Fakat ne yazık ki demokratik toplumlarda bu destek hükümet politikalarına henüz yansımamıştır. Bu apayrı bir soru işareti oluşturmaktadır, fakat örneğin şunu söyleyebilirim ki, ABD'de genel kamuoyu Avrupa'da olduğundan daha kolay harekete geçebilmekte ve sorular sorabilmektedir: "Bosna-Hersek'te tüm bunlar niçin oluyor? Bosna-Hersekliler dünyanın ve Sırpların kendilerine reva gördükleri bu uygulamaları hak edecek ne yaptılar ki?"

Tarihimize aşina olmayanlar için hatırlatmayı arzu ederim ki, Bosna-Hersek Avrupa'nın en medeni yerlerinden biridir. Yüzyıllarca biz farklı kültürlerden, farklı dinlerden, farklı etnik kökenlerden oluşan bir toplum olarak, sorunsuzca yaşadık. Sorun olduğunda da çoğunlukla dışarıdan taşınmışta. Orta çağ boyunca Bosna-Hersek bugünkü Sırbistan ve Hırvatistan'ı da kapsayan topraklar üzerinde nisbeten büyük bir devlet ve krallık olarak yaşamıştı ve bu durum -sanılanın aksine- hiç bir zaman tersi şeklinde gerçekleşmemişti. Bosna-Hersek hiç bir zaman Sırbistan ya da Hırvatistan'ın bir parçası olmamıştır.

Yakın zamanlarda Bosna-Hersek yönetimi uluslararası toplum tarafından kararlaştırılmış tüm şartları eksiksiz olarak yerine getirdi, istediğimiz, Bosna-Hersek'te gerçek manasıyla demokratik ve kimseye hiç bir şeyin tahmil edilmediği özgür bir toplum oluşturmaktı. Eski Yugoslavya'da komünist yönetimin çöküşünden sonra ortaya çıkan bu gelişmenin mümkün olabildiğince özgür ve demokratik olmasını hedefledik. Bu durumda, biz tüm kurallara uygun davranan tarafız, diğer tarafta ise şimdi "Yeni Yugoslavya" olarak adlandırılan ve tüm kuralları ihlal eden Sırbistan ve Karadağ bulunuyor. İnsan doğal olarak, cezalandırılması gerekenin Belgrad ve Titograd rejimleri olduğunu, Bosna-Hersek'in ise BM Tüzüğü 7. Bölüm 42. maddesi uyarınca korunması gerektiğini düşünüyor. Yapılan ve yapılmakta olan ise tam tersi. Şimdi tekrar soruyorum," biz bu muameleyi hak edecek" ne yaptık?

Tarih içinde Bosna'nın bir kısmını Vatikan, diğerini ise Osmanlı İmparatorluğu kontrol altında tutmuştur. İki durumda da Bosnalılar birbirlerine yardıma olmaya çalışmışlardır. Değişik kültür ve dine sahiptik, fakat aynı dili konuşuyorduk ve birlikte yaşadık. Yahudiler ve Macarlar gibi köken olarak Bosna'ya ait olmayanlar da her zaman korunmuşlardır. Osmanlı döneminde Yahudiler'e Bosna-Hersek emin bir sığınak olmuş ve ta ki Hitler gelene kadar bizimle birlikte güvenlik içinde yaşamışlardır. Müslümanlar, Yahudileri hayatları pahasına korumuşlar, yine Sarayova ve diğer şehirlerde müslüman olmayan halklar da onları korumuştur.

Bu toplum hoşgörü ruhuna sahip, şehirli bir toplumdur ve şunu da söylemeliyim ki birlikte yaşama konusunda asil bir ruha sahiptir. Bir dizi mekanik ilişkiler değil, toplumu yaşatan organik bir bağ oluşturmaya çalışmıştır her zaman.

Komünist rejimin çöküşü ve Tito'nun ölümünden sonra komünistler milliyetçiliğe sarıldılar, çünkü iktidarı sürdürmenin tek yoluydu bu. "İşçi sınıfı" gitti, "millet" kavramı geldi. Sırbistan'daki rejim özgür bir toplumda iktidar yarışını kazanamayacağını ve gelecekle baş edemeyeceğini anladığından yüzünü maziye çevirdi. Bunu önemle yaptılar, işe kralların kemikleriyle oynamakla, bir yerden diğerine taşımakla başladılar, sonra eski savaş hatıraları ve altın çağlar canlandırıldı. Ve bir düşman yaratılmaya çalışıldı, çünkü milliyetçilik düşmansız yapamaz, işte düşman da hazırdı, düşman "Biz"dik.

Daha büyük ulusları göze alamazlardı ve eski bir Sırp rüyası olan Büyük Sırbistan'ı canlandırmaya karar verdiler ve uygulamaya koydular. Çok "iyi" ve "yerinde" bir hesap yapmışlardı. Onları durdurabilecek tek güç olan Batılılar çeşitli nedenlerle müdahale etmezlerdi. Başkalarına değer vermeme nedeniyle; çıkarlar, değerler ve ilkelerin karıştırılması nedeniyle bir çok durumda ilgisizlik nedeniyle; yanlış önceliklere karar verilmesi nedeniyle ve bilgisizlik nedeniyle; gerçekten de hesap oldukça iyi yapılmıştı.

Eğer birisi bana, Avrupa'nın ortasında 50.000 kişinin öldüğünü, tahrip olmuş şehirlerin tanklarla ezildiğini, korkunç olayların yaşandığını fakat hiç kimsenin parmağını bile kımıldatmadığını söylemeye kalkacak olursa, ona "bunda senin de sorumluluğun var" derim. Ne kadar uygar(!) bir bölge burası değil mi?

Şimdi bol bol kınamalar, destek ifadeleri buluyoruz, fakat eylem, hayır. Yardımlar, havaalanının açılması gibi adımların büyük ölçüde Batı'nın vicdanını rahatlatma girişimleri olduğu açık. Buna katkıda bulunanların iyi niyetlerini sorgulamıyorum. Kesinlikle. Sarayova havaalanına yardım ulaştırmak için hayatlarını tehlikeye atanların cesaretine diyecek hiç bir şey yok, fakat genel yaklaşımın "yardım yolladık ya, daha ne yapalım" şeklinde olması çok kötü. Ya da tüm tarafların suçlanması yaklaşımım ele alalım. Bunun için hiç de zekice olmayan bir kalıp kullanılıyor, "Hiç bir taraf suçsuz değil!" Her ne anlama geliyorsa bu kalıp, Bosna'da ve Bosna'ya ilişkin organizasyonlarda çok yaygın olarak kullanılmakta.

"Hiç bir taraf suçsuz değil!" kendi içinde doğru olabilir, fakat hiç bir şey ifade etmiyor, eylemsizliği ve Bosna'da yaşananları görmezden gelmeyi kolaylaştırmaktan başka. Burada bir saldırganlık var! Burada bir kurban var!!

Açık ve inkar edilemez kanıtlara rağmen, topyekün bir bulanıklık söz konusu. Saldırganı da, kurbanı da eşitlemeye çalışmak adeta bir çılgınlık. Ve en çok rahatsızlık verici olan da bu. Oturup masum kadın ve çocukların doğranmasını seyredip ve hem katillere, hem de maktullere adil davranma pozlarına girmektense, "tamam, size yardım edemiyoruz" ya da "yardım etmek istemiyoruz, başınızın çaresine bakın" denilseydi çok daha insancıl bir davranış olurdu.

Bu bir iç savaş değil. Bu konu, bir İngiliz diplomatın söylediği gibi "bu bir iç savaş, öyleyse bırakalım kendileri çözsünler", şeklindeki bir mazareti haklılaştırmamalı. Sarayova'da Müslümanlar, Sırplar ve Hırvatlar ortak düşmana karşı savaşıyorlar. Nüfusun üçte birini Sırplar, daha azını Hırvatlar ve çoğunluğunu da Müslümanlar teşkil ediyor. Bu etnik bir savaş da değil; Yahudiler var, Macarlar var, başkaları da var, fakat asıl gruplar Hırvatlar, Sırplar ve Müslümanlardır.

Bu savaş normal insanlarla, saldırganlıkları hiç kesilmeyen ilkel vahşiler arasındadır. Sormak gerekiyor, bunlar nerede yetişti? Hangi ortam bunları büyüttü? Daha önce neredeydiler? Düşüncelerine ne oldu? Bunları yapmalarım kim söyledi? Sırp Patriği bunlara katliam yapmayı biz öğretmedik diyor. Peki kim öğretti? Ne oldu? Tüm bu sorulara cevap bulamıyorum. Bu yaratıkların yetiştirilmesinden kimi sorumlu tutmalı. Az sayıda da değiller. Bunlardan binlercesi hafta sonlarında Sırbistan ve Karadağ'dan Bosna'ya giriyorlar. Öldürüyorlar, çalıyorlar, arabaları, televizyonları, canlarının istediği her şeyi Sırbistan'a veya Karadağ'a götürüyorlar. Tüm bu yapılanlardan büyük bir utanç duyan bir Karadağlı ile konuşmuştum. Yapılanları biliyordu ve bana, kendilerini affetmeleri için ona yalvaran Karadağlıların resimlerini gösterdi. Eminim ki sonunda tümü Bosna'dan da af dileyecek, fakat bunun bize yararı olmayacak.

Bazılarınız Bosna'daki müslümanlar hakkında bilgi istiyorsunuz. Hatırlatmalıyım ki, Dışişleri Bakanı olarak ben Müslüman, Sırp ve Hırvat tüm Bosnalılar adına konuşuyorum. Bosna 1453 yılı civarında Osmanlı İmparatorluğu'na katıldı. Bosnalı müslümanların tümü Sünni ve Hanefi'dirler. Kanunlara saygılı, şehirli, nisbeten eğitimi özellikler taşıyan bu insanlar Bosna'nın yerlileridir. Değer yargıları ve karakteristikleri itibarıyla, orta sınıftan, şehirli bir müslüman toplumu olarak tanımlayabileceğimiz bu insanlar içinde ailevi değerler güçlü bir yer tutar. Bosnalılar aynı zamanda sanata ve edebiyata düşkünlükleri ve her şart altında kimliklerini koruyarak, bağımsız yaşamaya değer vermeleri ile de tanınmışlardır.

Bundan tam 50 yıl önce Sırplar ve Karadağlılar şimdi yaptıklarının aynısını, aynı yerlerde yapmışlar ve 120.000 kişiyi öldürmüşlerdi. Şu husus açık ki, bu tip vahşi ve ilkellerin yürüttüğü bir savaşta şehirli unsur kendini savunmayı pek beceremiyor. Öte yandan Bosna-Hersek Müslümanları bir barış ve düzen ortamında başarılı olabilmek için gerekli psikolojik ve sosyal donanıma fazlasıyla sahip ve belki de şimdi tamamen veya kısmen yok edilerek 50 yıl geriye götürülmeye çalışılmalarının asıl nedeni de bu.

Sırbistan rejimi ve yönetici sınıf ciddi bir sorunla yüz yüze. Komünist dönemde uzun yıllar ayrıcalıklı bir konum sürdürdüler. Hiç bir çaba sarfetmeleri gerekmiyordu, sıfır riskli bir sistem içinde her türlü imkana sahiptiler. Diğerleri, Bosna-Hersek'teki Hırvatlar ve Müslümanlar ise yarışmak ve çok çalışmak zorundaydılar. Komünizmin çökmesinden sonra, Sırbistanlı komünistler aniden uyanarak, kendilerini normal koşullarda hep geçecek insanlarla mücadele edemeyeceklerini anladılar.

İktidarlarını ve ayrıcalıklarını sürdürebilmenin bir yolu, diğerlerinin her şeyini sistematik olarak tahrip etmekti. Özellikle de ekonomilerini. Bosna ekonomisine şimdiye dek verilen zarar toplam 100 milyar dolardır. Hemen hemen ekonomik değeri bulunan her şey tahrip edilmiştir.

Bir diğer yol halkın kimliğini yok etmekti. Bu amaçla Bosna-Hersek'te 326 cami, kilise, manastır ve anıt tahrip edilmiştir. Yalnızca 326 yapıyı tahrip bile başlı başına bir meslek, bir iş demektir. Örneğin Foça şehrinin nüfusunun %75'ini müslümanlar oluştururken, bugün burada tek bir müslüman dahi kalmamıştır. Her şey yakılıp yıkılmıştır. Foça, Balkanlar'ın en güzel ve en değerli camisine sahipti bir zamanlar. Bu paha biçilmez tarihi yapılar değerler, tümüyle yakılmıştır. Öyle ki bir gün buranın ahalisi Foça'ya dönecek olsa, doğup büyüdükleri bu şehirlerini tanıyamayacaklardır. Amaç halkı yok etmek, ekonomilerini yok etmek, kültürlerini, tarihlerini, miraslarını, kimliklerini, her şeylerini yok etmektir.

Bununla birlikte üç milyon kişiyi öldürmek kolay değil. Zaman alır ve Batılı ileri yönetimler açısından sıkıntılara yol açar. Soykırım kamuoyunun gündemine artık girdi ve soruların sorulmasını önlemek çok zordur.

Öte yanda ise, Bosnalıların yaşama kararlılığı görülüyor. Hiç bir zaman camiden içeriye adımını atmayan bir müslüman ya da kiliseye asla gitmeyecek bir Katolik olarak dahi, Basnalılara özgü bir karakteristik olarak her şey yerli yerine oturduğunda daha büyük camiler ve kiliseler inşa edeceklerdir. Belki hiç gitmeyebilirler, ama mutlaka yapacaklardır. Bu genel olarak Balkan halklarının bir özelliğidir.

Bir çok bölgede dehşetli bir durum yaşanıyor. Uzunca bir süredir tanklar, uçaklar ve 3000'den fazla ağır silahla her şey tahrip ediliyor. Görünen o ki, uzunca sürecek bir savaş söz konusu. Masum siviller için daha çok acı, daha çok ölü ve daha çok yaralı göreceğiz; ta ki bir şeyler yapılana ya da İngiliz diplomatın söylediği gibi savaşan taraflardan biri tükeninceye kadar. Bunun hangi taraf olacağını tahmin etmek zor mu?

Her şeye rağmen bu yaşananlar, dünyanın sonu demek değil. Özellikle Allah'a ya da insanlığa ya da herhangi bir mukaddese inananlar ve değerler ile çıkarları birbirine karıştırmayanlar için.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR