1. YAZARLAR

  2. Ali Değirmenci

  3. 25 Yıl / 300 Sayı İçin Kısa Bir Hikâyât

25 Yıl / 300 Sayı İçin Kısa Bir Hikâyât

Mart 2016A+A-

Mart 2016 itibariyle 300 sayı, 300 ay, 25 yıl…

Yayıncılık alanındaki sıkıntıların saymakla bitmediği; kitaba, dergiye, okumaya yönelik ilgisizlikten sürekli yakınıldığı, birçok derginin daha ilk yılında hatta ilk sayısından sonra kapandığı bir ülkede, bu rakamlar sembolik değerinin ötesinde bir anlam taşıyor elbette.

İlke ve değerlerine azami özen ve bağlılık göstererek, gücü ve imkânları ölçüsünde bir “mektep” olma idealini hiç yitirmeyerek yayınına istikrarlı bir şekilde devam eden Haksöz’ü; “süreklilik, sorumluluk ve samimiyet” kavramlarıyla birlikte düşünmek gerekiyor her şeyden önce.

Dile kolay, çeyrek asır! Sadece bir insan için değil; bazen bir yapı, bir oluşum hatta bir toplum için de azımsanmayacak, küçümsenmeyecek bir zaman dilimi bu. Arkasında böyle bir süreç, böyle bir tarihçe bırakarak yürüyüşüne devam eden Haksöz’ün öyküsünde sadece sayfalara düşmüş yazıları, haberleri, resim ve fotoğrafları değil; müşterek bir endişeyi, kolektif bir etkinlik ve dayanışmayı, sabır ve direnç meyveleriyle süslenmiş bir değerler bağını görmek mümkün.

Bugün bir kısmı unutulmaya yüz tutmuş çok sayıda olay ve gelişmenin yanı sıra, nice duanın, dileğin, çehrenin, kavganın, çabanın, gözyaşının, alınterinin, emeğin, didinmenin, özlemin yankısı, yansıması var onun kendisiyle birlikte taşıdığı bu öyküde.

*

Söz” adıyla çıktı ilkin, “Haksöz” oldu sonra. Söz; özde olanın, özde ışıldayan o muhkem cevherin yansımasıydı. Hak üzere olmalı, hakkaniyeti gözetmeli, hakikate ışık tutmalıydı. Vahiy eşliğinde Rabbin yoluna çağırmalı, salih amelle süslenip desteklenmeli, gürbüz insan ağacının dallarına, yapraklarına dokunarak anlam ve istikamet kazanmalıydı.

“O’na ancak güzel sözler yükselir, onları da Allah’a salih amel ulaştırır.” (Fâtır,35/10)

1991 yılında, güzel işlerin arısı olan gençler, hak üzere sözleştiler ve şehrin bir ucundan çıkıp geldiler. Yürüyüş böylece başlamış oldu. Heyecana, tevazu ve samimiyet de eşlik ediyordu. Söylenecek güzel ve anlamlı sözleri vardı elbette. Sözü incitmeden, eğip bükmeden, nifaka bulaştırmadan, üstünü örtmeden, korkuya ve karanlığa bulaştırmadan konuşmaya başladılar.

Ataları yeterince uyarılmamış, çoğu zihnen ve bedenen zayıf bırakılmış, kendi tarih, inanç ve değerlerinden koparılmış bir halkın çocukları olarak yapmaları gereken çok şey olduğunu biliyorlardı kuşkusuz. İslami uyanış ve direnişin 60’lı yıllardan itibaren bütün bir dünyada etkili olan birikim ve tecrübelerinin yanı sıra, özellikle 80’li yılların ortalarında ülkede yeşermeye, söz almaya, sınanmaya başlayan fikrî ve fiilî çabaları da yakından izleyen bir duruşu oldu Haksöz’ün.

Münkerden, düşkünlükten, cahilî refleks ve kirlerden, vahye karşıt anlayış ve telakkilerden uzaklaşmak, hicret etmek, arınmak gerekiyordu önce. Çeşitli nedenlerle terk edilip “mehcur bırakılan”, etrafında birtakım “gürültüler” oluşturulan Kur’an’ın, bir hayat ve hidayet kitabı olarak tertil üzere okunması, özümsenmesi, gündemleştirilmesi elzemdi. “Kur’an’ın aydınlığına doğru” ifadesi, derginin bu dikkatini, eğilimini, tercihini gösteren bir remiz, bir simge oldu zamanla.

“Tevhid, adalet, özgürlük” şiarıyla bütünleşen bu çaba, kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa tutunmak içindi. Fikrin önderliğini, istişareyi, mesajı sosyalleştirmeyi öne çıkaran bu tutum, genç yaşlı, kadın erkek birçok Müslümanda yankı buldu. Birlikte Allah’a, Allah’ın kitabına, Resulullah’ın çağlar üstü örnekliğine çağırdılar. Unutulan, yanlış ya da eksik aktarılan, üstü örtülen, kirli telakkilerle iç içe geçirilen, yanı yöresi bidat ve hurafelerle doldurulan birçok Kur’anî kavramın belli bir usul ve bütünlük içinde değerlendirilmesi, güncelleştirilmesi Haksöz’ün en önemli özelliklerinden biriydi daima.

Yeni bir zihin inşasına, muhkem bir kimliğe, dava bilincine ve yol bilgisine ışık tutan bu çalışmalar farklı zaman ve mekânlarda konuşuldu, çoğaltıldı, tartışıldı ve birçok insana perspektif kazandırdı. Söz konusu usulî yazılar,  kavram,kıssa ve siyer çalışmaları, derginin sayfalarında kalmadı; çeşitli ders halkalarında, öğrenci evlerinde, mahalle sohbetlerinde ve benzeri etkinliklerde de temel bir başvuru kaynağı hâline geldi, Müslüman bir kuşağın yetişmesine büyük ölçüde katkıda bulundu.

Zor zamanlardı. Zor zamanda konuştular. Kimi zaman karanlığın bekçileri çıktı önlerine onların, kimi zaman dost bildikleri eller yaraladı gönüllerini. Hayatın içinde, hayatın tam ortasında durmak istediler bütün sıkıntılara, olumsuzluklara rağmen.

Adaleti ve tevhidi getirecek yolun bilgi, inanç, eylem yolu olduğunu yineledi Haksöz. Zulme, baskılara ve her türlü şirke karşı, ilkeleriyle var olmayı vurguladı. Bilgiyi inanca, inancı eyleme/tanıklığa tahvil ederek yürüdüler furkanın eşliğinde. Resullerin de ilk ve en süreğen sünneti olan “şahitlik”, dergi mensuplarının en çok vurguladığı ve temsil konusunda titizlik gösterdiği konulardan biri oldu. Öz muhkemleşti, söz perçinlendi, az çoğaldı böylelikle. Fussilet Suresinin 33. ayeti; açık bir kimlik ve müşterek bir tanıklıkla gerçekleştirilen ıslah, inşa, ihya çabalarının, davet ve mücadele cehdinin temelini oluşturuyordu. Derginin derdi ve çizgisi, bu ayetin kılavuzluğunda billurlaşmaktaydı:

“Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve gerçekten ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?”

“Yazılar, yazarlarını bağlar!” sözüne asla yakın durmadı, asla sıcak bakmadı Haksöz. Hiçbir zaman, gök kubbe altında hoş bir avaz bırakıp köşesine çekilmeyi tercih etmedi. Davet, mücadele ve sorumluluk alanlarını asla ayrıştırmadı, birbirinden koparmadı, birbirine yabancılaştırmadı. Allah’ın kitabına da Resulullah ve arkadaşlarının örnekliğine de gündelik yaşam içinde karşımıza çıkan sorunlar yumağına da bütüncül ve işlek bir perspektifle yaklaşmaya çalıştı. Sadece kavram yazılarını değil; gündem, tarih, siyaset, ahlak, sistem, sosyoloji, kadın, çocuk, edebiyat, kültür, kitap, hukuk, emek alanlarındaki yazıları da son çözümlemede hep bir “Kur’an çalışması” olarak gördü. Müslümanların, ümmetin sorunlarıyla ilgili haber ve çözümlemelerden emek ve çalışma hayatıyla ilgili ayrıntılara, hapishanelerden gelen mektuplara verilen cevaplardan ağırlığını her geçen biraz daha hissettiren askerî vesayete kadar her alanda bu bütüncül sorumluluk duygusuyla, vahyin kılavuzluğuyla şekillenmiş bu bilinçle söz aldı. Hayattan kopuk bir Müslümanlık anlayışından, mistik, akademik yahut anarşist, savruk bir İslamcılık algısından özenle uzak durdu. Müdahalesi ve eylemselliği olan, gücü ve merhalesi ölçüsünde dönüşümü amaçlayan bir yayıncılık anlayışını vurguladı. En’am Suresi 162. ayette ifadesini bulan o temel hayat bilgisi ve kulluk ahdinin hatırlatılması, kolektif salih amellerle bütünleşerek her konuda “tevhidin, hakkın, adaletin tanıklığını yapan” bir topluluğa ulaşılması, derginin temel vurgularından ve hedeflerinden biri oldu.

İstikamet üzere olmak, yürüyüş esnasında karşılaşılan sıkıntı ve zorluklara sabretmek, yola çıkmak kadar önemliydi kuşkusuz. Düşünsel zindeliğe katkıda bulunmak kadar tavır almayı, zulme ve zorbalığa itiraz etmeyi de asla ihmal etmeyen Haksöz,zamanla ciddi ve aralıksız bir takibatla karşılaştı. Hakkında çok sayıda dava açıldı. Ekonomik cezalandırmalara maruz kaldı. Birçok sayısı toplatıldı. Bürosuna polis baskınları yapıldı. Bir arınma ocağı, bir direniş mektebi oluşturan ve ülkenin dört bir yanında çeşitli etkinlik ve müşterek çabalarla gündeme gelen derginin mensupları çeşitli eziyetlerle karşılaştı. Korkutma ve yıldırmaya yönelik baskılar, farklı şehirlerdeki okuyucularına, takipçilerine de yöneldi zamanla. Fakat tüm bu engellere, dayatmalara, kovuşturmalara, birbiri ardına açılan davalara rağmen istikrarlı bir şekilde sürdürülen bir yayın çizgisiyle yer etti hafızalarda.

Ülkeyi yarı açık bir cezaevine dönüştüren, sayısız zorbalık ve mağduriyete yol açan 28 Şubat sürecinde de mukim ve muhkem duruşunu devam ettirdi Haksöz. Geri adım atmak, özür dileyici ve sinik bir tutumu içselleştirmek şöyle dursun; sesini daha da gürleştirdi, çabasını çeşitlendirip çoğalttı. Dik durdu. Meydanlarda direnişin sesi oldu. Tebliğ, mücadele, tanıklık araçlarını zenginleştirmeye gayret etti. Dergi kadrosunun ve okuyucularının bu çabaları, bir “Ekin” bereketine, yeni bir yayınevine kavuştu söz gelimi. Üniversitelerde, başörtüsü direnişlerinde duyarlılık sahibi diğer kardeşleriyle bir hat oluşturmaya çalıştı. Kimi zaman yeni dergiler, yayınlar eşlik etti bu çabalara, kimi zaman sesini ateşe veren gençlerle somutlaşan marş ve ezgiler, kimi zamanda istişare temelli dernekler… Bugün 40’ı aşkın şubesiyle bu çabalar bütününü sürdüren ÖZGÜR-DER de bu zorlu süreçte, 1999’da kuruldu.

Başlangıçta bir grup ilahiyat öğrencisinin gayretiyle başlayan yolculuk birçok şehirde yankı buldu süreç içerisinde. Yeni öbeklerle yaygınlık kazandı. “Uyan, Diren, Özgürleş” çağrısıyla büyüyen çocuklar, gençler vardı artık. Bu çığlığa, bu çağrıya nice güzel halka ekleyen genç kızlarla, cesur ve fedakâr kadınlarla tanışıyordu birçok şehir.

Ağırlıklı olarak aynı anlayışı ve geleneği benimseyen bir çevre tarafından çıkarılsa da ortaklaşılan doğrular ve hassasiyetler zemininde, elden geldiğince Müslümanların ortak bir çabası, ortak sesi olmaya çalıştı Haksöz. Bu noktada diyalog ve tavır birlikteliği içinde bulunduğu kardeşlerinin ve çevrelerin katkılarına hep açık oldu. Katkıdan da öte bu uğraşın ortak bir sorumluluk temelinde algılanması gerektiğini sürekli vurguladı. Hakka tanıklık eden o “güzel söz”, zihinlerde ve yüreklerde kök salıyor, yoldaki işaretleri yeni yoldaşlarıyla okuyor, talim ediyordu. Parça doğruları, parça güzellikleri bir araya getirerek, Allah rızası için koşturan öbekleri tanıştırarak bir “Kur’an nesli, şuheda nesli” oluşturma çabasıydı bu.

“Güzel söz, güzel bir ağaç gibidir. Ki onun kökü sabit, dalları ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir.”(İbrahim, 14/24)

Çeşitli nedenlerle dağılmalar, tökezlemeler, savrulmalar da yaşanıyordu elbette. Fakat ülke insanının o zamana dek belki de hiç görmediği, tanık olmadığı güzellikler, kardeşlik yumakları, direnç ve dayanışma ırmakları da eksik değildi. Gölge etmeye, söndürmeye çalışan çok olsa da alın teriyle, dua ve gözyaşıyla, bilgi ve bilinçle ışıklandırılan mütevazı kandillerin altında, bünyanun mersus olma özlemiyle sıklaşan saflar, öbekler, kardeşlik ormanları da yeşeriyordu şüphesiz. Türkiye dışında da bu çerağla aydınlanan çehrelere, bu ışıkla bir araya gelen dost omuzlara ve gönüllere rastlamak mümkündü.

Mesajını ikinci planda bırakacağından korktuğu girişimlere hiç tevessül etmedi Haksöz. Dost-kardeş çevrelerin yayın ve etkinlik duyuruları dışında,  sayfalarında hiçbir zaman ticari mahiyet taşıyan ilan ve reklama yer vermedi söz gelimi.

Kuru bir masa başı dergiciliği yapmaktan da özenle kaçındı. Yazıp çizmeyi temel amaç hâline getirmedi. Bütün bunları kardeşliğin, tanışıklığın, dayanışmanın, marufu emredip münkeri nehyetmenin, zulüm ve haksızlığa topluca direnmenin, güzel ve erdemli yaşamanın, ahirete hazırlanmanın bir aracı, imkânı olarak gördü.

Ülkede yaşanan sorunlara, sıkıntılara, gelişmelere de bu kaygıyla baktı. Bu kaygıyı paylaşanlarla bir araya gelmeyi önemsedi, uzun ve işlek bir kardeşliği örgütlemeye çabaladı. Küresel zorbalıklara, kapitalist dayatmalara karşı durduğu gibi ulusçuluğa, ırkçılığa, cahilî reflekslere de boyun eğmedi. Sistem, toplum ve tarih değerlendirmelerini daima canlı tuttu. İşkenceye, brifinglendirilmiş yargıya, katsayı zulmüne, Kur’an kurslarının ve imam-hatip okullarının kapatılmasına, kapitalist ağababalarına, darbecilere, çetelere, cunta sevdalılarına bu bilinçle karşı çıkıldı. DGM ve basın savcılarının da en çok okuduğu, incelediği dergilerden biri oldu bu yüzden.

İçeriden barikatları da aşmaya çabaladı aynı zamanda. Kürt sorunu başta olmak üzere ülkedeki can yakıcı sorunlar konusunda da teyakkuz hâlinde oldu. Andımız dayatmasından Milli Güvenlik derslerine, anadil üzerindeki prangaların kırılmasından ulusçu histerinin kardeşlik ve müşterek değerler ekseninde aşılmasına dek birçok konuda söz aldı.

Ve kuşkusuz Haksöz İslam coğrafyasını paramparça eden sınırları, ayrımları asla tanımamış ve cahilî asabiye duvarlarını tümüyle reddetmiş bir fikrin ve tavrın da yansımasıydı aynı zamanda. Bu yüzdendir ki ufkunu ve perspektifini ulusal sınırlarla, günübirlik ülke menfaatleriyle köreltmeye, daraltmaya değil, Allah’ın bütün bir arzında O’nun dinine şahitlik etme sorumluluğuna talip oldu. Zulmün olduğu her yerde mazlumların safında yer aldı; tağutlara, diktatörlere karşı daima İslami direnişle dayanışma içinde oldu. Mezhep, bölge, köken ayırt etmeksizin haktan ve adaletten yana sürdürdü yolculuğunu.

Bu kaygılarla Siyonist düşmana karşı “Her yer Filistin” diye haykırırken, Rus istilası karşısında Çeçenlerin, Amerikan işgaline karşı Irak halkının yanında oldu. Ve aynı bilinçle Ortadoğu genelinde Müslüman halklar özgürlük ve adalet talebiyle kalkınca ayağa, izzetle direnen kardeşlerinin çabasına omuz verdi coşkuyla. Küresel haramilerin ve yerli despotların onlarca yıldır hedefinde olan ümmet bilincini kuşanıp Mısır’da zindanlarda, Bangladeş’te idam sehpalarında ve Suriye’de varil bombası sağanağı altında direnenlerin sesine ses verip, “heyhat minnez zille” diye haykırmaktan asla geri durmadı.

*

Evet, 25 yıl boyunca bu bilinçle haykırdı Haksöz; bu çabalar ve özlemler bütününün sözcüsü oldu. Allah’ın izni ve inayetiyle bundan sonra da istikamet üzere olmak ve zorlu akabeleri aşmak için yeni bir besmele daha çekiyor şimdi.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR