1. YAZARLAR

  2. Murat Kayacan

  3. Azap Kimleri Kuşatır?

Azap Kimleri Kuşatır?

Ocak 1999A+A-

1) Azap

Arapça'da 'azap' "terketmek, vazgeçmek, vazgeçirmek" gibi manalara gelen "azb" kökünden isim olup "işkence, eziyet ve elem" anlamında kullanılır. Elem ve ıstırapların bir kısmı beden, bir kısmı da ruh üzerinde etkili olduğuna göre azap hem maddi hem de manevi bir elem ve ceza niteliği taşır.

Kur'an ve Hadis'te Azap

Kur'an'da türevleri ile beraber 490 defa geçen azap, genellikle ilahi emirlere karşı gelenlere verilen cezanın adı olarak kullanılır. Kur'an'da azapla yakın anlamlı başka kelimeler mevcuttur. Bunlardan en çok tekrarlananlar nar, cehennem, ricz, be's ye ikabdır. İlgili ayetlere göre ilahi azap dünyada ve ahirette olmak üzere üç safhada gerçekleşir. Kainatın yegane yaratıcısı, yöneticisi ve dolayısıyla sahibi olan Allah kullarından dilediğine azap etmeye muktedir olmakla birlikte (Maide 5/40; Ankebut 29/21) O, azabının inkara ve isyana karşılık olduğunu bildirmiştir (Araf 7/96; Tevbe 9/95; Yunus 10/8, 70). İlahi buyrukları tanımayanlara, peygamberlerini alaya alıp yalanlayanlara, kafirlere, fasıklara, zulüm ve haksızlık yapanlara, hak dine girdikten sonra dönenlere, işledikleri günahlar sebebiyle ceza ve azap olmak üzere çeşitli felaketler gönderilerek helak edildikleri muhtelif ayetlerde beyan edilmiştir. Bilhassa Nuh, Hud, Salih, Lut ve Şuayb peygamberlerin inkarcı kavimleri çeşitli şekillerdeki felaketlerle azaba uğratılmış; kimi yerin dibine geçirilerek, kimine gökten taş yağdırılarak (Ankebut 29/40), kimi suda boğularak (İsra 17/103), kimine yağmur felaketi verilerek (Araf 7/84) helak edilmiştir. Bunlar maddi cezaya çarptırılmış, Kur'an'a inanmayan Ehl-i Kitap ile münafıklarda olduğu gibi kimine de zillet damgası vurularak kıyamete kadar manevi azaba maruz bırakılmışlar. Yine Kur'an, kafirlerin sahip olduğu gelip geçici dünya nimetlerinin aslında kendileri için bir azap olduğunu (Tevbe 9/85) haber vermiş, bu şekilde maddi imkanların insan bedenine haz vermesine rağmen ruhu için ıstırap kaynağı olabileceği, manevi mutluluğun madde ile olmayacağı, Allah yolunda harcanmayan servetin sahibini azaba sürükleyeceği anlatılmak istenmiştir (Tevbe 9/35).

Bizim ele alacağımız konu azabın kimleri etkilediğidir. Kafirler dünyada azaba uğrarken orada bulunan müslümanlar dünyevi azaptan beri mi kalacaklardır? Dünyada verilen azap sadece kötü insanları mı etkiler? Azaptan kurtulmak nasıl mümkün olur? Bu konuyu Kur'an ve hadislerle değerlendirelim.

Mü'minlerin, hayat sürecinde birtakım olumsuz sonuçlara yol açabilecek düşünsel ve ameli sapmalardan doğan bireysel ve toplumsal sorunları bilinçli bir şekilde göğüslemeleri bir sorumluluktur. Bu da, olumluluklar ve olumsuzluklarıyla toplumun gidişatına hükmeden sosyal prensipleri iyi kavrayan kapsamlı bir sorumluluk duygusu içinde mücadele etmekle sağlanabilir. Kur'an-ı Kerim, insanların yaptıklarından dolayı sorumlu olduklarını bildirir. İnsan yaptığı hayırlı amellerin de, kötü işlerinde karşılığını görecektir. Bu, gerek dünyada gerekse ahirette ortaya çıkan bir durumdur.

Kötü amellerin karşılığı dünyada ve ahirette azaptır. Ancak azap sadece kafirleri mi kuşatır?

İnsanların ilişki ve çıkarları, çağrıştırdıkları duygu ve düşüncelerle oldukça karmaşık bir manzara arz ederler. Bu nedenledir ki toplumun bir kısmında meydana gelen ihtilafların çoğu zaman bu birimle sınırlı kalmadığını aksine diğer birimlerin de bazı duygu ve düşünce boyutlarında bundan etkilendiklerini görürüz. Bu, bulaşıcı bir tur virüs veya bireyler arasındaki yoğun ilişkiden dolayı gayri ihtiyari bir etkileşim olarak görülebilir. İşte iyiliği emredip kötülükten sakındırma emri bu bağlamda gündeme gelmiştir. Bu ilke, İslam toplumunun dinamik karakteristiğidir. İslam toplumu, bireylerinin bir bölümünün çarpıklığından birinci derecede sorumludur. Kadın-erkek tüm mü'minler, bu sorumluluğu paylaşırlar. Çünkü mesele sadece çarpıklık içinde olanları ilgilendirmekle kalmamakta, şu veya bu şekilde toplumun diğer katmanlarım da etkilemektedir. Kişi özgürlüklerine saygı iddiasıyla bunlara karşı kayıtsız kalmak mümkün değildir. Çünkü öyle kişi özgürlükleri vardır ki birçok alanda toplumun tamamının özgürlüğünü kısıtlayabilmektedirler. Kur'an, müslümanları o tür bir fitneden sakındırmaktadır ki onun etkileri sadece onu ortaya atanlara ve ateşini körükleyenlere değil sosyal olay ve sorunların içiçeliğinin tabi sonucu olarak diğerlerine de dokunacaktır: "(Öyle) bir fitneden sakının ki o aranızdan yalnız haksızlık edenlere ulaşmakla kalmaz" (Enfal 8/25). Bireylerin hareketleri toplumun geleceğini belirlediği için çıkarılan fitne sadece sahiplerini değil diğer bireyleri de yakacaktır. (Fadlallah, X, 251, 252) Dolayısıyla zalimlerin körükledikleri fitne ateşine karşı herkesin uyanık olması çağrısı yapılmıştır. Kurtubi; Ali, Zeyd b. Sabit ve İbn Mesud'un bu ayetteki 'la tusiybenne' ifadesini 'letusiybenne' şeklinde okuduklarını ve çoğunluğun okuyuşuna muhalefet ettiklerini söyler. Bu durumda ortaya çıkan "özellikle zalimlere isabet eden fitneden sakının" anlamını verecek şekilde okumanın mümkün olduğudur. (Kurtubi, IV, 352) Her iki okuyuş biçiminde de mü'minler, zalim olmaktan ve onların uğrayacağı azaptan sakındırılmaktadırlar.

Bu fitne zulmedenlere isabet etmekle kalmaz, umumileşir. Bazı günahlar vardır ki zararı geneli ilgilendirir. Sebep olacağı fitne ve ihtilal, celbedeceği sıkıntı ve musibet yalnız o günahı yapan, işi yerinden oynatan ve bu suretle kendine ve diğerlerine zulmetmiş olan zalimlere has kalmaz da, kurunun yanında yaşı da yakar. Mesela açıkça kötülük, iyiliği emir ve kötülüğü nehiyden uzaklaşma, akidenin ifsada uğraması ve cihatta gevşeklik bu kabildendir. Bir şahsın hatası, bir yapıyı batırabilir. Hadis-i nebevide belirtildiği üzere bir geminin dibini delmeye uğraşan bir kişinin fiili öyle bir batışa neden olur ki bu fitne o geminin içinde bulunanlardan yalnız onu delene veya ona yardım edenlere veya görüp sessiz kalanlara değil, hiç haberi olmayanlara varıncaya kadar hepsine isabet edecek bir genel bir musibete yol açacaktır (Buhari, VII, 433). Genel fitne, yalnız suçu işleyen zalimlerin cezası değil, aynı zamanda korunmayıp onun vuku bulmasına meydan veren gafillerin gafletlerinin de cezasıdır. Son nefese kadar çalışıp da başarılı olamayanlara gelince 'ma'zireten ila rabbikum' (Rabbi'nize bir mazeret olsun diye uyarıyoruz) ayeti uyarınca mazur sayılırlar. Ancak o zalim veya gafillerin içinde bulunup onlara komşuluk ettiklerinden dolayı dünyada o genel musibetin dairesi içinde kalmaları da mümkündür.

Ancak azabın herkesi, her zaman kuşattığını söylemek mümkün değildir. Toplumların yok edilmesi ile ilgili olarak zikredilen ayetlerde Peygamber ve mü'minlerin o toplumun iman etmesinden ümit kestikleri zaman ilahi vahiy ile edadan ayrılıp dünyevi anlamda da kurtulduklarını biliyoruz (Hud 11/40, 58, 66, 81, 94).

Günümüzde peygamber olmadığına göre mü'minler ne yapacaklardır?

Bir toplumda azgınlık yapanlar, yeryüzünü ifsad edenler arttığında kötülükleri engelleyemeyen müslümanlar hicret etmelidirler. Zulüm ile bir arada yaşamak cehennemi tercih etmek demektir (Nisa 4/97). Bu kararı vermek mü'minlerin birlikte yapacakları değerlendirmeye bağlı olmalıdır zira bu durumda verilecek ferdi kararlar yeryüzünü ıslah etme sorumluluğundan kaçış anlamına gelebilir.

Dünyevi azabı ahiret azabı gibi görmek bir mü'min için düşünülemeyecek bir şeydir. Firavun'a karşı meydan okuyan, büyücülüğü terketmiş kimselerin tavrında bunu rahatlıkla görebiliyoruz. Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim diyen Firavun'a karşı "Senin azabını Allah'ın ki ile bir tutar mıyız?" (Taha 20/72-73) diyerek dünyevi kaybın pek de önemli olmadığını ifade ediyorlardı. Demek ki dünyevi anlamda kaybetmek, ahirette kaybedenlerden olmak yanında çok az bir değere sahiptir. Zaten Rabbimiz mü'minlere her zaman kazanç vadetseydi ve mü'minler sürekli rahata kavuşsalardı, herkes rant elde etmek için mü'min olmaya bakardı. Ardından gelecek bir toplumsal çürüme de ahirette kaybedenlerden olmak anlamına gelecekti. Halbuki Rabbimiz bizim ebedi kurtulanlardan olmamızı istemektedir.

2) Dünyadaki ve Ahiretteki Azabın Kapsamı

a) Azabın Dünyadaki Etkisi

Kur'an-ı Kerim bir şehir halkından bahseder. Onlar geçimlerini balıkçılık ile sağlamaktadırlar. Rabbimiz bu topluluğun azap karşısında üç farklı tavır aldıklarından bahseder. "Onlardan bir topluluk: 'Allah'ın kendilerini helak etmek ve azaba uğratmak istediği bir topluma ne diye öğüt veriyorsunuz?' dediğinde, 'Rabbinize karşı bir özür için ve belki sakınırlar' dediler.

Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulme sapanları ise fıskları dolayısıyla pek şiddetli bir azap ile yakalayıverdik.

Kendisinden sakındırıldıkları şeyde ısrarla isyana sapınca onlara: 'Aşağılık maymunlar olunuz' dedik (Araf 7/163-167).

Bu husus, söz konusu şehirde üç çeşit insan olduğunu gösterir: Birinciler, ilahi kanun ve düzenlemelere açıkça ve küstahça karşı gelenlerden oluşan gruptur. Bunları, ilahi kanunlara bizzat karşı gelmeyen fakat dini değerlere karşı gösterilen yıkıcı hareketlere sessiz kalan ve birinci gruba nasihat edenlere de 'o kanun tanımazlara herhangi bir nasihatte bulunmanın hiçbir yararı yoktur' diyen insanlar izlemekte. Son grup ise, son derece cesaret ve vakar ile şereflenmiş ve ilahi kanuna karşı açıkça karşı gelmeye hiçbir müsamaha göstermeyen yukarıdaki iki grubun dışında kalan diğer insanlardır. Bunlar, o kanuna aykırı hareket edenleri belki doğru yola yeniden dönerler diye veya en azından bu zalimleri uyarmak konusunda üzerlerine düşeni yaptıklarına dair Rabbleri katında gösterebilecekleri bir amelleri olsun diye, iyilik yapmaya ve kötü işlerden uzak durmaya çağırırlar.

Allah'ın korkunç belası o şehre geldiğinde bu cezadan kurtarılmış olanlar sadece bu son gruba mensup olanlardır. Kur'an'a göre, bizzat kötülüğün ortadan kaldırılmasına çalışmış oldukları için onlar, gelen bu afetten kurtarıldılar. Diğer iki grup ise, günah işleyenlerden sayılmak suretiyle, suçlarının yapısı ve yaygınlık derecelerine göre cezalandırıldılar. Ancak bu kurtarılanların dünyada bir kurtuluşa erdikleri net değildir.

Bazı müfessirler de iyiliği emreden ikinci grubun, kurtarılan, insanlar arasında mı, yoksa cezalandırılanlar arasında mı olduklarının kesinlikle söylenemeyeceğini ifade ederler. Çünkü Kur'an'ın bu konudaki ifadesi açık değildir.

İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre kendisinin önceleri, ikinci grubun cezalandırılanlar arasında yer alacağı görüşende iken daha sonra, talebesi İkrime'nin iknasıyla söz konusu grubun, kurtulanlar arasında sayılması gerektiği görüşüne sahip olduğu söylenilmektedir. Bu konuda Mevdudi şöyle der: "Ancak Kur'an'ın ifadelerini derinlemesine düşündüğümüzde, onun ilk görüşünün daha doğru olduğunu hissederiz. Çünkü bir bela anında, buna hedef olan şehrin sadece iki gruba ayrılmış olduğu açıktır. Bir grup musibete uğratılanlardan, diğer grup da bu afetten kurtulanlardandır. Kur'an'ın, kurtarılan grubun kötülüğü nehyedenlerden meydana geldiğini söylediğine göre iki grubun cezaya çarptırılanlar arasında yer almış olmaları gerekmez mi? Bu çıkarsama, "Rabbinize karşı bir mazeret sunabilmek için" ifadesiyle ve daha sonraki ayetlerle desteklenmekte. Bundan da açıkça anlaşıldığı gibi, Allah'ın kanununa pervasızca karşı gelinen şehrin, kötülüğe karşı koyanların dışındaki tüm ahalisini O'nun azabı yakalamıştır. Demek ki, bir kimse sadece Allah'ın şeriatına karşı gelmemek ve pasif kalmakla kurtulamaz aksine fazileti hakim kılmak ve fenalığı ortadan kaldırmak için bütün gücünü bizzat ortaya koymalıdır. Bu, Kur'an ve hadisler ile de desteklenmektedir. Çünkü toplumsal suçlarla ilgili Allah'ın sünneti budur. Kur'an, "(Öyle) bir fitneden sakının ki o aranızdan yalnız haksızlık edenlere ulaşmakla kalmaz" (Enfal, 8/25) demektedir. (Mevdudi, II, 98, 99).

Ancak Kur'an, iyiliği emretmeyenleri zalimler olarak vasıflandırmamıştır. Mevdudi'nin aksine onların akibetleri konusunda ne zalimler ile, ne de iyiliği emreden grupla birlikte zikredildiğinden hangi zümre ile, aynı sonu paylaştıkları belli değildir. Onların akibetlerinin zikredilmemesi, fitnenin herkesi kuşatacağı ayetiyle birlikte düşünüldüğünde onların belki de aynı bölgede yaşayanlar ile birlikte dünyevi anlamda azaba uğramış olabilecekleri fakat ahirette herkesin kendi amellerine göre hesaba çekileceği ve kimseye haksızlık yapılmayacağı anlamına gelmektedir. Bununla birlikte ahiret azabından kurtulmak için iyiliği emredenlerin mazereti varken buna gerek görmeyenlerin azaptan kurtulmak için bir mazeretleri olmayacaktır.

Demek ki azap, dünyada sadece kötülere dokunmakla kalmamakta iyileri de etkilemektedir. Ancak azap olarak görülen bu durum kafirler için kötü sonun başlangıcı iken mü'minler için bir olumluluk olabilir. Hz. Musa'nın karşılaştığı kendisine ilim verilen bir kişinin olayında olduğu gibi... Bu zat bir çocuğu öldürmektedir. Sonra onun bu eyleminin, öldürdüğü çocuğun annesini ve babasını müşrik olmaktan kurtardığını ve ateşin azabından onları koruduğunu söylemektedir (Kehf 18/80/81). Yani görünürde şer olan bir çocuğun ölümü iki kişiyi büyük azaptan kurtarmaktadır. Bu genel helakin, mü'min olarak can verme ve ebedi nimete kavuşma açısından mü'minlere iyilik, kafirlere de pişmanlık verici olduğunu gösterir.

Kur'an, dünyevi azaptan kurtulmanın yolunu şöyle gösterir: "Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin, insanları yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan menetmeleri gerekmez miydi? Fakat onlar arasından, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı. Zulmedenler ise kendilerine verilen refahın peşine düşüp sunardılar ve suç işleyen insanlar olup çıktılar. Halkı ıslah edici kimseler olsalardı, Rabbin o şehirleri haksız yere helak edecek değildi" (Hud 11/116-7).

Ayetlerde, Allah'ın peygamberlerinden anlattığı, önceki milletlerin işlerinden olan şeyleri takip etme anlamında rapor sunulmaktadır. Önceki milletler içinde, yeryüzünde işlenilen fesattan insanları alıkoyacak, takvalı, faziletli, akıllı kimselerin olmaları gerekirdi. Fakat bunlar azınlıkta oldukları için etkili olamadılar. Bunlar Allah'ın kurtardıkları ve onların yolundan giden kimselerdir. Diğerleri ise zalimlerden oldular. Günah işlemeye devam ettiler, taşkınlık ettiler, şehvetleri peşine düştüler. Bu yüzden Allah onları helak etti.

Allah, halkı salihlerden ise hiçbir kasaba halkını helak edip yerle bir etmez. Çünkü bu zulüm olur. Allah ise zulmetmekten münezzehtir. Önceki kavimlerden çoğunluğu oluşturamasa da, takvalı, salih amel işleyen ve yeryüzünde fesattan alıkoyan insanlar olmamış olsaydı, insan nesli ortadan kalkardı ve canlı hiç kimse kalmazdı. Burada, apaçık bir yönlendirme ve sosyolojik bir tespit bulunmaktadır. Burada Peygamber (s)'e iman eden mü'minlere bir teşvik olup, onlara sabır öğütlenmektedir. Allah iyilikte bulunanların mükafatını ziyan etmeyeceğini bildirmektedir. Yine burada, heva ve heveslerine kapılan, şehvetleri peşine giden, inat ve büyüklenme üzere devam eden kafirlere uyarı vardır. Bilindiği üzere ayetler birbiriyle irtibat halindedir. (Derveze, II, 494-495).

O çağlarda ya da o şehirlerde Allah katından kendileri için iyilik dileyen birtakım insanlar olsaydı, yeryüzünde bozgunculuğun yayılmasını önleselerdi, zalimleri zulmetmekten alıkoysalardı, yüce Allah bu şehirleri kökten yok etme azabı ile cezalandırmayacaktı. Çünkü yüce Allah halkı iyi davranan şehirleri haksız yere cezalandırmaz. Bu şehirlerin halkı arasında yer alan iyi kimselerin gücü, zulüm ve bozgunculuğu önlemeye yettiği sürece yüce Allah onları cezalandırmaz. Ama bu halk arasındaki mü'minler azınlıkta olup toplum içinde etkinlikleri ve güçleri olmazsa, yüce Allah onları kurtarsa bile bu şehirlerin halkı arasında şımaran kimseler, onları izleyenler, onlara itaat edenler çoğunluktaysa halkları zalimliklerinden dolayı cezalandırılırlar. Bu ifade, yüce Allah'ın milletlerin hayat süreçlerine ilişkin yasa sisteminden bir kanunu ortaya koymaktadır. Buna göre, herhangi bir şekilde insanların Allah'tan başkasına kulluk yapmalarıyla içinde bozgunculuk baş gösteren bir millette, bu durumu bertaraf etmek için harekete geçen kimseler bulunuyorsa, o millet kurtulmuş bir millettir. Yüce Allah azap etmek, köklerini kurutmak suretiyle onları cezalandırmaz. Ama zalimlerin zulüm işledikleri, bozgunculuğa ve bozulmuş realiteye karşı etki edecek gücü bulunmayan, dünyada veya ahirette Rabbimizin kurtarmayı vadettiği kimselerin yer aldığı milletler, ya kökten yok edilme felaketi ile ya da çözülme ve çökme felaketi ile cezalandırılmalarını gerektiren Allah'ın kanunun işlemesini hak ederler.

O halde, Allah'ın bir ve ortaksız rabbliğini egemen kılmaya davet edenler, yeryüzünü, Allah'tan başkasına kulluk etme çirkefinden dolayı içine düştüğü fesattan temizlemeye çağrı yapan mü'minler, halkları ve milletleri için Allah'ın azabına karşı emniyet sübabı niteliğindedirler. Bu ise Allah'ın rabbliğini egemen kılmaya çalışan savaşçıların, her çeşit zulüm ve bozgunculuğa karşı koyan davetçilerin değerini ortaya koymaktadır. Çünkü onlar sadece Rabblerine ve dinlerine karşı görevlerini yerine getirmekle kalmıyorlar, bununla Allah'ın öfkesini, felaket ve perişanlığı gerektiren azabını da milletlerinden uzaklaştırmış oluyorlar (Kutub, VI, 170-1). Hud suresi 25-99 ve 116-117. ayetlerde, sözü edilen toplumların çöküşlerindeki gerçek sebebe gayet öğretici bir tarzda işaret edilmektedir. Bu toplumların tarihlerini gözler önüne seren Allah, yalnızca onların değil, daha önceki kavimlerin de çöküş sebebi olarak aynı şeyi gösterir:

Allah onlara lütfunu bağışlar da, onlar bunu kötüye kullanır ve ülkelerinde fesat çıkaracak denli refahlarıyla sarhoş olurlar. Böyle böyle maşeri vicdanları da öylesine fesada uğrar ki, içlerinde kötülükten meneden hiç kimse kalmaz. Belki birkaç doğru insan kalmış olsa da sesleri çok zayıftır ve onları kötülükten alıkoyamaz. Bunun sonucu olarak kötülük öylesine şedid bir hal alır ki artık azabın gelmemesi için hiçbir sebep kalmamıştır. Yoksa Allah kullarına düşmanlık beslemez. Salih ameller işleyip duruyorlarken sebepsiz yere zulmetmez onlara.

Bunları üç şeyi vurgulamak için zikrediyoruz:

a) İnsanları kötülükten sakındıracak, iyiliği tavsiye edecek birtakım kimselerin bulunması gerekmektedir. Zira Allah yalnızca iyiliğe razıdır, kötülüğe ise, ancak iyiliğin egemen olduğu veya belli bir potansiyele sahip olduğu sürece müsamaha eder. Fakat içinde hiç iyi insan kalmadığı, yalnızca mücrimlerin yaşadığı veyahut iyilerin bulunduğu fakat etkinliklerinin son derece az olduğu, hiç kimsenin bunlara kulak vermediği, kısaca manevi çöküntüye doğru giden bir topluluk o kaçınılmaz akıbeti, yani Allah'ın azabını çağırmış demektir.

b) Kendileri salih ameller işlemeye çalışan birkaç kişi dışında herkese ve her şeye müsamaha eden bir toplum kendi fermanını imzalamış ve azabı davet etmiş demektir.

c) Bu pasajdan anlaşıldığına göre bir toplumun kaderi, o toplum içindeki salihlerin etkinliğine bağlıdır. Eğer bir topluluk içinde kötülüğü ve batılı defedip hakkı ve adaleti tesis etmeye gücü yetecek sayıda salih kişi bulunuyorsa genel azap, bir ıslah fırsatı tanımak için o topluluktan kaldırılır. Diğer taraftan eğer salih kişiler böyle bir ıslah girişimi için yeterli sayıda değilseler, topluluk onlara müsamaha etmiyor ve ıslah girişimlerine izin vermiyorsa o zaman topluluk kendi helakini hazırlamış demektir (Mevdudi, II, 401). Çünkü artık değersiz bir topluluk olduğunu bizzat kanıtlamıştır ve varolması için hiçbir haklı sebebi kalmamıştır.

Önceki nesillerden yeryüzünde fesattan alıkoyan dindar, hayra yarar, faziletli yapılar, topluluklar bulunsaydı da arzda bozgunculuğa engel olsalardı... Fakat içlerinden kurtarılan pek az kimseden başkası olmamıştır. Zulmedenler ise yani o azınlıktaki kurtulanları dinlemeyen bilfiil fesat işleyen ve yasaklamayı terk ederek kendilerine zulmetmiş, helaklarına sebep olmuş olanlar ise refah ile zevkin ardına düştüler ve hep günahkar oldular. İşte önceki helak olan kavimlerin yok olma sebebinin nedeni şunlardır;

Birincisi, içlerinde fesattan alıkoyacak erdemli bir topluluğun olmaması, varsa bile azınlıkta kalması, diğeri de refah içinde bulunanların zevk ve safa düşkünlüğü ve bu nedenle halkın baştan çıkmasına sebep olmalarıdır. Yoksa halkı muslinler -salih ve ıslahatçı kimseler- iken memleketleri Rabbimiz bir zulüm ile helak etmez, yani bir toplumun gerek idare eden ve gerekse idare edilen halkı zulme, fesada meydan vermez, salih ve ıslahatçı kimseler iken Allah'ın zulümle o memleketi yok etme ihtimali yoktur. Allah, kendisi zulmetmekten münezzeh olduğu gibi kent halkı ıslahatçı olunca zulmedecek olanlar da meydan bulamaz. Ve bunun için yalnız salih olmak yeterli olmaz. Muslih olmak da şarttır. Allah'ın memleketleri halkı muslih oldukları halde haksız yere yok etme ihtimali yoktur (Yazır, IV, 2836-7). Hakkın yanında olanların da yok edilmeleri, zulmün ve fesadın meydan almasına kayıtsız kalarak sebebiyet verdikleri takdirdedir. Nitekim "içimizde salihler varken helak olur muyuz?" diye sorduklarında: "Kötülükler çoğaldığında, evet" cevabını vermiştir Rasulullah. "Halkı habersizken bir ülke halkını zulüm ile yok etmeyiz" (Enam 6/131). "Biz ancak halkı zalim olan memleketleri yok ederiz" (Kasas 28/59).

"Biz hiçbir beldeyi belli bir yazısı olmaksızın helak etmedik" (Hicr 15/4).

Yüce Allah bu bilinen yazıyı ve pay edilmiş bulunan eceli, kasabalara ve ümmetlere bağışlar ki amel etsinler. Onların amellerine göre ecellerinin tayin edilmesi Allah'ın sünnetindendir. Eğer bu ümmet iman eder, güzel ameller işler, halini düzeltir ve adalet yaparsa bütün bu temel noktalardan sapma gösterinceye ve geriye ondan beklenebilecek bir hayır kalmayınca kadar eceli sürüp gider. İşte ondan beklenebilecek herhangi bir hayır kalmayınca tayin edilmiş olan eceli gelir ve varlığı son bulur. Varlığının bu son bulması ya mutlak olarak yok olmak yoluyla gerçekleşir, ya da zaaf ve kabuğuna çekilmek şeklinde geçici olarak baş gösterir.

Zulmedenler kadar olmasa da zulme seyirci kalanlar da lakayt tavırlarının cezasını göreceklerdir. Bu ifadeler şu hadisler de destekler niteliktedir:

Müslim'in Sahih'inde Zeyneb b. Cahş, Rasul (s)'e "İçimizde salih kişiler varken de helak edilir miyiz?" diye sorunca Rasul (s), "Kötü şeyler (habis) çoğaldığında 'evet' diye cevap verir". (Müslim, Fiten, 2880). Demek ki kötülükler çoğalınca o toplumda salih insanlar olsa da, genel helak olur. (Kurtubi, IV, 350). Azgınlık ortaya çıktığında, gösterilen tepkilere, eylemlere, fikri ve fiili muhalefete rağmen kötülük, bertaraf etme imkanı olmaksızın yayıldığında ve değiştirilemediğinde mü'minler onu kalpleriyle inkar etmeli ve o bölgeyi terk etmelidirler. Zaten cumartesi kıssasında da iyiliği emredenler "sizinle birlikte yaşayamayız" diyerek azgınlık yapanları terk etmişlerdi. (Kurtubi, VI, 351). "Sonra sözümüzü tutarak onları (peygamberleri) ve dilediğimiz kimseleri kurtararak, ölçülerimizi çiğneyen azgınları yok ettik" (Enbiya 21/9). Bu da tıpkı peygamberlerin seçilmesine ilişkin yasa gibi, Allah'ın yürürlüğe koyduğu bir yasadır. Yüce Allah peygamberleri ve onların yanında yer alan mü'minleri, pratik bayatta doğrulanan gerçek imana sahip olanları kurtaracağına söz vermişti. Nitekim sözünü yerine getirdi de. Ölçüleri çiğneyenleri de, onlarla birlikte Allah'ın koyduğu sınırlan aşanları da yok etti (Kutub, VII, 261). Kutub'un bu yorumu ayetin muhtevasını daraltmaktadır. Rabbimizin kurtaracağı insanların peygamberleri ve dilediği insanları kapsadığını söylemektedir. Rabbimiz gerek mü'minlerden, gerekse kafirlerden dünyevi yok oluştan kurtarmak İstedikleri olabilir. Bu sadece o insanlar için şer de olmayabilir. Rabbimiz yaptıklarını hikmet ile yapandır. Hz. Musa'nın bir çocuğu, onun ana babasını ahiret azabından kurtarmak için öldürmesi örneğinde olduğu gibi (Kehf 18/82) helake uğrayan topluma yakın yaşadığı için onlarla beraber dünyevi anlamda zarar gören insan bu sayede nihai kazancı elde etmiş olur. Benzer şekilde Rabbimiz bazı aşırı gidenlerin azaplarını kendilerini ıslah ederler diye ya da azgınlıkları daha da katmerleşsin diye erteleyebilir. Bu türden bir bela mü'minlerin başına geldiğinde "Biz Allah'tanız ve O'na döneceğiz" derler (Bakara 2/156). Çünkü bütün musibetler Allah'ın izniyle gelmektedir (Teğabun 64/11) ve mü'minlere güzelce sabretmek düşer.

b) Azabın Ahiretteki Etkisi

Allah'ın huzuruna çıkacaklarına inanmayıp ayetlerini inkar eden kafirler, Kur'an'a sırt çeviren yahudiler, hristiyanlar, münafıklar, müşrikler ve peygamberlerin bir kısmına inanıp diğerlerini inkar edenler şiddetli azaba uğratılacaklardır (Kehf 18/105-6; Nisa 4/139, 145, 161, 172; Maide 5/72-3; Al-i İmran 3/151; Ahzap 33/73). Bunların yanında yetimlerin mallarını haksız yere yiyen, mü'minleri kasten öldüren, iffetli kadınlara iftira eden ve Kur'an'da belirtilen sınırları aşıp, peygamberlerin bildirdiklerine aykırı davranan -büyük günah sahibi- mü'minler de azaptan kurtulamayacaklardır (Nisa 4/10, 14, 93, 97; Maide 5/94-5; Nur 24/23, 63). Sözü edilen bu zümreler, kısaca kafirler ve asi mü'minler, azaplarını dünyada ve ahirette çekecekler ve tekrar tekrar Allah'a karşı gelenlerden Allah intikam alacaktır (Nur 24/63; Maide 5/95).

Dünyevi anlamda azaba uğrayanlar ahirette diğer insanlar gibi teker teker hesaba çekileceklerdir, kimse kimsenin günahını yüklenemeyecektir. Ahirette herkesin kendi başına hesap vereceğine dair şu ayetleri nakledebiliriz:

"Herkes kazandığına karşılık rehindir" (Müddessir 77/38).

"Herkesin kazandığı kendinedir" (En'am 6/164).

"Kişiye kazandığı (hayır) ve elde ettiği (şer) vardır" (Bakara 2/286).

Bu ayetler dikkate alındığında birisinin diğerinin günahı nedeniyle azaba uğraması düşünülemez.

Buharı, İbn Ömer'den şöyle naklediyor. Rasul (s)'e "Allah bir topluma azap indirdiğinde, orada kim varsa azap onlara dokunur. Sonra yaptıklarına göre diriltilirler" dedi (Buhari, XII, 301).

Sonuç

Toplumların başlarına gelenler Allah'ın belirlemesi ile vuku bulmaktadır. Hiç kimsenin yaptığı iyi veya kötü işler zayi edilecek değildir. Herkes yaptığının karşılığını tam olarak alacaktır.

İman etmeyen, iyilik yapmayan, halini düzeltmeyen ve adalet de yapmayan, buna rağmen hala güçlü, zengin ve varlıklarını sürdürenlerin bulunduğu söylenebilir, ancak bu yanlış bir kanaattir. Bu ümmetlerde belirli bazı hayırların geriye kalmış olması kaçınılmazdır. Bu hayırları tüketip, geriye hiçbir şeyin kalmayacağı zamana kadar hayatiyetleri devam etmektedir, çünkü Allah'ın sünnetinde değişiklik ve geri kalmak söz konusu değildir. Her bir ümmetin ameline göre gerçekleşen bir eceli vardır.

Daha önceki toplumların başına gelenleri göz önünde bulundurarak, günümüzde görülen, on binlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın evsiz-barksız kalmasına yol açan tabi afetleri ve ekonomik güce sahip ülkelerin rüşvet ve yolsuzluklar nedeniyle, sosyal patlamalarla kısa sürede sarsılmalarını fitnenin sadece zalim insanlara ulaşmakla kalmayacağı bilinciyle okumalıyız.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR