1. YAZARLAR

  2. Ceyda Karan

  3. Obama ve Carter sendromu-1
Ceyda Karan

Ceyda Karan

Yazarın Tüm Yazıları >

Obama ve Carter sendromu-1

01 Mart 2010 Pazartesi 18:27A+A-

ABD Başkanı Barack Obama dört yıllık görev süresinin ilk yılını henüz doldurdu. Lakin Amerikan başkanlarındaki ikinci kez seçilme arzusu malum; bunu hesaplayarak davranmak da teamülden sayılırken; Obama, ikinci dönemi gözden çıkarmış gibi. Haliyle akıbetini 1970’lerin ‘talihsiz’ Demokrat Başkan Jimmy Carter’la kıyaslayanlara gün doğuyor.

En son dün Sunday Times gazetesinde Crisitina Lamb imzalı yazıda, ‘Süpermen’ lakabıyla ‘Kripton gezegeninden dünyayı kurtarmaya gönderilmiş’ muamelesi yapılan Obama’nın, ‘kaçınılmaz yazgısına koştuğu’ analizi vardı. Küresel mali krizin derinden sarstığı Amerikalıların derdi günü işsizlikken, Obama’nın 30 küsur milyon vatandaşına sağlık güvencesi sunacak reforma dair tutkusu, anlaşılan artık ‘Kaptan Ahad’ın Moby Dick için giriştiği intiharvari avın saplantılı haliyle’ kıyaslanır olmuş.

Amerikan kurumsal yapısının reflekslerini hakkıyla ölçüp biçmeden, Amerikalıların tarihlerinde ilk kez bir siyahı Beyaz Saray’a göndermesiyle fazla heyecana kapılıp ‘Yaşasın Obama geldi, zihniyet değişiyor, dünya âlem değişecek’ diyenleri de; Pentagon’un bütün silahlarının artık gelişmiş bilgisayar teknolojisinin ürünü olduğunu idrak edemeyip ‘silah çağı kapandı, bilgisiyar teknolojisi çağı başladı, barış hasıl olacak’ diye heveslenenleri de üzmek istemem. Gel gör ki son anketler bile Amerikalıların ‘Obama sadece bir dönem görev yapmalı’ (En son CNN-yüzde 52) dediğine işaret. Obama da ocak sonunda adeta ‘İlk döneminde en iyisini yapayım da ikincisi olmaz olsun’ demeye getirdi. Eh koskoca ABD başkanının halet-i ruhiyesi böyle olunca, dünyayla alakadar ahaliye gelecek üç yılı ve sonrasını düşünmek kalıyor. Hem Amerika’da birilerinin Obama’ya ‘İran’ı bombala, seni bir tek o kurtarır’ deyip durduğu da düşünülürse...

Hal böyleyken, Obama’nın akıbetine dair en ilginç tartışmayı Kissinger ekolünden gelen dış politika uzmanı Walter Russell Mead başlattı. Foreign Policy’nin ocak/şubat sayısındaki ‘The Carter Syndrome’ adlı yazısı Amerikan siyasi gelenekleri ve emperyal zihniyetinin kendi varoluşunu ve dünyayı nasıl algıladığına dair ilginç bir perspektif sunuyor. (www.foreignpolicy.com) Mead’in makalesi, Carter ile Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski’nin FP’ye mektuplu tepkilerine mazhar olup sıkı tartışma başlatsa da biz Obama’ya odaklı kalalım.

Amerikan siyasileri ve aydınlarının dünyaya dört büyük başkanın; Alexander Hamilton, Woodrow Wilson, Thomas Jefferson ve Andrew Jackson’ın gözüyle baktığını söyleyen Mead, bu siyasi okulları özetle şöyle izah ediyor: ‘Hamiltoncular; güçlü ulusal hükümet ve güçlü ordunun realist küresel politkalar izlemesi gerektiğine ve hükümetin ancak bu yolla ekonomik kalkınma ve ABD iş âleminin çıkarlarına hizmet edebileceğine inanır. Ilımlı Cumhuriyetçiler Hamiltonculara meyleder. Wilsoncılar, Hamiltoncuların küresel dış politikanın gerekliliğiyle hemfikir olmakla kalmaz, demokrasi ve insan haklarının yayılmasını Amerikan büyük stratejisinin ana unsuru görür. Merkezci Demokratlar Wilsonculuğa meyleder. Wilsoncuların solunda Jeffersoncular vardır. Bu kanat Amerikan demokrasisini ihraç etmekten ziyade ülkede güçlendirmekle ilgilenir, ABD’nin dünyaya yükümlülüklerini minimize etmesi ve ulusal güvenlik devletinden kaçınılmasını isterler. Hamiltonculardan sağa kaydığınızda ise (bkz. Sarah Palin) Jacksoncıları görürsünüz. Yani günümüzün Fox News izleyicilerini... Bu kesim Hamiltoncıların iş bağlantılarına; Wilsoncuların iyi niyetine ve Jeffersoncuların zayıflığına popülist bir şüpheyle yaklaşırlar.’

Mead, kimi başkanların bu dört ekolden yarattığı koalisyonlara dikkat çekiyor. Soğuk Savaş biterken George H.W Bush’un Hamiltoncu rotayı tutturduğunu, bu cephenin sonra oğlunun Irak savaşında kendilerini ayırdığını anımsatıyor. Bill Clinton yönetimi Hamiltoncu-Wilsoncu koalisyonu oluyor. Mead, bu koalisyonun Balkanlar’daki insani müdahaleler ile Çin’le ilişkilerde insan hakları ve ticaret meselesinde girişilen iç çatışmayla bittiğini belirtiyor. Oğul Bush’un başkanlığını ise Jacksoncu-Wilsoncu koalisyon belirliyor. Mead’a göre ‘Bush’un Jacksoncılıkla başlayıp Wilsoncılıığa kayan tutkulu yaklaşımının başarısızlığı, Obama’nın başkanlığını mümkün kılan şartları yarattı’. Zira genelde pahalı ve riskli demokrasi yayma maceralarına karşı çıkan, buna ancak ‘saldırıya uğradıklarında’ ve ‘ulusal onur’ için girişen Jacksonlar, artık Bush’tan bezdiklerinde devreye Obama giriverdi.

Elbette emperyal kibrin tezahürleriyle yüklü Mead’in makalesi uzun, Amerikan politikaları derin... Haftaya bu zemin üzerinde Obama’nın hangi okula girdiğine ve ‘Carter Sendromu’na tutulup tutulmayacağına bakalım...

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT