1. YAZARLAR

  2. Fevzi Zülaloğlu

  3. Allah’ı Gereğince Takdir Etmek

Allah’ı Gereğince Takdir Etmek

Nisan 2000A+A-

"Bunlar Allah'ın gücünü gereğince kavrayıp değerlendiremiyorlar. Oysa Allah, her şeyi hükmü altında tutan en yüce iktidar sahibidir" (22/Hac, 74)

Allah'ı gereğince takdir etmek demek; ilahi kudret ve nitelikleri Allah'tan başka varlıklara; insanlara, insan ürünü otoritelere, çeşitli dikitlere, içi kof dışı şeytan tarafından süslü gösterilmiş kavramlara, hulasa soyut ve somut hiçbir güce hak etmediği konumu vermemektir.1

Allah'ı gerçek yönleri ile tanımak ve teslim olmak zorunludur. Çünkü ilahlığa layık tek güç Allah'tır. Bu yüzden çeşitli ilahlar tasarlayarak Rabbimizden daha öncelikli varlıklara hak etmedikleri üstünlükler vehmedenler dünyanın en büyük bilim adamı da olsa cahildir. Zümer suresi 62-64. ayetlerdeki Rabbimizin beyanları, heva ve hevesleri doğrultusunda hareket ederek dünyanın geçici menfaatlerini amaçlayıp putlar üretenlerin cahil oldukları doğrultusundadır.

En büyük zulüm ve cehalet Allah'tan başka güçlere ilahlık yakıştırmaktır. Zulüm işleyerek imanın gönüllerde meydana getirdiği aydınlığı karartmayanlardan En'am suresi 82. ayette şöyle söz edilmektedir:"imana ermiş olan ve zulüm (şirk) işleyerek imanlarını karartmayanlar, işte onlardır güven içinde olacak olanlar, çünkü doğru yolu bulanlar onlardır ."

Allah'ın adını yüceltmek somut bir görevdir. Mü'minler Allah'ın isminin rencide edici bir şekilde gündeme gelmesine yol açabilecek aşırı davranışlardan uzak durmalıdırlar. Örneğin En'am suresi 108. ayette başkalarının saygın bulduğu ilahlara "sövmek" gibi aşırı tavırlar yasaklanmaktadır. Çünkü bu tür bir tavırlar karşılıklı küfürleşmeye yol açacağından sonuçta faydadan çok zarar getirecektir.

I-Allah'ı Gereğince Takdir Etmek Kur'âni Bir Tevhid inancı ile Mümkündür

Lugat anlamıyla Tevhid; bir şeyin tek olduğunu bilmek ve buna hüküm vermektir.2

Kavram olarak ise Allah'ı yaratılmışların bütün tasavvurlarından ve tahayyüllerinden tenzih etmektir. Tevhidin insanlarla ilgili yönü ise, kulların yaratıcı ile olan ilişkilerinde istiğnadan vazgeçip takva ile Rabbine boyun eğip O'ndan başka boyun eğilecek güç tanımamasıdır.

Allah'a itaat ve kulluk ile Tağut'a itaat ters orantılıdır. Tevhid inancının olmazsa olmaz birincil ilkesi Allah'ın rızasına uygun hareket etmeyen bütün güç odakları ile mesafeli durmaktır. İnsanlığın işlediği en büyük zulüm ve günah olan şirk; Allah'a iman ettiği halde şeytani güçlere, tağuti otoritelere teslim olmak veya bunların örgütleyicisi olmaktır. Nisa suresi 60. ayette böyle kimseler dalalette olmakla nitelendirilmişlerdir. Bu yüzden bütün peygamberlerin mesajı "Allah'a kulluk, tağutu red "esası üzerine bina edilmiştir.

"Gerçek şu ki, Biz her toplumun içinden 'Allah'a kulluk edin, tağuttan kaçının' diye bir elçi çıkardık..." (16/Nahl,36.)3

Nisa suresi 76. ayette şeytani düzenlere ve şer güçlere uymayı reddetmeden Allah'a iman etmenin bir değer taşımayacağı ifade edilmiştir: "İmana ermiş olanlar Allah yolunda savaşırlar, kafirler ise Tağutlar uğrunda. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şeytanın hile ve tuzakları kesinlikle zayıftır."

Tağuti güçlerin bütün türlerini inkar etmeden iman etmek, ilahi rızayı kazanmak için yeterli değildir. Ancak tağutlar her zaman dışarıda aranmamalıdır. İnsanın kötü tutkularını denetleyememesi, şehvetlerinin esiri domuzlar gibi davranması, ne zaman, nerede ne yapacağı belli olmayan maymunlar gibi hareket etmesi Maide suresi 60. ayette Allah'a itaatten çıkan bazı yahudiler özelinde işlerinde taşkınlık yapanlar da Rabbimiz tarafından tağuta (kendi nefsinin kötü arzularına) kulluk yapmakla suçlanmışlardır.

İnsanoğlunun "şirk koşmadan inanmak istememek" gibi bir zaafının dünya sınavında bir deneme aracı olarak fertlerin ve toplumların karakterinde yerleşik olduğunu, birçok ayetin muhkem ifadelerinden anlamaktayız: "Onların çoğu başka varlıklara da ilahi nitelikler yakıştırmaksızın inanmak istemezler." (12/Yusuf,106.)

Bu insanın özünden gelen deruni baskıya rağmen tevhid dininin gereklerini yerine getirenler, işte ilahi kurtuluşa, bitimsiz Rabbani lutufların ebedi nimet yurtlarına yerleşeceklerdir. Tevhid inancının başı; uluhiyette, rububiyette ve onların gereği olan ubudiyette Allah'ı birlemektir.

A- Uluhiyette Tevhid:

Ragıb el-İsfehani İlah kelimesinin kavramsal anlamını şöyle izah etmektedir: "İbadet etmek suretiyle tapılan, yarattıklarının ihtiyaçlarını gören, onları yöneten, her şeyin kendisine boyun eğdiği, gözlerin idrak edemediği, (akılla kavranan) güç ve kuvvetin yegane sahibi olan kimse"4

Uluhiyette Tevhid'in ilk adımı; yaratıcı bir ilah tasavvurunu kabul etmektir. Bütüncül bir tevhidi anlayışa sahip olmak için yeterli olmasa da, tahkiki bir kabule ulaşmadan önce yapılması gereken ilk iştir. Kasas suresi 68-70.ayetlerin mesajı; uluhiyette tevhidin tebliğinin başlama noktasının "Yaratıcı bir ilah" fikrinin olması gerektiğini imlemektedir. Kur'an vahyinin ilk suresi olan Alak'ta da Allah'ın ilk anılan sıfatı Hâlık'tır.

Uluhiyette Tevhid tarih boyunca peygamberlere tebliğ edilmiş bütün ilahi vahiylerin ana esasını oluşturmuştur. ilahi kelam ile lütuflandırılmış tüm peygamberler aynı Tevhid kelimesi için mücadele etmişlerdir. Al-i İmran suresinde bu husus şöyle beyan edilmektedir: "De ki: 'Ey geçmiş vahyin izleyicileri! Sizinle bizim aramızdaki şu ortak ilkeye gelin! Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceğiz, O'ndan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayacağız ve Allah ile birlikte insanları rab edinmeyeceğiz. Ve eğer bu gerçekten yüz çevirirlerse de ki: Şahit olun ki biz kendimizi O'na teslim etmişiz." (3/Al-i İmran,64.)5

İnsanların uluhiyette şirke bulaşmalarının nedeni, sahte sevgi bağları oluşturduğu için, dünyevi menfaat teminine yaradıkları içindir. Uluhiyette şirk koşulan şeyler; ister kemiyeti olan somut bir nesne olsun, ister taparcasına bağlılık gösterilen beşeri değerlerin soyut ve simgesel ilkeleri, kavramları, kanunları olsun; isterse ins ve cin şeytanlarının ayartarak fitneye düşürme oyunları olsun bazı dünyevi faydaların araçları olarak kullanılırlar.6

Bakara suresi 255. ayette ilah olarak Allah'ı birlemenin ölçüleri özet olarak beyan edilmektedir. Buna göre uluhiyette tevhidin esasları şunlardır:

1- Allah'tan başka ilah yoktur.

2- Kayyum'dur; kendi kendine yeterli tek varlıktır.

3- Her zaman diridir (Hay), O'nu ne uyku tutar ne de uyuklama.

4- Göklerde ve yerde O'nundur. Allah'ın sonsuz kudret ve egemenliğine yarattıklarını denetim altında tutup yönetmek zor gelmez. Çünkü O, izzetini koruyabilecek sonsuz bir gücü olan Âli, Aziym bir ilahtır.

5- O, dilemedikçe ilminden hiçbir şey elde edilemez, hiçbir şey kavranamaz.

6- Allah'ın izin vermediği hiçbir güç şefaat (yardım ve kayırma) etme yetkisine sahip değildir. Şâfî olan O'dur.7

Uluhiyette Tevhid'in insan davranışları ilgili esası, Allah'ın dışında saygı gösterilen bütün ilahları reddedip rağbeti,sevgiyi,ihtimamı nihai anlamda O'na has kılmaktır.Her tür ortaktan müstağni olan Allah'a takva elbisesi ile yaklaşmak,O'nun razı olmadığı güçlerle dostluk kurmamakla,şeytani işlerden beri olmakla mümkün olmaktadır.Uluhiyetin insan davranışlarına yansıması gerekir.Tevekkülü Allah'a has kılmak, O'nu işlerimizin vekili olarak addetmek,gücendirmekten çekinmek,bütün ümitleri O'na bağlamak nihai yardım dileme mercii olarak sadece O'nu görmek Uluhiyette Tevhid'in gereklerindendir.

B-Rububiyette Tevhid:

Rab kelimesi Kur'an'da Allah için en çok kullanılan8 isim sıfattır. Kur'an indirilmeden önce Cahiliyye dünya görüşü içerisinde insanlar için kullanılan bir sıfat olan Rab, o dönemde sahip, efendi, amir, kabilenin reisi, bir yerin hakimi anlamında kullanılmaktaydı. Cahiliyyenin egemenleri Allah'ın sıfatlarını, kurdukları sömürü düzenini ayakta tutmaları için bazı kişilere veya şahıslaştırdıkları varlıklara vererek şirk dinini üretmişlerdir.

Kur'an'da Rab, her şeyin sahibi, eşşiz efendi, yarattığı varlıkların rızkı ve ihtiyaçları ile ilgilenmeye devam eden, onları ve kendi hallerine başı boş bir vaziyette bırakmayan, varettikleri üzerinde tasarrufta bulunmaya devam eden, onların durumlarını düzeltip tesfiye eden Kainat'ın yegane hakimi anlamlarında kullanılmıştır. Şuara suresi 69-83. ayetlerin genel mesajı, İbrahim peygamber bağlamında Rab sıfatı Allah'ın yarattıktan sonra ilgi ve alakasını insanlardan kesmediği şeklindedir. Bu yüzden Allah'ın Dini'nin muhkem kaynağı nübüvvet vahyi ile insan hayatının irtibatını kesmek, O'nun rab sıfatına eş koşmaktır.

Mekki ayetlerde Rab kelimesi yirmi kadar değişik varlığa nisbet edilmiştir: doğu, batı, arş, ökler, yer, şi'ra yıldızı, alemler v.b.9

Bazı ayetlerlerde ise Rab, egemenliği tartışılmayan, buyruğuna tam olarak uyulan kudretli hükümdar manasında geçmektedir. O, bütün alemlerin, gökleri ve yeri kaplayan büyük kudret tahtının sahibidir.

Bu sıfatın Allah'a aidiyeti konusunda on Mekke'deki üç yıllık tebliğ faaliyetinden sonra, zihinlerde bir kuşku kalmadığından dolayı Medine'de indirilen ayetlerde sadece alemlere muzaaf (Alemlerin rabbi) olarak kullanılmıştır.

Eğitici anlamına gelen ve özne bir isim olan Mürebbi kelimesi Rab ile aynı kökten türetilmiştir. Terbiye etmek, bir şeyi iyice düzeltip olgunlaştırana kadar yavaş yavaş geliştirmek demektir. Yusuf suresi 23. ayette bu anlamda geçmektedir. Bu ayette Hz. Yusuf hizmet ettiği evin efendisi için rab sıfatını kullanmaktadır. Fakat Yusuf peygamber kendisini eğittiği, geçimini sağladığı için sıradan bir kelime olarak rab sıfatını evin efendisine uygun görmektedir. Yoksa nihai anlamda rab, sadece Allah'tır. Zaten kıssa bütünüyle okunduğunda Yusuf peygamberin "insanlara itaatin kayıtsız şartsız olmadığı" ilkesini va'z eden Tevhid Dini İslam'ın ana esaslarından sapmadığını evin hanımefendisi (Rabbetü'l-beyt)'nin ahlaksız teklifine itaat etmeyerek göstermiştir.10

Allah için kullanıldığında Rab Kur'an'da, yarattıklarını barındırıp besleyen, içinde bulundukları duruma kayıtsız kalmayan, yakından ilgilenen, gözeten, kulları ile arasında her hangi bir kopukluk bulunmayan ilah anlamında geçmektedir. Kureyş suresi 3-4. ayetler bağlamında ifade edersek Allah açlıktan kurtarıp doyuran, korkudan kullarını güvene kavuşturan, emniyetlerini sağlayan bir ilahtır. Allah'a bollukta yönelmek, darlıkta unutmak; sıkıntı esnasında yalvarıp refaha ve güvene erince terk etmek; Nahl suresi 53-54.ayetlerde kınanarak Rububiyette şirk koşmak olarak vasfedilmiştir. O halde Kureyş suresi ayetlerinde de belirtildiği gibi Allah'tan başka hiçbir güç doyurduğu, emniyeti sağladığı, barındırdığı için insanları kendisine nihai anlamda kayıtsız şartsız saygı göstererek ibadet etmeye çağıramaz. Çünkü nihai anlamda huzur ve güvenin yegane kaynağı Mü'min sıfatına haiz olan Allah'tır.

Allah'ın Rab sıfatı aynı zamanda, sözünü varlıklara geçirmede boşluk kabul etmeyen tartışmasız bir güç ve otorite sahibi olan ilah manasında birçok ayette geçmektedir. O, yarattıklarının kontrol ve denetimini elinde tutmaya devam eden bir ilahtır. En'am suresi 38. ayetin mubin beyanından öğrendiğimize göre rab sıfatı, Allah'ın yarattıklarını başına buyruk bırakmadığı, kendi hallerine terk etmediği, onlardan yeryüzünde sorumlu bir kul olmalarını beklediği hakikatini ifade etmektedir.

Haram helal sınırlarını çizmek sadece Allah'ın hakkıdır. Bu yüzden Allah'ın haram kıldığını helal, helal kıldığını haram kılan, ve Üzeyir peygamberi tanrısal bir otorite sahibi gibi gösteren yahudi din bilginleri, İsa peygambere ilahlık yakıştıran Hristiyan rahipleri Kur'an'da şirk koşmakla suçlanmışlardır. Dine yeni kurallar eklemek, bazı kuralları mesajın bütünlüğünden kopararak Tağutlardan aferin almak için yorumlamak, bazı ilahi yasaları zaman ve zemin bahanesiyle nesh etmeye / ilga etmeye çalışmak bir Rableşme çabası olup bu durum Tevbe suresi 31. ayette şöyle beyan edilmektedir:

"Hahamlarını, rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih'i Allah'la beraber rableri olarak gördüler. Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmekle emrolunmuş değillerdi. O'ndan başka ilah yoktur. Sınırsız kudret ve izzetiyle O, ortak koştukları her şeyden bütünüyle uzaktır, yücedir."11

Müşrik din bilginleri bazı ayetleri rafa kaldırmaya, bazılarını tahrif etmeye yeltenirken, şeytani otoriteleri razı etmek için dillerini eğip bükerlerken Rasulullah'ın Kur'an ile irtibatını kesip, yerine şerre yardakçılık yapmak için çalışan kendi hevalarını koyarlarken Allah'ın ayetlerine karşı takındıkları ciddiyetsiz tavır açıkça gözükmektedir. Fatır suresi 5. ayette belirtildiği gibi Allah adına kandıran bu sözde din uzmanları, dünyevi efendileri ve kurdukları düzenin yasalarına iş gelip çatınca ya hiç konuşmamakta ya da son derece saygılı bir dil kullanmaktadırlar. Bu ibretlik tavır da kime kulluk ettiklerini gösteren bir kanıt olarak, olaylara ilahi hikmetin ölçülerine göre bakanların gözünden kaçmayacak şekilde her vesvese pazarında yaşanmaktadır.12

Firavun gibi zalimler, beşeri müdahaleye zaten kapalı bulunan bütün bir evrenin bağlı olduğu nizam üzerinde tasarruf sahibi olduklarını iddia etmemişlerdir. Tağutlar; Allah'ın göklerdeki Rabliğine eş koştuklarını iddia edecek kadar zekadan yoksun değildirler. Onlar insan toplumlarında irade özgürlüğüne açık bırakılan, yasama, yürütme ve yargının uygulama ilkelerini belirleme konusunda yaptıkları kanunları ilahi hukukun denetimine tabi tutmadıkları için yeryüzündeki egemenliğine itiraz etmiş olmaktadırlar.13

Allah yarattıktan sonra da tasarrufta bulunmaya devam eden bir ilahtır. O, yaratılış ve işleyiş kanunlarının hem yapıcısı hem de koruyucusudur. Arş'a istiva etmesi A'raf suresi 54. Ayette Yüce Allah'ın Kainat'ın tüm yönetimini belli bir mekanla sınırlı olmayan egemenliğinin simgesi kudret tahtından sağladığı ifade edilmektedir. Rablığının yetki sınırları bütün evreni kuşatan Yüce Allah, kendisine hakkıyla iman edecek olanlardan dünya hayatında O'nun egemenlik sınırlarına tahakküm etmeye kalkan şer güçleri inkar ederek işe başlamalarını istemektedir. Bu yüzden Kur'an'ın bir çok ayetinde Rabbimiz iman etmenin ön koşulu olarak "tağutları inkar etmeyi" zikretmektedir. Yani Tağutu inkar etmeden iman mümkün değildir. Tağutun önünde muhakeme olmayı istemek uluhiyette ve rububiyette şirk koşmaktır:

"Sen, sana ve senden öncekilere inandıklarını iddia eden (ama) Tağut'un hakimiyetine teslim olmakta beis görmeyenlerin farkında değil misin? Halbuki şeytani güçlerin kendilerini derin bir sapıklığa yöneltmek istediğini görerek onu inkar etmekle emrolunmuşlardı." 4/Nisa, 60

Allah'ın dininin yerine geçecek kanunlar ve hükümler koyan her somut gerçeklik ve her soyut değer yargısı Kur'an'da tuğyana kalkışmakla suçlanmaktadır. Çünkü kanun koyucu son tahlilde Allah'tır. Cahiliyye'nin14 asla adaletin güvencesi olamayacak kanunlarını hayatın işleyişinde belirleyici kabul etmek Maide 50. ayette Allah'a ortak koşmakla eşdeğer sayılmaktadır.

C- Rububiyette Tevhid ile Yapılan Bilinç Hazırlığı; Ubudiyette ve Hakimiyette Tevhid'e götürür

İbadetin Tevhidi bilinçle anlamlandırılması şarttır. İmanla küfür arasında sıkışıp kalan, şuurlu bir tercihin neticesi olmayan ibadet Allah katında makbul değildir. Çünkü Tevhid inancı iki alanda iki egemen fikrini kabul etmez. Örneğin, Camiden çıkıp piyango kuyruğuna giren, bilerek ve tercih ederek, gönül rahatlığı ile günah işleyen kimse Allah'ın hükümranlık alanına tecavüzkar davranışlarından dolayı hem salih amellerinin hubutu (sıfırlanması ) ile karşı karşıya olup hem de gerçeği bile bile sürekli göz ardı ettiği için şirke düşmektedir. İnsan kimin emirlerine boyun eğiyor, baştacı ediyorsa hangi niyetle bunu yaparsa yapsın, O'nun kulu olmaktadır.

Enbiya suresi 25.ayette uluhiyet ile ubudiyet arasında kurulan doğru orantı kulluk şuuruna dair Tevhidi bilinç kazandıran bir öğrenim sağlamaktadır: "Oysa, Biz senden önce de peygamberleri yalnızca; 'Benden başka ilah yoktur, öyleyse Bana kulluk edin' diye vahyederek gönderdik."

Bu gerçek Zariyat 56. ayette de ibadetin bütün varlık alemini kapsayacak genişlikte olduğu şeklinde benze ifadelerle tekrar edilmiştir: "Bütün görünmez varlıkları ve insanları 'yalnızca bana kulluk etsinler' diye yarattım."15

Ubudiyette tevhid; kalbin niyetini, dilin bir sözünü de kapsayan, hayatın tamamı ile ilgili bilinçli eylemlerde bulunmayı gerektirir. Amaç, "Allah'tan başka ilah yoktur" düsturunun şehadetini, sadece O'na boyun eğerek ve yalnızca O'na itaat ederek göstermektir. Ubudiyette Allah'ın tevhid ile yüceltilmesi, sadece O'na tevekkül ederek, sadece O'na adanarak, O'ndan başkasından yardım dilenmeyerek mümkün olmaktadır. Her tür salih amelle, bollukta da darlıkta da imdad çağrılarını sözlü ve fiili dualarla Allah yöneltmek ubudiyette tevhidin esaslarındandır.

Yakup peygamberin tedbir ve takdir ile ilgili Kur'an'da örnek gösterilen yaklaşımı, Yüce Allah'ın nihai karar mercii, hakimlerin hakimi olarak daima göz önünde bulundurulması gerektiğini kıssa dili ile öğretmektedir. O, oğullarına şöyle demiştir: "Şehre (mısıra) hepiniz tek bir kapıdan girmeyin; her biriniz ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla beraber (başınız bir hal gelirse) Allah'a karşı sizin için elimden bir şey gelmez. Çünkü hüküm yalnızca Allah'a aittir. Ben O'na güven duyuyorum, güvenenler de yalnızca O'na güven duysunlar." (12/Yusuf,67.)

Allah'a iman etmek, O'nun emirlerine bağlanıp yerine getirine getirmekle, yasaklarından uzaklaşmakla anlam kazanır. İbadetlerimizi her tür gösterişten uzak tutmak amellerden elde edilen verimin boşa çıkmaması için gereklidir. Kulluğumuzun hayatın her alanındaki davranışlarımıza yansıması gereken şiarlarını Yüce Rabbimiz Kur'an'da muhkem bir şekilde beyan etmiştir. Örneğin ibadeti Allah'a has kılmanın bir tezahürü de, son tahlilde bizim olmayan, emanet olan, yeryüzünden elde ettiğimiz rızıklardan infak etmek, onları tekelinde tutarak yığdıkça yığan dünyaperestlere benzememektir.16

Ubudiyette tevhidin esaslarından biri de hayatın tamamını ibadet şuuru ile yaşamaktır. İbadetlerimizi sırf belli zaman ve mekanlara hapsederek yetim ve öksüz kılmamak gerekir. Camiden çıkıp kumar oynamak, ticarette hile yapmak, faiz gibi haksız kazançlar peşinde koşmak, kazançlar üzerindeki ihtiyaç sahiplerinin hakkını vermemek, ibadetin salt Allah için olmadığını gösteren tezahürlerdir. Allah katında makbul ibadet, hayatın bütününü anlamlandırandır. Enam suresi'nde bu hakikat şöyle beyan edilmektedir:

"De ki: 'Bakın, benim namazım, bütün ibadetlerim hayatım ve ölümüm (yalnızca) bütün âlemlerin rabbi Allah içindir." (6/En'am,162.)

Hayatın bir bölümünde ibadet edip, başka bir alanında şeytanın adımlarını takip etmek, ısrarla bir takım büyük günahlar işlemeye devam etmek; güzelliklerin boşa çıkmasına, iyiliklerin sıfırlanmasına yol açacaktır. Ankebut suresi 56. ayetin sarih beyanlarından öğrendiğimize göre Allah'a ibadette şirke bulaşanlar için zayıf bırakılmış olmak mazereti geçersizdir. Çünkü Allah, yeryüzünü ve toplum hayatını ubudiyette tevhidin tanıklıklarını ortaya koymak için elverişli olarak yaratmıştır.17

Anlamsız kavramlar, sanal gerçekler insanların ibadet ettiği araçlar haline gelebilir. Yusuf suresi 40. ayette neyin doğru neyin yanlış olduğu hususunda insanların hevalarından, ilahi ölçüleri hesaba katmaksızın ürettikleri kavramlara kutsiyet atfetmeleri ubudiyette Allah'a ortak koşmakla eşdeğer sayılmıştır.

Hayatın bir alanında Allah'ı, başka alanlarında ise Şirk'in değer yargılarını esas olarak benimseyen kimselerin yaptığı ibadetten elde ettikleri kazancın kendilerini kurtaramayacağı, hatta o iyiliklerin dahi nihai anlamda hüsranla (iflasla) sonuçlanacağı Hacc suresi 11. ayette veciz bir şekilde ifade edilmektedir:

"Ve insanlardan kimi de vardır ki, Allah'a da kulluk eder (başkalarına da). Öyle ki başına bir iyilik gelse, ondan hoşnut olur; ama başına sınayıcı bir güçlük gelse hemen bütünüyle yüz çevirir ve böylece dünyayı da, ahireti de kaybeder (Hüsran). Zaten hiçbir şeyle kıyaslanmayacak kayıp ta gerçekte budur."

İtaat edilmeyen, sözü dinlenmeyen, buyrukları göz ardı edilen bir ilahın ilahlığından bahsetmek mümkün değildir. Allah'ı hakimiyette birlemeden gerçek bir Tevhid inancına sahip olmak mümkün değildir. O, Malikü'l-Mülk'tür: Bütün egemenliklerin nihai meşruiyet kaynağı Allah'tır.18

Hükümleri en güzel O koyar. Allah adına kural icad etmek haramdır. Allah'ın koyduğu hükümleri gevşetmek, katı ve karmaşık hale getirmek veya O'nun insanlar için koyduğu kanunları beğenmeyip yeni yasalar va'z etmek rububiyette ve hakimiyette şirk koşmak şeklinde değerlendirilmektedir. Örneğin, İsrailoğulları Bakara suresi 67-71.ayetlerde anlatılan "inek kurban etme kıssası" özelinde Allah'ın rububiyetteki birliğine gölge düşürmeye kalkışmakla suçlanmışlardır.

İnsanlar bütünüyle Adil bir yönetme iradesine sahip olabilecek hukuk sistemi üretme kabiliyetine sahip değildir. Çünkü yasaları yapanlar, bağlı bulundukları güç odaklarını temsil ettikleri için, belirli bir kişi veya zümrelerin lehine düzenlerler. Örneğin Burjuva sınıfının yaptırdığı kanunlar, liberalizme ayarlanmış olup toplum karşısında bireyi korurken; işçiler adına hareket ettiklerini iddia eden bürokratların yaptıkları kanunlar, fertlerin haklarına uygunluk şartını hesaba katmazlar. Yasa koyucular hangi toplumsal sınıf adına hareket ediyorlarsa onu kollayacak şekilde hareket etmektedirler. O halde bütün insanlar için adaleti sağlayacak yasaları koyma hakkı, nihai anlamda hüküm koyucu olan Allah'tır.19

II- Kur'ani Tevhid'in Esasları

İslam itikadını bir kelime ile özetlemek gerekseydi hiç şüphesiz bu "Tevhid" olurdu. Kur'an Akaidinin temelini oluşturan tevhidin, ilahi vahyin bize ihsas ettirdiği iki yönü bulunmaktadır: Red ve kabul.

Allah'ı soyut ve somut bütün varlıklardan ayrı mütalaa etmek, mevcudatın ve mahlukatın yaratıcıya denkliğini, ortaklığını ve benzerliğini reddetmek; ana karakteri Tevhid olan İslam'ın önkoşuludur. Bütün ilahları red ve inkar ise iki yönlü bir eylemdir: Tecrid ve tenzih. Tecrid, Allah'ı tüm maddi varlıklardan ayrı tutmak, denkliği ve benzerliği inkar etmektir. Tenzih ise O'nun bütün soyut varlıklarla teşbihini, reddetmektir.

Tevhid'in ikinci yönü ise kabuldür. Kabul, bir irca (döndürme) eylemidir. Tecrid ve tenzih ile somut, soyut bütün varlıklarla ortaklığı reddedilen ilahın teke indirgenmesidir. İlahlaştırılabilecek her şeyden Allah'a hicret etmektir. Bütün tanrıları terkedip Samed olana, dengi, eşi, benzeri bulunmayana dönmektir (irca).

Allah'a iman tağutlara isyan etmekle eş anlamlıdır. İman red ile başlar. Önce Allah'ın dışında boyun eğilen, saygı duyulan, ibadet edilen bütün egemenlik alanlarına Lâ denilmelidir. Bütün tağuti güçler inkar edilmelidir.

III-Allah'a İman Etme Kabiliyeti İnsanın Özüne Yerleştirilmiştir

Yüce Rabbimiz varlığını sınırlı ölçüde de olsa idrak etme yeteneğini insanoğlunun tüm benliğine yerleştirmiştir. Sınırlı iradi alanda isyan etse bile beşerin bizzat kendisi O'nun sonsuz kudretine tanıklık eder. İnsanın ufkunda ve içinde yer alan ayetler, yaşayan her olgu ve olay yaratıcıya dair yeterince olağanüstü kanıt taşımaktadır. Kainattaki kozmoz (düzen)da insanın fıtrat ve vicdanını uyandırması, kendine gelmesi, kalbinde hakikatin pırıltılarını oluşturması için kafi derecede delil vardır.20

İlahi kelama dayanan Kur'an ayetleri nasıl olağanüstü etki gücü ile Allah'ın sınırsız güçlerine dair kanıtlar taşıyorsa, insanın özünde yer alan ve dışında cereyan eden olgu ve olaylar da onların yaratıcısına dair karşı konulmaz olağan görünümlü ayetlerle doludur. Fussilet suresi 37. ayet, akıl ile ve derin bir tefekkürle düşünenler için gece, gündüz, güneş, ay v.b. olguların davranışlarında sonsuz kudret sahibi bir yaratıcının varlığına ve birliğine dair kanıt olacak nice ayetlerin bulunduğunu haber vermektedir.

Gökler ve yerin fiziksel gerçeklikleri, işleyişleri ilahi gayenin gerçekleşmesi bakımından kusurlardan arındırılmıştır. Kaf suresi 6-8. ayetlerde işaret edildiğine göre;çevresi itaata mecbur olan, hayran bırakıcı bir şekilde görevlerini yerine getiren kevni hakikatlerle dolu insanoğlu bunların kendisine hizmet için yaratıldıklarını kavrayabilecek yetenektedir. O halde iradeli olarak yaşam sürdüren insan gerçeği, hem üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Hem de kendisi ile diğerleri arasındaki farkı ayırdedip eşyanın künhüne varabilecek vasıfta olmak; Yaratıcı'ya şükür borcu ifa edilmesi gereken bir durumdur.

Fakat Yunus suresi 101. ayette belirtildiğine göre ayet ve uyarılar ne kadar çok olursa olsun sadece Muttakiler; kendilerini Yüce bir gücün arındırmasına muhtaç hisseden alçak gönüllü kimseler, hakikatler ile yüzleştiklerinde ibretli sonuçlar çıkarırlar.

Yokluğun, varlığın sebebi olamayacağı ve hiçbir şeyin bir nedene dayalı olmaksızın gerçekleşmeyeceği hakikati her insanın akli melekesidir. Allah'ın varlığını ve birliğini, O'nun kudretine tanıklık eden evrendeki düzeni bilinçli bir şekilde düşünerek bulmak mümkündür. Bu konuda İbrahim peygamberin Risalet öncesi hakikati arayış kıssası örnektir. O kainattaki işaretleri hikmetle düşünerek yaratan bir ilahın varlığına ulaşmıştır. Ancak ilahi vahyin rehberliği olmadan bütün sıfatları ile mükemmel vasıflara sahip olan Allah'ı O'na layık bir şekilde takdir ve tefekkür etmek mümkün değildir.

İnsanoğlunun akletme kabiliyetleri, varlık alemindeki mükemmel dengelerin tesadüfen olamayacağı gerçeğinden hareketle Yaratıcı ilah tasavvuruna ulaşmakta zorluk çekmez. Çünkü Yüce Rabbimiz Fıtri vahiyle özümüze varlığını anlama kabiliyeti yerleştirmiştir. Araf suresi 172. ayetin sarih anlatımından anladığımıza göre "Elest Misakı" bazı ruhçu ideolojilerin iddia ettiği gibi Ruhlar Alemi'nde değil, her insanın yaratılış sürecinin başlangıcında maddi varoluşla (döllenmiş yumurta) eş zamanlı olarak gerçekleşmektedir.21

Şirk ve küfür gibi günahların hastalıkları bu misakın inkarı ve unutulması ile oluşmaktadır. Böylece ortak koşan kendi yaratılış özünde yer alan ilahi değerleri yalanlamakta, anlaşmaya ihanet etmiş olmaktadır.22

Bu yüzden Kur'an'da Allah'ın zati varlığını ispat konusunda yoğun bir gayret ve telaş gözlemlemek mümkün değildir. Rabbimiz yarattığı varlığa güvendiği için, kendisini ispat konusunda hiçbir karmaşık felsefi delile başvurmamaktadır. Çünkü Şems suresi 8. ayette ifade edildiğine göre, insan nefsi (özünde taşıdığı değerleri)ni yüce Allah iki boyutlu kılmıştır: Fucur ve Takva. Buna göre Fucur, kötülük işleme eğilimlerini, Takva ise iyiye yönelme istidadını ifade etmektedir.23

Kainatın ve tabiatın her bir zerresinde yer alan nurlarla, hem de kendi özümüzde yerleştirilmiş bulunan bürhanlarla Yüce Allah, varlığına dair görsel ayetleri akılların idrak sahasına birer delil olarak bahşetmiştir. Allah'a imanın Fıtrat'a (insanın doğuştan taşıdığı tabiatına, yaratılışına) yerleştirildiğine ilişkin iki kanıt öne sürmemiz mümkündür:

Birincisi; insanlık tarihinde gereğince takdir edilmemiş de olsa Yaratıcı bir ilahın varlığını kabul edenlerin çoğunlukta olması; bir yaratıcı tasavvuruna sahip olmayan akımların taraftarlarının ise son derece az olmasıdır.

İkincisi; zorluklar karşısında yüce bir güce sığınma ihtiyacıdır. Diğer zamanlarda, refah içerisinde konforlu bir şekilde yaşarken Rabbini unutmuş gibi gözükse de, olağanüstü tecrübeler esnasında insanların üstün bir güce sığınma ihtiyacı hissetmesi Allah'a imanın doğuştan kazandırılmış bir yetenek olduğunu göstermektedir.

Can güvenliğinin tehlikede olduğu, bilinçleri aşırı uyaran, alışık olunmayan çeşitli olaylar karşısında neredeyse bütün insanların sığındığı tek merci Allah'tır. Örneğin deprem gibi, sel felaketi gibi ruhlarda meydana gelen infialler esnasında, fırtınalarla boğuşan bir gemide yahut alışık olunmayan, insanı dehşete düşüren olaylar karşısında sonsuz kudret sahibi olan bir varlığa olan düşkünlük fıtratımıza yerleştirilmiş bir duygunun eseridir.

Böyle bir anda gerçekleşen Allah'a yönelişin kabul görmeyeceği gerçeğini bize Kur'an'da beyan eden Yüce Rabbimiz birçok ayette insanın sadece sıkışınca Yaradananını hatırlayıp rahata erince unutmasının kendisi için felaket olacağını haber vermektedir.24

Allah kullarının kalplerini, gönüllerini yüce bir yaratıcıya boyun eğip inanacak tıynette yaratmıştır. Mükemmel bir Yaratıcı olan ilahın varlık sahnesine çıkardıkları üzerinde tefekkür ederek aklen böyle bir Rabbin, hiçbir ortağı olmayan, ibadetin kendisine yöneltilmesi gereken, egemenliğinde ortak bulunmayan, hayat veren, hayatı devam ettirici rızıkları bağışlayan, öldüren, dirilten, kısaca her türlü eksiklikten münezzeh biri de olması gerekir. Allah'ın varlığına ilişkin Kur'an'da anılan deliller, insan aklına "Elest Misakı" ile yerleştirilen melekelere hitap etmektedir. Bunları üç ıstılah ile özetlemek mümkündür: İbda, Kemal, Gayelilik.

A- Allah'ın varlığına dair insan aklına hitabeden Kur'ani deliller:

1- İbda Delili: Benzersiz, örneksiz, ilk olarak varlığı yokluktan yaratmaktır.25

Sonradan yaratılan bir şey ne kadar mükemmel olursa olsun yaratıcı olamaz. Evrendeki her şey, insan da dahil hadistir, yani sonradan meydana getirilmiştir.26 Her hadisin bir Muhdis'e (varediciye) ihtiyacı vardır. Önceden varolmayan bir şeyin Muhdis olması mümkün değildir. Çünkü, sonradan olanın muhdisi hadis olamaz.

Allah Teala örneksiz olarak bütün mevcudatı ve mahlukatı yaratıp bir kenara çekilmemişlerdir. Sonra aralıksız yaratmaya devam edip yenilemiş, tesfiye etmiştir. O halde Aristo'dan ilham alan filozofların iddia ettiği gibi Allah'a ilk muharrik sıfatı nisbet edilemez. Çünkü kendisine yorgunluk dokunmayan Rabbimiz yaratıp kenara çekilmez yarattıkları üzerindeki kontrol ve denetimini sürdürmeye devam eder.27

2- Kemal Delili: Varlıkların yapıları ve görevlerini yerine getirmedeki mükemmel işleyişleri de, insanoğlunun eksikliklerden, kusurlardan hoşlanmayan, sürekli olarak değişimlerle bıkıp usanmayan tekamülü hedefleyici sanatsal faaliyetleri de "Kemal" duygusunun gerçekliğinin tartışılmaz kanıtıdır. Kainatta gerçekleşen olaylar tamamen mükemmel ve noksanlıktan azade olsaydı, bu durum maddenin ilahlığına hükmeden Materyalistler için güçlü bir kanıt olurdu. Oluş ve bozuluşun bir arada gerçekleştiği Evrendeki olguların kendisi değil, onları Allah'ın yönetmesi mükemmeldir. O halde Kemal, eşyada değil onu en kusursuz bir şekilde denetim altında tutan güce ait bir sıfattır.

Algı alanımız içinde yer alan alemde bütün mükemmelliğine rağmen eksikler, hastalıklar, çeşitli kusurlar vardır. O halde kemal duygusu kendiliğinden varolan bir his değil, mutlak kemal sıfatlarına haiz bir yaratıcının vergisidir.28

Eksiklikler ile kayıtlı bir varlık olan insanda mükemmeli isteme, sürekli daha iyi için çırpınıp durma, bunun için çeşitli sanat dallarını, endüstri kollarını kullanma telaşı gözlenmektedir. O halde işleyişi ve amaçlarına uygun hareketleri kusursuz, ama tezahürleri mutlak kemal içermeyen "Alem", Kemal duygusunun kaynağı olamaz.

Secde suresi 7. ayette beyan edildiği gibi Allah mükemmel yaratıcıdır. Öyle ki O'nun yarattıklarının aynısını veya benzerini bütünüyle taklit bile mümkün değildir. Alemde bizim görebildiğimiz eksiklikler için aceleci yargılarda bulunmak mümkün değildir. Çünkü yaratma sürecinin nereye kadar devam edeceğini sınırlı beşeri idrak yeteneklerimiz tam olarak kavrayamaz ki ânın yargılarında haddini aşan bir kesinlik bulunma hakkı doğabilsin.29

Evrende varolan işleyişteki kusursuz denge; bizi hem kemal sıfatlarına haiz bir yaratıcıya ulaştırmaktadır, hem de yaratıcı ilahın tek olduğuna dair kesin bir kanıt olmaktadır. Çünkü Taha suresi 50. ayette belirtildiği gibi Allah'ın ortakları olsaydı, ortaklar arasında mutlaka anlaşmazlıklar çıkar ve evrendeki mükemmel düzen bozulur giderdi. Göklerin ve yerin mükemmel yapısı, hacimsiz direklerle görünür bir dayanağı olmadan ayakta duruşu, gece ile gündüzün ahenkle birbirini takip edişi, düzenli güzargahında akan bulutlar, toprağı canlandıran yağmurlar v.b. Kainat'ı bilinçli mükemmel bir yaratıcının idare ettiğine birer güçlü kanıt olarak Kur'an'da beyan edilmektedir.30

3- Gayelilik Delili: Temyiz yaşına gelmiş hiçbir insana çevresindeki, özellikle insan üretimi şeylerin bulundukları yerde amaçsız olarak, tesadüfen varolduklarını kabul ettiremeyiz. Sıradan küçücük şeylerin gayesizce dizildiğini tabiatı gereği kabul etmeyenler, nasıl olur da koskoca Kainatta trilyonlarca hareket halindeki canlı türünün ve de kendisinin bir amaç için yaratıldığını kabul etmez? Bunun bir tek cevabı vardır: Bencillik, yani ilah olarak hevasını benimsemek.

Bulutların hareketleri ve taşıdığı yağmur yükleri, yakın göğün direksiz olarak yükseltilip yıkılmadan ayakta tutulması, dağların kazıklar gibi çakılıp dikilmesi, kıtalar, bağlar bahçeler yapmaya elverişli olarak yayılmış yeryüzü, birbirine karışmayacak evsafta yaratılan tatlı ve tuzlu su kütleleri, vadilerden akıtılmış nehirler, her şeyin iki cins yaratılmış olması, bitkileri dölleyen rüzgarlar v.b. olgular bakmasını bilen gözler için Allah'ın sonsuz gücüne dair ibretler taşımaktadır. Rabbimizin yarattığı her şeyin bir amacı vardır.31

Allah Kainattaki hiçbir şeyi oyun ve eğlence olsun diye yaratmamıştır. Bu O'nun Kemal vasıflarına halel getirir. Çünkü Allah oyun ve eğlence gibi kendisine yakıştırılabilecek her tür beşeri ihtiyaçtan münezzehtir. "Biz gökleri ve yeri ve ikisi arasında bulunan her şeyi sırf bir oyun olsun diye yaratmadık." Duhan 38. Ayet32

IV- Allah'ı Takdir Etmede Rastlanan Asli Kusurlar

Bir büyük yüce güce olan inanç en ilkel kabilelerden en modern toplumlara kadar daima rastlanan bir olgudur. Allah katında kabul görecek olan ise, içine zulüm karıştırılmamış imandır. Yani kaynağı ilahi vahiy olan Tevhid inancına dayalı bir Rab tasavvurudur. Zaten Kur'an'da Allah'ın varlığına dair ayetlerdeki mesajın ana gayesi soyut bir ispat gayretine yönelik değildir.

Kur'an'dan izlediğimiz yönteme göre ispat çabasının amacı, Kemal sıfatlara haiz sonsuz bir gücün varlığına dair kanıtları ortaya koyarak insanın akli melekelerini harekete geçirmektir. Takip edilen Kur'ani yöntem bilinenden bilinmeyene (şuhuddan gayba) doğrudur.

Allah'ın varlığına dair Kur'an'daki ayetlerdeki amaç kavrayabildiğimiz kadarıyla yakın tabiatta ve tüm Kainattaki hayranlık uyandıran ahenge, boşluk kabul etmez sisteme dikkatleri çekerek Yaratıcı'ya şahitlik eden kanıtları ortaya koymaktır. Böylece olguları ve olayları selim bir akılla düşünüp hikmetlerini kavramaya çalışanlar için nice ayetler bulunan Evren'e ibretle bakmak, ilahi hakikate giden yoldaki ilk adım olmaktadır.33

Varoluşunu ilahi vahiyle anlamlandırmayan bütün beşeri düşünce ve ideolojiler Yaratıcı'yı takdir ederken iki tür kusur işlemektedirler: Tamamıyla inkar; Örtülü inkar. Yüce Allah'ı bütünüyle inkar edenler insanlık ailesinde her zaman azınlığı temsil etmektedirler. Bu yüzden sebep, küstahlıkta kulluk sınırını hayli aşan böylelerinden söz eden çok az Kur'an ayeti vardır.34

Asıl tehlike rengini açıkça ortaya koymayıp münafıkça hareket edenlerdir. Fıtratın feryadını bütünüyle bastırmaya güç yetiremeyen insanoğlu ihanetini genellikle şirk koşmadan inanmamakta direterek göstermektedir. Yalnız Allah'a imana çağrılınca yüz çevirip, eş koşarak inanma girişimlerine çanak tutan ve hemen kolayca destekleyen iflah olmamakta direten insan davranışından Mü'min suresi 12. ayette şöyle söz edilmektedir: "...Tek Allah'a her çağrıldığınızda bu hakikati inkar ettiniz, ama O'na ortak koşulunca hemen inandınız. Artık hüküm, büyük ve yüce Allah'ındır."

Müşrikin alameti farikası Zümer suresi 45. ayette belirtildiğine göre, Allah'ın adının şirksiz olarak anılması halinde kalbinin nefretle çarpması; O'nun katında değerli olmayan güç merkezleri anıldığı zaman ise yüzünde gülücükler açmasıdır. İbrahim suresi 2-3. ayetlerden öğrendiğimize göre ise ortakları ile birlikte bir ilaha bağlanma arzusu insanoğlunun bencilliğinden kaynaklanmaktadır.

Dünyanın geçici ama süslü nimetlerine tutku ile sarılmak isteyen aceleci davranan, kişisel çıkarlarına ölçüsüzce bağlanan insanlar; kendileri Ahiret'i unuttukları gibi Rablerine karşı sorumluluk bilinci ile hareket eden müslümanları da doğru yoldan alıkoymaya çalışırlar. Enfal suresi, 36. ayette beyan edildiği gibi mallarını ve bütün olanaklarını Allah yolundan caydırmak için kullanan dünyaperest müşrikler Rabbimizin hakka götüren yolundan saptırmak için ilahi vahyin tanıklığını yapan salih amellerin önüne kuru gürültülerle ve zorbalığın örgütlü çığırtkanlıkları ile engeller çıkarırlar.

Doğrudan doğruya Allah'ın varlığını reddetme telaşına düşenler dahi aklın sınırlı yeteneklerinin tıkandığı noktada tesadüflerin ve bilinemezciliğin (Agnostizm'in) batağına saplanıp kalmaktadırlar. Yüce yaratıcıyı tamamıyla inkar etme sahteliğine yönelenlerden Kur'an'da çok az söz edilmiş olması gerçeği bize Tevhid-Şirk mücadelesinde asıl tehlikenin yönü hakkında ipucu vermektedir. Şeytan bile Allah'ın zati varlığını inkar etmemekte hatta O'na dua etmektedir. Ancak şeytanın bu zorunlu pazarlıklı teslimiyeti onu ve takipçilerini müşrik olmaktan kurtarmamaktadır.35

Müşrik Araplar da Allah'ı bütünüyle reddetmemekte, O'nu yaratıcı olarak kabul etmektedirler. Fakat O'nun egemenliğini paylaştığı ortaklarının olduğunu iddia ederler. Allah'ın çeşitli ilahlar, rabler, veliler, niddler, şahitleri ortak olarak edindiğini iddia ederler.36

Ateizm (tamamıyla yaratıcıyı inkar etmek) yer yüzündeki Adalet cihadında sahte bir hedeftir. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük zorbaları, diktatörleri bile yaratıcılık iddiasında bulunmamıştır. Mesela Firavun sıkışınca, zorda kalınca Allah'a teslim olmuştur. Fakat bu teslimiyet icbara tabi tutulmayan özgür bir irade ile olmadığından değersizdir. Çünkü Allah'ın bağışladığı olanaklar, istikbar ahlakını tercih etmekten dolayı heder edilmiş. Rabbimizin dünyadaki egemenlik alanına küstahça girilmiş ve bu tavır ölüm anına kadar sürdürülmüştür.37

Firavun'un, Yüce Allah'ı hayatın belli merkezlerin kovma girişimi; günümüzde sekülerizm ve laiklik38 silahlarıyla yapılmaya çalışılmaktadır. Bu iki kavram ile Rabbimizin gönderdiği Din'in şeriatını siyasal, toplumsal ve kamusal alanlardan kovma mücadelesi verilmekte, Hannaslar'ın dili ile kalplere Rabbani gerçeklerden şüphe duymayı ilham eden vesvese malzemelerinin harcı karılmaktadır. Bu vesile ile hakikati bulandıran fitne tohumları cahiliyye bataklıklarında büyütülmektedir.

Kur'an itikadına göre bir insan icmalen iman ettiğini izhar etse, bazı ibadetleri de yerine getirse, hayatın rengini belirleyen toplumsal ilişkilerin temel ölçülerini, siyaset, ekonomi ve ahlakın ilkelerini hakimiyetinde ortak tanımayan Allah'tan başka bir gücün değer yargılarına göre düzenlemeyi savunsa müşriktir. Bütünlükten yoksun bir soyut iman iddiası, sözde salih amellerin değerini sıfırlamakta, bütün artıları eksiye çevirmektedir. Çünkü Allah ile indirdiği şeriatının bazı unsurları üzerinde pazarlıklığa girişmek şirktir. Şirk ise tüm güzellikleri ve hayırlı işleri etkisiz hale getiren affedilmesi imkansız bir günahtır.

V-Şirk'in Temel Felsefesi: İlah Olarak Heva'yı Kutsamak

Heva Kur'an'da bütünüyle olumsuz anlamda geçen bir kavram olup insanların kötü tutku ve arzularını ifade etmektedir.39 Bu yüzden Allah ile olan ilgisini kulluk bağı ile oluşturmayanlar Kur'an'da ilah olarak hevasına ibadet etmekle suçlanmışlardır.40

Heva'yı ilahlaştırmak, şirkin temel yanlışıdır. Çünkü insanlar başka tanrıları putlaştırırken dahi kendilerini kutsamaktadırlar. Somut tapınma yaptıklarında da soyut değerleri ilahlaştırdıklarında da kendi ürettiklerini kutsallaştırmaktadırlar. İnsanların hevasını ilah edinmesinin nedeni, Allah'ın sonsuz gücü ve rahmeti karşısındaki acziyetlerini itiraf etmemeleri ve Rahman'ın mütevazi kullarına yakışan tevazu hislerini terk etmeleridir.

Tevhid inancının önündeki en büyük engel; insanın kendini kendine yeterli görüp, hak etmediği gurura dayalı bir özgüvenden dolayı ilah olarak hevasına güvenmesidir.41

Ra'd suresi 28. ayette dillendirilen "Kalpler ancak Allah'ın zikri ile huzura erecektir" hakikatine uygun davranan mü'minler, hakkani değerlerle nefsin olumsuz tutkuları olan heva (fucur) arasında doğru tercihi yapmış olmanın sukuneti içindedirler. İman ile gelişen selim akıl, yaratılıştan gelen Rabbani değerlere bağlanabilme yeteneklerini de kullanarak geçici bedensel arzuların baskısından kurtulup mutmain olma imkanı vermektedir.

Hevasına uyanlar ise, insanın yaratılıştan gelen dur durak bilmeyen arayış gerilimini asla dindirmeyecek sahte isteklerin ardında hayatlarını heba etmektedirler. Bedensel arzuların cazibesine kapılarak Ateş'e sürükleyici arzuların peşinden sürüklenmektedir. Böylece insanı huzura ulaştıran imanın meyvelerinden mahrum kalmaktadırlar.

Bu durum hevasının tutkularının ardından biteviye koşanlarda huzursuzluk ve gerilime yol açmaktadır. İşte manevi dünyası fırtınalı böylelerini Rabbimiz A'raf suresi 175-177. ayetlerde "köpek gibi " davranmakla suçlamaktadır. "İmdi, Biz eğer dileseydik onu ayetlerimizle yüceltir, üstün kılardık. Fakat o, hep dünyaya sarıldı ve yalnızca kendi arzu ve heveslerinin (hevasının) peşinden gitti. Bu bakımdan, böyle birinin durumu, kışkırtılan bir köpeğin durumu gibidir. Öyle ki, onun üzerine korkutup varsan da dilini sarkıtıp hırlar, kendi haline bıraksan da ..." (7/A'raf, 176)

VI- Allah ile Alem ve Allah ile İnsan İlişkisi Bağlamında Varlığı Algılama Biçimleri

Yeryüzünde olguları ele alma ve yorumlama, bunlar arasında kendi yerini tespit etme çabası, insanoğlunun asla vazgeçemediği bir tutkudur. Bu tutkudur ki felsefeleri, ideolojileri ve dinleri ortaya çıkarmıştır. Tevhid dini İslam'ın Allah-alem ilişkisini nasıl yorumladığını karşılaştırmalı bir şekilde ortaya koyabilmek için varlık felsefelerine kısaca göz atmakta fayda vardır. Felsefelerin ve dinlerin ortak yanlarından hareketle Tanrı-Âlem ilişkisini; varlığı kavrama ve algılama şekillerini üçe indirgeyebiliriz:

A- Vahdet-i Mevcutçu Algılayış: Varolan her şeyin bir ve aynı olduğunu kabul etmektir. Buna göre varlık madde ve enerjiden ibarettir. Enerji ise aslında maddenin devinimi ile oluşmuş, onun bir başka biçimidir. Böyle bir tasavvur şeklinde usul gereği aşkın bir güce yer yoktur. Bütün materyalist akımlar öz itibariyle bu şekilde düşünmektedirler. Bu düşünceyi özetleyen tümce, "her şey O'(madde)"dur. O ise maddede içkindir. Aşkın olan bir şey yoktur42.

Mevcut olan her şeyi tanrı ile bir tutmak yahut ta var olan her şeyi maddenin kendi içindeki kısır döngüsü ile açıklamak temelde aynı kapıya çıkan bir ideolojinin öncülleri ve öngörüleridir. Çünkü maddeden aşkın bir ilah kabul etmemekle, maddeyi ilah kabul etmiş olmaktadırlar.

Panteizm Vahdeti Mevcudun bir başka ifade şeklidir. Düşüncesinin çatısını Alemin ruhunun Tanrı olduğu anlayışı üzerine kurmuştur. Elektrik ile ampul arasındaki ilişkide Tanrı elektriğe benzetilmiştir.

B- Vahdet-i Vücutçu Algılayış: Bu felsefe maddeden aşkın bir Ruh veya Tanrı telakkisine sahip olmasına rağmen Mevcutçularla aynı kapıya çıkan benzerlikler içermektedir. Ancak varolan her şeyin vahdeti, bu algılayış biçiminde sadece maddeyle kayıtlı değildir; ruh da bir varlık türü olarak kabul edilmektedir. Fakat madde ile ruh arasında nitelik bakımından bir ayırıma gidilmemektedir. Yani ruh vardır. Ama maddede içkindir. Vahdet-i Vücud bütün varlığı bir sayan anlayışların öngörüsüdür. Kısaca, "varlığın birliği " demektir.43

Vahdet-i vucud telakkisine göre, gaybi olanla şuhudi olan keyfiyet bakımından birdir. Kısaca maddeden aşkın bir ilah tasavvuruna ulaşan bu öğreti, ruh ile tanrıyı bir tutarak, maddede içkin bir ruh anlayışını benimseyerek Allah'ı soyut varlıklarla aynı görmeye çalışmıştır. Öz olarak ifade edersek bu metafizik akımın sloganı "her şey O'(ruh)"dur.

Bazı sufilerin uydurdukları sözde kutsi hadiste Allah gizli bir hazineye, yani keşfedilmesi gereken gizemli (ruhsal) bir metaya benzetilmektedir. "Gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim"44

Mevcutçular maddeden aşkın hiç bir şey kabul etmezlerken, Vucutçular aşkın olan bir varlık kabul etmektedirler. Fakat tanrının vucut (bütün varlıklarla) ile vahdetini savunarak, çokluğu reddetme telaşı ile önce aşkın saydıklarını daha sonra yeniden içkin hale getirmekte, Evren'de tanrının ruhundan başka bir şey yoktur, demektedirler.

Vahdeti vucudun savunucuları bu teorinin panteizm (görünen her şey O'dur) ya da pananteizm (görünen görünmeyen her şey O'dur) olmadığını söyleseler de, temelde bir fark olmadığını akımın en büyük öncülerinden olan Muhyiddin ibni Arabi'nin (Ö.1240 M) eserlerine kısaca bir göz attığımızda yoruma ihtiyaç göstermeden izlemek mümkündür. İbni Arabi Kur'an'ın muhkem nasslarını kale almayan varsayımlarında, Allah'ı yarattıklarına benzetmekten tenzih etmeyi O'nu sınırlamak olarak nitelendirmektedir. Fususu'l-Hikem adlı kitabının Hud Fas'sında şöyle demektedir: "Allah Evren'in tamamıdır."45

Görüldüğü gibi bu akımın önderine göre, Tanrı Alemin toplamıdır; Alemde tanrıdan başka bir gerçek yoktur. Kainat O'nun bir görünümü ve ruhudur. İbni Arabi'ye göre Allah'ın zatı sıfatlarının, sıfatları ise tecellileri olan Alemin kendisidir. Alem O'nun suretidir. Alemin en şereflisi olan insan ise Allah'ın sıfatlarına haizdir.46

Panteizm "Alemden başka hiçbir hakikat yoktur" derken, Vahdeti vucud "Alemde tanrıdan başka bir hakikat yoktur" demektedir. Arabi'ye göre ideal insan olarak tasavvur ettiği Arif (kamil insan) şudur: "tapılan her şeyin hakkın tezahürü olduğunu, Allah'ı her şeyin kendisi olarak görendir"47

Vahdet-i vucutçu teoriler metafizik âlemde de olsa Allah'a bir mekan ta'yin ettikleri için durağan bir ilah tasavvuruna sahiptirler. Bu yönü ile Yunan felsefecilerinden Aristo'nun Demiorgos Tanrı anlayışı ile Vahdeti Vucud uyum içindedir. Aristo'ya göre Tanrı alemi yarattıktan sonra tıpkı bir mimarın tasarımı yaptıktan sonra uygulamaya karışmaması gibi olan bitene seyirci kalmıştır. Yani tanrını rolü bir noktadan sonra bitmektedir. Bazı sözde İslam Filozofları da bu hipotezden etkilendikleri için Allah'ı ilk Muharrik olarak nitelendirmişler Aristo'yu olduğu gibi Arapça'ya tercüme etme yoluna gitmişlerdir.

Oysa Allah'a ne soyut ne de somut mekan izafe edilemez. O, durağan bir ilah değildir. Sürekli yaratır ve yaratmaya devam etmektedir. Hiçbir zaman kenara çekilmez. Yaratması ne tasarım düzeyinde ne de uygulama düzeyinde bitmemiştir. Yarattıkları üzerinde daima müdahildir. Vahdeti vucudda fena ideali vardır. Kendisinde fena olunabilen ilahın durağan, ulaşılabilen bir yerde, edilgen olarak bekliyor olması gerekir.

Yeryüzündeki insan yaşamına kayıtsız kalmayan Allah Rahman suresi ve Fatır surelerinde belirtildiğine göre fonksiyoneldir; faaldir, kapsam, hedefler ve çeşitler açısından yaratma eylemi süreklidir. O, sürekli eylem halindedir: "Göklerde ve yerdeki bütün mevcudat O'nun (kanunlarına) tabidir. O, her gün kendini bambaşka bir yolla ifade eder (lafzen, her an dilemektedir). "Rahman suresi, 29.

"... O, dilediğini kendi yaratış alemine katıp onu genişletir. Kuşkusuz Allah, her şeye kâdirdir. "Fatır suresi, 1.

Vahdeti vucud felsefesi ile varoluşu algılayanlar Allah'ın kulları ile ilişkisini Fena Doktrini'ne göre oluşturmaktadırlar. Oysa Kur'ani Tevhid Allah'ta fena (yok) olmayı değil, salih amellerle O'na yaklaşmayı, hoşnutluğunu kazanacak işler peşinde ölene dek koşturmayı gerektirir.

Allah için olmak, O'na doğru dönüş; O'nun bir parçası olmak değildir. Dönüşümüzün Allah'a doğru olması, ölümle ilgilidir. Yoksa Allah'a bir durak izafe etmek, soyut da olsa mekan tayin etmek doğru değildir. Çünkü Allah'ın zati varlığına varış mümkün değildir. Böyle anlayışlar, doğu felsefelerinin bir handikapıdır. Hint nirvanası, tenasüh ve karma felsefeleri vahdeti vucud yolu ile bu sefer daha tehlikeli bir şekilde bizim dini kavramlarımızla Kur'ani Tevhid itikadımızı bulandırmak için kullanılmaktadır.

Dönüşümüzün durdurak bilmeyen, her an bir faaliyet halinde olan Allah'a doğru olması varış çizgisinde biten bir yarış değildir. Hayırda yarıştır.

Mistik Panteizm'i Savunan Doğu Dinleri'nde Tanrı Anlayışları

a- Hinduizm ve Budizm'de Tanrı İçkindir: Hinduizm'de birçok dini gelenek vardır ve dini geleneğin birbirinden bazı farklılıkları bulunan ilah anlayışları vardır. Tanrı çeşitli şekillerde tezahür edebilir. Theriomorfizm Tanrı telakkisini benimseyen Hinduizm'de inek gibi hayvan imgeleri dahi kullanmaktan kaçınılmamıştır. Çok sayıda dişi ve erkek heykellerle remzedilen tanrının tezahürleri maddenin her biçiminde içkindir. Bunları yöneten üç büyük tanrı vardır: a)Brahma: yaratıcı tanrı b)Vişnu: Koruyucu tanrı c)Şiva: Yok edici tanrı.

Ulaşılabilen, idrak edilebilen her yerde varolan tanrı ile alem arasında vahdet (panteizm), hem Hinduizm'de hem de Budizm'de dinin esası olarak kabul edilmiştir. Tanrı "hulül" yoluyla beşeri ilişkilere katılarak inkarne (ete kemiğe bürünmüş bir ilah) olabilir. Beşerin bedenlerinde gezinmekte olan tanrı ile yoga eğitimi yapan insanlar arasında birbirleri ile bedenlenebilme ilişkisi kurulmaktadır.

Tenasüh anlayışı Hinduizm'de olduğu gibi Budizm'de de vardır. Fakat karma inanışı ferdin kendi iradi eylemlerine bağlıdır. Tenasüh/Reenkarnasyon yolu ile kısır döngüden kurtulmak mümkündür(!) Tanrı bedenleneceği insanı ise kendi seçmektedir. Örneğin Tibet Dalaylamaları tanrının inkarnasyonu / hululü olarak kabul edilmektedir. Onlar bunun için her hangi bir eğitim de almamaktadırlar. Dalaylama, doğuştan tanrının seçtiği insanlara verilmiş, kazanılmamış bir rütbedir.

Hinduizm'deki karma doktrinine göre "iyiden iyi, kötüden kötü çıkar". Nirvana (Fena ) İdeali ile tanrıda bütünleşme hakkını, bireysel irade ile gerçekleşen faziletli bir yaşam sürdürmek belirlemez. Çünkü kast sisteminin neresinde yer alacağına karar vermek, ferdi seçim ve gayrete bağlı değildir. Yine de karma eğitimine göre ruhlar aşağı yukarı hareket ederek sonunda tenasüh çemberinden kurtulup nirvanaya ulaşabilirler. Böylece inkarnasyonla başlayan tanrının varlıklara hululü reenkarnasyonla sonlanır.

Hinduzm'e tepki olarak doğmuş olan Budizm önceleri bütün putların yıkılmasını hedeflemiştir. Fakat dinin kurucusu olan Buda'nın kendisi binlerce heykeli ile putlaştırılmıştır. Ahiret telakkisi bulunmayan dünyevi bir din olan Budizm bu yönüyle Vahdeti vucut'tan çok Vahdeti Mevcud'a yaklaşmıştır.

b)Taoizm ve Konfüçyüsçülük'te de Tanrı Alemde İçkindir

Taoizm mistik panteist bir ilah anlayışına sahiptir. Tao, tanrıdır. O, alemden önce de varolan ve dünyayı yöneten sebeptir. Görülemez, işitilemez, kavranılamaz. Bu yaratıcı prensip, yin (evrendeki olumsuzluklar) ile yang (olumlular) arasındaki uyumun kaynağıdır. Tao'dan bir doğar. Birden iki. İkiden üç: Yin, yang ve nefes. Üçden de yaratılmış bütün evren. Görüldüğü gibi alem bu doğu dininde tanrının bir uzantısıdır. Bunun için panteist bir ideolojidir.

c)Şintoizm'de Tanrı Telakkileri

Japonların ulusal dini olan Şintozm'de tanrı bütün eşyaya nufuz etmiştir. Öyle ki, tanrıların sayısı sekiz milyona kadar ulaşmaktadır. En büyük tanrı güneş tanrıçası Amaterasu'dur. Şintoistler gök cisimleri, fırtına, ateş, gıda maddeleri, ev, ocak, mutfak v.b. milyonlarca tanrısal tezahüre kutsiyet atfederler. Ayrıca meslek tanrılarına, ölmüş atalarının ruhlarına da tanrısal nitelikler izafe ederler. İmparatorun Amaterasu'nun soyundan (Ameterasu'nun halifesi) geldiğine inanılan bu din de görüldüğü gibi tanrı ile alem arasında vahdet esasına göre üretilmiştir.

C-Vahdet-i Şuhudçu Algılayış: Görünenlerin birliğini savunan akımdır. Yalnızca bir olanın var olduğuna, başka bir şeyin olmadığına inanan vahdeti vucud'dan temelde bir farkı bulunmayan Şuhudçu ideoloji ise Kainatta yalnızca bir olanı görmek esasına dayalıdır.

Bu akımı İmam Rabbani diye bilinen Ahmed Faruk Serhendi (Ö.1624,M), aslında Vahdeti Vucudu tenkit ederek kurmuştur. Ona göre Vahdeti vucutçular tenzih (Allah'ı yarattıklarının noksan sıfatlarından beri tutma) akidesini reddedip teşbihi (Allah'ı yarattıklarına benzetme anlayışı) savunmuşlardır.48

Allah'ın en mükemmel bir şekilde kadınlarda müşahede edildiğini iddia edecek kadar haddini aşan Muhyiddin ibni Arabi teşbih görüşünü şöyle savunmaktadır: "Allah maddeden soyut olarak hiçbir zaman müşahede edilemez. Varlık bakımından mevcudatın aynısıdır. Sonradan olma diye isimlendirilenler O'nun yüce zatının aynıdır ve O'ndan başkası değildir."49

Rabbani'ye nisbet edilen eserin (Mektubat'ın) birinci mektubunda da Allah'ın kadınlara tecelli ettiği iddiaları yer almaktadır. Böylece İbni Arabi'den dört yüz yıl sonra onu ıslah etmek amacıyla ortaya çıkan Rabbani, kitabından hareketle iddiamızı temellendirdiğimizde, de Vahdet-i Vucud'u yeniden üretmiş olduğunu söyleyebiliriz.

Vahdeti Vucud da Vahdet-i Şuhud da Alemi Allah'ın sıfatlarının bir tecellisi saymakta Alemde çokluğu reddetme esasını savunmaktadırlar. Oysa Allah yarattıklarına benzemekten, hulul ve tenasühten münezzehtir. Allah akıl ile bilinebilir, sınırlı duyularımız O'nun zatını değil ayetlerini kavramakla yükümlüdür. Bunun için Hz. Musa'nın O'nu görme talebi reddedilmiştir.50

VII- Alem ile Allah'ın Vahdeti Değil,Ayetlerin Kulluğu Hakikati

Varlığın tek bir hakikate tanıklık etmesidir. Buna göre mevcudatın hepsi yaratıcısının sonsuz kudretinin ve yüceliğinin birer şâhidi, delili ve kanıtıdır. Şuhudçu öğretiye göre Allah maddeden de ruhdan da aşkındır. O, her şeyin değil, her şey O'nundur.

Kur'an'ı ile Rabbimizin bize öğrettiği Tevhid akidesine göre; O, soyut ve somut hiç bir varlığa benzemez. Hiç bir şey O'na denk olamaz: "...Hiçbir şey O'na benzemez. Yalnız O'dur, her şeyi işiten, her şeyi gören." (42/Şura, 11)

Allah ile vahdet temelli değil kulluk temelinde yaklaşma yolları aranmalıdır. Allah birleşilecek, varılacak bir yerde değildir ki vahdet amaçlanıyor? O'nun rızasına doğru hiç bitmeyen sa'yler peşinde koşmak gerekir. O'na varılmaz, O'nun hoşnutluğuna ulaşılır. Bir kula yaraşan da Allah'a somut ya da soyut bir menzil tayin edip oraya ulaşmak değildir.

Her şey Allah içindir. Dönüşümüz O'na doğrudur. Rabbimizin somut ya da soyut bir mekanı yotur: "Her can ölümü tadacaktır. Sonunda hepsi dönüp Bize gelecektir." (29/Ankebut, 57)

"Huve" zamirinin bu ve benzeri ayetlerde "ila" harfi ceri ile birleşmesi tesadüfi değildir. Eğer "fi "harfi ceri ile birleşseydi belki bir mekan, varılacak bir durak anlamı çıkarılabilirdi. Fakat zamirin "ila" ile terkibe girmesi, bitip sona eren bir hali değil, devam eden bir eylemliliği ifade eder. O halde insanın tanrıda fenası (yok olması) varsayımı temelsizdir. Çünkü Allah için soyut da olsa, bir duraklama mekanı yoktur.51

Mistik panteizmi savunan ruhçu dinlerde Tanrı tamamen varlıklarla içkin olarak ele alınmaktadır. Deist (kullarının fiillerini denetlemeyen) ilah tasavvurunu savunan felsefeler ise, sözde ilahı görünür alemden aşkınmış gibi göstererek, hayattan kovma endişesini taşımak suretiyle Laik ve Seküler siyasi akımlara doktrinel temel sağlamaktadırlar.

Mubin bir ilahi vahiy kaynağına sahip bulunan İslam Dini ise, ne mistik panteistler gibi Allah'ı evrenle bir tutmaktadır, ne de deist laik akımlar gibi O'nu ulaşılmaz saymaktadır. İnsana şah damarından yakın olan Allah'ın zatına ulaşılamaz. Fakat rızasına kurbanlarla (yaklaşma vesileleri olan salih amellerle) ulaşılabilir.

Enbiya suresi 18-19. ayetlerde yaratması sürekli olan, hiç kesintiye uğramayan Allah'ın Hakkı Batıl'ın başına çaldığı ifade edilmektedir. Nihai manada Batıl yok olucudur. Alemdeki her şeyin sonlu olması, batıla sürekli bir yok oluş yaşatılması, Evren'deki varlıkların Yaratıcı'nın bir yansıması olduğu hipotezini işleyen vahdet-i vucutçuların iddiasını kökünden çürütmektedir.

VIII- Allah'a Muvahhid Olarak İman'ın İnsan Hayatı üzerindeki Etkileri

İnsanın huzursuzluğunu sona erdiren Gönüllerdeki hastalıkların ilacıdır. Ra'd suresi 28. ayetin muhkem beyanından anladığımıza göre Rabbimiz insan doğasını huzur ve doyumun O'nu anmaya ayarlamıştır. O halde Allah'a layıkı ile iman etmek insanların dünya ve Ahiret mutluluğunun teminatıdır.

Allah'a iman, benlik duygusuna yön vererek istikbarı önler, mütevazi bir kişiliğe büründürerek başkalarına haksızlık yapmaktan alıkoyar. Kur'an'ın ilk suresi olan Alak'ta söz edilen Muttaki ve Mustağni karakterindeki iki insan tipi birbirlerinden Allah'a karşı sorumluluk duyup duymamak bakımından ayrılmaktadır. Bu durumda mümin bireyin ilk sıfatı Takva olmaktadır. Takva ise Rabbine arındırması için kalbinin bütün kapılarını açmak anlamını ihtiva etmektedir. Yaratıcı olarak Allah'a teslim olan mümin, takvayı ahlak edinerek hem kendi taşıdığı değerlerin bilincine varmaktadır, hem de diğer varlıkları Allah'ın bir emaneti olarak görüp koruma şuuruna ermektedir.

İnsanın kendi benliğini ve çevresindeki diğer canlıları, istiğna eylemi ile şımarıp azgınlaşan toplumsal siyasal alandaki müstekbir tağutlardan koruyabilmesi için; zalimlere karşı bilinç aşılayan, özgürleştirici cihad ve mücadele yöntemlerini öğreten Tevhid akidesinin muhkem ilkeleri üzerinde yükselen Allah inancına ihtiyacı vardır.52

Yüce bir ilahın gözetim ve denetimi altında olduğuna inanmak insana kendi arzu ve tutkularına biçim vermeyi, düzenleme yapmayı öğretir. İnsanın her isteğini meşru ve kutsal kabul eden Laik bir dünya görüşü olan Humanizm, Evren ve Tabiat üzerindeki sınırsız beşer tahakkümünün sorumlusudur. İlahi adaletin yasaları ile tutkularına dengeleri gözetici bir yön vermeyen insanlığın şirk ideolojileri Rum suresi'nde açıklandığı gibi karada, denizde,havada ve diğer canlılar alemindeki fesadın baş sorumlusudur:

"Şu insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri sonucunda karada ve denizlerde çürüme ve bozulma başladı 'bu şekilde Allah, belki (doğru yola) geri dönerler diye' yaptıklarının bazı kötü sonuçlarını onlara tattıracaktır." (13/Rum,41.)

Hiçbir ölçü ve sınır tanımayan müstağni uygarlık felsefeleri, insan elinin ulaşabildiği her yerde sözde barış ve ıslahat adına Bakara suresinde işaret edildiği gibi, varolan tüm ilahi dengeleri bozmakta, yeni yetişen nesillerin ve gelecek kuşakların bilinçlerinde tamiri zor yaralar açmaktadır.

"Onlara: 'yeryüzünde fesat yaymayın! denildiğinde, biz sadece ıslah edicileriz' diye cevap verirler." (2/Bakara,11.)53

Laik ve seküler uygarlığın zanni bilgi kaynakları insanoğlunun sorumsuzluğunu ve pervasızlığını kamçılamaktadır. Biyolojiden psikolojiye, fizikten kimyaya kadar birçok bilimin verileri ile Allah'ın dininin ve egemenliğinin yerine geçirilmeye çalışılan istikbar ideolojilerine kaynak sağlanmaya çalışılmaktadır. Oysa bilginin bütün kaynakları, bulandırılmadığı takdirde Allah'ın ilim hazinelerinden izler taşımaktadır.

İnsan hareket ve davranışlarına etki etmeyen bir Allah inancının varlığı ile yokluğu birdir. Tevhid akidesinden yoksun bir ilan takdir etmek neticede iki alan tasavvur etmeye götürür. Birinde tanrının hakim olduğu, diğerinde insanın ürettiklerinin hakim olduğu iki alan. Böyle bir tanrı hakimiyetini paylaşan, söz geçiremeyen, niçin yarattığı belli olmayan, yer yüzündeki egemenliğini zalim sultacılara bırakan bir ilahtır ki, Allah böyle tasavvur edilmekten müstağnidir.

Edilgen tanrı tasavvur eden Laik felsefelerin savunucuları meydana gelen boşluğun farkında olacaklar ki, durumu kalp temizliği edilgen safsatası ile geçiştirmek istemektedirler. Allah'ın peygamberler göndererek emirlerini yeryüzüne indirmesi gerçeği O'nun insan yaşamını da belirlemek isteyen bir ilah olduğunu göstermektedir. Allah hiçbir şeyin denetiminden kaçamadığı, her şeyin kendisine bağlı olduğu bir ilahtır.54

İlahi hikmetin sözlü kaynağı olan Kur'an'ı Mecid'de müminlerin edinmeleri gereken ahlak ilkelerinin temelini, Heva'yı dizginlemek oluşturur. Tüm eğilim ve arzularını, bütün sevda ve isteklerini Allah için dizginlemekle yükümlü olan müslüman şahıslardan oluşan toplumlarda; insanlar ruhen ve bedenen haksız yere ölüme sürüklenmezler. İnsan hayatının yeni ışkın veren nesilleri fıtratlarında taşıdıkları değerlerini yitirmezler, insan şeytanlarının yok ettikleri mahremiyet ve kışkırttıkları çıplaklık küfrü ile fuhuş bataklığına sürüklenmezler, kapitalist büyüme modeli uğruna fabrikalarda sefalet ücretlerine mahkum edilmez, sokaklarda işsizlik ve açlık korkusu ile bir Pazar metaı olarak aşağılanmazlar.

Takva eksenli Allah'a iman edenlerin, insanın insana ve türettiklerine kul olduğu bir düzene karşı verecekleri mücadele sonucunda Yaratıcı ile hanif fıtrata göre varettikleri arasına konulmuş engeller ortadan kalkacaktır. Manevi kirliliğin bozgunculuğun örgütleyicisi olan zalim zorbaların, ürettikleri haksız çıkar aracı olan putlar maharetiyle yok ettikleri güvensizlik ortamları, yerini kölelik zincirlerinin kırıldığı ifsad engellerinin ortadan kaldırıldığı, adaletin yegane teminatı olan Tevhid inancı ile insanlar arasındaki engellerin ortadan kaldırıldığı, iradenin özgürleştiği bir hayata bırakır.

Dipnotlar:

1-Hacc suresi 74. ayet ile aynı mesajı vurgulayan bir başka ayet için bkz. 6/Enam, 91; 39/Zümer,67.

2-Lisanu'l-Arab, 3/450

3-Tevhid ve adaletten nasibi olmayan dünyevi otoritelere itaat, Kur'an'da Allah'ın uluhiyetine ortak koşmak olarak değerlendirilmiştir: 20/24; Yine zulüm ve şirk üzerine yardımlaşan tağuti teşekküllere itaat etmek, bazı ayetlerde müminlerin en önemli savunma aracı olan Takva'ya halel getiren bir davranış olarak zikredilmiştir: 39/16-17.

4-el-Müfredat, 25

5-Benzer bir ayet de Enbiya suresinde geçmektedir: "Oysa, Biz senden önce de peygamberleri yalnızca' Benden başka ilah yoktur, öyleyse Bana kulluk edin' diye vahyederek gönderdik." (21/Enbiya, 25)

6-putlar bağlılarınca sevgi, dayanışma, menfaat aracı olarak kullanılırlar: 36/Yasin, 74-77.

7-Zümer suresi 43-44. ayetlerde belirtildiğine göre şefaat etme yetkisi sadece Allah'a aittir. Hiç kimse Allah'ın yanısıra sanal şefaatçiler edinip onlara bağlanarak Ahirette mutlaka bağışlanacağı hayalini kurmamalıdır.

8-Rab sıfatı Kur'an'da 970 defa geçmektedir.

9-Rab sıfatının Arş'a (Allah'ın mutlak hükümranlık makamı) nisbet edildiği ayetler için bkz. 21/Enbiya, 22 (Arşın rabbi bu ayette Kainatın yaratım ve yönetiminde ikilik bulunmadığı hakikatini beyan etmektedir.); 23/Mü'minun,86, 116; Rab sıfatı bütün doğulara ve batılara nisbet edilmiştir: 70/Mearic,40; 73/Müzzemmil,9; Allah'a bir mekan isnad edilemez. İnsanların her tasavvurunun üzerinde bir yüceliğe sahiptir. Çünkü O, göklerin ve yerin, bütün doğuların ve bütün batıların rabbidir: 37/Saffat, 5, 180; Allah'ın rab sıfatı, dilediklerini yerine getirmekten acizlik duymayan bir ilah oluşunu ifade etmektedir: 11/Hud, 34; Rab isminin bir başka bağlamı da Hesap Günü ile ilgilidir; O, nihai hükmü verecek olan, yarattıklarını denetleyen bir ilahtır: 34/Sebe, 26; 36/Yasin, 51. Allah tapınma konusu olan bütün somut nesnelerin ve soyut güçlerin de rabbidir; göklerde ve yerdeki her şey Allah'ındır, o halde bunların hiç biri tapınma konusu yapılamaz. O, insanlardan bazılarının tapınma konusu yaptığı şi'ra yıldızının da rabbidir: 53/Necm, 49.

10-Hz. Yusuf evin hanımının ahlaksız teklifine kendi konumu emir almaya uygun olduğu halde itaat etmemiştir. Çünkü Mü'minler için Alemlerin rabbi Allah'a itaat, bütün otoritelerin önüne geçmek zorundadır. Her şeyin rabbi olan Allah'ın buyruklarını bütün emirlerden üstün tuttuğunu Yusuf peygamber işini kaybetse de iffetini koruyarak göstermiştir. Bkz. 12/Yusuf, 41, 42, 50. ayetler; 6/En'am, 164. Tevhid inancı eylemlerimizin nihai meşruiyet kaynağının bütün egemenliklerin üzerinde olan Allah'ın rızasını ölene dek arama bilincidir.

11-Allah adına kural icad eden, haram helal koyan, Din'i ilahi murada aykırı yorumlayan tahrifçiler ve reformistler hakikatin doğru iletiminin önünde bir engeldir. Rab edinme tehlikesine karşı takva sahiplerini uyaran diğer bir ayet için bkz 3/Ali imran suresi, 64; İnsanlar için Allah'ın razı olmadığı yasal yükümlülükler koymak da onlara uymak da zulümdür: 42/Şura,21-22.

12-Hakikatte din tahrifçileri bu işten bir kazanç elde etmektedirler. İnsanların mallarını haksız yere yemek için Din'i kendilerine kalkan yapan kimseler, Kur'an'da Allah'ın rab sıfatına eş koşmakla suçlanmışlardır: 9/Tevbe, 31-36; İsrailoğullarının ziynet eşyalarına göz dikip onları ikna etmek için "buzağı heykeli" yaparak asıl amacını gizleyen Samiri dünyevi menfaatlerini Ahiret yurdunun nimetleri ile değiştirmiştir: 20/Taha,85-91.

13-Firavun gibi tağutlar gökler üzerinde tasarruf sahibi olamayacaklarını bildikleri için egemenliklerini yeryüzü ile sınırlamaktadırlar. Yoksa ellerin gelse göklerde de bozgunculuk çıkarırlardı, ancak bari dünya hayatında hakim olalım telaşı içindedirler: Bu durumda Allah'ın yer yüzündeki hakimiyetini inkar ettikleri için Kur'an'da rablık taslamakla suçlanmışlardır: 11/Hud; 96-97, 110-112; 43/Zuhruf, 51. ayetler.

14-Her tür İslam dışı hayat tarzı ve şeytanın çizgisindeki her şahsi ya da kamusal düzen sistem olarak Cahiliyye'dir. Böyle bir sisteme hayat verenler de tağuttur.

15-Allah'a inandıkları halde, hikmetli tefekkür yolunu terkeden ve evrenin uçsuz bucaksız ufuklarında yerleşik bulunan ayetleri ibretle müşahede etmeyenler, Allah'ın razı olmadığı güçlere ölçüsüzce saygı gösterenler Kur'an'da, küfre düşmekle ve zulme başvurmakla suçlanmışlardır: Bkz. 22/Hacc, 71-72; 23/Mü'minun, 117.

16-İnfak ile ibadet arasında kurulan doğru orantı için bkz. 4/Nisa, 36.

17-İbadeti Allah'a has kılmak, Rabbimizin rehber olsun diye indirdiği Kur'an'ın açık seçik ayetlerinden takip ettiğimize göre; yaşamımızın tümünü O'na adamakla gerçekleşebilecektir. Örnek olarak bkz. 98/Beyyine, 5.

18-Allah Maliklerin malikidir: 3/Ali İmran, 26-27.

19-Hüküm koyucuların en adili Allah'tır. O halde "yasaların nihai meşruiyet dayanağının Allah'a dayandırılması", uluhiyette ve rububiyette tevhidin Kur'anî bir ilkesidir: "Allah hükmedenlerin en adili değil mi?" 95/Tin, 8; Allah ihtilafları çözümleyen Rab'dir: 42/Şura, 10; Hakimiyet Allah'ındır; 6/Enam, 57

20-Evrenin uçsuz bucaksız ufukları öz benliklerimizde cereyan eden olaylar; yaratıcıya imleyen ayetlerle doludur. Göklerde ve yerde ibretle bakmasını bilenler için Allah'ın varlığına ve birliğine dair milyonlarca ayet vardır. Bu kevni ayetlere dikkatlerimizi yöneltmemizi isteyen Kur'an ayetlerinden bazıları şunlardır: Gökler ve yer serpiştirilmiş ayetlerle doludur: 12/Yusuf, 105; İnsanın yoktan, topraktan veya döllenmiş yumurtadan yaratılmasında, milyonlarca canlı türünün varoluşunda ve yaşam tarzında düşünenler için ayetler vardır: 36/Yasin, 77-83; 45/Casiye, 4-6; 51/Zariyat, 21; Evrenin bütün ufuklarına ve insanın özbenliğine yaratıcının varlığına ve sonsuz kudretine dair ayetler yerleştirilmiştir: 41/Fussilet, 53; 51/Zariyat, 20.

21-Elest misakı; Allah ile bütün insanlar arasında gerçekleşen yaratılış sözleşmesi, Allah Teala'nın insana kendi varlığını ve birliğini kavrama yeteneği vermesi, inanabilme kabiliyeti yerleştirmesi demektir. Benzer vurgular içeren bir ayet için bkz. 30/Rum, 30.

22-Allah'tan başkasına kulluk yapan veya böylesi bir çağrıda bulunanlar, fıtratı unuttukları ya da için, rehberlik bilgisini kaybetmiş sayılmakta ve cahil sayılmaktadırlar: Bkz.39/Zümer, 62-64.

23-Benzer bir vurgu da peygamberimizden rivayet edilen hadiste geçmektedir: "Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Daha sonra babası annesi onu yahudi, hristiyan, mecusi yapar" (Buhari; Müslim)

24-10/Yunus, 12: İnsanoğlu sıkıntı ve zorluklar esnasında yüce bir güce sığınma ihtiyacı hisseder. Ayrıca benzer bir ayet için bkz. 16/53-54. Fırtınaya yakalanmış bir gemide mahsur kalan insanlar Allah'ın dinine sıkı sıkıya sarılırlar: 10/Yunus, 22; 17/İsra, 67; 29/Ankebut, 65-68; 31/lokman, 32. Fırtınadan veya benzer belalardan kurtulanlar tekrar eski hayat tarzlarına geri dönerler: 29/Ankebut, 69. Oysa Allah'ın belaları vermesi de onlardan kurtarması da imtihan içindir: 39/Zümer, 49.

25-Lafzen başlamak anlamına gelen B-d-e fiilinin ifâl kalıbına uyarlanması ile elde edilmiş bir masdardır, bir şeyi ilkin yapmak demektir.

26-İnsan da diğer varlıklar gibi hadistir, hiçbir şey değilken yaratılmıştır: 19/Meryem, 67.

27–Birçok ayette Allah'ın yaratmasının sürekli olduğun beyan edilmiştir: 27/Neml, 64 V.d.

28-Allah Teala mutlak hayrdır. O, tanrılaştırılan tabiat güçlerinden, nesnelerden, olumsuz ahlaki değerlerin kutsallaştırılan simgelerinden bütün yarattıklarından daha değerlidir. Çünkü Neml suresi, 59-61. ayetlerde belirtildiği gibi Allah göklerin, yerin ve hayatın kaynağı suyun yaratıcısıdır.

29-Sanatın bir mükemmeli arama macerası peşinde olduğunu, inanç boşluğu içinde olan bazı ateistlerin, deistlerin bu yolla bir tatmin aradıklarını genişçe anlatan bir kaynak olarak bkz. Ali İzzet Begoviç ,Doğu Batı Arasında İslam

30-Kanattaki mükemmel işleyiş, somut ve soyut bütün alemlerin mutlak hükümranı olan Allah'ın kusursuz bir yönetici olduğunu gösterir. Eğer Evren'i iki kişi veya daha fazla ortak yönetseydi yer ve gökler arasında aksaksız devam eden eşsiz uyumluluk, nizam bozulurdu. Bu hakikatten söz eden ayetler için bkz. 2/Bakara, 164; 13/Ra'd, 2; 21/Enbiya, 22, 32; 67/Mülk, 3-4 v.d.

31-İbretle bakan gözler için yakın ve uzak evrenin uçsuz bucaksız ufukları ayetlerle doludur. Bu ayetlere dikkat çeken Kur'an'da yüzlerce nebevi ayet vardır. Örnek olarak bkz. 3/Ali imran, 191; 13/Ra'd, 3-4; 27/Neml, 59-61; 88/Ğaşiye,17-20

32-Ali imran suresi, 191. ayete göre akıl sahipleri için gökler, yer ve ikisi arasındaki her şeyin bir amaç için yaratıldığı hakikati ayakta, gezerken, otururken uyumak için yatarken beşeri kabiliyetlerle ulaşılabilecek mutlak bir gerçekliktir. Enbiya suresi, 16-17. ayetler amaçsız ve eğlence olsun diye bir yaratmanın Allah'a izafe edilmesinin yanlışlığına dikkat çekmektedir. Neml suresi 60-63. ayetlerin beyanı ise gayeliliğin varlık sahnesindeki tanıklıkları aynı zamanda Allah'ın birliğine de delildir. Çünkü başka ilahlar olsa idi evrendeki kurulu mükemmel işleyen düzen bozulurdu.

33-Allah'ın yaratıcı olduğunu kabul etmek Tevhid inancına intisab için yeterli değildir: 12/Yusuf, 105; 49/Hucurat, 3

34-Ateistlerinden söz eden az sayıdaki ayet için bkz. 45/Casiye, 24; 52/Tur, 35-36. ayetler.

35-İblis dua ederek Allah'tan kendisi ve askerleri şeytanlar için Kıyamete kadar insanların imtihanında fitne olma izni almıştır: 15/Hicr, 35-36

36-Müşrik Araplar Allah'a doğrudan dua ile, ibadet ile yakarmanın imkansız olduğuna inanırlar: 10/Yunus, 18; 38/Sad, 5-7; 43/Zuhruf, 9, 87. ayetler

37-İman tercihini tam yapmak gerekir: 17/İsra, 67, 22/Hacc, 11, 29/Ankebut, 69, 31/Lokman, 32.

38-Sekülerizm; yakın menfaatleri tercih etme, kalıcı olan ebedi hayata itibar etmeme anlayışını savunan dünya görüşüdür. Laiklik ise Allah'ı belli alanlara sıkıştırma çabası, hakimiyet altına alınamayacak göklerle ilişkilendirip, insan yaşamının yönetimiyle ilgili aktif faaliyet sahasından kovmanın ideolojik felsefesidir.

39-Heva kelimesi Kur'an'da hep olumsuz bir bağlam içinde geçmektedir: 2/Bakara, 45, 120; 5/Maide, 77; 6/Enam, 150; 23/Mü'minun, 71; 38/Sad, 26; 42/Şura, 15; 45/Casiye, 18; 79/Naziat, 40-41.

40-İlah olarak hevasını benimseyip salt Allah için olması gereken ibadeti kendilerine hasredenlerle ilgili bkz 8/Enfal, 2-4; 14/İbrahim,2-3; 25/Furkan, 43; 39/Zümer,45; 45/Casiye,23; 47/Muhammed,14.

41-Gurura kapılmanın kula yakışan tevazuyu terketmenin, beşeri değerleri kutsamak olduğu gerçeğine işaret eden bazı ayetler için bkz. 3/Ali imran, 103; 8/Enfal, 24, 63; 9/Tevbe, 40; 28/Kasas, 68; 53/Necm, 24; 67/Kalem, 38-40.

42-Hemeost; her şey O'dur. Hemeezost; her şey O'ndandır.

43-Hasan Kamil Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, İst. 1994, s.300.

44-Keşfu'l-Hafa' 2/132'den, Prof. Dr. İbrahim Sarmış, Tasavvuf ve İslam, Ekin yay. İstanbul, 1997, s.218

45-Prof.Dr.İbrahim Sarmış, Tasavvuf ve İslam, Ekin, İstanbul, 1997, s. 249

46-Fususu'l-Hikem'den, Prof.Dr. İbrahim Sarmış, Age. 254.

47-Fususu'l-Hikem'den, Prof.Dr. İbrahim Sarmış, Age. 177, 179, 375.

48-Ahmed Faruk Serhendi, Mektubat, 272. Mektubat

49-Fususu'l-Hikem'den aktaran Prof.Dr. İbrahim Sarmış, Age.181, 182-183.

50-Hz. Musa'nın Allah'ı görme isteğine olumsuz yanıt gelmiştir: 7/A'raf, 143-144. Ayrıca En'am suresi 102-103. ayetler, Yüce Rabbimizin gözlerle idrakinin imkansız olduğunu ifade etmektedir. Zaten bütün peygamberler Allah'ın zatına değil, birliğine; vahdete değil tevhide çağırmışlardır: 11/Hud, 50.

51-Benzer ayetler için bkz. 2/Bakara, 156; 36/Yasin, 83.

52-Şirkin felsefi alt yapısı: istiğna ve istikbardır: 7/A'raf, 146; Müstağnilik taşkınlığa ve güzel amelleri engellemeye yol açan en kötü insan davranışıdır. Bu yüzden Kur'an'ın ilk indirilen suresi Alak'ta, takva idealinin zıddı olan istiğna; tuğyana yol açan, kibir ve gururdan dolayı basiretleri körelten bir "ruh" hastalığı olarak anılmıştır: 96/Alak, 6, 7, 10.

53-Tabiatın ve insanlığın olumlu değerlerinde meydana gelen tahrifatın, çürüme ve bozulmanın sorumlusunun Şirk ideolojileri olduklarını vurgulayan benzer ayetler için bkz. 2/Bakara, 12; 205.

54-Sadece göklerde egemen bir ilah anlayışı batıldır. Çünkü Allah göklerin rabbi olduğu gibi yerin de rabbi ve malikidir: 42/Şura, 53. Allah'ın emir ve buyrukları olmayan bir ilah olduğunu iddia etmek: 6/En'am, 91. Bu batıl anlayışlar ve Rabbimizin yol gösterici mesajına kulak tıkayanlar Kıyamet'e kadar devam edecektir: 22/Hacc, 55

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR