1. YAZARLAR

  2. Rıdvan Kaya

  3. Kardeşlik Hukukunu Ayaklar Altına Alanlar İçin Henüz Tövbe Vakti Gelmedi mi?

Kardeşlik Hukukunu Ayaklar Altına Alanlar İçin Henüz Tövbe Vakti Gelmedi mi?

Mart 2013A+A-

Suriye’de son iki yıllık süreç her açıdan çok çarpıcı gelişmelere sahne oldu. Bu süre zarfında inanılmaz yaklaşımlarla, izahı mümkün olmayan tutumlarla, utandırıcı tavır alışlarla karşılaşıldı. Suriye halkının zalim rejime karşı destansı direnişi sistematik bir tarzda hem içeride, hem dışarıda ikircikli, samimiyetsiz, tutarsız yaklaşımlarla gölgelenmeye, kirletilmeye çalışıldı. Suriye Devrimi bir yandan artık köhnemiş, yıpranmış maskeleri indirirken, öte yandan onurun, direnişin, Allah’a teslimiyetin güzel örnekliğini de sundu bizlere. Müslümanların zillete boyun eğmeyişlerini, zulüm karşısında çaresiz olmadıklarını haykırdı güçlü bir biçimde. Ve ümmetçi bakış açısı ile taifeciliği, samimiyet ile hesapçılığı, dürüstlükle takiyyeciliği kalın çizgilerle ayrıştırdı birbirinden.

Her olay nereden baktığınıza bağlı olarak anlam kazanır; söyleminizde, zihninizde bir karşılık bulur. Perspektifiniz ve kullandığınız kavramlar siyasal-toplumsal bir olaya yaklaşımınızı ve onu neticede nereye oturttuğunuzu belirler. Bu açıdan Suriye meselesinin ne olduğunu anlamak ya da Suriye meselesini yorumlamak öncelikle sizin bu konuyu hangi çerçevede ele aldığınızla birebir ilgilidir, irtibatlıdır.

Örneğin “Nereden çıktı bu Suriye meselesi, iki yıl önce hiçbir sorun yoktu!” şeklindeki bir yaklaşımla Suriye meselesini anlamak, anlamlandırmakla; yaşananlara “40 yıllık zulme karşı Müslüman halkın biriken öfkesinin patlaması” olarak yaklaşmak bambaşka şeylerdir ve doğal olarak kişiyi çok farklı sonuçlara götürür. Dikkat edilirse birinci yaklaşım çerçevesinde konuyu ele alanlar iki yıldır devam eden olaylarla ilgili olarak ABD’yi, Batılı güçleri, Suud’u, Katar’ı, Türkiye’yi ve daha bilumum gücü sorunun temel aktörü ya da aktörleri olarak tanımladılar.

Bu tanımdan hareket ettiğinizde Suriyeli muhalifler hakkında besleyeceğiniz kanaatlerse kaçınılmaz olarak ya “zavallı piyonlar” ya da “işbirlikçi hainler” olacaktı. Zaman zaman “Yanlış anlaşılmasın, Esed zalimini savunmuyoruz!” sözünü de bir dipnot olarak düşmekten imtina etmeseler de bu yaklaşım sahipleri, her defasında “ama” diye başlayan ikinci cümleye geçiş yaptılar. Ve yaşananların gereksizliğine, kurgusallığına ve de korkunçluğuna dikkat çekerek bazen örtük, bazen de vurgulu biçimde asıl sorumlunun rejim olmadığı tespitini öne çıkarttılar.

Büyük Resimde Küçük İnsancıkları Görmek Pek Mümkün Olmadı!

Herhangi bir sorunu o sorunun doğrudan taraflarını paranteze alarak uluslararası güç dengeleri, büyük güçlerin yüzyıllık planları, devasa projeleri vs. bağlamına hapsederek ele almanın ortaya çıkardığı hipermetropluk halinin tipik bir örneğiydi yaşanan. Bu bakış açısıyla ne zulmedene karşı çıkmak ne de mazlumdan yana tavır belirlemek mümkün olabilirdi. Varılacak yer ya hiçbir şer’i, ahlaki ölçü tanımayan hesaplarla zulme arka çıkmak ya da komploculuk bataklığında debelenmek olacaktı. Açıkçası Suriye sorununu Suriyeliler olmadan tanımlamaya, anlamlandırmaya çalışmanın gelebileceği bir başka yer yoktu zaten.

Oysa Suriye sorununun ABD’nin ve Batılı güçlerin planlarından, Rusya’nın çıkarlarından, İran’ın güvenliğinden, direniş ekseninin geleceğinden, Lübnan’daki dengelerden vs. vs. önce Suriyeliler açısından ne anlam ifade ettiğini sormak, yaşananları öncelikle bu noktadan hareketle anlamlandırmaya çalışmak hem ahlaki, hem mantıki bir zorunluluk olsa gerekti. Bunu yapmayanlar ya da yapmak istemeyenler çok rahatlıkla kulaklarını Suriyelilerin feryadına kapatabildiler, bu ülkede icra edilen vahşete gözlerini yumabildiler.

Suriye’yi Suriyeliler olmadan tartışanlar, yorumlayanlar açısından iki yıllık süreçte ölen on binlerce insan, yaşanan büyük yıkım, sürgünler, işkence ve zulüm bir şey ifade etmedi. Ne akla, ne vicdana sığmayan bir garip tutum “büyük resme bakmak” sloganıyla meşrulaştırılmaya çalışıldı sanki. Sonuçta ortaya çıkan şey ise haktan, adaletten, insani ve İslami sorumluluktan uzak, salt politik, şer’i ve ahlaki ölçüler içermeyen bir bakış açısı oldu. Oysa gerçeklikle ne kadar bağdaştığı çok su götürür bu tutumun, hakikatle hiçbir ilgisinin, rabıtasının olmadığı o kadar açıktı ki!

Muhatap olduğumuz kimi insanların ve çevrelerin siyasal-toplumsal hadiselere ilişkin zaaflı ya da çelişkili tutum alışları karşısında genelde şöyle dua ederdik: “Allah’ım akıl ver, basiret ver!” Şüphesiz akıl ve basiret sahibi olmak büyük, çok büyük bir nimet; eksikliği ise tarifi imkânsız bir felakettir. Ne var ki, Suriye’de aylardır işlenen insanlık suçları karşısında takınılan akıl almaz tavırlara şahit olunca “Allah’ım önce vicdan ver!” diye dua etmenin daha elzem olduğunu gördük.

Gerçekten de tam bir vicdansızlık, bir insanlıktan çıkma hali ile karşı karşıya kaldık. Bunca zulme, vahşete rağmen düzeysiz, mantıksız, hakkaniyet ve adaletten zerrece nasipsiz sözler, tavırlar sanki yağmur gibi yağdı. Baas rejiminin suçlarını örtme, küçültme yarışına girmişçesine birbirinden saçma ve temelsiz tespitler, yorumlar, iddialar ortalığa saçıldı. Hiç kuşkusuz büyük bir kirlilikti ortaya çıkan şey ve maalesef çok sıçratıldı, çok iz bıraktı. Arınmak, arındırmak kolay olmayacak kuşkusuz. Bu süreçte sarf edilen sözlerin, sergilenen tutumların kalıcı izleri olacak. Kardeşlik hukukunu ayaklar altına alan, paspas gibi çiğneyen anlayışların, tavırların yol açtığı yaraların kolayca kapanmasını beklemek safdillik olur. Yara büyük ve derin ve kanamaya devam ediyor!

Kardeşlerinize Çok Zulmettiniz!

Gelin Tövbe Edin Artık!  

Ama her şeye rağmen gönlünde zerre miktarı iman olanlar için yapılacak bir şeyler var. Mazlum ve mağdur kardeşlerine karşı bugüne dek çeşitli sebeplerle kardeşlik hukukuna uymayan tavırlar takınan, zulmü ve zalimleri lanetlemek yerine kalplerinde kardeşlerine karşı buğz biriktiren, sözlerinde haksızlık eden, mağdur kardeşlerinin acısına, sıkıntısına ortak olma çabası içerisine girmeyenler, giremeyenler şu iki yıllık süreçte ne yapıp ne yapmadıklarını bir daha gözden geçirmeliler. Tavırlarının Kur’an’da vasfedilen mümin tavrıyla ne kadar örtüştüğünü kendilerine sormalılar. Kafirlere karşı şiddetli, müminlere karşı ise merhametli olma emrinin Suriye bağlamında ne ifade ettiği üzerinde mutlaka bir daha düşünmeliler.

Bizler ahirete, din gününe iman ediyoruz. Yaptıklarımızdan ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan, söylediklerimizden ve söylememiz gerekirken söylemediklerimizden ötürü hesaba çekileceğimizi biliyoruz.

Nasıl olur da iman ettiğini söyleyen birileri gözlerinin önünde her gün onlarca kardeşinin katledilmesi karşısında umursamaz, vurdumduymaz tavırlar takınabiliyor; hatta zalim, kafir Esed rejimini haklı çıkartır tarzda Müslümanlara karşı düşmanca yaklaşımlar sergileyebiliyorlar? Bu yanlışlar, bu günahlar daha fazla sürdürülmemeli. Bir nebze vicdan taşıyan, muhakeme melekesini yitirmemiş herkes bu halden kurtulmak için çaba sarf etmeli.

Politik bir film değil izlediğimiz, bilgisayar oyunu da oynamıyoruz. Rabbimizin zulme meyletmeyin, ateş azabı size de dokunur uyarısı ciddiye alınmalı! “Lebbeyk ya Allah”, “Menna ğayrek ya Allah” haykırışlarıyla ölüme giden Suriyeli kardeşlerinin sesine kulaklarını tıkamamalı hiç kimse. Yol yakınken dönülmeli yanlıştan! Bugüne dek kardeşlerine karşı zalimane bir tavır içinde olmuş herkes tövbe etmeli Rabbine!

Vallahi kardeşlik hukukunun bu şekilde çiğnenmesi büyük bir zulüm, büyük bir günahtır. Bu zulmün, bu günahın hesabı kolay verilmez. O büyük hesap gününün dehşeti karşısında ne Allah’ın rızası dışında merkeze aldığınız hesaplarınız, ne stratejik-taktiksel etütleriniz, ne politik kaygılarınız bir şey ifade etmez. Baas bataklığında daha fazla debelenmek Müslümanım diyene yakışmaz ve asla da hayır getirmez!    

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR