1. YAZARLAR

  2. Maksud Cevadov

  3. Bosna’daki İslami Uyanışa Yakından Bir Bakış

Bosna’daki İslami Uyanışa Yakından Bir Bakış

Aralık 2010A+A-

Çağdaş İslami Düşünce Enstitüsü’nde araştırmacı ve analizci olarak çalışan Maksut Cevadov 2010 yılının Ağustos ayında Bosna’daki İslami uyanışın mevcut halini yerinde incelemek ve araştırmak için Saraybosna’ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu makale Bosna’daki Müslümanların karşılaştıkları süreçleri ve tehditleri analiz etmektedir.

Çev: Murat Yörükoğulları

Bosna’da gerçekleştirilen soykırım savaşı Bosna’daki Müslümanları ortadan kaldırmayı hedeflemişti. Amaç Müslümanların Avrupa’da İslami bir devlet kurma ihtimallerini ortadan kaldırmaktı. İslam karşıtı güçlerin bütün düşmanlıkları İslam’a ve Bosna’daki Müslümanlara yönelmiş olmasına rağmen, Bosna’daki İslami kuruluşlar kitlesel bir halk hareketi oluşturmada başarısız olmuşlardır. Bu yapılabilseydi İslami kuruluşların bütün dinî inanışların karşılaştıkları stratejik ikilemlere bir çözüm önerileri sunmaları mümkün olabilecekti. Bunun neden başarılamadığını anlamak için bu stratejik ikilemlerin ne olduğuna bakmamız gereklidir.

Stratejik İkilemler

Dayton Anlaşması 1995 yılının Aralık ayında silahları susturdu fakat beraberinde stratejik, siyasi, ekonomik, kültürel tehditleri getirdi. Müslümanlar, Ortodoks Sırplardan ve Katolik Hırvatlardan ve Müslümanlardan oluşan Bosna devletini bir bütün olarak tutmak zorunda oldukları için savaş sonrası Bosna’sının tehditleri doğrudan Müslümanlara yöneldi.

Ortodoks Hıristiyanlar kendilerini Sırp olarak tanımlarken, Katolikler de kendilerini Hırvat olarak isimlendirirler. Dolayısıyla devleti fonksiyonel halde tutmak Müslüman Boşnaklara kalmaktadır. Müslüman Boşnaklar Ortodoks ve Katolik Hıristiyanları bir arada tutarak birleşik bir Bosna oluşturma zorunluluğu ile karşı karşıyalar. Bosna’nın jeopolitiğini göz önüne aldığınızda bu oldukça zor bir yükümlülüktür.

Bosna’daki ayrılıkçı hareketlerle merkezî hükümet arasındaki mevcut güç dengesi Boşnakların birleşik Bosna’nın bağımsızlığını garanti altına alacak politikalar uygulamasına olanak sağlamamaktadır. Sözde uluslararası toplum Bosnalı güçler ırkçı-ayrılıkçı hareketlere karşı üstünlük sağlamaya başladığında sürece müdahalede bulunmaktadır.

Dayton’un maddeleri bir dizi kontrol ve dengeden oluşmaktadır. Avrupa’daki bir devlette Müslümanlar bir azınlık olmamalarına ve önemli güce sahip bir halk olmalarına rağmen Dayton düzenlemeleri Sırp ve Hırvat ayrılıkçılara bölücü politikalar uygulama imkânı sunmaktadır. Bu düzenlemeler Dayton Anlaşmasından ve bu anlaşmadan ortaya çıkan siyasi yönetim sürecinden kaynaklanmakta. Bütün Boşnaklar mevcut hükümet sistemini kötü olarak değerlendiriyorlar fakat şu anda bu sistem onlar için en iyisi. Dayton Anlaşmasına göre Hırvatlar, Sırplar, Boşnaklar 4 yıllığına kendi başkanlarını seçiyorlar. Bu başkanlar sırasıyla 8 aylık periyotlarla Bosna devletine başkanlık ediyorlar.

Bosna’daki hükümet ve parlamento dinsel bölünmüşlük temeline oturuyor. Kararlar çoğunluğun oyu ile alınır kabul edilse de 3 dinî gruptan biri herhangi bir kararı kendi çıkarını ileri sürerek engelleyebilmekte.

Ülke kendilerini yönetme hususunda geniş güce sahip iki federal varlıktan oluşuyor. Bosna federasyonu Müslüman-Katolik ittifakından oluşurken diğer federasyon ise Ortodoks Sırpların kurduğu Sırp Cumhuriyeti. Üstelik ülke birkaç kantona ve belediyeye de bölünmüş durumda ve ayrıca kendini yönetme hakkına sahip Brcko bölgesi de bu bölünmüş yapının bir unsuru.

Yerel bölünmelerin ötesinde bir diğer olgu da yabancı bir gücün ülkenin en güçlü makamını işgal etmiş durumda olmasıdır. Yüksek Temsilciler Ofisi, Barış Uygulama Konseyi tarafından tayin edilmektedir. Bu konsey ABD, Rusya, Fransa, Almanya, Britanya, İtalya, Kanada, Japonya, Türkiye ve Avrupa Birliği ülkelerinden oluşmaktadır. Yüksek Temsilciler kararnamelerle kanunları uygulama, yetkilileri görevden alma ve Bosna’da “barış ve refahı” engelleyen yerel liderlere ve partilere karşı tedbirler alma yetkisine sahiptir.

Ortodoks Sırplar, Sırp devletinden ve Batılı güçlerden aldıkları destekle başarılı soykırım politikaları uygulayan yerel ayrılıkçı liderler sayesinde yekpare bir görünüm arz etmekteler. Bu husus 1992-1995 yılları arasında Bosna’ya uygulanan ambargo sebebiyle pekişmişti. Sırp Cumhuriyeti için politikalar üretmeyi ve uygulamayı kolaylaştıran diğer bir husus da onların tek bir dinî gruptan oluşmalarıdır.

Müslümanların egemenliğindeki Bosna yalnızca Müslümanlar ve Katolik Hırvatlar olarak bölünmüş değil aynı zamanda çeşitli siyasi/ekonomik Müslüman gruplar olarak da bölünmüş durumda. Boşnakların en büyük şikâyetleri kendi seçkinleriyle ilgili. Nitekim seçkinlerin, siyasi gücü, kişisel servet edinmenin yolu olarak gördüklerini söylüyorlar. Son yapılan parlamento seçimleri bütün Müslümanlar için sadece Müslüman gruplardan birini tercih etmenin ötesinde bir anlam taşıyordu. Bu seçilenler birleşik Bosna’yı tesis edecek ve devletin etkili şekilde işlemesini sağlayacak politikalar uygulayacaklar.

Bosna siyasi sürecine katılan bütün güçler devleti, toplumu ve kendi siyasi platformlarını Batılı seküler düşünce yapısına göre tanımlamaktalar. ABD ve AB Bosna’daki bütün sosyo- politik güçlerin farklı şekilde düşünmelerini engelleyecek bir çerçeve oluşturmaya çaba gösteriyor. Entelektüel, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak bu grupların onların çizdikleri sınırın dışına çıkmamasını istiyorlar.

Şu bir gerçek ki Bosna, Batı’dan kendisini kesin bir şekilde ayrıştıramaz çünkü coğrafi olarak onun bir parçası konumunda. Buna rağmen Boşnakların sosyal ve ahlaki değerleri ve zihinsel bakış açıları batılı ya da kuzeyli komşularıyla aynı değil. Bosna’daki siyasi elitlerin cesaret ve güven eksiklikleri bu gerçeği görmelerini engellemekte ve kendi toplumlarını yabancı baskıcı güçlerin olumsuz etkisinden koruyamamakta.

Savaş sonrası Bosna’da özelleştirmedeki tecrübesizlik Washington’da ve Paris’te tasarlanan politikaların yerel gereksinimleri nasıl göz ardı ettiğinin bir örneğini teşkil eder. Sözgelimi USAID’in özelleştirme reformu adı altında emperyalist ekonomileri ekonomik çözüm olarak uygulama ısrarı ekonomide durgunluğa yol açmış ve ülkeden sermayenin kaçışına sebep olmuştur. Daha iyi mali sonuç, yüksek istihdam ve ekonomide artan etkinlik elde edilememiştir.

Savaş sonrası Bosna’nın karşılaştığı stratejik, sosyal, siyasal ve ekonomik problemlerin kaynağı sosyo-politik aktörlerin bilinçaltında AB ve ABD’yi kendilerinden üstün görmeleridir. Sözde medeni Batı tarafından dikta edilen bu tarz politikaların körce kabulü Bosna’yı sürekli bir gerginlik hali içerisinde bırakmaktadır. Batı’nın temel hedefi Bosna’daki en büyük dinî grup olan Müslümanları bir Avrupa ülkesinde iktidara gelmekten alıkoymaktır. Boşnaklar Avrupa’nın bir parçasıdırlar ve onların iktidara gelme haklarının yabancı müdahalesiyle yok sayılması, durumu daha da kötüleştirecektir.

İslami Hareket Nerede?

Bosna’daki saha araştırmaları, İslami fikir ve pratiklerdeki uyanışın kesinlikle artış gösterdiğini ortaya koymaktadır. Lakin bu uyanış devletin karşılaştığı sorunlara bir çare üretememektedir. İslami örgütlenmelerin ve aktivistlerin entelektüel seviyeleri yüksek olmasına rağmen onlar İslam’ın manevi ve ideolojik gücünü sosyal ve yönetimsel güce çeviremiyorlar. Bunun sebebi onların vizyon ve stratejiden yoksun olmalarıdır. Ayrıca yabancı müdahalesi bu başarısızlığın en temel sebeplerinden birisidir. İslami direniş geçmişine sahip halk figürleri kamusal alandan ya izole edildiler ya da uzaklaştırıldılar. Onlar Dayton Anlaşmasıyla oluşturulan dengeye engel oluşturuyorlardı.

Komünist yönetim altındaki Bosna’da İslami dirilişin yaygınlaşması için mücadele eden Genç Müslümanlar Teşkilatı şu anki Bosna’da ya çok az rol alıyor ya da hiç. Onların geçmişte yaptıkları şey İhvan-ı Müslimin’in Mısır’da yaptığının küçük çaplı bir örneğiydi. Onlar İslami değer ve pratiklerin tebliğ edilmesi hususunda yoğunlaşmışlardı. Böyle bir geçmişe sahip teşkilat Bosna’daki Müslümanların, Hırvatların ve Sırpların günlük hayattaki ekonomik, politik ve sosyal problemlerini çözebilecek en önemli güçlerden biri olabilirdi.

Bosna’daki İslami hareketin karşılaştığı en büyük sorun devlet işleyişindeki pratik eksikliğiydi. Saraybosna’daki İslami hareketin aktif bir üyesi kendisiyle yapılan bir röportajda şunları dile getirdi: “Sosyal alanda pasif olma zihniyeti işsizlik ve yolsuzluk gibi meselelerin İslami kuruluşların değil devletin meselesi olduğuna dair yanlış inanıştan kaynaklanmaktadır.” Bu tarz dar düşünce İslam’ın Bosna’nın karşılaştığı problemlere çözüm bulmada kaynaklık etmesini engeller. İslam’ın çözüm önerilerini pratik olarak topluma gösteren İslami kuruluşlar yok değil. Sözgelimi “Nahla” ve “Kevser” temelde dikkate değer çalışmalar ortaya koyuyorlar. Nahla özellikle kadın meselelerine, eğitime, insanları iş dünyasına hazırlama ve dinler arası diyalog konularına yoğunlaşmış durumda. Nahla ve benzer hareketlerin toplumda sayısı çok az. Üstelik onların bu çalışması Bosna Hersek İslam Topluluğu tarafından desteklenmiyor. Bu yapı resmi bir makamdır. Bu kurum Bosna’da “Riyaset” olarak isimlendirilir.

Bu yapı Müslüman sivil toplum aktivistleriyle Bosnalı Müslümanlar arasında bağlantı işlevi görmektedir. Bu ABD ve AB tarafından tasarlanan devlet bürokrasisidir. Riyaset ayrıca dış kuruluşlar ve Müslüman ülkelerle bağlantılı çeşitli İslami kuruluşlar arasında dengeleyici bir rol oynamaktadır. Riyaset bütün bunlara ilaveten iktidar içerisindeki Batılılaşmış farklı görüşteki Müslüman seçkinler arasında da gayri resmi bir aracılık işlevi görmektedir. Bosna’nın jeopolitik gerçekliklerini hesaba kattığımızda Riyaset’in bu açıdan iyi bir iş yaptığı görülmelidir. Fakat burada esas sorun Riyaset’in ABD ve AB tarafından çizilen çerçevenin dışına çıkmamasıdır. Yapı mevcut rolünden hoşnut görünmekte. Bu durum stratejik seviyede onun itibarını ve gücünü test etmeye engel teşkil etmektedir. Riyaset kendi konforlu bölgesinde hareket ediyor ve rolünü genişletmekte kendini zorunlu hissetmiyor ve kendisinden liderlik ve yönlendirme bekleyen İslami kuruluşlara karşı bir mecburiyet duymuyor.

İslam tarihinden öğrendiklerimize göre bir devleti başarılı bir şekilde yönetmek için çoğunluk olmak gerekmemektedir. Peygamber (s) Medine’deki devleti Müslümanlar azınlıktayken kurdu. Peygamber’in (s) sosyal, siyasal ve ekonomik programı aralarında müşrikler ve Yahudilerin de olduğu birçok insana cazip geliyordu. Müşrikler ve Yahudiler “Medine Vesikası” vasıtasıyla Peygamber’in (s) yönetimini kabul etmişlerdi. Peygamber’in (s) programı doğruluk ve adalet üzerine bina edilmişti. Kaldı ki Müslümanlar Bosna’yı 1463 yılından 1878 yılına kadar yönetmişlerdir ve bu yönetim süresince Müslümanlar yalnızca iki yüz yıl çoğunluğu oluşturmuşlardır. Bu durum göstermektedir ki İslami ilkeler ve düzenlemeler üzerine inşa edilen adil ve mantıklı sosyo-politik bir program Müslüman olmayanlara da cazip gelebilir. Lübnan bu hususta çağdaş bir örnektir. Hizbullah, Michel Aoun’un liderliğindeki en büyük Hıristiyan blok ile ittifak yapmıştır.

Ayrılıkçı Sırp Ortodoks Hıristiyanların lideri ve Bosna devletinin en ateşli muhaliflerinden Milorad Dodik 2009 yılında şunları söyledi: “Bizler (Sırp ayrılıkçılar) Dayton’un altını oymuyoruz.” Bu ifade göstermektedir ki Bosna devletinin düşmanları Dayton’un çatısı altında hareket etmek istemektedirler. Onlar böylelikle Bosna’nın altını oyacaklardır ve onun gelişmesini içten engelleyeceklerdir. Bütün bunlardan dolayı Bosna’daki İslami hareket eski düşüncelerinden sıyrılmalı ve diğer dinî tarafları etkileyecek ve onlara fayda sağlayacak şekilde kendini değiştirmelidir.

Dayton sürdürülebilir değildir, çünkü ABD ve AB, Bosna devletinin uzun süreli partnerleri değillerdir. Onlar Bosna’yı İslam’a karşı açtıkları küresel savaşın ön cephesi olarak görmektedirler. Bosnalı Müslümanlar bu gerçekliği göz ardı etmemelidirler. Dayton sonrası düzenin hedefi Bosnalı Müslümanların Bosna’da hâkim güç olmasını engellemektir. Bosnalı Müslümanlar aktif olarak iktidara katılmadıkları sürece Bosna fonksiyonel bir devlete sahip olamayacaktır ve Bosna’nın bütünlüğü sağlanamayacaktır. Bosna nüfusunun %65’ini siyasi baskı altında tutarak devletin çalıştırılmasını sağlamak ve bunu ummak mümkün değildir.

Bosnalı Müslümanlara karşı silahlar ve bombalarla yürütülen sert savaş 1995 yılında sona erdi. Fakat siyasi mekanizmalar, sosyal dengesizleştirmeler ve diplomatik baskılarla yürütülen yumuşak savaş hâlâ devam ediyor. Bosna’nın sahip olduğu sert jeopolitik gerçeklik Bosna devletinin zayıflatılmasında kullanılacaktır. Ancak evrensel İslami idealler temel alınarak oluşturulacak rasyonel politikalar emperyalist güçlerin Hırvatları, Sırpları ve diğer Bosnalı unsurları kaldıraç olarak kullanmalarını engelleyebilecektir. Bosnalı Müslümanlar İran, Türkiye ya da Lübnan deneyimlerini taklit edemezler. Onlar faaliyette bulundukları çok farklı çevreyi dikkate almak zorundadırlar. Fakat bu şu demek değildir ki; Boşnaklar baskıcı emperyalist güçler tarafından kuşatılmalı ve onlar en temel haklarından vazgeçmeliler.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR