1. YAZARLAR

  2. Şuayb Mekeç

  3. Allah’ın İradesi ve Sünnetullah Karşısında Komploculuğun İflası

Allah’ın İradesi ve Sünnetullah Karşısında Komploculuğun İflası

Kasım 2013A+A-

Adımlayarak, evrelerini yaşayarak öğreniyoruz hayatı. Aslında dünya üzerindeki yaşamımızı tanıdıkça dinimiz İslam’la olan irtibatımız daha tanımlı, aslına uygun hale gelmeye başlıyor. Kısaca merhalelerini tanıyoruz ve İslami yönlerini kurguluyor, çözümler üretmeye çalışıyoruz. Vakıa ile vahyin bağıntısını kurarak mümince bir duruş ve İslami bir hayat olgusunu inşa etmenin çabasını veriyoruz. Tüm bunları gerçekleştirirken Kur’ani perspektifin inşa ettiği literal çalışmalar, İslami metot/yöntemler dâhilinde hareket metodu oluşturma yolunda yapılmış çalışmalar, Rasulullah (s) ve sahabesinden intikal eden rivayetler ve bu yolda bedel ödemiş öncülerden kalan emtia bizlere ışık tutuyor. Niçin? Daha sahih bir anlayış ve Müslümanca bir hayatı bugüne aktarabilme, yorumlayabilme, daha iyisini hayatileştirme adına.

İslam Dünyasındaki Mevcut Durumun Değerlendirilmesi

Bugün Müslümanlar iletişim imkânlarının gelişmesi, sosyal medya avantajı ve ulaşım kolaylıkları vasıtalarıyla artık birbirlerinden daha haberdarlar ve dünyada olan bitenlere karşı çabuk tepki verebiliyorlar. Bir açıdan bu durum İslam coğrafyasında siyasal algıyı ve meseleleri ayırt edebilme gücünü daha nitelikli hale getirdi. Yüzyılın başlarından kalma diktatörlük yönetimleri eskisi kadar rahat değiller. Global güçler muhtemel, kendilerince kontrolsüz, dengeleri bozan bu nevi gelişmelerin muhasebesini yapıyorlar. Ama aynı çevreler bir süre önce gerinerek, dünyadaki cari paradigmaların iflas ettiğini, gerçek uygarlık düzeyinin ve toplumsal yaşam biçimlerinin kendi dünyalarında yani Batı’da şu an yaşanmakta olan yönetim modelleri olduğunu, birey-toplum-devlet ilişkisinin en erişilebilir ideal seviyesine kendilerinin eriştiklerini iddia ediyorlardı. En elit seviyede ele aldıkları bu kurgusal yaklaşımlar birden Ortadoğu’da başlayan halk ayaklanmalarıyla kendileri ve destekledikleri baskı rejimlerinin aleyhine yüzleşmeleri gereken vakıaya dönüşüverdi. Yıllardır fakir, geri bırakılmış bu insanlar tüm değerleri baskı altında ve dinle bağları zorbalıkla zayıflatılmış, onları parçalayan, ayrı düşüren milliyetçilik, ulusçuluk, sosyalizm gibi beşeri ideolojilerle kurulu kokuşmuş düzenlere isyan ettiler. Her zaman şişede duran cin artık şişeden çıkmış, Batı ve işbirlikçilerinin hesapları altüst olmaya başlamıştı. Uyduruk paradigmalar iflas ediyor, ihtişamlı kuleler yıkılıyor, maskeler birer birer düşüyordu. Bugün Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de yaşanan süreç işte budur. Halk devrimlerinin gerçekleştiği Tunus, Mısır, Libya’da seçimlerin ardından iktidara Müslümanlar geldiler. Hiç de Batı basınında iddia edildiği gibi solcuların, liberallerin, milliyetçilerin iktidar yürüyüşleri gerçekleşmedi. Çünkü bu topraklar İslam diyarlarıydı ve yıllardır ezilen, horlanan, hakları gasp edilen bu insanlardı.

Bugün yeryüzünde İslam düşmanlığını temsil eden Batı ve petrol zengini yandaşları içerideki işbirlikçilere darbe yaptırıp eski düzeni geri getirmeye çalışıyorlar. Niçin? Küresel vesayeti temsil eden şeytan ve dostları İslam’ın iktidarını istemedikleri için. Türkiye’de kısmen iktidara geliş amacı aynı olmamakla birlikte, dindar çevrelerin kısıtlanan haklarının giderilmesi, yıllardır İslami camiaya göz açtırmayan vesayet rejiminin yasakçı baskılarının azaltılması yönünde de cesaretli adımlar atan AK Parti iktidarına karşı organize edilen çevrecilik görüntülü Gezi Parkı kalkışması aynı tertibin parçasıydı. Bu meşum kargaşadan sonuç elde edilebilseydi nispeten Müslümanca hayatımızın önündeki engelleri kaldırmaya çalışan, ekonomik, siyasal, içtimai alanlarda her türlü yasaklar ve ayrımcılığa karşı devlet güvencesini var etmeye çalışan AK Parti hükümeti yıkılacak, yerine Batıcı-darbeci-İslam düşmanı bir yönetimin kurulması sağlanacaktı.

Mısır’da halk devriminden sonra İhvan-ı Müslimin hareketinin siyasal kolu olarak kurulan Adalet ve Özgürlük Partisi %50’nin üzerinde oy alarak iktidara gelmiş ve aynı oy oranıyla kendi adayı Muhammed Mursi’yi devlet başkanı seçtirmişti. Bundan birkaç ay önce Mısır’da bu hayırlı adımları/uyanış sürecini engellemek için “Temerrüd” fitnesiyle Batı ve bölgedeki yandaşlarının, aynı zamanda içerideki münafıkların da desteğiyle orduya darbe yaptırıldı. Devlet Başkanı Muhammed Mursi ve birçok İhvan mensubu hapse atıldılar. Üzerlerine silah doğrultulan ve ölümle tehdit edilen bu insanlar geri adım atmadılar ve darbecilere karşı direnme kararı aldılar. Mısır’ın meydanlarından darbeyi tanımadıklarını ilan ettikleri eylemlere başladılar. Hemen tüm Mısır’ın “hakla batılı ayırt edebilme bilinci”ni yakalamış Müslüman halkı, sokaklarda darbecilerin dayatmalarını reddeden ve onları tanımadıklarını açıklayan eylemlerini, her gün aileleriyle, “mümin kadınlar-erkekler” olarak meydanlardaki İslami duruşlarını bozmadan, “sabır, salat ve vakar içerisinde” sürdürdüler. Türkiye ve bazı Müslüman coğrafyalarda onlara destek gösterileri yapıldı. Mısırlı kardeşlerimizin meydanlardaki protestoları adeta Rasulullah (s) ve ashabının Mekke sokaklarındaki direnişlerine benziyordu. O dönem Mekke’de Müslümanlar direniş kararı almışlar, her zorluğa ve öldürülme tehlikesine rağmen direnişlerini sürdürmüşlerdi. Bu süreçte birçok sahabe dövülmüş, yaralanmış, saklanmak zorunda kalmış; şartların iyice ağırlaşmasının ardından hicret sürecine girilmişti. Mısırlı kardeşlerimizin Allah’tan başka hiç kimseden çekinmeden sürdürdükleri metanet, sabır ve soğukkanlı direniş darbeci ve mülhit zorbalar tarafından silahla bastırıldı. Mısır ordusu-polisi ve baltacı denilen çapulcuların hep birlikte, meydanlarda direnen Müslümanlara saldırmasıyla yaklaşık 4 bin kardeşimiz şehit edildi. Darbeyi başından beri desteklediğini ilan eden ABD, Batı ve bölgedeki petrol zengini Arap devletleri bu katliam karşısında sessizliğe büründüler. En başından beri destekledikleri darbecilere ödül olarak para ve silah yardımı vaadinde bulunan bu zalim güruh, günümüz koşullarına sahih çözümler üretmeye çalışan ve anın şahitliği bilinciyle ve merhaleci yöntemlerle çağımızı yorumlamaya ve Müslümanlar olarak yeniden İslam ümmeti olabilme yolunda vahiyle irtibatlı mantalite ve hareket olgusu inşa etmeye çalışan çabaların zeminlerinden biri olan İhvan tecrübesini güçsüz göstermeye ve iktidar yürüyüşüne engel olmaya çalıştılar.

İntifada süreçlerine eklenen halkalardan biri de Suriye’dir. Halkın süreçten etkilenmesiyle başlayan ve ilk günden bu yana Baas rejiminin katliamlarıyla devam eden devrim süreci, Suriyeli Müslüman kardeşlerimizi özgürleştireceği esenlik günlerine doğru inşallah hızla ilerler. Halkı en ağır silahlarla üç yıldır katleden Baas rejimi, İran-Hizbullah ve arkadan Rusya’nın destekleriyle ayakta kalmayı sürdürüyor. Bu süreçte 120 bini aşkın kardeşimiz öldürüldü.

40 yıldır diktatörlükle yönetilen ve bu sistemi babadan oğula tağuti yöntemlerle sürdüren Baas hanedanlığı Suriye’de o kadar acımasız bir rejim kurmuştu ki, kendisine itiraz eden ya da eleştiren kim varsa onları ya zindana veya mezara gönderiyordu. Üç kişinin bir araya gelmesi, çocuklara İslami eğitim vermek, İslami neşriyat yayınlamak yasaktı. Okullarda öğretmenler muhaberat ajanları gibiydiler, mahallelerde komite temsilcileri her şeyi denetleme ve rapor etme hakkına sahiptiler. Şüphelenilen veya şikâyet edilen kimseler sınırsız yetkilerle donatılmış muhaberat veya şebbihalar tarafından götürülüyordu ve akıbetlerine dair hesap sorulamıyordu. Bu şekilde kaybolan binlerce insandan bahsediliyor. İhvan-ı Müslimin üyesi olmanın cezası da idamdı. Baas rejimi yıllar önce Hama’da daha yaşanılabilir İslami bir hayatı talep ettikleri şüphesiyle İhvan’a karşı sürek avı başlatmış ardından rejim ajanları tarafından çıkartılan kargaşalarda 40 bine yakın kardeşimiz bir ay süren toplu katliamlarla çocuk-kadın-yaşlı demeden öldürülmüşlerdi. O gün bu katliamı tüm dünya, İslam âlemi ve ‘İslami’ İran sadece seyretmişlerdi. (O yıllarda Neo-İrancı devrim öykünmecileri tarafından bu katliamın kabahati İhvan’a hamledilmişti. Güya İhvan’ı, Suudiler ve ABD gaza getirmişti. Amaç bölgede halk devrimiyle yıkılan ABD dostu şahlık rejimi yerine kurulan emperyalistlerin korkulu belası İran İslam Devrimini boğmak için İhvan’a Suriye’de devrim yaptırmaktı. Bu sayede İran güçsüz hale getirilecek çevresi laik NATO’cu Türkiye, ABD muhibbi İhvancı Suriye ve petrol şeyhlerinin Suudi-ABD’si tarafından kuşatılacaktı. Bu devrimci 80 kuşağına göre basiretsiz, uzlaşmacı, sığıntı İhvan yöneticileri bu zokayı yutmuşlardı. Zaten o aralar devrim sonrası işlerle yoğun olarak uğraşan, yeni toparlanan İslami İran’ın başkalarına ayıracak vakti yoktu. )

Baas rejimi varlığını cani muhaberat çetesi ve Nusayri ailelerinin çocuklarının eğitilmesiyle oluşturulan paramiliter çeteler Şebbiha ile sürdürüyor, Müslüman halka göz açtırmıyordu. Toplumun kanaat önderleri ve âlimleri rejime boyun eğmeye zorlanıyor, eğer itiraz ederlerse infaz ediliyorlardı. Böylesine İslam düşmanı bir rejim nasıl oluyor da İslamilik iddiasında bir devlet olan İran’ın dostu olabiliyordu? Biliyoruz ki, İran’ın bu dostluğu sadece iki devlet arasında dış ilişkiler üzerinden yürüyen bir dostluk değil. Muhtelif konseptler üzerine bina edilen, yıllardır İsrail’e ve ABD’ye karşı “direniş halkası” olarak deklare edilen, son haliyle İran’ın kırmızıçizgisi olarak ilan ettiği Suriye Baas rejimiyle ittifakı artık katliam ortaklığına dönüşmüş durumda. Masum gerekçeler olarak öne sürdükleri yalanlar birlikte işledikleri cürümlerle bir bir ortaya çıkıyor. Yıllardır Golan bölgesini işgal eden İsrail’e Baasçı Suriye’den tek bir kurşun atılmış değildi. Fakat bu zalim adam üç yıldır insanca yaşamayı talep eden halkına karşı en ağır silahlarla kan kusturmasını çok iyi bildi. Bu caninin Batı için hiçbir tehdit oluşturmadığını ve aralarının hiç de kötü olmadığını Şam’ın Guta semtinde iki bine yakın anne ve yavrularını kimyasal gazla katlettikten sonra iyice anladık. Sözde insan hakları savunucuları, Birleşmiş Milletler ve ABD şöyle bir estiler, gürlediler ve hiçbir şey yapmamak üzerinde anlaştılar. Net bir şekilde konuyu “Elindeki konvansiyonel silahlarla öldürmeye devam et ama sakın kimyasal silah kullanma!” demeye getirdiler.

1979’da şahlık rejimini yıkıp yerine İslam yönetimini ilan eden İran güya “Büyük Şeytan” ilan ettiği ABD’ye ve bölgedeki temsilcisi Siyonist İsrail’e karşı Müslümanların hamisi olacak ve onlara göz açtırmayacaktı. Zaman içinde İslam coğrafyasında bilhassa bölgemizde o kadar Müslüman katliamları gerçekleşti ki değişen ne oldu? İran esti gürledi mi? Hayır! Bilakis İran’ın bu süreçte İslam düşmanlarıyla (Rusya, Çin, Baas Suriyesi) ilişkileri ve korumacılığı yüzünden bölgede Müslümanlar ciddi zararlar gördüler. Rusya’yla özel dostluğu yüzünden Afganistan ve Çeçenistan işgalleri üzerinde durulmadı bile. Irak üzerindeki pragmatik hesapları ve Şiileştirme politikaları ABD işgaliyle örtüştü. Şii Maliki rejimi ve ABD askerleriyle ortaklaşa gerçekleştirilen operasyonlarda birçok Müslüman katledildi. Nihayet “direniş halkası” Suriye kan deryasına dönmüş durumda. Artık “Bu zalimlik, bu katliamlar İslam’a ve İslam kardeşliğine sığar mı?” diye sormuyoruz. Maalesef tüm bu olanlar düpedüz mezhepçi ve ulusal hedeflerinde ilerleyen bir devletin ayak oyunlarından ibaret. Korumasını yaptıkları Suriye kasabı Batı’ya mesajlar veriyordu ya; cihadçı çetelere ve Kaideci militanlara karşı savaş verdiğini ve desteklenmesi gerektiğini söylüyordu. Yazık! İran ve Hizbullah bu İslam düşmanını fiilen koruyorlar, veyl olsun! “Fe eyne tezhebun?” ey İran, ey Hizbullah! Güya Seyyide Zeynep Türbesini korumak için oraya görevli hacılar gönderdiğinizi söylüyordunuz, oysa birçok İran ve Hizbullah askeri Suriye’nin muhtelif bölgelerinde savaşırken öldüler. Artık şunu dünya biliyor: İran ve Hizbullah, Esed’in şebbihalarıyla kol kola Müslüman kardeşlerimizi katlediyorlar. Dünya hayatında kendi menfaatleri için zalimle iş tutanlar bunun hesabını mutlaka verecekler ve facir güruha tevdi ettikleri velayetlerinin hesabı onlardan mutlaka sorulacaktır. (Hud, 11/113)

Bu din Allah’ın dinidir. Kuralları koyan O’dur. O, din gününün sahibidir. Türkiye’deki İran muhibbi çevreler ve kafası karışıklar tüm bu olanları ABD emperyalizminin ve Siyonizm’in Suriye’deki paralı militanları yalanıyla izah etmeyi sürdürsünler, tağuta ve yandaşlarına karşı direnen kardeşlerimize iftira atmaya devam etsinler. İnanıyoruz ki, Allah’ın vaadi gereği bu yorgun ve bitap topraklarda bir gün Müslümanların iktidarı gerçek olacak ve ümmet öbeklerinin dirilttiği rahmet günleri Müslümanların olacaktır. Mursi yönetimindeki Mısır’ın Gazze konusunda hangi fedakârlıkları göze aldığını gördük. Bugün darbeciler Mursi’ye Gazze’ye yaptığı yardımların hesabını soracaklarını söylüyorlar. Müslümanların yaptıkları yapacaklarının teminatıdır. Müslüman bir yönetim, attığı her adımın hesabının sorulacağına inanır ve bu bilinç çerçevesinde hareket eder. Bugün mücahidler Suriye halkı topraklarını işgal eden zalimler topluluğundan kurtulma mücadelesi veriyor. Rabbimiz onları muvaffak etsin. Uğradıkları katliamlar karşısında başından beri kendilerini Allah’a emanet eden ve yardımı sadece Allah’tan bekleyen Suriyeli kardeşlerimiz, şehitlerin mükâfatını dünyada da ahirette de elbette alacaklardır. Allah Teâlâ, yolunda ödenen bedellerin karşılığını mutlaka verecektir.

 Bu yaşanılanlardan çıkarılması gereken dersler var. Şimdi bazı sorular soralım:

-Kendi ulusal menfaatleri uğruna oluşturulmuş bu ittifak, Allah’ın hakkı, Müslümanların geleceği söz konusu olduğunda hâlâ meşruiyetini korur mu?

-Türbe koruyoruz ve başta gizlediği destek vermiyoruz yalanlarının bugün ortaya çıkan gerçekler karşısında hâlâ savunulabilecek bir yanı var mı?

-İslam, Kur’an kaynaklı bir din değil midir? Aramızdaki ihtilafları kitaba göre çözümlemeyi emreden Rabbimizin emrine karşılık İslami olduğunu söyleyen İran’ın İslam düşmanı ve Müslüman katili bir rejime verdiği desteğin izahı “Hüccetiye böyle buyurdu, biz türbeleri koruyoruz!” olabilir mi?

-Dün Afganistan, Çeçenistan ve Irak işgallerine sessiz kalan İran aynısını Suriye konusunda yaparak ve şimdi fiilen katliamlara katılarak Müslümanların nezdinde meşruiyetini yitirmiş olmuyor mu?

-Adalet özel şartlarda, iltimas ortamlarında uygulanabilir mi? Kur’an’ın Nisa Suresi 135. ayetinde zengin veya fakir olsun, yakınlarımızı ilgilendiren hususlarla ilgili olsun veya nefsimizin isteklerinin zıddında olsun bütün işlerimizde ve herkese karşı adaletli olmamız emredilmiyor mu? Suriye konusunda İran’ın ve Hizbullah’ın Kur’an’dan getireceği delilleri var mıdır?

-Komploculuk, şüphecilik Müslümanların birbirlerine güvenini zedeleyen iki olumsuz davranış. Her şeyi dış şartlarla izah eden, Müslümanlar olarak aramızda güveni zedeleyen, kimi zaman Batılı teorilerin etkisiyle aramızdaki meseleleri ele almamız ve tespitlerde bulunmamız doğru mudur?

-Müslümanlar birbirlerinden emin kimselerdir. Başta “silahsız mescid direnişi” olarak Suriye intifadasını destekleyen bazı çevreler niçin katliamlara karşılık İran’ı, Hizbullah’ı ve Rusya’yı eleştirmiyorlar? Katliamlara niye açıktan karşı çıkmıyorlar?

-Bu çevreler şimdiye kadar Esed rejiminin aleyhine niye bir basın açıklaması yapmadılar? Niye bu konuyu muğlak “ama, öyle de, mi acaba” gibi fantezi fikirler ve şüphelerle okumaya devam ediyorlar? Esed rejimine fiilen destek veren çevrelerle hâlâ niye ortak basın açıklamaları yapıyorlar?

-Şüphecilik ve ümitsizlik İslam’da menedilmemiş midir?

Bütün bu yaşadıklarımız ve kardeşlerimizin başına gelenler ortak imtihanımızdır. Kimse kendini bu sınanmanın dışında görmemelidir. Allah günleri aramızda dolaştırmaktadır. Bugün Mısırlı kardeşlerimize ve Suriyeli kardeşlerimize vereceğimiz destek ve olaylardan çıkaracağımız dersler hepimizin ortak işlerimizden olmalıdır. Hiç kimse bundan doksan sene önce Batılı işgalciler tarafından çizilen sınırlar üzerinden meşruiyet ve haklılık üretemez. Bugün Müslümanlar sosyal sorunların çözümlemelerine dair birçok dersler çıkarmalıdırlar. Bizler girilen yeni dönemde birbirimizden koparılmış, İslam diyarlarının işgalciler tarafından parçalanmasını idrak ederek yeniden toparlandığımız bir süreci idrak etmeli, eksiklerimizi gözden geçirmeliyiz. Kardeşliği, dayanışmayı, zalimlere karşı direnmeyi, işlerimizde istişareyle aldığımız kararlarımızı gerekirse zor şartlar altında bedel ödeme pahasına da olsa uygulanmasını savunabilmeliyiz. Mısır’da Müslümanlar aldıkları karar gereği meydanlarda namazlarla, dualarla, yaptıkları meydan konuşmalarıyla, Mısır halkına ve dünyaya ulaştırabildikleri mesajlar üzerinden darbecilere karşı direnmişlerdi.

Yaşanılanlar Karşısında İlkelerimiz Bağlamında Usul Yaklaşımımız

Bizler yaşadıklarımızla İslami ilkelerimizin irtibatını kuruyor, içtimai hayatımızı ilgilendiren, siyasal yaklaşımlarımızı düzenleyen, kimliğimize paralel İslami bir yaşantıyı çıkarabildiğimiz tespitler üzerinden biçimlendirmeye çalışıyoruz. Tertil fıkhına uygun düşmesi hassasiyetiyle dinimiz İslam’ın günümüzle bağını kurmaya çalışıyoruz. İnteraktif, yaşamsal ve saik-muharrik vasfa sahip olan Kitab-ı Mubin’in aydınlığında günümüze dair çözüm yollarını bulmaya çalışıyoruz. Kur’an’ın bir özelliği de icazı gereği her döneme çözüm sunan, kolaylık yollarını öğreten bir kitap olmasıdır. Şu halde ilahi mesajın bugüne dair söylediklerini bulup çıkarmak görevimiz olmalı.

Tarihin bir dönemiyle sınırlı, güncelliğini yitirmiş, zamanın gerisine düşmüş, anakronik bir din değildir İslam. Hükümleri evrensel ve çağlar üstüdür. Her dönem ve şartları haiz kuralları vardır, dünya dinidir, cehdi-çabası, fikri-zikri imtihan mahallimiz yeryüzüne dairdir. Yüce Yaratıcımız tarafından yaratılışımıza uygun olarak seçilmiş bir fıtrat dinidir. Her şeyi yoktan var eden, bütün kâinatın sahibi ve kanunlar koyan, yarattığı her şeye bir işleyiş kuralı yerleştiren Yüce Kanun Koyucu, yeryüzündeki sevk ve idareyle ilgili maddi manevi kurallar koymuş. Mükevvenatın konulan kurallar gereği varlığını sürdürmesi bu ahenk, silsile ve kurallar çerçevesinde olmaktadır. (Fatır, 35/41) Biz bu işleyişe Kur’an’ın adlandırmasından cihetle “Sünnetullah” diyoruz. Sünnetullah ifadesi, insanların yapıp ettiklerinden dolayı Allah'ın onlara karşı takip ettiği yol anlamına geliyor. Bu işleyiş, insanoğlunun tabi olduğu ve boyun eğmek zorunda olduğu evrensel bir olgudur. Başka bir ifadeyle sünnetullah, "Allah'ın varlıklarla ilgili olarak öteden beri var olan ve var olmaya devam edecek (O’nun izniyle) değişmeyen yasalara bağlı davranış biçimidir." Kur'an'da belirtildiği gibi bu yasa değişmezlik niteliğine sahiptir (Ahzab, 33/62)

Her şeyin sahibi ve mükevvenatı yoktan var eden Rabbimiz hayatımız için değişim yasaları koymuş ve bu gidişatı mutlak gücüyle ihata etmiştir. Hiçbir şeyi amaçsız yaratmamış ve kendi başına bırakmamıştır.

İncelediğimiz konuyu, Allah’ın gücü ve iradesini, sünnetullah kurallarını, ilahi tecelliyi ve beşeri vehimler üzerinden sorgulayıcı, memnuniyetsiz, şüpheci, kurgusal yoğunluklu, komplocu yaklaşımları Kur’ani düşünceye göre ele almaya çalışacağız:

1- Allah’ın Gücü ve İradesi

(Her Şeyin Sahibi Olan, Kadir-i Mutlak Olan Allah)

Allah Teâlâ, evrenin yaratıcısı ve sahibi, aynı zamanda hâkimi ve yöneticisidir. Kâinatı dilediği şekilde düzenlemiş ve onu istediği şekilde yönetmektedir. İzni olmadan hiçbir kimse, kendine, başkalarına veya içinde bulunduğu nesnel âleme karşı tasarruf yetkisine sahip değildir. İnsanoğlu evrenin bir parçasıdır ve evrenin diğer unsurları gibi Allah'ın hâkimiyet ve tasarrufu onun için her şart ve durumda geçerli olacaktır. Yüce irade, Allah'ın hükmetme ve mutlak hareket yetkisini elinde tutmayı ifade eder ki, tüm mükevvenat âleminde yetki yalnız Allah’a aittir.

“Bir şeyi dilediği zaman O’nun emri o şeye ancak ‘Ol!’ demektir. O da hemen oluverir.” (Yasin, 36/82)

Şüphesiz, Rabbinin yakalaması çok çetindir. Şüphesiz O, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra onu tekrarlar. O, çok bağışlayandır, çok merhametlidir. O, arşın sahibidir, şanı yüce olandır. Dilediğini mutlaka yapandır.” (Buruc, 85/13-16)

"Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır. Yoksa onlar (İslam öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?" (Maide, 5/49-50)

Bu ayetler Allah'ın hâkimiyetinin sadece kozmik âlemi değil, insanın görünen/görünmeyen tüm hayatını kapsadığını ortaya koyuyor.

Allah Teâlâ gerçek gücün sahibidir, her şeye hükmeden O’dur. İnsanı yoktan var eden, ona biçim veren, fıtrat yerleştiren, akıl veren, vicdan veren, ona yolları gösteren ve bu yolda nasıl ilerleyeceğini kendi aralarından seçtiği peygamberleriyle öğreten, aralarında hükmetsinler diye kitapları indiren ve tüm bu işleyişi ana kitapta kurallara bağlayan O’dur. Hiçbir şeyi başıboş, gereksiz, anlamsız, kuralsız yaratmamıştır. Her şeyin kaydını tutan, görevli gözetleyicileri olan, onları yaptığı işlere şahit tutan, insanın kendine uzuvlarını tanık yapan, aramızdan seçtiği elçileri kendi ümmetlerine gözcü kılan her şeyin üstünde yüce iradesiyle bu işleyişi kontrol eden, bazen bu kurallara müdahale eden, hak edene yardım eden, yakışanı zelil eden veya helak eden Rabbimizdir O. “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.” (Hadid, 57/22)

O bir şeye ‘ol’ dediğinde o şey oluverir. İbrahim (as)’ın rabbi olan O, ateşin de Rabbidir. O, ateşe emretmiş, ona kıvamında serin olmasını buyurmuş, o da olmuştur. Allah ‘balık sahibi’ Yunus (as)’ın da rabbidir. Yunus (as) balığın karnında hatasını anlayıp tövbe ettiğinde, tövbesini kabul edip onu balığın karnından çıkartan O’dur. İnsanların yapıp ettiklerini yaratan O’dur. Kişiyi, fikir ve eylemleriyle kendi yolunda bulunduğu ve hak ettiği için izniyle hidayete sokan veya fücura meylettiği için dalalete sevk eden O’dur. İnsana, çevresindeki nesnel âlemde tasarrufta bulunabilmesi için ona toplumları yönetme, gidişata müdahale etme ve toplumsal yaşamı değiştirebilme gücünü verendir.

“Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o bozgunculardandı. Biz ise istiyorduk ki, yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım. Yeryüzünde onları kudret sahibi kılalım ve onların eliyle Firavun’a, Haman’a ve ordularına, çekine geldikleri şeyleri gösterelim.” (Kasas, 28/4-6)

“Ancak inananlar, salih amellerde bulunanlar, Allah’ı tezekkür edenler ve zalimlere karşı mücadele edip zafer kazananlar başkadır. Haksızlık edenler (Allah’ın izniyle) nasıl bir inkılâpla devrileceklerini çok yakında bilecekler.” (Şuara, 26/227)

İlahi hüküm koyucunun koyduğu kurallar insanoğlunun yapıp ettiklerine göre sevk ve idare ediliyor. Allah’ın izni, inayetiyle insanlar, tercihleri doğrultusunda, Allah Teâlâ’nın onlara tayin ettiği yolda sünnetullah kurallarına mebni hayat sürüyorlar.

“Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Hâlbuki kişi kazdığı kuyuya düşer. Onlar öncekilerin kanunundan başkasını mı bekliyorlar? Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın, Allah’ın kanununda bir sapma da bulamazsın. Onlar yeryüzünde gezip kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmediler mi? Hâlbuki öncekiler onlardan daha güçlüydüler. Ne göklerde ne de yerde Allah’ı aciz bırakacak bir güç vardır. O bilendir, güçlüdür.” (Fatır, 35/43-44)

Allah adaletiyle mahlûkatı kuşatır. “Yüce Allah kimseye zulmedici değildir. Bilakis kendilerine ve toplumlarına kötülüğü insanlar yaparlar.” (Yunus, 10/44)

İlahi İlkeler değişimin kaderini-ölçüsünü çizmiştir.

“Bir toplum nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad, 13/11)

Allah’ın gücü ve iradesi gereği değişimin aktörü kişinin kendisidir, kişi tercihleri konusunda çevresini ikna edebilirse ortak bir irade yakalamış olur. Değişimin olgusal öznesi kişinin kendisi oluyor. Sorumlu, şahit, müsebbip, muharrik kendisi oluyor. Bu olgu sosyal şahitliğe dönüşme yolunda, doğru şartlar ve muhataplarla buluşabilirse “değişimin yasaları” yakalanmış oluyor.

“Onların içinden, sabrettikleri için bizim emrimizle doğru yola ileten önderler yetiştirdik. Onlar, bizim ayetlerimize kesin bir şekilde inanıyorlardı.” (Secde, 32/24)

“İşte onlara, sabretmelerinden ötürü mükâfatları iki defa (dünyada ve ahirette) verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası için harcarlar.” (Kasas, 28/54)

“Sonra Kitab’ı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda yarışır öne geçer. İşte bu, büyük fazlın kendisidir.” (Fatır, 35/32)

“Andolsun ki, içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye kadar ve söylediğiniz sözlerin doğru olup olmadığını açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.” (Muhammed, 47/31)

“Ey iman edenler, sabredin, sebat gösterin, her daim hazırlıklı ve uyanık olun, Allah’tan ittika edin ki, O sizi (yeryüzünde) başarıya ulaştırsın.” (Âl-i İmran, 3/200)

Yaşıyorlarken Kur’an’ın çizdiği istikamet üzere ilkeli, kararlı ve her yönüyle muttaki halleriyle süreçte yol alan Müslümanlar, Allah’ın iradesine teslimiyet göstererek insan olmaları hasebiyle her şeye güçlerinin yetmeyeceğini bilirler. Onların bu yürüyüşüne Rahmani Kudret’in kuralları yani “kun feyekun”u emredenin kanunları eşlik eder. Yolunda cehdini sürdüren insana Allah Teâlâ çıkış yollarını yaratmaya kadirdir. Ve onu ilahi yardımlarıyla kuşatmaya gücü yetendir. Mutlak irade sahibi O’dur:

“Hatırlayın, siz Rabbinizden yardım İstiyordunuz, O da ‘Ardı ardına bin melekle size yardım edeceğim.’ diyerek duanıza icabet etti. O bunu kalbiniz yatışsın, sizlere yardım müjdesi olsun diye yapmıştı. Sizi hafiften uykuya daldırıyor, bunu şeytanın vehimlerinden arındırmak, kalplerinizin mukavemetini artırmak, aranızdaki kenetlenmeyi kuvvetlendirmek için yapıyor sizlere yağmur indiriyordu.” (Enfal, 8/9-11)

“Sizler bir zaman yeryüzünde güçsüzlüğünüzle bilinen, güçlü insanların sizleri kapıp götürmesinden korkan kişilerdiniz. Allah sizlere yurtluklar ihsan etti, yardımıyla sizleri kuşattı, sizlere tertemiz rızıklar verdi.” (Enfal, 8/25)

“Biz, onlardan önce nice güçlü kavimleri yıkıma uğrattık? Kurtuluş var mı?” (Zariyat, 50/36)

“Her zorluktan sonra kolaylıkları ihsan edendir O.” (Talak, 65/7; İnşirah, 94/5-6)

Zorluklardan, zor şartlar içerisinden kolaylıkları, imkânları, nimetlerini yaratandır O.

“Hayvanlardan onların karınlarından kan ile fışkı arasından içenlerin boğazından halisçe geçen süt (çıkarıyor ve) içiriyoruz.” (Nahl, 16/66)

“Zekeriyya, ‘Rabbim karım kısır ben de epeyce yaşlıyım benim nasıl oğlum olabilir?’ dedi. Allah ’Öyledir, bu iş Rabbine kolaydır, seni yoktan var eden için bu kolaydır.’ dedi. ” (Meryem, 19/8-9)

2- Sünnetullah Kuralları

(İlahi İşleyişin Engel Tanımaması)

Yaratılmışlar âleminde kendiliğinden ve ölçüsüz hiçbir şey yoktur. İlahi yasalar, doğa olayları (kevnî ayetler) ile ilgili olduğu kadar toplumsal olaylarla (sünnetullah yasaları) da ilgilidir. Hayatın akışı içerisinde toplumların ilerlemeleri, geri kalmaları, çökmeleri gibi olaylar kendiliğinden ve tesadüfen değil, evrensel ilahi yasalar (sünnetullah) çerçevesinde gerçekleşmektedir. Sünnetullah, nasıl önceki topluluklar için geçerli olduysa, bizler ve sonrakiler için de geçerli olacaktır. Bu anlamıyla kanunlar ve işleyişleri Rabbimizin vaadi kapsamındadır, hepsi haktır, O’nun iradesine tabidirler ve hiçbir güç onları değiştiremez.

“Allah’ın kanununda asla değişiklik bulamazsın.” (Ahzab, 33/62)

“Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.” (Nisa, 4/141)

Müslümanların çabaları karşılıksız kalmayacaktır. Allah’ın onlara vaadi gereği bu ödül, gösterecekleri metanet ve direngenliğin sonucunda onların olacaktır.

“Şüphesiz elçilerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım edeceğiz.” (Mümin, 40/50)

"Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer (gerçekten) iman ediyorsanız, mutlaka siz üstün geleceksiniz.” (Âl-i İmran, 3/139)

“Onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım. Yeryüzünde onları kudret sahibi kılalım ve onların eliyle Firavun’a, Haman’a ve ordularına, çekine geldikleri şeyleri gösterelim.” (Kasas, 28/5-6)

Kur'an, toplumların gelişme ve ilerlemelerinin değişmeyen ve engellenemeyen yasalar çerçevesinde olduğunu belirtiyor. Allah Teâlâ, gönderilen elçileri yalanlayan ve onlara karşı gelenlerin bunu yapmakla sadece kendilerine zulmettiklerini ve dünyada ve ahirette azaba çarpılacaklarını bildiriyor.

“İşte böyledir, Rabbin zulmeden kentleri yakaladığı zaman böyle yakalar.” (Hud, 11/102)

Gücün sahibi Rabbimiz, azabının sadece geçmiş kavimlere has olmadığını, bütün insanlığın aynı hükme tabi olduğunu beyan ediyor. Zulmeden insanların başlarına gelecek azabı defedebilmeleri için tövbe edip yaptıklarına pişman olmaları gerekiyor. Yoksa öncekilerin yaptıklarının başa gelmeyeceğinin garantisi bulunmamaktadır. Bir gün zalimlikleri yüzünden cezayı hak eden toplumlar, zalim oldukları gerçeğini itiraf etmek zorunda kalacaklardır:

“Nice şehirleri helâk ettik; gece vakti yahut gündüz dinlenirken azabımız onlara geliverdi. Azabımız onlara geldiğinde ‘Biz gerçekten zalimlermişiz!’ demelerinden başka söyleyecek sözleri kalmadı.” (Araf, 7/4-5)

Bir toplumun işlediği zulümden dolayı helâk olması için o toplumda zulmün sistemli halde, tuğyan içinde yaygınlaşması gerekiyor. Zulüm kelimesi, bir şeyi asıl yerinin dışına koymak, fıtratı bozmak anlamına gelmektedir. Allah'a ortak koşma, O'na isyan etme, insanlara her türlü zulmetme, adaleti ihlal etme; işkence, hapis, sürgün ve ölümlerle sistematik yok etme uygulamaları, Rabbimizin ilke ve amaçlarından saparak, ayrımcılığı ve zulmü tarz/yönetim şekli haline getirme gibi fiiller zulüm kapsamında ele alınıyor. Dolayısıyla bu fiillerle tuğyanın başladığı, Allah’a ve Rasulüne savaş açıldığı ilan edilmiş oluyor. İlahi yasa gereği o toplumun helaki mukadderdir. Zalim yönetimler ve toplumları çöküşlerini yaşarlarken, kendilerini devirmeye çalışan insanların sürece amil konumuyla müdahil oldukları sebebiyle “ilahi irade ve yasaların” kuşattığı süreci yaşarlar. Bu çöküş bazen uzun, bazen de bir anda gerçekleşiverecektir. Süreç Allah’ın izniyle bir şekilde tamamlanacaktır.

Özetle hayatımızın İslami bir geleceğe kavuşması, Allah’ın kurallarının tecellisi, vahyin işaret ettiği değişim olgusallığının gerçekleşmesi ve Rabbani dönüşümü hak edebilmemiz için devrede olmamız şarttır. Kendiliğinden, olağanüstü yollarla hak etmediğimiz bir değişim gerçekleşmeyecektir. İlahi işleyiş gereği bunun gerçekleşme yasaları vardır.

Kitabımız Kur’an’dan algılayabildiğimiz kadarıyla hayatımızda İslami bir değişimin gerçekleşebilmesi için şu aşamaları yerine getirmeliyiz:

● Her Türlü Dünyevi Tutsaklıktan Kurtulmak İçin Mücadele Etmeliyiz!

Allah Teâlâ insanı tutsaklık ve tutsaklaşma saiklarının zıddında özgür, kendi başına, hesabının sorumlusu olarak yaratmıştır. İnsanlar bidayette hür, tercih yapabilecek kabiliyette, yalnız Allah’a hesap verebilecekleri umdesiyle, Allah’ın kendilerine emanet ettikleri hayatlarının içerisinde doğup yaşıyorlar.

“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu reddedip Allah'a inanırsa, o, asla kopmayan sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, işitendir, bilendir.” (Bakara, 2/256) “Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver.” (Kaf, 50/45)

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse onlar mümin oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın?” (Yunus, 10/99)

Allah’tan başka hiçbir güç insana boyun eğdiremez ve onu köleleştiremez. Rasulullah (s)’ın ifade ettiği gibi “Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar, sonra onu yakınları, çevresi, içinde yaşadığı toplum ya özgür kalmasını sağlar veya başkalarına köle haline getirir.” Bu yüzden özgür kalmanın yolu İslam yoluna bağlılık, Yaratıcının kurallarına boyun eğmek, fıtrat dinimiz İslam’a teslim olup benliğimizi sadece Allah’a hesap verecek haliyle O’nun emrine amade kılabilmemizdir.

“Onlar Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye uyarlar. O elçi onlara marufu emreder, onları münkerden meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Onların yüklerini hafifletir, onları özgürleştirir, onların zincirlerini söküp atar. O elçiye uyanlar kurtulacaklardır.” (Araf, 7/157)

“O insan sarp yokuşu aşamadı, sen o yokuşu bilir misin? Özgürleştirmektir bir köleyi, açlığın içerisinde bulup doyurmaktır bir yetimi, biçare bir yoksulu.” (Beled, 11-16)

Her türlü cahiliyyeden, vehimden, kişinin zihnini tutsaklaştıran ricz ve fahşadan uzaklaşmak, maddi manevi esaretten kurtulmak Allah’a sığınmaktır. Her işimize O’na sığınarak, O’na ısmarlayarak, kendi hür irademizle, özgürce başlamak bizim ilk işimizdir.

Euzu billahi mine’ş-şeytanirracim: Kovulmuş vesveseci, sapkın, şaşırtan şeytandan sana sığınırım ey Allah’ım!” Nas ve Felak surelerinin anlamları da bu konuyu mütemmim açılımlara sahiptir.

“Ey örtüsünün altına sinmiş (adeta tutsaklık hissine kapılmış) elçi, kişi. Kalk (çevreni, toplumu) inzar et (onları sakındır kötülüklerden), Rabbini yücelt (O’nun gücünü idrak et), elbiseni temizle (cahiliyyeden üzerine sirayet etmiş telakkilerden, kuşkulardan, değer yargılarından daha önemlisi tüm bu şirk batağının tutsaklıklarından kurtul), her türlü (algı, bilinçaltına yerleşmiş şer fikirlerden, bireysel -içtimai yollarla benliğine sinmiş) pisliklerden uzaklaş. (Müddessir, 74/1-5)

● Fıtrat Dinimiz İslam’ın Tüm Kurallarına Teslimiyet Göstermeliyiz!

“Allah katında din İslam’dır.” (Âl-i İmran, 3/19) “İslam tamamlanmış bir dindir.” (Maide, 5/3)

Rabbimiz bizlere fıtrat yani yaratılış gayemize uygun akıl-kalp-bilgi ahengiyle hikmet inceliklerini ihata eden (huduri bilgi cevherini) içkin benliğimizi yerleştirmiştir. Bizlere din olarak İslam’ı seçen Yaratıcımız, bu dini hayatımıza nüfuz ettirmek için yayarak/aralıklarla indirmiş bizlerin hükümleri kavramamızı amaçlamıştır. Her hüküm bütünlüğün içerisinden bir unsurdur, bazı hükümleri ayırır, eksiltir, eklemeler yapar veya bırakırsak dinimizi tahrif etmiş oluruz. Bu “bütünün” adı olan İslam’dır. İslam bütüncül yaşanırsa din/hayat yolu olma özelliğini koruyacaktır. Yoksa dinimiz sadece ahlak mefkûresine, kültürel bir veçheye, din sınıfının materyaline, ilmihâlci -parçacı/şekilci- anlayışlara, hayata müdahale etmeyen içi boşaltılmış, budanmış, gücünü yitirmiş, protestanlaşmış veya eleştirilen ehli kitabın muharref dinî durumuna dönüşecektir.

Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Daha öncekilerin cezası dünyada rüsvaylık, ahirette hüsran oldu.” (Bakara, 2/85)

“Allah’ın kitabının bir kısmını gizleyenler, onu dünyalıklar karşılığında satanlar, karınlarına ateş doldurmaktalar.” (Bakara 2/159, 174)

Onlar dinlerini parçaladılar, eksilttiler, değiştirdiler, uydurdular, hizbileştirdiler veya nisyan içerisinde unutup önemsizleştirdiler. Bazen şartlar karşısında bu olmuyor, yürümüyor dediler ya da sonra çözümüne bakarız önümüzde yapacağımız işlere bakalım dediler, olmadı tefrikaya düşüp işi iyice azıttılar vs. (Bkz. Rum 30/32; Enam, 6/159; Bakara, 2/113, 159, 174, 176, 213)

“Topluca Allah’ın ipine sarılın, ayrılığa düşmeyin, Allah sizi nimetiyle (kitabıyla) bir araya topladı, kalplerinizi yakınlaştırdı, aranızdaki düşmanlığı (fitneleri) giderdi.” (Âl-i İmran, 3/103)

● Vahyin Öngörüleriyle Oluşturacağımız “Gelecek Tasavvurumuz” Olmalıdır!

Ümmet-i İslam’ın geleceği Müslümanların yapıp ettikleriyle şekillenecektir. Geçmişten bugüne intikal eden içimize sinmiş olumsuzluklardan kurtulabilmemiz için kendimizi ve toplumu ıslah etmemiz şarttır. Bu tek taraflı, tek yönlü bir çaba olmayıp bugünden geleceğe yüzünü dönmüş, geleceğimizi bereketlendirmeye inanan bir özellik ihtiva etmelidir. Bugün yeryüzünde hamdolsun Allah Rasulünün tek başına başladığı bu mücadele sınırlarını genişletiyor. Yine hamd ediyoruz ki, hangi şart ve konumda olursak olalım Allah yolunda çabaladığımız sürece bizim hayrımıza neticeler doğuracak bir dinin mensuplarıyız.

“Bu Kur'an, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın bir tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir tebliğdir.” (İbrahim, 14/52)

“Bu (Kur'an) insanlar için bir açıklama, Allah'tan gereğince korkanlar için doğru yolu gösteren bir öğüttür.” (Âl-i İmran, 3/138) “Ve o, müminler için gerçekten bir hidayet rehberi ve rahmettir.” (Neml, 27/77)

Bütün peygamberler gelecek nesillere dönük dua ve temennilerde bulunmuşlardır. Geleceğimiz için nesillerimizle irtibatımız onları vahyin ışığında gözümüzün nuru olarak yetiştirmemiz, bu sebeple planlar yapmamız şarttır. Gelecek tasavvurumuzun bugünden geleceğe inançla Kur’ani bilgi ve yorumlarımızdan oluşan bir arka planı ve somut sürece dönük tecrübi taslağının ve her daim üzerinde çalışmalar yapabileceğimiz (içtihada açık) teorik zemininin (İlkeler ve Metot) olması gerekiyor.

“Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle. ‘y Rabbimiz! Duamı kabul et!” (İbrahim, 14/40)

Geleceğimiz yaşadığımız hayat ve ahiret yurduyla da alakalıdır. Yapıp ettiklerimizin neticesi eğer sünnetullah şartlarıyla buluşabilirse, Rabbimizin bizler için dünya hayatımızda vaat ettiği saadet ödülüne dönüşecek ve ahiret geleceğini de esenlik günlerine dönüştürecektir.

“Herkes geleceğe ne hazırladığına bir baksın.” (Haşr, 59/18)

● Her Şart ve Olgular Karşısında İlkesel Duruşumuzu Kararlılıkla Sürdürmeliyiz!

Biz Müslümanlar yaşadığımız yerlerde inhirafa uğramış, gücünü kaybetmiş bir durumdan yeniden toparlanma sayılabilecek, ümidimizi diriltecek bir süreci yaşamaya başladık. İdrak etmemiz gereken, ilkesel duruşumuzu kararlılıkla sürdürmek ve karşılaştığımız engelleri aşmak için azim, sebat ve sabırla yola devam etme bilincini kavramamızdır. Rabbimizin toplumsal dönüşüm yasalarını belleyip, hayatla olan ilişkimizi vahyin aydınlığıyla kurmalı, önümüzdeki süreçte İslam ümmetinin ihya ve inşası için kararlılığımızı toparlanmaya dönüştürmeliyiz.

“Allah, sizlerden inanıp salih amel işleyenlere, kendilerinden öncekileri güçlü ve hükümran kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslam’ı) onların arasında yerleştirip ikame edeceğini ve korku dönemlerini atlattıktan sonra onlara güven ortamları sağlayacağını vaat etti. Çünkü onlar yalnız bana kulluk ederler, hiçbir şeyi benim gücüme eş tutmazlar. Kim ahdini ve duruşunu bozar inkâra yeltenirse büyük günahın sahibi olur.” (Nur, 24/55)

İçinde yaşadığımız toplumu Kur’ani ölçülerle kültürden siyasete kadar dönüştürebilmek için gerekli donanıma ulaşmalıyız. Muhatap olduğumuz toplumu gereğince uyarmalı ve merhale merhale fıtrat ve vahiyle yeniden buluşturmaya gayret etmeliyiz.

“Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslam’a ve Müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.” (Muhammed, 47/7)

 ● İstişareye Önem Vermeli, Dayanışma ve Paylaşımı Gözetmeliyiz!

“İstişare”, beraberliğimizde ortak fikir ve birikimlerimizi kolektif ibadet düzeyine çıkartan, Rabbimizin yardımını kuşandığımız bir ahval içinde, işlerimizi salih amel değerliliğiyle ilkesel davranışlarımıza ve kararlılığımıza dönüştüren, bizleri hep anın fıkhıyla buluşturan hikmetli bir yöntemdir. Fıtridir, kardeşliği güvence altına alır, bizi birbirimize ve topluma karşı güvende kılar, hem danışma hem dayanışma zeminimizi tanımlar ve pekiştirir. Tanımlı, ilkeli beraberliklerin kaim unsuru, aynı zamanda ibadet olarak emredilen ortak eylemimizdir.

“O müminler Rablerinin davetine icabet ederler, namazı kılarlar, işlerini aralarında şurayla yaparlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler, haksızlığa uğrayan kardeşlerine birlik olup yardıma koşarlar.” (Şura, 42/38-39)

Birbirimizle dayanıştığımız böylesi niteliksel bir düzey, bizlere aldığımız karalarda sebat etmeyi, doğruları birlikte tanıklaştırmayı ve birlikte iş yapma fıkhını kavramamızı sağlıyor. Bizlere kardeşliği, kararlılığı, yardımlaşmayı, kusurları bağışlamayı, isabetli işler yapmayı öğretiyor.

“Allah’tan bir rahmet olarak onlara yumuşak davrandın; katı, kaba, sert üslupla yaklaşsaydın dağılır giderlerdi. Onları bağışla, onlar için dua et, iş konusunda onlara danış, kararınızı verdiğinizde Allah’a dayanıp güvenin.” (Âl-i İmran, 3/159)

● Tevekkül Etmeli, Bedel Ödemeyi Göğüsleyebilen Bir Ruh Haline Sahip Olmalıyız!

Kitabımız Kur’an, ileriye dönük gelecek ufku çizerek müminlere yol gösteriyor. Allah’a doğru, O’nun yolunda cehdeden, hicret ve cihad aşamalarını göze alan, bedel ödemek gerektiğinde bundan kaçmayan, adanmışlığımızı hangi şart içerisinde olursak olalım amelleştiren müminleri tarif ediyor. Müslümanlığımızı; bizleri esenlik günlerine ulaştıran, zorlukları aşmayı göze aldığımız, Rabbimizin nezdinde memnun, mutmain seviyeye bizleri ulaştıracak tercihlerde bizleri buluşturan vasfımız olarak işaret ediyor.

“Kim Allah’a dayanırsa, Allah daima galip, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Enfal, 8/49)

“Müminler içerisinde Allah’a verdikleri sözü yerine getiren nice erler vardır. Onlardan kimi canını vermiş, kimi de sırasını beklemektedir, onlar sözlerini tutmuşlardır.” (Ahzab, 33/23)

“Cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye kadar sizleri deneyeceğiz.” (Muhammed, 47/31)

Ödenen bedellerin karşılığının verilmesi Allah’ın vaadidir.

“Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın. (Artık onlar kutlu hayat örnekliğiyle öncülerden olmuşlardır.) Onlar diridirler. Allah’ın lütfuna mazhar olmuşlardır, arkalarından geleceklere örnek olmuşlar korkulacak bir durumun olmadığını müjdelemişlerdir. Allah müminlerin ecrini (iki cihanda) zayi etmeyecektir… (Şehitlerin ardından gelenler önden gidenlerin ödedikleri bedellerin etkisiyle düşmanın arasından sağ salim) kendilerine zarar dokunmadan geri geldiler. Allah nimet ve keremiyle rızasına uygun iş yapanların emellerini boşa çıkarmaz.” (Âl-i İmran, 3/169-174)

Dünya hayatını ahiret hayatıyla takas edenler, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda öldürülür veya sağ olarak galip gelirse ona mükâfatını (dünya ve ahiret mekânında) en büyüğünden vereceğiz.” (Nisa, 4/74)

3– ‘Ol’ Deyince Oluveren Muhaddesat

(Allah’ın Gücünü ve İradesini Hesaba Katmayan Komploculuk Vehimleri)

“Hani o inkâr edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır.” (Enfal, 8/30)

“Gerçek şu ki, onlar hileli düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır.” (İbrahim, 14/46)

Komploculuğun Tercih ve Davranışlara Göre Çeşitleri

-Karşılaşılan olayları temkinlilik, tedbirlilik adına sorgulayan görüş sahipleri.

-Olayları dışımızdaki güçler gerçekleştiriyor diyenler. Bu işi Batılı güçler yapmıştır, İsrail yapmıştır, rejim kendisini dizayn etmiştir diyenler.

-Güvensizler, şüpheciler, her işte bit yeniği arayanlar.

-Mükemmelciler, tatminsizler.

-Ümitlerini yitirenler, yenilgiyi tarz haline getirenler.

-Galibiyete ulaşmada, galipleri taklidi şart görenler.

Pozitif bilimi esas alarak oluşturulmuş eğitim aşamalarından geçirilmiş bir toplumun çocuklarıyız. Baskılar ve ilerlemeci zorbalıklarla girilen yolda vahiy ile irtibatı koparılmış, kendi dünyasında çözüm olarak ürettiği çıkış yollarında da sorgulanması gereken illetli anlayışların izlerini taşıyan bir toplumuz. Kur’ani perspektifi hayatımızla buluşturup yeniden sahih doğrular üzerinde yükselteceğimiz bir hayatı inşa etmeye çalışan nesilleriz. Bu toplumda bizlere hep zoru başarabilenlerin ve gelişmişlik/uygarlık seviyesini tutturanların Müslümanların dışındaki çevrelerden çıktığı öğretildi. Kendimize güvenimizi kaybedeli yıllar geçti. Allah’a dayanıp güvenmek yerine beşerî algı içerisinde bina edilmiş, bilimsel izahlı yalanlarla oluşturulmuş ideolojik ezberler/kalıplar önümüze konuldu. Umumiyetle toplum algımızda güç deyince para-silah-nüfuz-bilim-teknoloji aklımıza geliyordu. Tasavvurumuzun kaynağında gerçek güce inanıp sığınmak yerine ampirik verilerle oluşturulmuş bilim tortuları ve bilinç altımızı tırmalayan hezeyanlar mevcuttu. Oysa Kur’an’da Rabbimizce tarif edilen hayatımızın birbiriyle irtibatlı kategorileri şunlar değil midir:

I- Mutlak güç; Allah

II- Kitap; ilkeler ve kanunlar

III- Sünnetullah

IV- Yoktan var etme gücü; ilahi lütuf ya da ceza

V- Yaratılan zaman

Kur’an-ı Kerim yeryüzündeki iradenin tecellisini ilahi iradenin eseri olarak tarif ediyor. İnsanların dünya üzerindeki hayatları acziyetlerle dolu. Yeryüzünde mutlak olarak muhaddes/yaratılmış bir şey yoktur. Bütün yaratılanlar ilahi kurallara tabidir. Hayat gelip geçicidir. Allah kadir-i mutlaktır. Bütün yaratılanların rabbi Allah’tır. Sevk ve idare O’nun elinde ve emrindedir. O, istediği şeyin gidişatını durdurmaya kadirdir. Kur’an anlatılanları kavrayabildiğimiz örneklerle doludur.

Kur’an, Allah’ın gücünü, hesapların üzerinde hesap yaptığını, en iyi plan yapanın O olduğunu, en kuvvetli tuzak hazırlayanın, oyunları bozan ve boşa çıkaranın O olduğunu, kâfirlerin bir hesabı varsa Rabbimizin de hesabının olduğunu da bizlere öğretiyor.

“Biz, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz sadece ‘Ol’ dememizdir. Hemen oluverir.” (Nahl, 16/40)

“Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır.” (Âl-i İmran, 3/54)

“Size bir iyilik dokunsa fenalarına gider, başınıza bir kötülük gelse onunla sevinirler. Eğer sabreder ve Allah'tan gereğince korkarsanız, onların hileleri size hiçbir zarar vermez; çünkü Allah onları kendi amelleriyle kuşatmıştır.” (Âl-i İmran, 3/120)

“Gördünüz ya, Allah, kâfirlerin kurduğu tuzağı işte böyle boşa çıkarır.” (Enfal, 8/18)

“Hani bir vakitler, o kâfirler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı da onlar tuzak kurarken Allah da karşılığında tuzak kuruyordu. Öyle ya, Allah tuzakların en hayırlısını kurar.” (Enfal, 8/30)

“Gerçekten onlar çeşitli hileler ve tuzaklar kurdular. Allah katında da onlara hilelerine karşı azap var; isterse onların hileleri dağları yerinden oynatacak olsun.” (İbrahim, 14/46)

“Görmedin mi Rabbin fil sahiplerine ne yaptı? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?” (Fil, 105/1-2)

Rabbimiz olayları idrak edebildiğimiz basiretimizi bizlere bağışlasın. Kardeşliğimizi bizlere unutturmayan, bu yolda çabalayan dayanışma ruhunu şiarımız kılsın. Kitabımız Kur’an’la hayatımızın bağını amel bilinciyle kurabildiğimiz fıkıh ortamlarını bizlere nasip etsin. Her türlü ehli kitap hastalıklarından uzak, şahitlik bilinciyle inşa etmeye çalıştığımız hayatımızı Kur’an’daki İslam yolundan ayırmasın ve bizleri cennetine koysun. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR