1. YAZARLAR

  2. Rıdvan Kaya

  3. Değişim; Kime Niyet Kime Kısmet!

Değişim; Kime Niyet Kime Kısmet!

Mayıs 2006A+A-

İslami kesimde 28 Şubat süreci ve izleyen dönemde büyük bir değişim yaşandığı, bireysel tercihlerden siyasal tavırlara kadar pek çok alanda köklü bir zihniyet dönüşümü gerçekleştiği çeşitli çevreler tarafından sıklıkla dile getirilmekte. Genelde otoriter laik düzen yanlılarını "tehlike"nin geçtiğine ya da azaldığına ikna sadedinde dillendirildiği gözlenen ve artık "normalleşme" sürecinin öne çıkması gerektiğine vurgu yapan bu yaklaşım bilhassa liberal anlayışa sahip aydınlarca savunulmakta.

"İslami kesim" içinde ise değişim-dönüşüm olgusu kimileri için açık bir savrulma, çözülme ve çürüme ifade etmekteyken, aynı olguyu bir evrim ve gelişme göstergesi olarak tanımlayanlar da bulunmakta. Bu yüzden örneğin dün ısrarla, coşkuyla savunulan bir fikrin veya pratiğin bugün tümüyle reddedilmesi ya da dün kerih görülen bir kavramın veya tutumun bugün pervasızca dillendirilmesi, savunulması gibi durumlara sıkça rastlayabiliyoruz. Birilerince kimliksizlik, ilkesizlik olarak takbih edilen bu hal, başka birileri tarafından çocukluk hastalıklarından kurtuluş ve olgunlaşma olarak alkışlanabiliyor. Hatta işi "iyi ki 28 Şubat oldu, aksi halde zihinsel bağlarımızdan nasıl kurtulabilirdik?" türünden tezlere vardıranlar dahi çıkabiliyor. Şüphesiz akidevi/ideolojik zeminde nasıl bir kimlik taşındığı ve siyasi düzlemde hangi pozisyonda durulduğuna bağlı olarak beklenti ve tercihlerin yeniden şekillenmesi kaçınılmazdır.

Ali Bayramoğlu'nun Türkiye Röntgeni: Bir Determinist Süreç Olarak Değişim!

"İslami kesim"de yaşanan "değişim" olgusu çok geniş ve farklı boyutlardan ele alınmayı gerektiren bir konu. Değişimin mahiyeti kadar, nasıl bir siyasal ortamda ve ne tür saiklerin yönlendirmesiyle geliştiğinin doğru tespit edilmesi önem arzediyor. Bununla birlikte bu yazıda sadece söz konusu olgunun kimi yansımalarına değinmeye çalışacağız. Bunu da Ali Bayramoğlu'nun Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazı dizisinde yer verdiği aktarımlar ve değerlendirmelerini baz alarak yapmaya çalışacağız.*

Söz konusu yazı dizisini Ali Bayramoğlu "Türk toplumu"nunda yaşanan değişimin mahiyetini anlamaya dönük bir çalışma olarak sunmakta. Uzun süreli bir araştırma ve çok sayıda kişiyle yapılan yüz yüze görüşmelerin neticelerinin özetlendiği bu çalışmada yazar toplumun dindarıyla laikiyle kapsamlı bir değişim yaşadığını, buna direnenlerin de olduğunu fakat bu tutum sahiplerinin dar bir kesimden ibaret kaldığını ileri sürmekte. Burada bizi değişmeye direnenlerden ziyade değişenler ve elbette laik kesimden ziyade "dindarlar" cephesindeki değişim hikayesi daha fazla ilgilendirmekte.

Bahse konu yazı dizisinde Bayramoğlu'nun yorumları ile birlikte kendileriyle görüşülen şahısların ifadelerine de yer verilmiş. Yazar tespitlerini bir anlamda isim verilmeksizin aktarılan bu ifadelerle desteklemiş oluyor. Görüşülen şahısların nasıl ve ne tür kriterlerle seçildiği, kim oldukları bilinmediğinden elbette "temsil" özellikleri bulunmuyor. Bununla birlikte serdedilen görüşlerin yaygınlığı tartışılabilir olmakla beraber nihayetinde çevremizde bu tarz yaklaşımlara sahip insanların mevcudiyeti bir vakıa. Dolayısıyla "gerçekten doğru mu aktarılmış, bu şekilde mi söylemişler?" merakını bir kenara bırakıp, bu yaklaşım tarzının bir kritiğini yapmak daha anlamlı bir çaba olsa gerek. Burada hem Bayramoğlu'nun yorumlarından, hem de görüşülenlerin sözlerinden alıntılar yaparak kısa değerlendirmelerle konuyu ele almaya çalışacağız. Bir karışıklık olmaması için yazı içinde iktibas ettiğimiz Bayramoğlu'na ait yorumlara italik, görüşülen şahısların aktarımlarına ise altı çizili olarak yer verilmiştir. Yazı içindeki ara başlıklar korunmuştur.

İç İçe Süreçler: Bireyselleşme ve Laikleşme

Yazar İslami kesimde yaşanan değişim olgusuna dair en temel tespitini birey ve bireyleşme kavramları üzerine oturtmakta. Bireycilik ve onu öne çıkaran rasyonelleşme süreci beraberinde kaçınılmaz olarak hayatın belli alanlarının din dışı tanımlamalar ve pratiklerle şekillenmesi sonucunu doğurmakta.

"... Değişim bir yandan beklentilerde bireyselleşme ve rasyonelleşme çerçevesinde meydana gelmektedir. Kişilerin (bireysel, ekonomik, siyasi) fayda arayışlarındaki referanslar din dışı alanlara uzanarak çeşitlenmektedir... "Bir deneyim olarak RP dönemi" İslami kesim içinde "bireyleşme, daha doğrusu kişileşme" dozunun yükselmesine yol açmıştır..."

"... İslam bireysel... İslam hukukunun olmadığı yerlerde İslam bireysel yaşanır. Refah bunu çok kullandı. Bu çok yanlıştı. Şimdi o çok eleştirdiğimiz Fethullah Hoca'yla buluştuk..."

Bireyselliğin öne çıkışı şüphesiz kendiliğinden gelişmedi. Egemen sistem örgütlülüğü, muhalif kimlikli birliktelikleri, cemaat olgusunu kendisi için her düzeyde büyük bir tehdit kabul ettiğinden bu noktaya adeta çullandı. Öte yandan gelişmekte olan kapitalist zihniyet ve işleyiş için de cemaat olgusu kabul edilemez bir şeydi ve bu yüzden tüketim kültürünün olmazsa olmaz bir şartı olarak bireycilik yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Bu çifte kuşatma beraberinde İslami duyarlılıkların belli ölçülerde aşınmasını, törpülenmesini getirdi. Öyle ki, egemen propaganda ağı marifetiyle kolektif kimlik ve dayanışma ruhu küçümsenip, modası geçmiş takıntılar şeklinde aşağılamaya tabi tutulurken, ben merkezcilik, hatta düpedüz bencillik saygın bir konuma oturtuldu. Artık sorumluluk yüklenme, sahip olduklarını paylaşma değil; sadece kendisinden sorumlu olma, başkasına hesap vermek zorunda olmama, düşünce ve eylemlerinde temel belirleyici olarak kendi aklını öne çıkarma tavrı normal davranış kodları olarak öne çıkartılır oldu.

Ders Çıkarmak!

Değişim süreci sıklıkla ifade edildiği üzere "dersler"le dolu! Değişmenin gerekliliğine inanan ve bunu salık veren hemen herkes ders çıkarma ya da çıkarttırma konusunda ısrarlı davranmakta. Ders konuları, materyalleri değişse de, ders mantığı değişmiyor ve karşımıza düzenin gücü şeklinde çıkıyor.

Şirketlerin çöküşü herkese ders oldu

"... Refahyol hükümetinin yıkılmasının ardından kâr ortaklığı modeline dayanan kimi finans kurumları büyük bir çöküşün içine girdiler..."

Orta Anadolu merkezli holding olaylarının dindar-muhafazakar kesimler açısından büyük bir hayal kırıklığına yol açtığı, sadece ticari sarsıntılar, mali kayıplarla sınırlı kalmayan bir gerilim ve sıkıntı kaynağı oluşturduğu biliniyor. Bu durumu ara başlıkta da görüldüğü üzere yazar "herkese ders" şeklinde değerlendirmekte. Peki ama "acaba şirketler niye çökmüş?", "Hangi süreçler ve dayatmalar bu sonucu ortaya çıkarmış?" sorusu ise gündeme gelmiyor.

Elbette gerek işleyiş bozukluğu, gerekse de işletmeci kadroların yetersizliği ya da suistimalinin bu sonuca etki ettiği iddia edilebilir ama asıl belirleyici faktörün örtülü darbe sürecinde söz konusu şirketlerin faaliyetlerinin ve yönetici kadrolarının baskı altına alınması olduğu görmezden gelinemez. Daha önemlisi ise bahsi geçen "ders" ne tür bir ders acaba? Faizsiz modelin olamayacağı veya kapitalizmin alternatifinin bulunmadığı "ders"i mi? Burada da görüldüğü üzere değişim denen şey özünde sistemin kalıplarının dışında yeni bir şey, aykırı tutumlar almamak, alamamak şeklinde belirginlik kazanıyor. Yani değişmek bir anlamda statükoya boyun eğmek anlamında bir sonuç üretiyor ki, bu durum özünde büyük bir çelişki arzetmekte.

Evli Evine, Köylü Köyüne!

Yazar değişim olgusunun en somut yansımaları arasında tarihselcilik ve yerellik anlayışlarının öne çıkmasını işaret etmekte. Gerçekten de "İslamcılık" geçmişleriyle hesaplaşma ihtiyacı hisseden pek çok şahıs ve çevrenin en belirgin tutumlarından birinin İslami evrensellik anlayışını terk etme ve yerellik vurgusunu öne çıkartma olduğu yaygın biçimde gözlenmekte. Ütopik olmama, toplumu kucaklama, kendi zenginliklerimizden istifade etme ve benzeri söylemlerle temellendirilmeye çalışılan "yerellik" yaklaşımının somut tezahürü ise Ümmet'in ikincil plana düşmesi oluyor. Aynı şekilde evrensel İslami hareket geleneğinin küçümsenmesi ve yerli-milli damarın öne çıkması beraberinde sağ-muhafazakar, gelenekçi çizginin yeniden güç kazanmasını getiriyor.

İran modelinden uzaklaşılıyor

"... Öze dönüş arayışı, bir yandan Kur'an'a yeniden ancak insan merkezli bir yönelişi, diğer taraftan kendi toplumunun koşullarını öne alan tarihselci bir bakışı ifade etmektedir. Diğer bir deyişle İslam'ın her toplumda içine doğduğu yerel ve milli geleneklerden arındırılmasını hedefleyen, özellikle İran Devrimi'nin yarattığı ortamdan beslenen evrenselci bakışı bugün yerini din algısında yeniden yerel unsurların ve algıların öne çıktığı bir duruşa bırakmaktadır..."

Örtük ama Sistematik Laikleşme

Kavramsal düzeyde tartışılmaksızın laikliğin yaygınlaşması, benimsenmesi olgusu en temelde sığınma ihtiyacının bir uzantısı olarak gelişmekte! İslami kimliğin geri çekilmesine paralel olarak egemenlerin dili, söylemi ve pratiğine "uyumlu", en azından onların kabulüne yakın duran bir zemine taşınma durumu yaşanmakta. İslam'ın, İslami pratiklerin belirleyen olmaktan giderek uzaklaşması ve giderek belirlenen konumuna oturması hali bu.

"... Bir yandan seküler ve modern düzenin din dışı tabir edilebilecek temel araçları aktörlerin yaşam tarzına, hatta düşünce alanına yerleşmekte, diğer yandan bu araçlar kâh dini referanslarla kâh yarattığı baskı iklimi üzerinden reddedilmekte ve çatışma nesnesi olarak görülmektedir... Bu noktada "seküler bakış", laikliğe atıf yapılmadan devreye girmekte; devreye girdiği andan itibaren ise vurgulardaki siyasi ve dini renk artmaktadır... dini vurguya rağmen dinsel olanı izole eden, sonuç olarak sorunu siyasi kılan ve çözümü demokrasiye atıfla dillendiren yaygın bir bakış..."

Hicapsızlaşma

Başörtüsü/türban tartışmaları İslami kimlikte yaşanan aşınmaların en somut yansıdığı alanlardan biri olarak belirginlik kazanmakta. Bu alanda yaşanan değişim olgusu, gerek "örtünme" düzeyinde bayanlar açısından, gerekse de başörtüsü yasağına karşı tavır belirleme düzleminde bayan-erkek herkes açısından İslami, Kur'ani zeminin uzağına düşüldüğünü ortaya koymakta. Özetle başörtüsünün kişiselleşmesi ve içeriksizleşmesi de denilebilir buna. Tesettür kavramının İslami anlam dünyasında sahip olduğu hassas konumun aşınmasına paralel biçimde modalaşan, kuralsızlaşan ve içi boşaltılan "türban" olgusu öne çıkmakta.

"... 1970'lerde cemaatleşmenin aracı olan başörtüsü bireyleşmenin taşıyıcılarından birisi haline geliyor... Bu çerçevede tesettüre hem kadınlar hem erkekler tarafından git gide kişisel tercih ve dini gerek arasında bir yerde ya da bir arada bir anlam verilmektedir..".

"... İlk peruğu taktığımda ne kadar zorlanmıştım, ne kadar büyük bir günah işliyormuşum gibi geliyordu. Aradan bir buçuk yıl geçtikten sonra o hissim kalmadı artık..."

"... Evde kalsaydım daha kötü olabilirdi. Ruh sağlığım bozulurdu..."

Pedagojik Kaygılar ve Sisteme Teslim Edilen Çocuklarımız

Çocukların gerilim ortamının dışına çıkarılması kaygısı giderek kimliksizleşme hatta kişiliksizleşmenin zeminini oluşturuyor. Son dönemlerde bir hayli revaçta olan pedagojik kaygıların belirleyicilik kazanması ile İslami terbiye, cahili düzene ve onun sembollerine karşı duyarlılık ve benzeri değerler arkaplana itiliyor.

Değişimin Bir Taşıyıcısı: Çocuk

"... Çocuğun okulda öğrendiği ilkeler ile aile içinde tanık olduğu, "haksızlık" olarak gördüğü, dahası öğrendiği ilkelerden üreyen durumların sürtüşmesi, ev içi davranışları üzerinde kayda değer bir rol oynamaktadır.

Aileler bu çifte baskıyı kendi tutum, tavırlarını, görece "nötralize ederek" aşmaya çalışmakta, bu çerçevede çocuğu etkileyecek siyasi tartışmaların sınırlandırılması, çocuk üzerinden mahrem alanın görece yalıtılması ve çocuğun öğrenilmiş değerlerinin dikkate alınması sonucunu doğurmaktadır..."

"... Eşim başörtüsü yasağı nedeniyle devlet memuriyetinden ayrılmak zorunda kaldı. Çocuklar eşimin başörtüsü nedeniyle yaşadığı sorundan ciddi olarak etkilendiler, belki annelerinden daha çok etkilendiler. Orada bizim de çok hatamız oldu belki. Onların yanında bu meseleyi çok konuştuk. Biz ve bizden olmayan insanlar gibi bir zihniyet ortaya çıktı. Bu beni çok rahatsız etti. (...) Mesela Atatürk figürünü annesinin yaşadığı acıyla bütünleştirdi. Ama bu durum beni çok rahatsız ediyor. Artık ev içi tartışmalarla çocukların kafasını karıştırmamaya dikkat ediyoruz. Çocuğun uyumsuz, çatışmacı bir kimlik üretmesinden endişe duyuyoruz tabii..."

"... Geçen gün mesela baktım, oğlan, ismi lazım değil, bizden birilerinin ve Bush'un gazetedeki resmini karalayınca üzüldüm. Belki bir tarafım sevindi ama yine de bir burukluk oldu bende. Karadenizliyiz ya, demek tez canlı bir tarafımız var, zaman zaman konuşuyoruz, tepki gösteriyoruz ki herhalde o da etkileniyor... Atatürk'ü sorar mesela... Ben de Türkiye'yi o kurdu, sev tabii falan diyorum... Okulda ne öğretilirse onu öğren diyorum... Düzgün yetişsin istiyoruz..."

Alıntıları uzun tuttuk. Gerçi ne ölçüde yaygın bir yaklaşımı temsil ettiği bilinmez ama yukarıda iktibas edilen aktarımlar tek kelimeyle korkunç. Ve yorgunluk, yılgınlık, gelecekten ümitli olmama gibi olumsuz ruh hallerinin de etkisiyle benzeri yaklaşımların "değişim" rüzgarına yakalanmış aileler arasında daha da yayılabileceği varsayılabilir. Resmedilen tablo özetle çocuk üzerinden teslimiyet teorisi geliştirmektir. Sözleri iktibas edilen anne ya da babalar çocuklarının "çatışmacı, uyumsuz olmaması, düzgün yetişmesi"ni istiyorlarmış. Çift kişilik olmasın kaygısının getirdiği kişiliksizlik değil mi bu? Müslüman ailenin geldiği nokta düzene uyumlu kafalar yetiştirmek midir?

Kaldı ki, sorun sadece Bush ya da Atatürk'ten ibaret değil ki. Çatışma, gerilim olmasın diyorsanız, o zaman çocuklarınıza Kur'an da okutmamalısınız! Çünkü bizatihi Kur'an, müminlere küfür ve zulme karşı sessiz kalmamayı, tavır belirlemeyi emrediyor. Kur'an müminler ile kafirler ve zalimler arasında kin ve düşmanlık bulunduğunu bildiriyor. Dolayısıyla çocuklarımız (ya da kendimiz) egemen sistemin yasalarıyla, normlarıyla, eğitimiyle çelişki, çatışma yaşamasın demek, İslami kimlikle, Kur'an'la, vahiyle çatışmayı göze almak demektir.

Ne Gocunuyorsunuz? Baksanıza, Laikler de Değişiyorlarmış!

Ali Bayramoğlu 6 günlük yazı dizisinin son bölümünü laik kesimde yaşanan değişime ayırmış. Laik kesim içinde hiç değişmeyen, eski katı statükocu anlayışı sürdüren, ordunun darbe yapabilme kararlılığını öne çıkartarak gelecek korkusunu bastıran güçlü bir çekirdek yapının mevcudiyetini vurgulamakla beraber, bunların azınlıkta olduğunu ve laik kesim içinde ana gövdenin değiştiğini hatırlatmış.

Laik Kesim de değişiyor

"... İslami kimliğin devlet alanı dışındaki tüm sahalarda görünür olması temel bir hak ve özgürlük olarak, doğal bir gerek olarak kabul edilmeye başlamıştır...

... Bir dönem, kamusal alanda kullanılan tesettürü her kişi ve her koşulda siyasal simge olarak kabul eden denekler, bugün başörtüsü taşıyanları samimi olanlar ve olmayanlar olarak ikiye ayırma eğilimi taşır hale gelmişlerdir..."

Aman ne büyük değişim geçirmişler! Değişenler bunlarsa, değişmeyenlerden Allah korusun! "Değişen laikler" İslami kimliğin tezahürünü, ki bunu başörtüsü takmak olarak okuyabiliriz herhalde, hak ve özgürlük olarak kabul etmekle büyük bir lütufta bulunmuşlar! Ama tabi, bu alan sınırlı: "Devlet alanı" dışında olacak! Devlet alanı laikliklerin babalarının alanı ya da kutsal mekanları herhalde ki, bu yüzden orayı tartışma dışında tutuyorlar.

Yine yazarın laik kesimde büyük bir değişim yaşandığına dair iddiasını temellendirme sadedinde dile getirdiği bir diğer nokta da samimiyet testi şeklinde karşımıza çıkıyor. Eskiden örtülü herkesi din istismarcısı kabul eden laikler, yaşadıkları başdöndürücü değişim sayesinde bugün artık samimi olanlar ile olmayanları ayırma düzeyine gelmişler. Ne büyük bir aşama?! İnançlarının gereğini yerine getirdiklerini söyleyen insanların eylemini samimiyet kriterine tabi tutmak laik kesimin geçirdiği büyük evrimin bir göstergesi olarak kabul edilmekte. Oysa bu açıkça Firavunvari bir tutum. Öncelikle sorulması gereken soru şu olmalı: Örtünenlerin samimiyetini test etme hakkını, yetkisini acaba bunlara kim veriyor?

Değişim mi, Sisteme Entegrasyon mu?

Ali Bayramoğlu'nun hazırladığı yazı dizisi son yıllarda İslami kesime içeriden, dışarıdan bol miktarda tavsiye/telkin edilen "değişimin kaçınılmazlığı" mesajının yeni bir versiyonu olmaktan öteye gitmiyor. Burada "değişim" 28 Şubat zorbalığının ortaya çıkardığı sonuçların tedris edilmesiyle, modernleşme süreçlerinin doğal uzantılarının harmanlanması şeklinde ele alınıyor ve biraz daha yumuşak ve kaygan bir zeminde tanımlanıyor. Öyle ki, klasik modernleş(tir)me teorilerinin zorlayıcı, dayatmacı çerçevesinin dışında adeta kendiliğinden ve iradi temelde benimsenmiş bir olgudan söz ediliyormuşçasına sunuluyor. Oysa dayatmacı tutumun izleri o kadar açık ki! İstenirse, sadece tek bir soru, "Değişimi gerekli kılan şey ne(ydi)?" sorusu bile bunu anlamaya rahatlıkla yeter.

Elbette değişenlerin değişim süreçlerini haklılaştırma, rasyonelleştirme, meşrulaştırma adına pek çok gerekçeye, kendilerince açık ve kesin sayısız delile sahip oldukları bilinir. Zaten bu tarz travmatik dönüşümlerde psikolojik savunma mekanizmasının devreye girmesi ve nefislerin temize çıkarılmaya çalışılması beklenen durumlardandır. Ama ortada çok çarpıcı ve izahı kolay olmayan bir durum vardır: Birileri düzeni değiştirme -iradesiyle diyemesek de- isteğiyle, talebiyle çıktıkları yolun bir etabında o düzene uyum sağlamışlar, statükoya tabi olmuşlardır. "Değiştiremiyoruz, bari biz değişelim!" türünden bir garabet söz konusudur. Bu çarpıklığı en temelde sahih bir kimlik ve net bir zihniyet ve tutum geliştirememenin kaçınılmaz sonucu olarak görmeli ve kimliğimizle beraber, saflarımızı da netleştirme gayreti içinde olmalıyız.

* Ali Bayramoğlu, "Dindarlık ve Laiklik Ekseninde Türk Toplumundaki Değişimin Röntgeni", Yeni Şafak, 24-30 Mart 2006.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR