1. YAZARLAR

  2. Vahap Çoşkun

  3. AİHM Meşruiyetini Tehlikeye Attı!

AİHM Meşruiyetini Tehlikeye Attı!

Ağustos 2004A+A-

Dr. Vahap Coşkun, Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesidir. Bu yazı, 06.07.2004 tarihli Zaman Gazetesi'nden alınmıştır.

Olayı biliyorsunuz: İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 5. sınıf öğrencisi Leyla Şahin, derslere türbanla girdiği için 1998'de okuldan atıldı. Şahin, bu işlemin AİHS'nin düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü düzenleyen 9. maddesine aykırı olduğu iddiasıyla 1999'da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde dava açtı.

AİHM, davayı uzun süre görüştü ve sonunda Türkiye'nin üniversitelerde türbanı yasaklamasının ve bu yasağa riayet etmeyenlere disiplin cezası vermesinin bir insan hakları ihlali teşkil etmediğine oybirliğiyle karar verdi.

Öncelikle; bu kararın büyük önemi haiz olduğu belirtilmelidir. İki açıdan: İlki, AİHM'nin Türk yargıcı Rıza Türmen'in "türban konusunda pilot dava" olarak nitelendirdiği "Leyla Şahin & Türkiye" davasının oybirliğiyle alınan bir kararla olumsuz sonuçlanmasının, diğer türban mağdurlarının Türkiye aleyhine açtığı davaları da doğrudan etkileyecek olmasıdır. İkincisi ise bu kararın, Avrupa'nın bazı ülkelerini (Fransa, Almanya, İngiltere, Hollanda, İsviçre) saran türban tartışmalarında, özgürlük karşıtı kesimlere hukuki bir dayanak vermesidir. Bu nedenle, AİHM'nin bu yasaklayıcı kararı temellendirirken başvurduğu argümanları değerlendirmek gerekir:

AİHM Özgürlük Sınavını Kaybetti

AİHM'nin, Türkiye üniversitelerinde türban yasağını dayandırdığı genel gerekçe şu: "Davacılar, laik üniversiteye gitmeyi seçmekle kurallarını uygulama mecburiyetini de kabullenmişlerdir." Eğer Türkiye'de, laik üniversiteler ile laik eğitim siteminin dışında kalan (örneğin dini cemaatler, kiliselerin sahip oldukları üniversiteler gibi) üniversiteler bulunsa ve öğrencilerin bu farklı üniversitelerden dilediklerine gidebilme özgürlükleri olsa idi, bu gerekçenin bir anlamı olabilirdi. Oysa Türkiye'de dini cemaatlerin sahip olduğu özel üniversitelerin kurulması hukuken mümkün değildir; üniversiteler zorunlu olarak laiktir ve öğrencilerin de laik üniversitelerin dışında alternatif okuma imkanı veya özgürlüğü yoktur. Dolayısıyla AİHM'nin gerekçesi külliyen yanlıştır ve kaçınılmaz olarak da yanlış sonuçları beraberinde getirmektedir.

"Zorunlu bir dini görev olarak sunulan veya algılanan böyle bir simgeyi (türbanı) giymenin, giymemeyi tercih edenler üzerinde bir etkisi olacağını göz önünde bulunduran" AİHM'ye göre, "halkın çoğunluğu kadın hakları ve laik hayat tarzına sımsıkı bağlı olduğu halde İslam inancını da benimseyen bir ülkede" türbana izin verilmesi halinde "'başkalarının hak ve özgürlükleri' ve 'kamu düzeninin sağlanması' ilkeleri tehdit altına düşecektir."

AİHM'nin, 1993 Karaduman-Bulut kararından beri dile getirdiği bu iddia, yani türban takılmasına izin verilmesinin türban takmayanlar üzerinde bir baskı oluşturacağı, gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Çünkü bu ülkede üniversiteye türbanla girilebilen dönemler oldu ve o dönemlerde türban takanlarca takmayanlara yönelik herhangi bir zorlamaya ya da baskıya tanık olunmadı. AİHM, ortada mevcut bir tehlike olmadığı halde, ileride olması muhtemel bir tehlikeyi baz alarak özgürlüklerin kısıtlanmasına cevaz vermiştir. Bu ise kabul edilemez; özgürlükler, korkulara dayalı ihtimallere kurban edilemez.

Türban tartışmasında yasaklama meftunlarının pelesenk ettiği bir söz var: "Türban, siyasal bir simgedir." Bu söz, aynı zamanda devletin resmi pozisyonunu da ifade ediyor. Nitekim Leyla Şahin davasında Türkiye'nin avukatlığını yapan Şükrü Alpaslan, savunmayı bu minval üzerine kurmuştu: "Türkiye laik bir ülkedir. Başörtüsü masum bir yaşam biçimi olmanın dışında Cumhuriyet ilkelerine karşı sembol olmaktadır. Bu, ülkede kaosa yol açabilir." AİHM, Türkiye'nin bu savunmasını bütünüyle benimsemiştir. Türk mahkemelerinin "türbanın yakın zamanlarda Türkiye'de daha büyük siyasi özellikler taşır hale geldiğini" ve "türbanın 'köktendinci' hareketler tarafından siyasi amaçlarla sürekli kullanılan ve kadın hakları için tehdit teşkil eden bir simge olduğunu" belirten kararlarına sahip çıkan AİHM, üniversitelerdeki türban yasağını onaylamıştır.

Özgürlük, Oylama Konusu Olamaz

"Türbanın, siyasal simge olduğu" iddiası, birkaç yönden oldukça sorunlu. Her şeyden önce, türban takan öğrencilerin ezici bir çoğunluğu türbanı, inançlarının gereği olarak taktıklarını belirtiyorlar. Bunun aksini ispatlayacak herhangi bir veri de yok. Durum bu iken, "hayır hayır, siz bunu siyasal bir simge olarak takıyorsunuz" demek ve onlara bir nevi sahtekar muamelesi yapmak hem haksızlık hem de ayıp. Hem türban siyasal simge olarak takılsa bile, bunu yasaklamak doğru olmaz. İsteyen öğrencinin siyasetle ilgilenmesinden ve başkalarının özgürlüğüne zarar vermediği ve onları zorlamadığı müddetçe siyasal görüşlerini yansıtan tercihlerde bulunmasından daha doğal ne olabilir ki? Ayrıca siyasal simge diye türbanın yasaklanması haklılaştırıldığında işin ucunun nereye varacağını kimse bilemez. Yarın ertesi gün siyaseti düşman belleyen daha otoriter bir yönetim gelebilir ve örneğin üzerinde Che'nin resminin bulunduğu tişörtlerin giyilmesini, rozet takılmasını, sakal ve bıyıkların bazı biçimlerde kesilmesini ya da parka giyilmesini, siyasal simge olduğu gerekçesiyle yasaklayabilir. O zaman ne yapacak AİHM? Bunların yasaklanmasını da kabullenebilecek mi?

AİHM'nin, Şahin kararında dile getirilen "Türkiye'de, türban yasağının meşru temelinin olduğu" görüşünün de kabul edilebilir bir tarafı yok. Demokratik bir ülkede meşruiyet, uygulanan kamu politikalarına ilişkin halkın rızasıdır. Yapılan tüm araştırmalarda halkın büyük bir çoğunluğunun, kız öğrencilerin üniversiteye türbanla gitmesine rıza gösterdiğini, bir başka ifadeyle türban yasağına karşı olduğunu ortaya koymuştur. Bu itibarla, türbanın yasaklanmasında, demokratik bir meşruiyetten söz edilemez.

Kaldı ki, halk ekseriyetle türban yasağının yanında saf tutsaydı dahi, yine de yasağın meşru olduğundan bahsedilemezdi. Çünkü temel hak ve özgürlüklerin kullanılması, demokratik de olsa, bir oylamanın konusu yapılamaz.

Şüphesiz, bu önemli karar daha birçok farklı açıdan sorgulanabilir. Mesela; Türkiye'ye özgü şartların, evrensel olduğu savlanan temel haklarının kullanılmasının önünde bir engel olarak gösterilmesinin yanlışlığı üzerinde durulabilir. Veya AİHM'nin başkalarının özgürlüğünün korunması adına diğer bir grubun özgürlüğünün elinden alınmasını niçin zaruri gördüğünü tatmin edici bir şekilde açıklayamadığından dem vurulabilir. Ya da Şahin kararı ile mahkemenin bu çerçevede daha önce verdiği kararlar arasındaki tezatlar hatırlatılabilir. Ancak buraya kadar aktarılanlardan da açıkça anlaşılmaktadır ki; AİHM, yanlış bir karar vermiştir. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün hazırladığı son raporunda da belirtildiği üzere "kadınların kıyafetlerine göre sınırlamaya tabi tutulması, eğitim haklarını, düşünce özgürlüklerini, inanç ve dini özgürlüklerini ve mahremiyetlerini ihlal eden bir ayrımcılıktır". AİHM'nin yapması gereken, bu ayrımcılığı bertaraf etmek için çaba göstermesiydi. Fakat AİHM, büyük bir yanlışa imza atıp kadınlara yönelik ayrımcılığı tahkim yoluna gitmiştir. Bu yanlışlık, AİHM'yi "insan hakları ihlallerini önlemek ve yüksek bir demokrasi standardı oluşturmak" hedefinden de uzaklaştıracaktır. Bu nedenle AİHM'nin öncelikle kendine zarar verecek olan bu karar üzerinde tekrar düşünmesi ve kararı bir an önce düzeltmesi gerekir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR