1. YAZARLAR

  2. Murat Aydoğdu

  3. Arafta, İnkılâp ve Devrim Arasında Toplumsal Değişimi Okumak

Arafta, İnkılâp ve Devrim Arasında Toplumsal Değişimi Okumak

Mart 2011A+A-

Kaos ile itidal, ifsat ile ıslah arasında nasıl bir iktidar mücadelesi? İtidal/adalet üzere olmak, pasiflik anlamında mıdır? Maslahat/ıslah üzerine olmak, zulüm ile uzlaşma ve populizm midir? İtidalin karşıtı zulüm, maslahatın karşıtı ifsat değil mi? İtidal ve maslahat gibi Kur’ani kavramların toplum karşısındaki yeri neresidir? Bunlar anlamlarından saptırılmış kelimeler ve kavramlar ise karşılıkları nasıl doldurulacak?

Yeryüzü Yaşamı, Islah ve İfsat Arasındaki Mücadele

“İslam’ın beş değil altı ana şartı vardır; altıncısı mücadeledir.” (Jacques Rissler)

İslam’ın, Avrupalı sosyal bilimcilerin bile fark ettikleri bir mücadele yönü var. Muhafazakâr pasifizmin ve seküler laiklerin pompaladıkları sosyal yönü güdükleştirilmiş bireysel Müslümanlık karşısında mücadeleyi gündemleştirmek kuşkusuz önemli bir hareket tarzıdır. Biz, mücadeleyi olmazsa olmaz koşulumuz olarak alıyoruz. Ama tartışılan mücadelenin nasıllığıdır.

“İslam’ın sunduğu adalet kanunu üç temel ilkeye dayanır: Her renk, ırk ve dinden insan arasında ekonomik eşitlik, siyasi eşitlik, sosyal eşitlik.” (Muhammed Taha, Mısır İhvan Partisi)

Eşitlik kavramını adalet olarak ele alan kardeşlerimiz, daha gelişkin ve Kur’an’a uygun bir söylem tarzı geliştiriyorlar. Burada yine bir mesele karşımıza çıkıyor. Mücadelenin nasıllığı ile adaletli davranmak arasında bir bağ var.

İnsanoğlunun Araf’ı olan yeryüzü seyahati, birbirleriyle, doğayla ve kendi nefsi ile ilişkilerden oluşan bir tarihî süreç. Araf’ta yürüyenler, ariflik üzere hareketleri sonucu lütuflarla, ifsat üzere hareketleri sonucu ise felaketlerle karşılaşırlar.

Allah’ın bir yardımı olarak Kur’an mesajı, tahlili ile beraber onu düzenlemenin yolunu da gösterir.

“Allah insanın nefsini düzenler, ona takvayı ve fücuru ilham eder, sonuçta onu arındıran kurtuluşa erer.” (Şems, 91/7-9)

“Bir toplum kendi nefsinde olanı değiştirmedikçe, Allah o topluma bahşettiği nimeti değiştirmez.” (Enfal, 8/53)

“Onların bu dünya hayatında harcadıkları şeyin örneği; kavurucu soğuk bir rüzgâra benzer. Kendilerine zulmetmiş bir toplumun ekinine isabet eder de onu helak eder. Oysa Allah, onlara zulmetmemiş fakat onlar kendilerine zulmetmişlerdir.” (Âl-i İmran, 3/117)

“Allah’ın iman edenleri ortaya çıkarması, içinizden şehitler edinmesi ve iman edenleri arındırıp, kâfirleri mahvetmesi için bu günleri insanlar arasında döndürür dururuz. Allah zalimleri sevmez.” (Âl-i İmran, 3/140)

Birey olarak olsun, toplum olarak olsun yeryüzü yaşamı bir şahitlik savaşımıdır.

“Biz onlara, ilim ile açıkladığımız, iman eden bir toplum için de kılavuz ve rahmet olan bir kitap getirmiştik.” (Araf, 7/52)

“Sizden kim dininden dönerse, Allah yerine sevdiği bir toplum getirir.” (Maide, 5/54)

Toplumsal boyutta, önde gelenlerin (mele) belirlediği iktidar üzerine siyasal yapı biçimlenir. Bu önde gelenlerin kitle ile olan bağlantısı ve iktidara geliş yolları, siyasal sistemler tarihinin konusudur. Siyasal iktidarlar, ifsat-ıslah seçenekleri arasındaki yönetimi ile kendi azık torbasını doldurur. İktidar sahipleri de bazen melikiyet ile gasp üzere, bazen yaratılış gayesine uygun emanet bilinci ile hareket eder.

Araf Suresi, Tarih ve Toplum Üzerine İşaretler

Toplum, birçok temel ilişkisinde istikrar1 üzere şekillenmiştir. Bu, fıtratın toplumsal karşılığıdır. Önde gelenlerin, istikrarı bozan zulüm ve tecavüzleri2 ve toplumun kalan kesimlerinin rızası ya da sessizliği ile toplumsal yapı bozulur. Burada bozulma3 ve aşırılık4 ümmetlerin ömrünü5 belirleyen etkenlerdir. Allah’ın elçileri ve inzal olunan kitaplar da bu ümmetler için bir kurtuluş, korunma6 reçetesidir.

Nuh’un kavmi7 mal ve evlatların çokluğu8 ile azar, toplumu sınıflara bölüp bir kısmına üstünlük verir, haddi aşan bir haksızlık üzere olur9 ve malı ve çocuğu ile diktatörleşmiş birine uyar.10 Ad kavmi önde gelenleri,11 ataları12 üzerindeki cahiliyeden dönmez ve baskı13 üzere sultalarına devam ederler. Semud kavminin önde gelenleri ve kibirlileri14 zayıf bıraktıklarına karşı15 baskı uygulayarak haddi aşarlar. Lut kavmi ahlaksızlıkta16 ileri gider. Medyen kavmi adaleti17 çiğner ve insanların malları üzerinde haksızlık18 yapar. Müstekbirler, Şuayb (a)’a19 “Mallarımız üzerinde bütün tasarruf bize aittir.”20 çıkışı ile alt toplum tabakalarını düşünmezler. Hatta kendilerine uymayanları tehdit ederler.21

Zulmün artışı ve önde gelenlerin kibirleri mustazaflarda öfke ve intikam duygularına neden olur. Sonuçta bütün bu kavimler, kaos/şiddetli bir sarsıntı ile devrilirler.22 Kaosun sorumluları ise topluma zulüm sunanlar23 ve buna boyun eğenlerdir. Toplumlarda sünnetullah gereği kaçınılmaz olan,24 toplumun kendi elleri ile yaptıklarının sonucudur. Önde gelenlerin baskı siyasetleri sonucu oluşan devrim, bir çığlık, mazlumların haykırışı,25 bazen kaos ve bütün toplumun içine yuvarlandığı bir felaket halinde vuku bulur.

Yıkıcılık ve Yapıcılık, Kaos ve İstikrarlı Duruş Arasında

Kaos istenen bir durum mudur?

Mekke müşrikleri ile savaş halindeki Allah Elçisi, Mekke’yi fethedecek güçte iken, ashabının tamamının direnişine rağmen Hudeybiye’den geri döner. Dönüşünün ana sebebi itidal/adalet üzere olmak ve mazlumların zarar görmesini engellemektir.

“Sizi onlara karşı zafere ulaştırdıktan sonra, Mekke’nin göbeğinde, onların ellerini sizden, sizin elinizi de onlardan çeken O’dur… Eğer bilmeden kendilerini öldüreceğiniz ve bu sebeple de birtakım güçlüklere uğrayacağınız, tanımadığınız mü’min erkekler ve mü’min kadınlar olmasaydı, Allah savaşa engel olmazdı. Bu, Allah dilediğini rahmetine girdirsin, diyedir... Kalpleri örtülmüşlerin cehalet öfkesine karşı, Allah sizin üzerinize sekinet/sağlamca duruş indirdi.” (Fetih, 48/24-26)

İtidal ve toplum maslahatı üzerine bir hareket tarzı ile süreç içinde, tarihin gördüğü en kansız fetih gerçekleşir ve yine tarihin gördüğü en hızlı gelişen medeniyet (daha doğrusu umran) oluşur.

Bazı çatışmacı fikir akımları, zulmün artışının gelişmeye katkısı üzerine hareket metodu oluştururlar. Bunların bir kısmı kendi bünyelerinde buna müsaade etmemelerine rağmen pragmatik bir şekilde bunları kullanırlar. Hatta devlet/güç hiyerarşisini bile bir silah olarak algılarlar.

“Merkezi olmayan ve disiplinsiz kesimler bazı sorunlar yaratmalarına rağmen oldukça faydalıdırlar ve Lenin bunlardan yararlanmıştır.” (Alexander Radinowitch, The Bolsheviks Come to Power)

“Devlet, savaşımda, devrimde devrim düşmanlarını bastırmak için yararlanmak zorunda olduğumuz geçici bir kurumdan başka bir şey olmadığına göre, özgür halkçı bir devletten söz etmek saçmadır. Proletaryanın devlete gereksinmesi olduğu sürece, o, bunu, özgürlük için değil, hasımlarını alt etmek için kullanacaktır.” (Engels, Seçme Yapıtlar)

Bizim açımızdan devlet, bir baskı aracı olmaktan çok, dayanışma kurumu olarak algılanır.

“Allah’a ve resulüne itaat edin, çekişmeyin; yoksa korkar, başarısızlığa düşer ve devletiniz/gücünüz gider. Sabredin! Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 8/46)

“Zulüm ile abat olunmaz.”26 ilahi uyarısı, önde gelenlere bir ikaz olarak beyan edilir. Bunun yanında Allah, iman ve salih amel üzere olanları27 kin ve nefret üzerine değil, hidayet ve hak üzere28 yöneltiyor.

“Göğüslerinde, kinden ne varsa söküp atarız.” (Araf, 7/43)

Göğüslerindeki kinin sökülüp alınmasından söz eden ilahi düzenlemeye karşı, toplulukların öfkesi üzerinden iktidar olmaya yönelik devrim haykırışları, ancak vahyin eğitiminden yoksun kişilerin çağrısıdır.

“Yoksullar kenar mahallelerde intikam fantezileri üzerine marşlar söylerler.” (J. C. Scott, Tahakküm ve Direniş) “Devrimciler ‘iktidarı’ ele geçirmek için mücadele ederken, post-modernler ‘haz’ almak için mücadele ederler.” (Terry Eagleton, Postmodernizmin Yanılsamaları)

Kusursuzculuk/mükemmeliyetçilik, bilmesinlercilik/obskürantizm, bilinmezcilik, bireyselcilik ve komploculuk kaosu önler, ama onunla beraber ıslah hareketlerini de önler. Geçtiğimiz kuşak sağ-muhafazakâr Müslümanların kullanıldıkları zemin, bu kaos korkusudur. Yapıları ve mücadele tarzları bunun etrafında şekillenir. Sol çevrelerin hareketlerinin, kendi inanç temellerine zarar vereceği üzerinden oluşan tepkiselcilik onları sistem tarafına itmiştir.

Yine günümüz firavunu Mübarek’in; “Ben gidersem kaos gelir!” sözlerine eşlik eden, Batılı sekülerlerin “İhvan gelecek, sizi kesecek!” paranoyası oluşturmaları aynı çerçevededir. Yaşadığımız ülkede oluşan (ya da oluşturulan) kaosun yönlendirilmesi ile askerî darbeler yaşandı. Benzer politikalar bir yanda global kapitalizm tarafından revizyonlar için, diğer yanda iktidardan vazgeçmeyen eski tip İttihatçı (Ortadoğu ülkelerinde Baasçı) çeteler tarafından kullanılmaya çalışılıyor. Bütün problemlere karşılık günümüz İslam düşüncesi, birikimi ve tecrübeleri ile bunları aşacak yapıdadır. Hareketin sağlıklı ve sorumlu geliştiği oranda bu problemlerin olumsuz etkileri azalacaktır.

Şartları Okumak ve Üretken Direniş

Kusursuz bir hareketin olmayacağı gerçeğinden hareketle, sıra dışı tavırlar mutlaka olacaktır. Hatta şartların zorlaması ile bu problemler de ortaya çıkmak için zemin bulacaktır. İslam kültürü etkisinden uzak coğrafyalardaki üçüncü dünya ülkelerinde toplumsal çatışmalar daha vahşi biçimde gerçekleşirken, İslam coğrafyasında da değerlerin yozlaştığı ya da gelenekselleştiği oranda vahşileştiği kolaylıkla gözlenebilir. Batı ülkelerinde gerçekleşen dış saldırı, ekonomik bunalım ya da toplumsal çözülme durumunda reklam piyasalarında sık kullanılan medeni ilişkiler çok daha fazla vahşileşmektedir. Demokratik kültür(!) olarak II. Dünya Savaşı sonrası, biraz da yorgunlukla oluşan liberal yumuşak yönetimler, söz konusu tehditler sonucu olabildiğince baskıcı yönetimlere dönüşebilmektedir. Oryantalistlerin gördüğü, ama vitrinden özellikle kaçırdıkları şey, İslam’ın özündeki yoğun potansiyeldir.

“Filistin’in kurtuluş davası Marksist, Leninist ya da Maoist karakterdeki hareketlerinkine nazaran çok daha güçlü bir dinamizmi haiz İslami hareketçe içselleştirilirse neler olur kim bilir?” (Michel Foucault)

Şiddeti başlatan, hiçbir zaman elçiler ve sadık takipçileri olmadı. Bir tarafta, zalimin elinden ortaya çıkan kaosta mustazafların yanında olmak yerine kaçıp toplumu kaosa terk edenlerin korkaklığı; diğer tarafta itidalsiz, kaos oluşturan maceraperest kişiler… Bu ancak şahitliğin, vasat ümmet29 üzere olmanın aşacağı bir mücadeledir.

Çoğu durumda iç dinamiklerin haricindeki faktörler toplumda kaos doğurur. Kaos durumunda örgütlü ve dinamik yapılar iktidarı ele geçirir. Çoğunlukla bu iktidarlar da kendi yeni sınıflarını oluştururlar. Toplumların ve önde gelenlerin çağrıya verdikleri farklı tepkiler, hareketin seyrini de etkiler. Bu noktada genel hatları ile üç tip tepkiden bahsedilebilir:

Birinci tip tepki; Mısır melikinin Yusuf (a)’a karşı bütün yetki ve sorumluluğu vermesidir.

“Melik: ‘Bugün senin yanımızda önemli bir yerin ve güvenilir bir durumun vardır.’ Yusuf: ‘Beni memleketin hazinelerine memur et, çünkü ben korumasını ve yönetmesini bilirim.’ Böylece biz Yusuf'a o ülkede iktidar verdik. Orada dilediği yerde konaklardı.” (Yusuf, 12/54-56)

Bu, vahye tabi olmaktır; vesayet, yaranma ve sınırlama getirmemektedir. Bu örnek çoğu durumda vahye tabi olmamış sistemlere karşı entegrist ve vesayete giren yanlış değerlendirmelere yol açar.

İkinci tip tepki; müstekbir sınıfın baskı ve dayatmalarıdır.

İsa (a) ve Muhammed (s) peygamberlerin hareket tarzlarında gözlenen, sağlam ve istikrarlı bir topluluk oluşturma ve eğitim ile direniş göstererek bu baskı aşılmaya çalışılır. Havarilerin mahzenlerde oluşturduğu yapılanmalar ve Mekke’de Dar’ul Erkam dayanışması uzun soluklu mücadele faaliyetleridir. Toplumun uyarılması, geniş katmanlar tarafından duyarsızlıkla karşılanması durumunda ise sürekli çıkış yolları ve hicret arayışları gerçekleşir.

Üçüncü bir tepki; mustazaf kitlelere baskı üzerine şekillenmiş Firavun örneğidir.

Mazlum bir kitlenin uzun soluklu ve merhaleli bir mücadeleye fırsatı yoktur. Tur-i Sina’dan gelen Musa (a) kendisini toplumsal süreç merdiveninin en üst basamağında bulur. İsrailoğullarının mücadele safhalarında yetişmemiş, olgunlaşmamış kitlesini Firavun baskısından kurtarmak öncelikli hareket tarzıdır. İsrailoğullarının yaşanmayan bu olgunlaşma safhaları, kurtuluşun ardından gerçekleşecek birçok olaya gebedir.

Yaşadığımız toplumlarda yer yer bu üç tepki ya da bunların kombinasyonları ile karşılaşırız. Ve her bir toplumun kendi kurumsal yapıları, kitle tavırları, hareket metodolojileri bazen örtüşen, bazen ayrışan ama kendine özgü süreçle işler. İşte yapılması gereken toplumsal çözümleme ve esnek (ama temel ilkelere bağlı) hareket metodolojileri üretmektir. Kendi iç dinamikleri ile başarıya ulaşan tevhidî hareketlerin iktidarları, Yusuf peygamberin (a) Mısır’daki ya da Muhammed peygamberin (s) Mekke fethindeki gibi, tarihin gördüğü en kansız devrimleri ve peşinden kalıcı medeniyetleri oluştururlar. Mele ve müstekbirlerin direnci ile oluşan kaos üzerine, mustazafların yanında yer alarak iktidara gelen tevhidî yapılar ise ıslah ve itidal çağrılarını iktidardayken yapılandırırlar. Ve bu gerçekleştirildiğinde, yine benzer medeniyet süreci yakalanır.

Günümüz İslam bakiyesi toplulukları, kısmen örtüşen, kısmen farklılaşan özelliklere sahip. Bir bölgedeki metot ve faaliyetin “kes yapıştır” mantığı ile diğer bölgeye aynen uygulanması mümkün değil, ama etkileri ve kısmi örnekliklerinin olduğu muhakkak. Asıl vurgu, toplum katmanlarının ve kurumsal yapıların siyasal etkinlikte ve kültürel gelişimde her coğrafyada farklılıklar göstereceğini göz önüne almaya yöneliktir.

Topluma Karşı Üslup:

“Üslup, düşüncelerin elbisesidir.” (Chesterfield)

Üslupta seviyesizlik karakter ve kişilikle ilgilidir. Toplumu ıslah etmeye çağıran, fakat kendini ıslah etmeyen, öğüt almayanların30 çağrısı ne etki bırakabilir ki?

Spinoza, alay etmeden, ağıt yakmadan ve nefret etmeden sadece anlamaktan söz eder. Marks ise bireyin toplumu değiştirmekle kendini değiştireceğini ve bu değişim olmadan anlamanın mümkün olmadığını söyler. Batı düşüncesinin bu çatlak birey-toplum tartışması kendine özgü diyalektiğinde sürer. Oysa biz; gece anlayıp, gündüz çabalamanın31 dengesini bilen bir kültüre sahibiz.

Üslupta sertlik ise sürece ve şartlara bağlı bir gereksinimdir. Hiçbir elçi, daveti sert üslupla başlatmaz. Ancak müstekbirlerin baskı, işkence, sürgünleri ve toplumun talebi ile sertleşme başlar. Sert üslup iki sonuç doğuracak yönde gelişir. Birincisi toplumda nefret ve intikam duygularını artıran yıkıcılık, ikincisi ise direnişte dinamizm oluşturan kararlılıktır.

Müstekbirler, genellikle toplumda çıkarlarına dokunulmadıkça hamiyetli rolü oynarlar. Çıkarları tehlikeye girdiğinde ise seviyesiz ve sert üslup takınmaya başlarlar. Hatta iktidarları altlarından kaymaya başladığında, yeni düzende konumlarını kaybetmemek için saf bile değiştirirler. Sorumluluk sahipleri için, ikiyüzlü davrananlara, kurtuluşun saptırıcılarına, kaos kışkırtıcılarına ve yeni sınıfların oluşturucularına32 fırsat vermeyecek bir fetih, görevdir.

“Firavun’a gidin, çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alır ve korkar.” (Taha, 20/44)

“Eğer Rabbinden ümit ettiğin rahmeti kazanmak için onlardan uzaklaşırsan, hiç olmazsa onlara yumuşak söz söyle.” (İsra, 17/8)

“O zaman inkâr edenler, kalplerine öfke ve gayreti, o cahiliyyenin öfke ve gayretini koymuşlardı, Allah da elçisine ve mü'minlere huzur ve güvenini indirdi; onları takva kelimesine bağladı.” (Fetih, 48/26)

Toplumsal talebin olmadığı, henüz oluşturulmadığı anda sloganlar ancak kanıksama meydana getirir. Öncü çıkışlar ise sert sloganlar değil, vurgunun önem kazandığı, kararlılığın gözlendiği, çağrışım yapan özgün kelimeler gerektirir. İçi doldurulmuş, nesnel karşılığı olan kelimeler… Düşünmeye ve uzun soluklu katılımcılığa, kurumsallaşmaya ve sorumluluğa davet eden kelimeler… İnsanın zihnini açan/fetheden kelimeler…

Devrim Değil, Fetih

“Nasıl bir devrim?”, “Devrim mi inkılâp mı?” soruları üzerine kafa yorarken ve bunun içini doldurmaya çalışırken içinin sulandığını hissediyoruz. Bu sanki devrim karşıtlığı gibi algılanıyor. Oysa içi doldurulmuş bir devrim kavramını da kapsayan ve noksanlıklarını tamamlayan kelimelerimiz var. Hem de Kur’an’ın öngördüğü kelimeler... Metodolojik takıntılara sahip ve (varmış gibi) devrim birikimlerinin ayaklarının altından kaydığını zannedenlerin itirazlarına rağmen bu tartışmalar sürdürülmeli. Bu sorgulama ve açılımların aktivasyonu engelleme tehlikesi var mıdır? Kuru sıkı ithamlara rağmen, yeterli olmasa bile mevcut aktivitelerin merkezinde durarak konuşalım. Öfke ile bunu göremeyenler ve bulundukları cemiyet yapılarının hegemonyasını hedefleyenler hariç.

Kur’an; kaos üzerine değil, fetih üzerine iktidar lütfedilenlerden bahseder.33 Kurtuluşu fetih34 kavramı ile açıklar. Zulme ve baskılara direnenlere35 vaat edilen bir fetih... Fetih, yanlış kullanımı ile sadece savaşla kazanılan ve şiddet36 çağrıştıran bir kelime değil, iman edip takva üzere olanlara verilen37 bir lütuftur. Ardından şiddeti önermeyen ve kuru kalabalıklar olsa bile, itidali öneren fetih.38

Hareketin müstekbirlere ve mustazaflara dönük iki yüzü vardır. “Devrim” müstekbire dönük yüzü iken “fetih” mustazaflara dönük zihinleri açan, ıslah eden, itidal ve maslahat içeren daha geniş yüzüdür.

“Apaçık bir fetih, dosdoğru ve mağfiret yüklü, izzet ve yardım dolu, göklerin ve yerin ordularının sahibinden huzur, kurtuluş ve mutluluk; kötü zan sahiplerine karşı ise bir devrim getirecek.”39

Fetih, öncesinde fikrî ve kurumsal birikimin oluştuğu, uzlaşma ve yozlaşmadan uzak, sözün ve kalemin gücü ile olgunlaşan mubin bir beyanın hareketlendirdiği kavramdır. Fetih, düşüncelerde açılım, edilgen değil etken, at gözlüğü misali tekil fenomenlere takılmadan, geniş bakış açısı yakalamaktır.

Kıtal/savaş ya da ayaklanma, iplerin koptuğu anı; artık giyilen zırhın çıkarılmadığı, ayakların sağlamca sabitlendiği, kavgadan geri atılacak adımın çöküş olacağı durumu ifade eder. Bir sonuç, bir varış değil, mücadelenin, değişim/dönüşümün safhalarından biridir. Henüz fethe çok var.

Diğer yandan kitlelerin slogan ve ajitasyon ile tekil-hedefsel kararlılığın diğer etkenleri ikincil plana atan hareket tarzı da söz konusudur. Bu durumda kişiliğini temizlememiş, olgunluğu kazanamamış, kurumsal ve toplumsal ilaf müesseselerini oluşturmamış kimselerin yeni zulümler üretmesi tehlikesi ön plandadır. Sadece zalimlerin inat ve kibirleri değil, bazen Kur’ani kavram olarak maslahat ve itidal üzere olamayanların meydanlarda gürledikleri yapılanmalar sonucu da kaos doğurur. Emaneti ehil olmayanlara veren toplumların, fetihleri de olmaz.

“Devletinki ve geleneksel baskı aygıtlarınınki ile özdeş bir ordu kurduk. Toplumsal olarak faydalı bir şeyler yapmaya çalışan işçilere polisler önceden olduğu gibi karşı koyuyor. Halk milisleri ortadan kayboldular. Tek bir sözle: Toplumsal devrim boğuldu.” (Alfredo M. Bonanno, Colonna di Ferro, in “Linea de Fuego”)

Sürekli Hazır Olmak ve Süreci Lehine Çevirmek

“İslam gerçek dünyada var olan bir hadisenin, hukuk, şehirler, devletler ve medeniyetler yaratan hareketin adıdır. İslam’ı savaşçı din kabul edip ona saldıranları, onu ‘ibadette bile sakin olmayanların, insanları Tanrı İmparatorluğuna hazırlamak yerine dünyayı fethetme hedefleri olanların, oruç tutmaları daha çok içinde güç ve merhamet ile tat ve zevkin umutsuz bir karışımı olan kimselerin dini’ olarak görenleri hatırlayalım. Motifleri ne olursa olsun bu saldırıda biraz gerçek vardır. İslam her zaman iç ve dış, ahlakî ve tarihî, bugünü ve ahireti, iki dünyayı istemiştir. İslam bu ikili davetle tanımlanabilir. Allah’a ve iyiliğe karşı İslam teslimiyeti emrediyordu fakat kötülük, zulüm, düşmanlar, hastalık, pislik ve batıl inanca karşı onun sadece tek bir emri vardı: Mücadele.” (Aliya İzzetbegoviç, İslam Deklarasyonu)

İşi güzellikle aşın, iyiliklere iyilikle karşılık verin, ancak müstekbirlerin ve harici faktörlerin etkisi ile oluşan kaos ortamını itidal ve maslahat üzere hayra çevirecek olanlar da her dem hazır olanlardır.

“Kâfirler seni hapsetmek, öldürmek veya sürgün etmek için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en iyisidir.” (Enfal, 8/30)

“Onlar tuzaklar kurmuşlardı; oysa dağları yerinden oynatacak olsa bile, bu tuzakları hep Allah’ın elindeydi.” (İbrahim, 14/46)

“…Müminleri hayır üzere mücadeleye teşvik et. Umulur ki Allah, küfredenlerin şiddet ve kuvvetlerini yok eder… Kim, güzel bir işe aracılık ederse, onun bu işte bir nasibi olur, kim de kötü bir işe aracılık ederse, onun da bundan bir payı olur… Size bir iyilik temennisinde bulunulduğunda siz de ona daha güzeli ile ya da aynısı ile karşılık verin.” (Nisa, 4/84-86)

Marksist devrimci literatürün ana problemi, teknik değil ahlaktır. Lenin, sınıfların mücadelesinde bilinçlenmeden söz eder. O, devrim şartları oluşmuş bir toplumda hareketi organize edecek öncü mücadele ve kurumsal/parti-teşkilat yapılanması olmadığı durumda toplumun çürümeye başlayacağından söz eder. Bunlar teknik/rasyonel açıdan tutarlı tespitlerdir. Peki, devrim şartları oluşmadığı durumda ne olacaktır? Marks ise bilinci belirleyen etkinin kişisel olmayıp, toplumsal olduğunu vurgular. Yine Marksist yaklaşımlar; öncü silahlı mücadele ile toplumsal çelişkileri artıracak yönde yapılanırlar. Dolayısı ile özgürlük kavramı sınıf savaşının sürecinde ajitasyon olarak kalır. Hatta jakobenizm, sınıfsız toplum yolunda proletarya diktatörlüğünün eğitici silahı olarak övülür. İhtilalci ve çatışmacı mantığın diyalektiğine karşı manevi dinamikleri olmayan bir hareketin, kendi üst sınıfını üretmesi kaçınılmazdır.

Afak, enfüs ve kitap ayetlerinden yola çıkalım. Artık günümüzde tıkanmış dünya toplumsal mücadeleleri karşısında, İslam coğrafyasının tekrar merkez haline gelişini yaşıyoruz. Afakî, enfüsi ve Kitabi ayetleri okuyarak, toplumların okunmasına ve aktivasyonuna fiilen katılmanın (çözümleme ve müdahalenin) yolu açık.

Yesrib’i Medine’ye çeviren; sabun köpüğü sloganlar değil, istikrarlı bir çalışmadır. Zaferi getiren; sadece Uhud’da sıkılan yumruklar ya da tırnaklarla kazılan Hendek değil, inkılâbi çabaların hayatın içindeki sürekliliğidir. Herkesin (birlikte) kazandığı alınteridir/emektir. O halde Kitaba dayalı, hem kişilik, hem olgunluk, hem takva üzere hem de heyecan sahibi olarak her zaman hazırlıklı olmalıyız.

“Ey iman edenler, sabredin, dirençli olun, temkinli olun, takva üzerine olun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmran, 3/200)

Gecenin bir yarısında ya da biraz önce kalkın.

Arafta durup dinleyin ve seyredin ve yaşayın.

Bakın! Öbek öbek kalabalıklar geçiyor, simalarından tanıdığımız.

Ellerinde küçük taşlar, taşlıyorlar şeytanlarını.

Ötelerden bir put daha devriliyor ateş çukuruna doğru.

Kalabalıkların içine dalmak için can atıyorsun.

Sağa sola dağılmış kalabalıklar.

Kimi şaşkın, gözü dönmüş.

“Bizi yüzüstü bıraktılar!

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun.”

Kimisi de arifane yürüyor, sırat-ı mustakim.

“Bizi buraya yönelten Allah’a hamdolsun,

Kitab üzere olmasaydık, doğru yolu bulamazdık.”

 

Dipnotlar:

1-Mustekarruv/istikrar: Araf, 7/24

2-Aduvv/adavet: Araf, 24

3-Tusrifu/israf: Araf, 7/31

4-Fevahişe/aşırılık: Araf, 7/33

5-Eceluhum/ömür: Araf, 7/34

6-Meniteka/takva: Araf, 7/35

7-Araf, 7/59

8-Eksera emvalev ve evlada: Tevbe, 9/69

9-Azleme ve atğa/zulüm ve tuğyan: Necm, 53/52

10-Yezidhu malı-uhu ve veleduhu/malı ve çocukları fazla: Nuh, 71/21

11-Meleullazine: Araf, 7/66

12-Abauna/babaları: Araf, 7/70

13-Sultan/baskıcı: Araf, 7/71

14-Meleullezine estekberu: Araf, 7/75

15-Tud’ifu/zayıf bırakılanlar: Araf, 7/75

16-Fahişete: Araf, 7/80

17-Mizan/ölçü: Araf, 7/85

18-Tebhasun nase eşyahum: Araf, 7/85

19-Araf, 7/85

20-Nef'ale fi emvalina ma neşa': Hud, 11/87

21- Araf, 7/90

22-Racfetu ve darihim/sarsıntı ve devrim: Araf, 7/78

23-Enfusehum yazlimun/nefislerine zulmedenler: Tevbe, 9/70

24-Kulli ummetin ecelun/Her ümmetin bir ömrü vardır: Araf, 7/34

25-Sayha/çığlık: Hud, 11/94

26-Zulmel lil ibad: Mü’min, 40/31

27-Araf, 7/42

28-Araf, 7/43

29-Ummetev vesetal: Bakara, 2/143

30-Enam, 6/44

31-Müzzemmil, 73/6-7

32-Nisa, 4/141

33-Kasas, 28/5

34-Fetih, 48/1

35-Maide, 5/52

36-İbrahim, 14/12-15

37-Vettekav le fetehna aleyhim berakatim/Takvalılar üzerine bereket açardık: Araf, 7/96

38-Enfal, 8/19

39-Dairat/devriliş, kötü bir çember/yıkılış. Elmalılı Hamdi Yazır ‘girdap’ olarak çevirir: Fetih, 48/1-6

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR