1. YAZARLAR

  2. Musa Üzer

  3. Bir Acayip Bildiri Ya da Masallar Diyarına Giden Yol

Bir Acayip Bildiri Ya da Masallar Diyarına Giden Yol

Ekim 2013A+A-

Bir metnin altına imza atarak bildiri yayınlamaya pek hevesli galiba bazı insanlar. Ortak bildiri yayınlanabilir elbette. Ama her nedense pratikte bir şey yapmadan bir imza ile işi halletme naifliği yaygınlaşmış durumda. Bildiri imzalayan kişinin kendini önemsemesi ise çok hoş doğrusu! Bir şey mi oldu ya da olma ihtimali mi var? Hemencecik ortak imzalarla hazırlanmış bildiriler yayınlanarak kamuoyuna steril duruşlar pozu veriyor aydınlarımız ya da aydın olma heveslilerimiz. Umumiyetle ve ne tesadüftür ki hep aynı isimler harf sırasına göre yan yana gelerek uçurumun eşiğindeki kamuoyunu aydınlatırlar. Varsın fazlasıyla bayatlamış tezlerin tekrarından başkaca bir şey çıkmasın karşımıza!

Suriye’de Esed rejiminin kimyasal silahlarla saldırısının ardından gündeme gelen uluslararası müdahale tartışmalarında da “Üçüncü Yol Mümkün!” çağrısıyla böyle bir bildiri yayınlandı. Sol-sosyalist kimlikleriyle bilinen Hayko Bağdat, Aydın Çubukçu, Şebnem Korur Fincancı, Gencay Gürsoy, Nuray Mert, Sırrı Süreyya Önder, İzzettin Önder, Sezgin Tanrıkulu, Zeki Kılıçaslan, Ömer Laçiner gibi isimler yanında bir şekilde İslamcı mahallede yer alan Cihan Aktaş, Ümit Aktaş, Mehmet Bekaroğlu, Ayhan Bilgen, Ali Bulaç, Mehmet Efe, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Ahmet Faruk Ünsal gibi isimlerin de imzası yer alıyordu bu bildiride.

Siyasal Bidatin Yoldan Çıkardığı

Yüz bin insanın katledilmesine sessiz kalanlar hatta Baas lobisi adına çalışma yürütenler muhtemel bir saldırıyı bahane ederek insanların aklıyla dalga geçercesine “Savaşa Hayır!” söylem ve eylemlerinde bulunabiliyorlar. İster Türk ister Kürt sol-sosyalisti olsun ajitasyon ve propagandayı temel çalışma prensibi edinmiş bütün siyasal çevreler tam bir ahlaksızlık örneğiyle elindeki bombayı gizleyerek barış edebiyatı yapabiliyor. Katil yüzlerini, katliamlarını, faşistliklerini gizleyerek iş yapan bu çevrelere söylenecek çok fazla bir şey yok. Sözümüz Müslümanların yakasını bırakmayan, Müslümanların sırtından bir yerlere gelen ve gelmeye çalışan kişilerin pervasız yanlışlıklarınadır. Suriye direnişinde çuvallayan ve affedilmesi güç yanlışlıklara imza atanların İrancı kimlikleri, mezhebî aidiyetleri ya da farklı siyasal hesap-çıkarlardan kaynaklı bu olumsuzluklara imza atmalarını bir kenara bırakırsak “saf” bir şekilde metin tenkidi yapacak olsak dahi yatacak yerleri yok. En hafifinden siyasal kimliğini, perspektifini sol ya da liberal kimliğin şemsiyesi altında oluşturmuş, siyasal-sosyal bütün hadiselere onların gözüyle bakan bir vasat karşımıza çıkıyor. Ve bu durum bugünün meselesi de değil üstelik.

Kur’an çalışması yapmış, siyeri sahih kaynaklardan okumuş, akaidinin tevhid üzere olmasına çaba sarf edenler birçok alanda çok rahatlıkla bidat ve hurafeyi tespit edebiliyorlar. İş siyasal-sosyal alanla ilgili olarak bidatleri, hurafeleri tespite gelince aynı hassasiyet çoğu zaman gösterilemiyor. Hele hele on binlerce insanın katledilmesi karşısında katillere, işbirlikçilerine söz söylemeyip Müslümanlar ve mazlumlar hakkında rahatlıkla iftira ve çamur atmanın, karalamalarda bulunmanın basit bir siyasal tercih ya da tavır olmasının ötesinde doğrudan Müslümanın akaidine taalluk eden boyutunun olduğunun net bir şekilde ortaya konulması gerekiyor.

‘Yol’unu Kaybetmiş Garip Ne Yapsın?

“Üçüncü Yol Mümkün!” bildirisi “İslamcı” bir kalemin elinden çıkmış olmalı. Çünkü bu kadar çelişki, bu kadar tenakuz; hem nalına hem mıhına vurmalar ancak “İslamcı” aydın familyasında görülebiliyor. Zaten bu bildirinin hemen öncesinde aynı üslup ve içerikte Mazlumder Genel Merkezinde konuyla alakalı bir bildiri yayınlanmıştı. Önce bu üçüncü yol meselesinden başlamak gerekir. İmzacılar kısaca diyor ki; “Askeri müdahaleye karşıysan eli kanlı diktatörden yanasın, deniliyor. Hayır; diktatörlüğü de, diktatörün yaptığı katliamları da reddediyoruz. Aynı şekilde Suriye’nin bombalanmasını, işgal edilmesini de asla kabul etmiyor, çözüm olarak görmüyoruz. Bir üçüncü yol mümkündür. Bu yol, düşmanlık değil kardeşlik, savaş değil barış, diktatörlük değil demokrasi yoludur.” Dikkat edilirse yolların hiçbirinde üç yıla yakın zamandır bütün olumsuz koşullara rağmen tağuta karşı kıyam eden ve direnen Suriye halkının tercihi bulunmuyor.

Körlük mü, acizlik mi, tercih mi, korkaklık mı, düşmanlık mı Suriye halkının direniş yolunun görmezlikten gelinip absürt, anlamsız bir yolu göstermeye sebep olan bilmiyoruz. Suriye halkının direnişi nasıl mı görülüyor bu bildiri sahiplerince? Şöyle buyuruyorlar: “Suriye halkının, özgürlük ve adalet talebi ile başlattığı barışçıl gösteriler, sabote edilerek, ülke kısa sürede kanlı hesaplaşmalar ve vekâleten savaşların arenası haline getirilmiştir.” Somut olgulara, bilgiye, belgeye dayanmadan komplo edebiyatı ile direnişin silahlı aşamaya geçişini izah etmeyi çok severler bazıları. Hadi bu saçmalıklara aylarca cevap verildi diyelim ve geçelim peki, “vekâleten savaşların arenası” ne demek? Ne kadar pervasız ve cesur bazıları? Yalnızca Allah için, O’nun rızasını kazanmak için hayatını ortaya koyanların asil mücadelesine vekâleten savaş demek hangi vicdana sığar? Ölümler de mi vekâleten oluyor diye sormaktan başka bir şey söylemeyelim.

Fıtri bir duygudur; adalet, hukuk deyip zalimle mazlumun kavgasının arasına girip tarafsızlık pozu verildi mi bu tavır en fazla mazlumları kızdırır, rencide eder. Çünkü tarafsızlık gibi sahte, aldatıcı bir kelimenin ardına gizlenerek, güçlü ile güçsüz, ezen ile ezilen, zalim ile mazlum eşit pozisyona sokuluyor ve bu da aslında güçlüden, zalimden yana tavır almak anlamına geliyor. Ne diyorlar bildirilerinde, “İhtiyaç duyulan, derhal ateşkes ve barış görüşmelerinin başlamasıdır. Daha fazla zaman ve kan kaybetmeden, tüm tarafların katılımı ile demokratik bir seçim ortamının hazırlanmasına odaklanılmalıdır.” Oldu! Seçim sistemi nasıl olacak onu da lütfetseler bari!

Her Şey İran İçin ve İran Size Minnettar!

Bildiriyi yazanlar Suriye’ye yapılacak dış müdahaleye karşı çıktıklarını söylüyorlar. Ama her ne hikmetse dibine kadar Suriye’ye müdahale eden İran, Rusya ve Hizbullah’ı görmüyorlar. Kudüs Ordusu, Zülfikar Tugayları, Hizbullah’ın elemanları, Rus savaş gemileri, MIG savaş uçakları oyun olsun diye ya da tarafsızlığı korumak için oradalar herhalde! Mısır’daki Sisi darbesi sonrasında oynadığı rolden dolayı Suud Elçiliği önünde eylem yapmaya koşanlar neden ve niçin bir kez olsun Mısır’dakinden daha büyük katliamların yaşandığı Suriye’deki birinci derece rolünden dolayı İran Elçiliği önünde eylem yapmazlar. Yanlış anlaşılmasın Suud Elçiliği önünde eylem yapılmasın demiyoruz. Sadece alavere dalavere zihniyete karşı çıkıyoruz. Yoksa Suud, Mısır darbesinde ve diğer birçok meselede oynadığı rolden dolayı her türlü protestoyu hak ediyor. Ancak Suud önünde eyleme koşanların bazıları biraz olsun tutarlı olsalardı sabah akşam İran Elçiliği önünde eylem yaparlardı. Eylem yapmalarından vazgeçtik İran’ın ve Hizbulesed’in yaptıklarını bihakkın söyleseler ona da fit olacağız ama nerde! Yoksa “İran’ıma da zulüm yakışıyor amma!” durumu mu söz konusu?

Henüz kim tarafından gerçekleştirildiği bile kesin olarak ortaya çıkarılamamış olan kimyasal silah kullanılması gerekçe gösterilerek…” Bu cümleyi yazanlar, altına imza atanlar acaba biz ne yaptık diye düşünüyorlar mı merak ediyorum. Yoksa pişkinliği ileri boyutlara götürüp aslında kimyasal silah kullanılmadı, üç yıldır Baas bombalarıyla insanlar katledilip, şehirler yerle bir edilmedi hatta aslında Suriye diye bir yer yok mu diyorlar? Masallar adasında şirin mi şirin bir ülke varmış, oranın da bebek yüzlü ama Aslan namlı bir kralı varmış. Günlerden bir gün Aslan Kral… diye başlayan masalı anlatsalar ne azından çocuklara faydası dokunur.

Bana ne bana ne, ben masalın hepsini istiyorum mızmızcılığı mı yapalım yoksa bildiride kimyasal silahı muhalifler kullandı denilmedi diye sevinç çığlıkları mı atalım hâlâ karar vermiş değiliz. Bu kadar saçmalığın, tutarsızlığın ve haksızlığın bir araya geldiği bildiride, evet evet bir bu yok! O kadar kusur Hüsnü Mahalli, Ceyda Karan, Fehim Taştekin’in yazdığı bildiride de olur, üzerine gitmeyiniz lütfen!

Kimyasal saldırı bahane edilerek girişilecek bir askerî müdahale “kimlik ve mezhep eksenli kanlı hesaplaşmaların tüm bölgeye yayılmasına…” sebep olabilirmiş! Peki, şu an bölgede yaşanan bu değil mi zaten? Bunun da birinci dereceden sorumlusu özellikle Amerikan emperyalizmiyle el ele verip Irak’ın işgal edilmesini sağlayıp, orada bugün Sünnilere kan kusturan İran rejimi değil midir? Bunu görmemek için kör olmak gerekiyor. Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de, Lübnan’da, Bahreyn’de, Yemen’de elinin uzandığı, bağlantısının olduğu her yerde mezhepçilik yapan İran resmi, yakın zamana kadar Türkiye’de yeteri kadar görülmüyordu. Ama artık ne yapsalar boş! Acem taktikleri ve içimizdeki miskinleri, dervişleri ne yapsalar da marifetleri gizlenemiyor. Oyunları bir bir açığa çıkıyor.

Kıyas Batıl Olunca Sonuç Ne Olur?

Bildirinin her cümlesi bir âlem! Mesela “Türkiye ve İran, anlamsız üstünlük ve güç mücadelesini terk etmeli…” Oh ne ala! Birisi Suriye halkının onurlu mücadelesinin yanında yer alıyor, diğeri var gücüyle Baas katillerinin safında savaşıyor. İkisinin de pozisyonunu eşitlemek kabul edilebilir mi? Laik-Kemalist rejimin geleneksel emperyalizm ve despotizm işbirlikçisi dış politikasının yüz seksen derece zıddı hak ve özgürlük mücadelesinde Suriye halkının yanında yer alan Türkiye’nin dış politikasını görmezlikten gelmek mümkün mü? Üstelik siyasi, askerî, ekonomik açıdan sayısız mahsurlar ve tehlikeler içermesine rağmen Suriyeli Müslümanların AK Parti hükümeti tarafından desteklenmesi önemli bir olaydır. Nitekim aynı çizginin Mısır’da Sisi darbesi sonrasında da gösterilmesi tutarlılık ve süreklilik açısından değerlidir.  

Stratejisini, taktiğini, varını-yoğunu despotizmin, katliamın, işkencenin, yıkımın, tehcirin banisi Baas-Esed rejimini koruma ve kollama üzerine kurmuş İran ile karşısında yer tutan Türkiye’yi Suriye politikasında eşitlemeye çalışmak mantıksızlıktır, haksızlıktır. “Herkes suçlu, hepimiz suçluyuz” gibi gerçeği ters yüz eden empatik saçmalıklara yaslanan bu kurguyla bu zamanda çocuklar bile kandırılamaz. 

Bütün bunların hepsinin üstüne yüksek bir kaygıyı işaretlemek ve “Aman çözüm için geç kalınmasın!” çağrısı yapıyormuş havasında sarf edilen “Türkiye kamuoyu keskin bir kutuplaşma içindedir.” klişesi ise eğer bildiride yer almasaydı gönül koyardı muhakkak!  Kutuplaşma var anladık da bunun sorumlusu kim peki? Nasıl oluyor da Türkiye’de birileri bir mezhep adına, ideolojik hesaplarla, İran’ın âl-i menfaatleri uğruna Suriyeli kardeşlerimizin çığlığını bastıranlarla buna karşı çıkanları tek kutupta bir araya getirebiliyor? Zalimliği, zorbalığı dillere destan Esed düşmesin diye Türkiye’de kıyameti koparan, Gezi olayından Reyhanlı saldırısına kadar memleketin altını üstüne getirenle aynı kutupta mı yer alınacaktı Allah muhafaza? Hak-batıl denklemi bir kutuplaşmadır. Ve hak ile batıl soyut, felsefi, sadece zihnî tasavvura dayalı bir kurgu değildir. Hak ile batıl hayat değimiz imtihan dünyası üzerinde kendisini aksettirir. Somuttur, canlıdır, dinamiktir; sürekli rekabet, gerilim, çatışma içerisindedir. Onun için de asla yaşasın hak ile batılın tek kutbu diyemezsiniz. Ya herkes hakkın tarafına geçer ya da batıl yok olmaya mahkûmdur.

Mevsim Bahar Olunca… İyi de Nasıl?

Bildiride “Suriye halkının kendi geleceğine yönelik kararı kendilerinin vermesine saygı duymak ve bunun zeminini oluşturmak için gayret göstermek gerekir.” deniliyor. E, bu nasıl olacak peki? Üç yıl önce eylemler niçin başladı, gösterilerde temel talepler neydi acaba bu bildiriyi yazanların haberi var mı? Seçim olsun ve şeffaf olsun taleplerini makinalı tüfeklerle karşılayan rejim, şehirleri bombalama evresine geçip oradan da kimyasal sıçramalar yapıyor, bu bildiriyi yazanlar ise iyimser bir tahminle bugün kalkmış seçim sandığı ile meşgul oluyorlar.

Siyasal içerikli bir bildiride ahlaki açıdan problemli birçok nokta, neredeyse her cümlesi sorunlu bir durum varsa orada kriz çok derinlerde demektir. Yanlış siyasal tercih ya da problemli tespitlerden daha vahimi ahlaki duruşla ilgilidir. Bir grup insanın altına imza attığı bu bildiri tam da bunu yansıtıyor. Muhtemel -ki, şu an itibariyle gerçekleşme ihtimali yok denecek kadar zayıf- dış müdahaleyi bahane ederek harekete geçenler üç yıllık süreçte Suriye halkının İran, Rusya, Hizbullah tarafından fiilî olarak katledilmesine açıktan bir kez olsun bir şey söylemediler. Bu bildiri sahiplerini tanıyoruz. İran’a yarım ağız laf söyleyenler hemen dengelemek için Türkiye’ye on katı daha fazla eleştirilerde bulundular hep. Sorun bilgi sorunu değil, gelişmelerden haberdar olma sorunu değil. Öyle olmadığı için bu bildiriye imza atanlar Gezi Parkından “Rojava” meselesine kadar Müslümanları ilgilendiren bütün olaylarda karşı tarafta kendilerini konumlandırmak zorunda hissediyorlar.

Suriye'de üçüncü yol yok, iki tane yol var: Baas rejiminin yolu ve ona karşı savaşan, onurlu mücadele yürüten Suriye halkının yolu… Tercih de yol da bellidir. Müslümana düşen üç yıllık süreçte gereği gibi bu yolun yolcusu olunup olunmadığını sorgulamaktır. En azından batıl bir dava için, Baas tağuti düzeni için Hatay’dan Ankara’ya, Eskişehir’den İstanbul’a kadar her yeri eylem yerine çeviren, göğsünü gere gere Beşşar için eylem yapan, varını yoğunu ortaya koyanlarla durumumuzu kıyaslamaktır. Üçüncü yolcuların bildirisine gelince; İrancılık, mezhepçilik saikıyla ya da bilgisini pazarlık unsuru olarak kullanmayı marifet bilen, aydın duruşunu profesyonel bir meslek olarak icra etmeyi teamül haline getirmiş birilerinin kişisel hesaplarına artık camianın karnı tok. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR