1. YAZARLAR

  2. Zehra Ç. Türkmen

  3. Atatürk ve Yüceltmeci Çocuk Psikolojisi

Zehra Ç. Türkmen

Yazarın Tüm Yazıları >

Atatürk ve Yüceltmeci Çocuk Psikolojisi

Aralık 2007A+A-

Çocuklarımız okula ilk adımlarını attıkları günden itibaren her gün Atatürk büstü önünde öğrenci andını okumakta, okula girdiklerinde, sınıflarına girdiklerinde onları Atatürk portesi karşılamakta, ders kitaplarının ilk sayfalarında onun resmini görmekte ve her derste onun adı geçmektedir. Din Kültürü dersi adı altında Atatürk'ün kahramanlıkları, insan üstü kişiliği işlenmekte ve henüz küçük yaşta olan çocuklarımızın zihnine yarı ilah konumunda bir Atatürk algısı yerleştirilmektedir.

Bu çerçevede İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya ve İletişim Sistemleri bölümü araştırma görevlisi Esra Elmas'ın tez çalışması olan "İlkokul Çocuklarında Atatürk Algısı, Sevgili Atatürkçüğüm" kitabı, Kürşat Bumin'in önsözüyle 2007 Eylül ayında Hayykitap tarafından okuyucularla buluştu.

Esra Elmas, kitabında okulda, sokakta, derste ve çocukların diliyle Atatürk algısını aktarmaya çalışmakta ve çeşitli sosyal gruplara ait ailelerin çocuklarıyla yaptığı anket çalışmasının sonuçlarını değerlendirmektedir. Kitabın önsözünü okurken bile çocuklarımızın Atatürk'ü değerlendirmede nasıl bir ruh haline sahip olduklarını görmekteyiz.

İlköğretim 5. sınıf öğrencilerinden biri ödev yapmadığı veya yaramazlık yaptığı zaman Atatürk'ün ona "sanki kızgın baktığını", ödevini yapıp, derslerini dinlediğinde ise "sanki gülümsediğini" söylemekte, yani Atatürk'ün onları/çocukları hep izlediğini sanmaktadır.

Elmas, kitabının ilk bölümünde çocuk ve çocukluk kavramının giderek daha fazla önem kazandığı çağımızda "çocukluk tarihinin" önemi üzerinde durmaktadır. Toplumsal hayatta yer alan fakat çoğu zaman etkisiz bir elemanmış gibi algılanan çocuğu tanımak için onun içinden geçtiği tecrübeyi tartışmanın, yaşadığı toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal gerçekliği de analiz etmenin gerekliliğinin üzerinde durmaktadır.

Yazara göre Cumhuriyet,  ilanıyla beraber yeniden tasarlanan okul anlayışını, Batı'daki modernlik anlayışının okul kavramını ve pedagojik uyumlarını olduğu gibi ithal etmiştir. Meşrutiyet döneminde çocuğa yöneltilen ilgi, Cumhuriyet döneminde de devam etmiş, 'toplumun geleceği' olarak görülmeye başlayan çocuk 'rejimin geleceği' açısından devletin önemli bir ayağını oluşturmaya başlamıştır. Tanzimat döneminde bağımsız bir özne olarak keşfedilen çocuk, Meşrutiyet döneminde inşa edilmiş ve Cumhuriyet bu inşa üzerine gücünü oluşturmuştur.

30 Nisan 1992 tarihinde kabul edilen "Milli Eğitim Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunu"nca uygulanan ilk ve orta okullarda bulundurulması zorunlu kılınan araç ve gereçleri kapsayan ve okulun dizaynına ilişkin pek çok unsuru içeren yönetmelikle beraber ilk, orta ve lise düzeyindeki her okulun bahçesinde Atatürk büstü ve Türk bayrağı bulundurma şartı, her gün derse başlamadan önce öğrenciler tarafından öğrenci andı okunması, her sınıfta yazı tahtasının üst kısmında Atatürk portesi, Atatürk'ün gençliğe hitabı ve Atatürk köşesi gibi uygulamaların çeşitli maddelerce uygulanması mecburi hale getirilmiştir.

Çocukların dilinden Atatürk algısının aktarıldığı kitapta yazar, özellikle borç kavramı üzerinde duruyor. Türk Dil Kurumu'nun da tanımladığı şekliyle borç, "geri verilmek üzere alınan veya ödenmesi gerekli para veya başka bir şey" anlamına geldiği gibi yine TDK'nın sözlüğünde borcun mecazi anlamının "birine karşı bir şeyi yerine getirme yükümlülüğü"nü ifade ettiğini söyleyerek, dolayısıyla çocukların borç kelimesi ile Atatürk'e karşı duydukları yükümlülüklerini ankete verdikleri cevaplarla göstermeye çalışıyor. Cevaplardan bazıları şöyle:

"Atatürk olmasaydı şu an biz burada olamazdık."

"Bizi kurtardığı için ona ne kadar minnettarız, ne kadar borçluyuz."

"Sahip olduğumuz her şeyi ona borçluyuz."

"Atatürk öyle bir ışık ki bize. Ona öyle çok borçluyuz."

"Atatürk herkesin bildiği gibi AZİZ ve YÜCE bir insandı…"

Çocukların ifadelerine baktığımızda kurtarıcı, güneş, ışık, aziz, yüce vb. nitelemeler Atatürk etrafında şekillenen kutsallık algısını gözler önüne sermekte ve çocuklar kendi varlıkları da dahil olmak üzere hayatlarındaki her şeyin varlığını Atatürk'ün varlığına ve onun yapıp ettiklerine bağlamakta. Böylece çocukların zihninde tanrısal bir Atatürk olgusu pekiştirilmektedir.

Esra Elmas, kitabında aynı zamanda 2007 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerine de atıfta bulunarak CHP'nin "Laik değerlere tam bağlı bir cumhurbaşkanı zorunludur!"  söylemi ve ordunun e-muhtıra yayınlamasının ardından, ilk olarak Ankara Tandoğan Meydanı'nda gerçekleşen "Laik değerlere tam bağlı kalmak istiyoruz!" talebini dile getiren cumhuriyet mitinglerinin, birden yurdun dört yanında yayılmasını da değerlendirmektedir: "Atatürkçü Düşünce Derneklerinin başını çektiği mitinglerde Atatürk resmi  taşınıyor, Türk bayrağı eşliğinde  'Türkiye laiktir laik kalacak!', 'Biz Atatürk'ün kızlarıyız!' gibi sloganlar atılıyor,  yani  bir anlamda babalarından yardım istiyorlardı."

Ayrıca yazar, üniversite gençlerinin mitinglere katılmaya teşvik edildiğini, Bilkent Üniversitesi Siyasal Bilim Profesörü Faruk Gençkaya'nın bir konuşmasında "Laiklik Türkiye'de en az İslamiyet kadar önemli bir unsurdur." gibi sözlerle aslında Türkiye'de Atatürk özelinde, çocuklarda olduğu gibi yetişkinlerde de kutsallık algısının telkin edildiğini ve bu algının Atatürk ile bütünleştirildiğini belirtmektedir.

Son günlerde televizyon kanallarında boy gösteren İş Bankası reklamını düşündüğümüzde de küçük bir çocuğun "Aaa! Senin eline diken batar mı?", "Senin elin kanar mı?"  gibi şaşkınlık ve hayretle karşılanan tepki ile, insan üstü birtakım özelliklere sahip bir Atatürk algısının medya kanalıyla aslında toplumun bütün kesimlerine yayılmaya çalışıldığı görülebilmektedir.

Elmas'ın yaptığı ankette "Atatürk yaşıyor olsaydı hayatınızda bir fark olur muydu?" sorusuna ise çocukların % 93.3'ü evet cevabını vermekte ve şunları ifade etmektedirler: "AB'ye kesin girmiş olurduk, Türkiye daha çağdaş ve modern bir ülke olurdu,  sokakta kapalı veya çarşaflı kadın olmazdı, topraklarımız daha geniş olurdu, Tayyip Erdoğan Başbakan olmazdı, Ermeniler bize saldırmazdı…"

Yazarın çocuklarla yaptığı anketin sonuçlarında ikilem olarak "resmi alan" ve "sivil alan" fotoğrafı da öne çıkmaktadır. Bu ikilem çocuklarda kimi zaman çift karakterliliğe, kimi zaman nabza göre şerbet sunmaya ve kimi zamanda çekinceye neden olmaktadır. Mesela öğrencilerden birkaçının, sorulara açık bir şekilde cevap vermeleri halinde başlarına bela açılıp açılmayacağına dair emin olmak istedikleri ve Atatürk'ün içki içtiğini söylediklerinde ya da herhangi bir eleştiride bulunduklarında, polisin okulu basıp basmayacağı gibi ihtimalleri kendi aralarında konuştukları ve birbirlerini uyarmaya başladıkları dikkat çekiyor.

Esra Elmas, kitabının son kısmında ise Bakırköy Belediyesi tarafından 10 Kasım etkinliği nedeniyle düzenlenen "Atatürk yaşasaydı O'ndan ne isterdiniz?" sorusuyla Atatürk'e çocukların yazdıkları mektuplardan örnekler vermiş.

Elmas'ın kitabını bitirdiğinizde zihninizde, mevcut dini kutsalları istismar etmeyen ama yeni bir din olgusu olarak kişi üzerinden yeni kutsallar icat eden modern ve muharref bir paradigmanın izleri kalıyor.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR