1. YAZARLAR

  2. İbrahim Öztürk

  3. Nükleer enerji piknik tüpü mü, ya da nedir?
İbrahim Öztürk

İbrahim Öztürk

Yazarın Tüm Yazıları >

Nükleer enerji piknik tüpü mü, ya da nedir?

24 Mart 2011 Perşembe 00:40A+A-

Japonya'da kullanım ömrünü doldurduğu halde maddi sıkıntılar ve lider boşluğu nedeniyle faaliyetine devam ederken deprem-tsunami ortamında nükleer santralden radyoaktif sızıntı yaşanması nedeniyle, haklı olarak nükleer karşıtı cephe sesini yükseltiyor.

Benim için fikirleri çok muteber olan Sayın Şahin Alpay bizim gazetede iki yazı ile tartışmaya katkı yaptı. Önce 'nükleer belayı başımıza sarmayın' uyarısını yaptı. Ardından da 'nükleerden vazgeçerek dünyaya örnek olalım' önerisini getirdi. Önceki gün Zaman'ın Yorum sayfalarında Avrupa Parlamentosu Yeşiller Siyasi Danışmanı Ali Yurttagül'ün 'Türkiye nükleer enerji serüveninden vazgeçmelidir.' temalı uyarı yazısı geldi. Nihayet dün de değerli yazar Joost Lagendijk'ın nükleer enerji karşısında Almanya Başbakanı Merkel'in sergilediği 'dozu kaçan' hassasiyeti, bizim Başbakan'ın 'kılını kıpırdatmadığı' ve kısaca 'n'olcak, piknik tüpü de riskli' şeklinde olayı basitleştirdiği iki çok farklı yaklaşımı mukayese etti. 'Bu tavır Avrupa'da siyasetçinin kariyerini bitirir.' diyor.

Bu eleştiriler özünde doğru ancak son derece romantik ve maalesef gerçek hayatta karşılığı yok. Dünyadaki bu son yaşananlar geride kalır, şimdilik yerine daha iyisi konulana kadar ülkeler nükleer enerji seçeneğine devam eder. Son dönemlerde bu konuya bir hayli kafa patlatıyorum. 2006 yılında MÜSİAD için yaptığımız Enerji Raporu çalışmasından ve 2008 yılında İTO için yaptığım 'Türkiye'nin Küreselleşmesi: Riskler ve Fırsatlar' adlı üç ciltlik editoryal çalışmaya, bu alanda uzman olan Boğaziçi Üniveritesi emekli öğretim üyesi Prof. Vural Altın'ın yaptığı katkıdan çıkan tek somut sonuç var: Bütün sızıntı, depolama, atık sıkıntılarına rağmen, nükleer enerji Türkiye için bir fantazi veya tercih konusu değil, bir büyük zarurettir.

Hele hele TÜSİAD Başkanı gibi bir cümlenin içinde hem cari açıktan, hem yüksek enerji maliyetlerinden dem vurup, hem de nükleer enerji seçeneğinden uzak kalınması önerisinde bulunmak tam Türk tipi sorumsuzluk örneği. İki büyük enerji ihalesinin ortakları da bu arada TÜSİAD üyesi, iyi mi? Buna da sağ gösterip sol vurmak denir! Bütün eleştirilerin ortak noktası, 'bundan vazgeçin de sonucu ne olursa olsun' şeklinde. Aynı ekip termik santrale, hidrolik enerjiye de karşı çıkıyor.

Ağırlıklı kısmını TÜSİAD patronlarının işlettiği doğalgaz çevrim santralleri ile sadece köküne kadar Rusya'ya bağlı değiliz, aynı zamanda sürekli artan bu gaz fiyatları ile sanayide rekabet etme, istihdam yaratma, evde ısınma şansı da kalmıyor. Altını bir kez daha çizerek söylüyorum, alternatif enerji ya da yenilenebilir enerji kaynakları, Türkiye'nin mevcut ve gelecekteki enerji ihtiyacı için çöldeki bir bardak su misali yetersizdir, oranı da yüzde 10'ları bulmaz.

Kökten çözüm için başlangıç noktası asla burası değil. Bu meyanda en tutarlı nükleer eleştirisi Bugün Gazetesi'nde Gülay Göktürk'ten geldi. Diyor ki, bu konuda milli mutabakat ve hatta küresel mutabakat gerekiyor. Biz ne tür ve nasıl bir hayata talibiz? İmalat sanayii ne olacak, köye mi döneceğiz, gaz lambasına ne denir? Doğru. Bu yüzden son yazımda materyalist aydınlanmanın bize dayattığı üç ayaklı 'şeytan üçgeninden' bahsederek insanlığın köprüden önceki son çıkışı yakalaması gerektiğini önerdim. Konuşulacak konu budur. Ancak laf inançsızlık çukuruna gelince, imanı yok ederek eleştirel aklı putlaştıran materyalist modernitenin reddiyesine gelince ortalıktan tüyüyorlar.

Acaba nükleer enerji mi, yoksa nefsi ilahlaştıran bugünkü 'maddiyyum tarikatı mı' daha tehlikelidir? Daha son sözümü söylemedim.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT