1. YAZARLAR

  2. Ahmet Gündel

  3. O kağıt askeri belge olmasa da 'delil'dir
Ahmet Gündel

Ahmet Gündel

Yazarın Tüm Yazıları >

O kağıt askeri belge olmasa da 'delil'dir

28 Haziran 2009 Pazar 06:16A+A-

Yargıtay'ın kararlarına konu teşkil eden belgelerle, irtica ile mücadele belgesi farklı konumdadırlar. Bu belge hukuksal değer taşıyan bir belge niteliğinde olmamakla beraber delil mahiyeti taşıyan bir vesikadır.

Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı'nın, Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlandığı iddia edilen “İrtica ile mücadele eylem belgesi” hakkında takipsizlik kararı vermesi üzerine muhalefet patileri sözcüleri ve daha sonra Genelkurmay Başkanı iddiaların doğru çıkmadığını, belgenin sahte olduğunu ifade etmişlerdir. Hatta Genelkurmay Başkanı daha da ileriye giderek bu belgenin bir kağıt parçasından ibaret olduğunu ve günlerdir boş yere gündemi işgal ettiğini söylemiştir. Bu düşüncenin bir sonucu olarak belgeyle ilgili, düzenleyenlerin ve basına servis edenlerin kimler e amaçlarının ne olduğunun belirlenmesi yönünden görevsizlik kararı verilerek sivil savcılara suç ihbarında bulunulmuştur.

Bir ceza hukukçusu gözüyle bakıldığında gerçekten vahim bir manevrayla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Şüpheli Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlandığına dair önemli deliller mevcut olan belgeyi önce sahte ilan edip sonra da belgenin ne amaçla kimler tarafından hazırlandığına dair suç ihbarı yaparak bir de üste çıkmaya çalışmak, tabiri caizse kontrataktan gol atma pozisyonu yaratma çabalarıdır.

ASKERİ SAVCILIĞIN KARARI

Askeri savcılığın verdiği takipsizlik kararının hukuka uygun olmadığına dair neredeyse ceza hukukçuları görüş birliği içerisindedirler. Öncelikle bu belge yasal bir arama sonucunda ele geçirilmiştir. Birilerinin posta kutusuna atılmış ya da evininin kapısına bırakılmış bir belge değildir.

İddialara konu belge üzerinde devletin dört ayrı kurumu tarafından inceleme yapılarak raporlar düzenlenmiştir.

Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarları Daire Başkanlığı ve Adli Tıp Kurumu Başkanlığı, belgedeki imza ile Dursun Çiçek'in daha önce attığı imzalarla mukayese edildiğinde imzalarının benzerlik gösterdiğini saptamışlar, yine askeri savcılığın başvurusu üzerine rapor düzenleyen TÜBİTAK Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Enstitüsü de grafoloji uzmanı bulunmadığı için imza incelemesi yapılamadığı ancak “belgenin orijinalinde bulunmayan unsurların belgeye sonradan eklendiğine ilişkin olağan dışı bir görüntüye rastlanmadığı” sonucuna varmıştır. Bu sonuç oldukça önemlidir. Fotokopi belgelerde genelde başka yerden alınan bir imzanın, inceleme konusu belgeye eklenmesi ihtimali ön plana çıkar. Bundan dolayı da fotokopi belgelere ihtiyatla yaklaşılır. Ancak burada TÜBİTAK'a bağlı Enstitü bu ihtimali bertaraf etmiş ve imza kısmına dışarıdan bir ekleme yapılmadığını tespit etmiştir. Bu tespit bilimsel bir saptamadır ve aksine deliller ortaya konamadığı takdirde soruşturma ve yargılama mercilerini bağlayıcıdır.

Bahsi geçen belgeyle ilgili olarak, genel uygulamanın da dışına çıkılarak soruşturmada dört ayrı kurumdan rapor alınmış, bütün raporlar birbirleriyle örtüşmüş ve birbirlerini teyit etmişlerdir. Ayrıca gerek takipsizlik kararında gerek Genelkurmay Başkanı'nın bir soru üzerine yaptığı açıklamada şüpheli Dursun Çiçek'in askeri savcılıkta geçmişteki imzalarına benzemeyen imza kullanması hususu açıklığa kavuşturulamamıştır.

'DELİL' DİKKATE ALINMADI

Takipsizlik kararında ve Genelkurmay Başkanı'nın açıklamasında, Yargıtay'ın sahte belgelerle ilgili görüş ve kararlarına göndermeler yapılarak bunlar kendi düşüncelerine dayanak yapılmıştır. Oysa Yargıtay'ın kararlarına konu teşkil eden belgelerle, irtica ile mücadele belgesi farklı konumdadırlar. İrtica ile mücadele belgesi teknik anlamda bir belge değildir. Burası doğrudur. Bu belge içeriği itibariyle suç teşkil ettiği için hukuksal bir korumaya tâbi olmaz. Ancak içeriği itibariyle suç teşkil eden unsurlara yer verildiği için hukuksal değer taşıyan bir belge niteliğinde olmamakla beraber delil mahiyeti taşıyan bir vesikadır. Başka bir anlatımla imzanın ilgilisine ait olduğunun belirlenmesi halinde bu belge hukuksal anlamda bir belge gibi düzenleyen veya muhatabına bir hak veya borç yaratmaz. Sadece delil olma özelliği taşır. Bu nedenle Yargıtay'ın sahte belgelerle ilgili karar ve uygulamalarının irtica ile mücadele belgesine uyarlanmaya çalışılması yanıltıcıdır, doğru değildir. Ceza hukukunda, usul yasalarına aykırı elde edilmemek koşuşluyla her olgu ceza soruşturması ve yargılamasında delil teşkil edebilir.

Görüldüğü gibi belgedeki imzanın Albay Dursun Çiçek tarafından atıldığına dair önemli deliller mevcutken takipsizlik kararı verilmesi hukuka uygun değildir. Kamu davası açılması için yeterli delil elde edilmiştir. Bu delillerin mahkumiyete elverişli olup olmadığının mahkemesinde değerlendirilmesi ve takdir edilmesi gerekirdi.

ASKERİ YARGI BAĞIMSIZ DEĞİL

Her ne kadar Genelkurmay Başkanı yeni deliller çıkmadığı sürece belgeyle ilgili konunun kapanmış olduğunu ve soruşturmanın sona erdiğini söylese de belgeyle ilişkin iki soruşturmanın halen devam etmekte olduğunu ifade etmeliyiz. Birincisi AK Parti'nin suç duyurusu üzerine Anakara Cumhuriyet Başsavcılığı, ikincisi de Ergenekon soruşturması kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürütmekte olduğu soruşturmadır. Bu soruşturmalar halen sürmekte olup ilgili savcılıklar, askeri savcılıktan bağımsız olarak hareket etmektedirler.

Genelkurmay Başkanı'nın ifade ettiği gibi askeri savcılıklar ve mahkemeler bağımsız değillerdir. Komutanın emir vermesiyle soruşturma yapabilen, atamaları ve terfileri askeri kişi ve idarelere bağlı bulunan savcı ve yargıçların yer aldığı sistem bağımsız olamaz. Yaptığı bir soruşturma veya verdiği bir karar nedeniyle başka yere atanma veya terfi edememe düşüncesi içerisinde bulunan savcı ve yargıçlarla hukukta sağlıklı sonuçlara ulaşmak mümkün değildir.

Uzun zamandan beri askeri-sivil yargı ayırımı başka bir tabirle yargıdaki çift başlılık Türkiye'de önemli soruşturmalarda zaafiyet yaratmaktadır. Son belge olayında da bu durum tüm açıklığıyla ortaya çıkmıştır. Demokratik ülkelerde aslolan sivil yargılama istisna da askeri yargıdır. Askeri mahkemeler tüm dünyanın bir gerçeğidir. Ancak Türkiye'de, kural askeri yargı istisna da sivil yargı gibi bir düzenleme ve anlayış mevcuttur. Amerika ve Avrupa devletlerinin bir kısmında da askeri yargı vardır ancak bunlar askeri şahısların münhasıran askerlik hizmetinden kaynaklanan ve disiplin suçlarıyla ilgilidir. Bu ülkelerde askeri mahkemelerin verdiği kararlar da sonuçta istinaf ve temyiz aşamalarında yine sivil Yargıtay ve istinaf mahkemelerinde incelemeye tâbi tutulurlar. Bu itibarla bu husus öncelikle anayasal bir sorundur. Askeri mahkemelerin görev alanları yeniden belirlenmeli, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin kaldırılması tartışılmalıdır.

ORDUDA DARBECİLER VAR MI?

Genelkurmay Başkanı birçok kez ve altını çizerek yasadışı hareketlerde bulunanların Türk Silahlı Kuvvetleri'nde barınamayacağını ifade etmiştir. Bu sözler gerçekten kulağa hoş gelmektedir. Ancak askerle siviller arasında yasadışı hareketlerin ne olduğu konusunda görüş faklılıklarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Öncelikle, gerektiğinde ordunun darbe yapması asker tarafından bir hak olarak görülmekte ve nedenle örneğin irtica ile mücadelede yasaya uygun olmasa da askerin bir kısım planlama ve hareketler yapabileceği kabul edilmektedir. Bunun örnekleri çokça görülmüştür. Daha 2007 yılının nisan ayında bizzat Genelkurmay Başkanı'nın imzasıyla hükümete muhtıra verilmiştir. 2007 yılından bugüne ordunun anlayışında önemli bir farklılık mı ortaya çıkmıştır? Darbe hazırlığı ve yasadışı fişleme ve andıç gibi fiiller nedeniyle kaç ordu mensubu ihraç edilmiştir? Kamuoyunu derinden yaralayan bu filler nedeniyle Türk halkından özür dilenmiş midir? Bunların hiç birisi yapılmamıştır. Başından beri hükümetin belgeye çok büyük önem atfettiğini görmekteyiz. Ancak Başbakan'ın bu kadar önemli gördüğü bir durumun Genelkurmay Başkanı'nca aynı oranda önemsenmemesi, hatta bunun ötesinde belgeye “kağıt parçası, kaç günden beri boşu boşuna ülkenin gündemini işgal ediyor” denmesi düşündürücüdür.

Son olarak şuna da vurgu yapmak ve bir hakkı teslim etmek gerekiyor. Taraf gazetesi, gazetecilik görevini yerine getirerek önemli bir haberciliğe imzasını atmıştır. Hem gazetecilik görevini yerine getirmiş hem de demokrasinin bir adım daha öteye gitmesine neden olmuştur. Bu nedenle tebrik edilmeyi hak ediyorlar. Durum böyle olmasına rağmen gazetenin bu nedenle soruşturmaya tâbi tutulmak istenilmesi ve Genelkurmay Başkanı tarafından “ Orduya karşı medya üzerinden yapılan asimetrik hareketin” tarafı olarak itham edilmesi kabul edilebilir değildir. Bütün medya organları şimdiye kadar aynı hassasiyeti göstermiş olsalardı demokrasimizin bugünkünden daha ileri bir seviyede olacağı kuşkusuzdu.

* Emekli Yargıtay Cumhuriyet Savcısı

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT