1. YAZARLAR

  2. Bahadır Kurbanoğlu

  3. Bir Devlet Yönetme Yöntemi Olarak Şemdinli

Bahadır Kurbanoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Bir Devlet Yönetme Yöntemi Olarak Şemdinli

Aralık 2005A+A-

Son aylarda Şemdinli-Yüksekova-Hakkâri ve Van çevrelerinde faili meçhul patlamalar olmuş ve bu patlamalar kamuoyunun gündemine "PKK'nın iç hesaplaşması şeklinde sunulmuştu. Şemdinli'de 9 Kasım günü ve ardından yaşanan hadiselerin ilk saatlerinde de aynı tarz yorumlar, çoğunluğu suskun olan basının bazı kesimlerince "PKK'nın vergilendirmedeki iç hesaplaşması" şeklinde yorumlanmıştı. Hatta aynı kelimeler Hakkari Valisi'nin ağzından da dökülüvermişti.

Ancak olayın faillerinin kimlikleri ve ardındaki güçlerin kirli çamaşırları o kadar süratli etrafa saçıldı ki, olayda kullanılan arabanın şase numarasından tutun, bagajında ele geçirilen deliller vb. olayı bizzat yaşayan halkın ilk dakikalarda başlayan müdahalesi sonucu, yetkililerin açıklamalarından birkaç adım önde olmak koşuluyla basına sunuluverdi.

Failler ve ardındaki güçler bu defa kelimenin tam anlamıyla çuvallamışlardı. Yapılan hesapların tutmaması, çetecileri bir kaç adım daha geriye götürmüş, son aylarda gerçekleşen olayların da aynı adresçe planlanıp icraata konulduğuna dair kanaatler ve hatta deliller büyük bir hızla ortaya saçılıvermişti.

Mesela Tanju Çavuş isimli uzman çavuşun halkın üzerine açtığı ateş sonucu yaralanan Kerim Kaçar adlı vatandaş, bayramdan önce meydana gelen ve altmış yedi işyerinin zarar gördüğü olayda, maç saati olmasına rağmen daha önce hınca hınç dolu olan askeri garnizonun boş olduğu, bunun da kendisinde askerin olaydan önceden haberli olduğuna dair kanaat oluşturduğundan söz ediyor. Daha da önemlisi Jandarma aracıyla ilgili, Hakkâri İl Jandarma Komutanı Albay Erhan Kubat imzalı, 7 Kasım ve 9 Kasım 2005 tarihli iki görevlendirme yazısı da araçta halk tarafından ele geçirilen belgeler arasında yer alıyor.

Jandarma Genel Komutanı Fevzi Türkeri'nin "lokal bir olaydır" tanımlaması hiç şüphesiz, "itirafçı bizi kandırdı" diyen JİTEM görevlilerinin ya da "Ankara bizi yalnız bıraktı psikolojisiyle, PKK'yla mücadelede intikam tugayları oluşturan yerel yapılanmalar" yorumlarıyla örtüşen, tam bir dezenformasyon mahsulü.

Mutkili Ali namıyla bölge insanının da yakından tanıdığı, İtirafçı ekibinin başında yer alan ve olayın failleri arasındayken özel harekatça koruma çemberine alınan Ali Kaya'yı Org. Büyükanıt'ın tanıdığını ve beraber çalıştıklarını ifadelendirmesi ise, fotoğrafı netleştiren başka bir ayrıntı.

Doğrusu, yaşanan olaylar bir ilki ifade etmiyor; hatta bölge insanı açısından son aylarda yaşanan olaylar da hesaba katılırsa vakayı adiyeden bile sayılabilir. Sorumluların nispeten olayın üzerine kararlılık ve basiretle gitmeleri ve olayın üzerinin örtülmemesi için gösterilen çabalar da belki bununla açıklanabilir; bölge insanı kimin ne yaptığının ve olayların ardında kimlerin sorumlu olarak bulunduklarının fazlasıyla farkında. Roj Tv'de yayınlanan gösterilerde on üç on dört yaşlarında bir çocuğun taşıdığı döviz, halkın sadece olaylarla ilgili değil, sorunun çözümüyle de ilgili olarak da net bir tutum içinde olduğunu yansıtır mahiyetteydi;

"İnsan öldürmekle, orman yakmakla, inkarla, tecritle çözüm olmaz, diyalog hemen şimdi."

Devlet Çözümden Yana mı?

1992 Nevruz'unda Şırnak'ta "PKK, Şırnak'ı bastı" diyen devlet güçleri kenti kurşun yağmuruna tutmuş, havan ve tanklarla kenti vurarak halkı göçe zorlamışlardı. O günlerde PKK'yı özgürlük savaşçıları olarak gören ve resmi söylemlerinde de TC karşıtı açıklamalarda bulunan AB ülkelerinin bugünkü tavrı, konjonktürel de olsa resmi anlamda farklılaşmış görünmekte. Elbetteki bunda 11 Eylül olaylarının ardından değişen "terörle mücadele" konsepti, Irak savaşı ve TC'nin AB sürecinde izlediği politikaların ilgisi var. Son aylarda yaşanan olaylarla ilgili yayınlanan resmi AB raporunda, bombalama olaylarından PKK'yı sorumlu tutarak, üstelik Kürt kelimesini de kullanmaktan kaçınarak "Bölgede şiddetin sorumlusu PKK'dır" demesi, demokratik çözüm ve yeniden yapılanmaları TC'ye dayatan AB'nin, bu olaylarda kullandığı siyasi üslubun, Erdoğan'ın "Kürt Sorunu"nu çözmeye matuf arayışlarla bölgeye yaptığı ziyaretler arasında bir bağ olup olmadığı sorusunu gündemleştirmekte. En önemlisi bu raporun bölge üzerinde hesapları olanları cesaretlendirmesidir.

PKK Konre-Gel'in "HPG Online" adlı internet sitesinde TSK'nın kendileriyle diyalog kurmaması eleştirilirken, PKK'nın kan dökülmemesi, Federalizm ve demokratik çözümden yana olduğu vurgulanırken ortaya konulan tutarlılığın ölçüsü neyse, aslında devletin de PKK ile mücadele adı altında yıllardır bölge insanı üzerinde yoğunlaşan baskı, inkar ve tecrit politikalarının nihai amacı aynı.

Bir ülke düşünün ki hükümetin başı memleketin kanayan yarasına melhem olma amacıyla adım atmaya çalışırken, düzenin efendileri istikrarsızlık ve terör eylemlerinden medet ummakta. Şüphesiz asıl politika belirleyicilerin ve hatta hukukun üstünlüğünden dem vururken anayasa üstü yasalarla (Milli Güvenlik Siyaset Belgesi) ülke yönetenlerin fiiliyatta uyguladıkları yöntemler, kurdukları teşkilatlar ve bu teşkilatların içindeki insanların dokunulmazlıkları asıl belirleyiciler olmakta.

Bu politikalar bazen köy yakmalar ve boşaltmalar, gazete binalarının bombalanması, siyasetçilere dönük suikastlar olurken; bazen de uyuşturucu kullanımı ve fuhşu emniyet güçlerinin göz yummasıyla yaygınlaştırmak olabiliyor.

Org. Büyükanıt bazı medya kuruluşlarının üst düzey yöneticilerini olayların üzerine fazla gitmekle suçlarken, "terörle mücadelede her türlü hukuksuzluk ve illegal örgütlenme meşrudur; bunun üzerine gitmek vatan hainliğine kadar varır" şeklindeki tarihi yargının biraz daha yumuşatılmış bir versiyonunu mu seslendirmekte.

Geri Adım Atılmamalı

Şüphesiz, sistemin sorunları söz konusu olduğunda bazen tarafsızlık kılıfına sığınan, zora düştüğünde ise mevcut kurumlardan yana tavır almak zorunda olan hükümet güçlerinden ani çözümler beklemek oldukça güç. Hele hele buna bir de RP örneğinde olduğu üzere "fasa fiso" söylemleri eklendiğinde, tutarlı ve kararlı bir çizgi tutturmak oldukça zor görünüyor.

"Acaba Şemdinli gibi olaylar geçmişte de yaşandı mı? Veya geçmişte yaşanan olaylar gibi yeni bir olayla mı karşı karşıyayız? Tüm bunları tam başlangıcından alıp bir sonuca ulaştırmak istiyorum inanıyorum ki bu dönemde bunu başaracağız." diyen Bülent Arınç'ın çıkışı, temsil ettiği makam açısından önemli. "Konuyu meclisimizde bir araştırma komisyonu kurulması vasıtasıyla enine boyuna önümüzdeki günlerde görüşeceğiz" diyen Arınç'ın JİTEM konusuyla ilgili olarak da; "Böyle bir kuruluş var mıdır, görevine devam etmekte midir? Hangi görev kendisine verilmiştir? Kuruluşundan bu yana hangi eylemleri, operasyonları yapmıştır? Veya hangi görevle kendisine yükümlülükler verilmiştir? Bu kuruluşla ilgili olarak her hangi bir araştırma vesaire bir endişe taşınmakta mıdır? En azından, var mıdır bu kuruluş? Bu açıklama kamuoyuna yapılırsa ben bir takım soruların ortadan kalkacağına inanıyorum". şeklinde bir açıklama yapması önemli, ancak yeterli görülmemeli. Bu hususla ilgili olarak Susurluk davasında hüküm veren mahkeme heyetinin raporunu hatırlamakta fayda var;

"... Silahlı teşekkülün ancak bir bölümü yargılanmıştır; devletin koruma kalkanı bazılarını korumakta ve bu hukukun üstünlüğü ilkesine zarar vermektedir; bu çerçevede yasa dışı uygulamalar, keyfilik vardır. Suç işleyen yüksek bürokrat ve siyasetçiler de yargı önüne çıkarılmalıdır. Ama bunu engellemek için siyasi ve yasal düzenleme manevraları yapılmaktadır..."

Yeni Terörle Mücadele Yasası da aslında raporda ifade edilen endişelerin üzerine çöreklenecek bir yapıya sahiptir. Bu minval üzere çetelerin üzerine gitmek, faillerin tutuklanması ve hatta suçlu ilan edilebilmeleri zorlaşacaktır.

Vali'nin inkar ve yönlendirme, Cumhuriyet savcısının delil yetersizliği savunularının yaşandığı ve her şeyin gün gibi aşikar bir şekle dönüştüğü Şemdinli olayında bile gayr-ı hukuki gelişmeler, olayların sıcaklığına rağmen yaşanmaya devam ediyor. Yarbay rütbesiyle emekli olan Av Mehmet Göçmen'in "zanlılar"ın savunulmasında görevlendirilmesi bu gerçeğe tekabül ediyor. Oysa Ali Deniz, Özcan İldeniz ve İtirafçı Veysel Ateş'i savunmak için atanan Göçmen'in bizzat kendisi şaibeli bir kişi. Doğu ve Güneydoğu'da görev yapan Göçmen'in adı Mardin'de 1992 yılında bir köy yakılması iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları mahkemesinde açılan davada geçiyor. Henüz sonuçlanmayan davaya ilişkin TC tarafından verilen savunmada Mehmet Göçmen'in o dönem yüzbaşı rütbesiyle Mardin İl Jandarma Komutanlığı'nda görev yaptığı belirtiliyor.

Aynı Jandarma olayla ilgili delil toplama işini de üstlendi. Bu şu demek; "Suç işleyen örgüt, kendi suçlarıyla ilgili delil toplayacak". Olaylar esnasında suçlu olduğu halde halkın gözü önünde salıverilen faillerin olduğunu düşündüğümüzde, bu delillerin hangi şartlarda toplanacağını varın düşünün. Mesela YÖK'teki kurum içi soruşturmalardan bugüne dek hangi sonuç alınmış ki bu olayla ilgili kamu vicdanını rahatlatacak bir sonuç çıkabilsin.

Sonuç

Cenazelerini taşıyan topluluğun üzerinde alçak uçuş yaparak tehdit eden bir devlet aygıtı ve bu mekanizmanın bile isteye oluşturduğu, fiiliyatta da eylemlerine devam eden, Kontrgerilla ve JİTEM tarzı örgütlenmelerin varlığını devam ettirdiği bir süreçte, halkın olaylar karşısında gösterdiği duyarlılık ve kararlılık yadsınamaz. Şüphesiz çözümün tarafları kirli savaşın iki ucundaki güçler değildir. Hele hele hukuksuz yapılandırmaların tasfiye edilemediği, tersine bir devlet politikası olarak hükmünü sürdürdüğü vasatta, despot, seküler ve ırkçı kesimlerin çözüm aradıklarına dair bir gelişme de gözlenmemektedir. İstikrarsızlık, imha ve tehcir gerek yerel, gerekse uluslararası bazı güçlerin ekmeğine yağ süren politikalar olarak devam edeceğe benzemektedir.

Anaların feryatlarından rant sağlayan örgütlerin üzerine gitme, onları deşifre etme ve adil mahkemelerde yargılama cüreti gösterilmediği müddetçe, bataklık nice sinekler üretmeye devam edecek ve belki kim bilir, bugün biraz sineye çekilmiş görünse de yarın Güçlükonak'ta, Lice'de, Kızıltepe'de, Nusaybin ya da Şırnak'ta kaldığı yerden devam edecektir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR