1. YAZARLAR

  2. Murat Özer

  3. Ayrıntıya Reddiye Yada Bilal Gibi Taşın Altına Yatmak

Ayrıntıya Reddiye Yada Bilal Gibi Taşın Altına Yatmak

Temmuz 1998A+A-

Sanatta biçimin mi, yoksa içeriğin mi önemli olduğu, günümüz sanat tarihçileri arasındaki en önemli tartışma konularından birini oluşturuyor. Bu tartışma süreci içerisinde, sanatın -özelde resim sanatının- geçirdiği tüm dönemler masaya yatırılmakta ve taraflar kendi tezlerinin haklılığını ispatlayabilmek için sanatın tarihini didik didik etmekteler. Biz de bu tartışmaların ortaya çıkardığı "bilginlerden istifadeyle "egemen düzene karşı" direniş ve çözülme ayırımında tercih yapma durumunda olan müslümanlara ve gündemimize bir gönderme yapalım istedik. Haklarımızı ve kimliğimizi savunma mücadelemizde, çözülmelerine kılıf bulabilmek maksadıyla "bilimsel araştırmalarına ya da korkularının ürettiği ''komplo teorileri"ne sığınanları, sanat tarihi de deşifre ediyor.

-I-

Simgeci sanatın "insanların zihninde çağrışım yaparak bir görüntü oluşturmayı hedefleyen" felsefesi sanata hakim olduğundan beri biçim küçümsenmekte ve içerik kutsanmakta. Erwin Panofsky'nin içsel anlamın ortaya çıkartılmasına dayanan "ikonolojik yorumlama yöntemini" bu çabaların lokomotif gücü.olarak belirtebiliriz. Panofsky'nin çabasının samimiyetine güvenerek, onu sözümüzün dışında tutarsak, bu anlayışa göre bir yapıtı sanat eseri yapan temel ölçü, içinde görünenin ötesinde bir anlam barındırmasıdır. Amerikalı eleştirmen Susan Sontag "Yoruma Karşı" isimli makalesinde bu anlayışa şiddetle muhalefet eder.1 O'na göre içeriğin gereğinden fazla önemsenerek, biçimin gözardı edilmesi, sanat eserine yapılabilecek en büyük kötülüktür. Çünkü yapıt, bu ikisinin –içerik ve biçimin- bir bileşkesidir. Eserde görmemiz gerekenin ötesinde, tamamıyla sübjektif, eserin sahibinin dahi dudaklarını uçuklatacak bir yorumlamaya girişmemizin iki sebebi olabilir: Birincisi, günümüzde pek moda olan "sanat ukalalığı" yapmak ki, bu, sonradan görme sosyetenin genel karakteristiğidir. İkincisi ise tedavi edilemez bir hastalığın ürünüdür. İzleyici, eserde eğer kendini rahatsız eden bir şeye rastladıysa, ya onu görmezden gelecektir ya da görünen anlamın içini boşaltarak, eserin anlamına kendi görmek istediği mânâyı yükleyecektir. Sontag bu konuda şöyle diyor: "Eski metinleri 'modern' isterlerle bağdaştırabilmek amacıyla yoruma başvuruldu. Böylece Stoacılar, tanrıların ahlaklı olması gerektiği görüşüne uyarak, Zeus'la onun taşkın ailesinin kaba saba özelliklerini Homer'in destanlarında alegorilerle yumuşatma yoluna gittiler. Zeus'un, karısı Hera'yı Leto'yla aldatışını anlatırken Homeros'un kastettiği şeyin aslında güçle aklın birleşmesi olduğunu söylediler".(sh.12)

Siyasal gündemin egemen güçlerine "kanaat önderliği" yapan hocaefendinizin ucube beyanlarından rahatsız mı oluyorsunuz? Siz de yorumlayın.

"Bir manga askerle halledilir. Muhteremin bir bildiği vardır, üstadım. Ama ne dediği apaçık ortada. Demokrasi, sivil toplum. Kısır düşünmeyiniz, geniş düşünün geniş. Siz onun ne kadar ilim tahsil ettiğini biliyor musunuz? Henüz aklınız ermez sizin. Te'vil edin. Te'vil 1. Te'vil2. Te'vil, te'vil, et.."

-II-

E.H.Gomrich, "Resimde Anlam Sorunu" isimli eserinde2 örneklerden hareketle içsel anlamı yakalamaya çalışır. Raphaello'nun "Başkalaşım" yapıtı üzerinde durur. Bu yapıtta İsa'nın tanrılaşma süreci anlatılmaktadır. İsa, göğe doğru yükselmekte, iki yanında ise Tevrat peygamberleri ile birlikte havari Petrus yer almaktadır. Bu eser, diğer başkalaşım yapıtlarından bir farkla ayrılır. O da, kompozisyonun altında bir başka konunun daha anlatılmasıdır. Orada da Matta, Markos ve Luka indilerinde yer alan bir konu; dilsiz, saralı (yahut cin çarpmış) bir çocuğun havariler tarafından iyileştirilmeye çalışılması resmedilmiştir. Ancak, havariler bunda başarılı olamamaktadırlar. Gayet açık ve anlaşılır olan bu iki kompozisyon hakkında Gombrİch, birçok abartılı yoruma ilaveten, şöyle bir yorumlama yapar: O'na göre havarilerin başı durumundaki Petrus'un alt kompozisyonda bulunmaması ipucudur. Petrus, Papalık'ı sembolize etmektedir. Resmin yapıldığı bu dönemde Papalık, Luther'in reformasyon hareketi sebebiyle bir tehlike içine girmiştir. Havarilerin hasta çocuğu iyileştirememesini Petrus'un (yani Papalık'ın) yokluğuna bağlayan Gombrich, resmin içsel anlamında Luther'in hareketine ilgi duyan halka bir göndermede bulunulduğunu, Papalık olmadan hiçbir dünyevi ve uhrevi problemin çözülemeyeceğine işaret edildiğini söylemektedir.

Gombrich çok mu abartmış?

Ya da abartanlar sadece Gombrich gibi sanat tarihçileri mi? Abartmaya bir başlamaya görsün insan; herşey abartı konusu olabiliyor.

"Bunların niyeti, bu karışık ortamda meydana çıkmamızı sağlayarak, gücümüzün boyutlarını görmek. Provokasyona getirmek istiyorlar insanları. Onlara bu fırsatı verecek miyiz? Bu olaylarda bir bityeniği var ama... Şu olayların aslım, gidişatını bir de Mahir Bey'e sorsak... Komplo teorileri mi? Komplo teori-Komple teori."

- III -

Perspektif, ışık-gölge ve hacim. İşte resim sanatının üç önemli unsuru. Sanatçıların, üzerinde asırlarca deneme-yanılma metoduyla çalışarak ortaya çıkardıkları bu unsurların dengeli beraberlikleri, iyi bir resmi oluşturmaktadır. Buna, Mantegna'nın geliştirdiği "rakursi" (perspektif kurallarına bağlı olarak nesnelerin kısa gösterilmesi) ve Leonardo'nun geliştirdiği "sfumato" da (nesnelerin uzaklaştıkça belirsizleşmesi) eklenince, Yüksek Rönesans'la birlikte artık resim sanatı kemale erdiğini ilan ediyordu. Michelangelo ve Tiziano ile beraber, resim sanatı için ulaşılabilecek bir nokta yoktur artık. İşte böyle bir dönemde ortaya çıktı "Manierism". Figürlerde dengesizlik. Parmigianino'nun eserlerindeki gibi ya çok uzatılmış figürler, ya da Michelangelo'nun Sixtina şapeli freskolarındaki gibi şişirilmiş figürler. Ancak uzun sürmedi bu dönem ve yerini Barok'a bıraktı, Manierism. Tek kelime ile "abartırdır, Barok. Bir ayrıntı denizinin içinde kaybolursunuz. İnce detaylar, bir dantel gibi işlenmiş mimari eserler... Gözünüzü yorar.

Ve nihayet Cezanne ve Van Gogh bir manifesto yayınladılar bu girift süslemeler sanatına... Onların eserleri, duru, anlaşılır ve sadedir.

"Zulme karşı direnmek mi? -Slogan atmak! -Yürümek! -Direniş! -Bunlar çocukça şeyler! -Hermenötik ne olacak? -Eylem mi? -Tarihselcilik konusunda henüz sekiz yüz saat bile konuşmadık. -Üstadım alkışlamak caiz mi? istişareyi burada bitirsek. -Olur mu, henüz Madagaskar ve Zimbabve'nin iktisadi-içtimai problemlerine çözüm bulmamışken?.."

Çok basiti; duru, anlaşılır ve sadesi var halbuki.

Bilgi, inanç, eylem.

-IV-

Bugün artık insanlar, sanki bir çocuk fırçasından çıkmış gibi basit ve sevimli olan naif (naive) eserlere itibar ediyorlar. Çünkü, hayatın gerçekleri bir süs yığını ile örtük ya da gizemli olanda değil, apaçık görünendedir. Bir çiçek resminin karşısına geçtiğinizde, ışık-gölge oyunlarına, sfumato'ya, renk armonisine ya da gizil anlama dalıp, görmeniz gerekeni, yani "çiçek"i görmüyorsanız, insani duyarlılıklarınızı yitirmeye başlamışsınız demektir.

Hakikat?

Bilal gibi taşın altına yatmak.

Dipnot:

1- Susan Sontag, "Sanatçı: Örnek Bir Çilekeş", Metis yayınları, İstanbul, 1991.

2- E.H. Gombrich, 'Resimde Anlam Sorunu", Kabala yayınları, İstanbul, 1995.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR