1. YAZARLAR

  2. Sümeyye Demir

  3. Nereden nereye
Sümeyye Demir

Sümeyye Demir

Yazarın Tüm Yazıları >

Nereden nereye

25 Aralık 2009 Cuma 02:20A+A-

Minareler süngü, kubbeler miğfer,

Camiler kışlamız, mü'minler asker.

Bu iláhi ordu dinimi bekler,

Allahu Ekber, Allahu Ekber.

28 Şubat sürecinin en sıcak yaşandığı günlerde okunan bu şiir (Aralık 1997), yargıyı harekete geçirir ve Erdoğan için mahkeme süreci başlar. DGM, TCK'nın halkı din, dil ve ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etme suçunu düzenleyen 312/2 maddesi uyarınca Erdoğan'ı 10 ay hapis cezasına çarptırır. Mahkeme, Erdoğan'ın cezasını, "Geçmişteki hali ve suç işleme eğilimi" nedeniyle ertelemez. Hapis cezasının paraya çevrilmesinin etkili olmayacağı düşüncesiyle, cezası paraya da çevrilmez. Ancak kararın en can alıcı noktası ise, Erdoğan'ın ömür boyu siyasi yasaklı olacağı hükmüdür.  Bu kararın ardından, tepelerine balyoz inen Erdoğan ve muhiti, can havliyle bir çıkar yol bulma derdine düşer. Erdoğan’a, 4 aylık cezaevi yolu görünmüştür.

Erdoğan, cezaevinde iken yeni atılımların, yeni yol haritalarının ve ‘bu böyle gitmez’ dedirten sıçrayışların yapılması gerektiği kararını vermiştir. Hapisten çıktıktan sonra Milli Görüş teşkilatının kendisine sahip çıkmaması, belediyede bıraktığı izlerin silinmeye çalışılması, atadığı bürokratların görevlerinden alınmaları, pamuk ipliğine bağlı son bağı da koparır.

Teşkilat tarafından yalnız bırakılır. İlk amacı, Fazilet Partisi'ni, kendi gibi değişimi savunan arkadaşlarıyla içerden ele geçirmektir. 14 Mayıs 2000 tarihinde 1. FP kongresinde kozlar paylaşılacaktır. 30 yıllık Milli Görüş geleneğinde ilk kez bir kongrede iki aday yarışır. Yasaklı Erbakan'ın adayı "gelenekçi" Recai Kutan ile yine yasaklı olan Erdoğan'ın adayı "yenilikçi" Abdullah Gül. Erdoğan'ın adayı Gül, seçimi çok az bir farkla kaybeder. Artık yeni bir parti kurmanın vakti gelmiştir.

14 Ağustos 2001'de kurduğu partisinin başkanı olur. Siyasi yasaklı olduğu için, 3 Kasım 2002'de yapılan seçimlere katılamaz. Yüzde 34,6 oy alarak, partisini meclise taşır. Ancak, kendisi ne başbakan ne de milletvekili olabilmiştir.

Milli Görüş gömleğini çıkaran Erdoğan, yenilikçiler olarak meydanlardadır artık. Abdullah Gül başbakanlığında hükümeti kuran AKP, CHP ile anlaşarak yaptığı bir anayasa değişikliğiyle Erdoğan'ın yasağını kaldırır. Erdoğan, Siirt milletvekili seçilen Fadıl Akgündüz'ün milletvekilliğinin düşürülmesinin ardından, Siirt seçimlerinde, Siirtlilerin kendisini kucaklaması sayesinde seçimi kazanır. 8 Mart 2003'te Meclis'e giren Erdoğan, bir hafta sonra 59. Hükümet'i kurar. O artık Türkiye’nin yeni başbakanıdır.

AKP iktidarı, aynı zamanda Türkiye’nin yeni bir döneme girmesi, pek çok tabuların yıkılması, organize işlerin bozulması, gizli dolapların ayyuka çıkması, 1925’lere dayanan bir takım yasakların kalkması, suskun dillerin dönmeye başlaması, ürkek başların kalkması ve daha pek çok şeyin rahatça yüreklerden açığa püskürtülmesinin başlangıcı olur. Türkiye kabuk değiştirme, geçmişle yüzleşme ve yapılan hataları telafi etme aşamasına gelir.

İzledikleri politika, topluma bakış açıları, rejimle aralarındaki mesafe, millet için siyaset yapma, hizmet partisi olma, kendilerinden önceki yöneticilerin özgürlük anlayışlarından uzak, daha kuşatıcı, hoşgörülü olmaya çalışma, Allah inançlarından kaynaklanan sorumlulukları yerine getirme, kendilerini dahi istemeyen eski sistemle kafa tokuşturmayı göze alma, büyüklerinden gördüklerinin aksine, dış işlerinde kendilerince farklı bir politika izleme yolunu seçme gibi özelliklerinden dolayı, Türkiye geri dönüşü olmayan bir yola girmiştir.

Erdoğan, en büyük başarısını, İstanbul B.Ş.B. başkanlığı yaptığı sırada elde etmişti. İstanbul’un çehresini değiştirmesi, suya hasret halkın musluklarından içme suyunu akıtmayı başarması, yollar, metro, çevre düzenlemesi gibi pek çok güzel işlere imza atmasıyla, İstanbul gibi Türkiye’nin kalbi olan bir şehrin halkının gönlünde taht kurmayı hak etmişti. Belediye başkanlığı sırasındaki namı nedeniyle, tüm ülke halkı için, tercih edilebilecek kişi olabilme ip uçlarını vermiş oldu.

Biz halk olarak zulmedilene, haksızlığa uğrayana, elinden ekmeği alınmak istenene üzülür ve duygusal olarak onun tarafını tutarız. Bu nedenle cezaevine girmesi de, kendisini daha bir popüler ve güvenilir kıldı halkın gözünde. 2002 seçimlerine girememiş olsa da, halk partisini ve arkadaşlarını yalnız bırakmadı. Sonrasında yasağının kaldırılmasına, Siirt’te seçime gitmesine kimse ses çıkarmadı. Kendisinden nefret edenler arasında dahi, neredeyse tek çatlak ses çıkmadı.

Yaklaşık 4,5 yıl son gaz çalıştılar ama, önleri hep muhalifler, laik geçinenler, Atatürkçü olduğunu savunanlar, askerler, yargıçlar ve yasalar tarafından kesilmeye çalışıldı. Karizmatik bir siyasetçi özelliğini fazlasıyla bünyesinde taşıyan Erdoğan, bunu doğru ve lehlerine kullanmasını bildi. Tarih 22 Temmuz 2007’yi gösterirken, sandık başına koşan halk, fikirlerine, ideallerine, eşine, kardeşine ve partisine rağmen AKP için kullandı oylarını. Yani, kendisini sevmeyenler dahi, sırf hizmetleri, mağduriyetleri ve çabaları için tercih etmişti AKP’yi.

Yandaki harita, 2007 seçimlerinde AKP’nin aldığı illeri göstermektedir. Neredeyse Türkiye tarihinde görülmemiş bir başarıydı onlarınkisi. Kim ne derse desin, Türkiye için en hayırlı, en değerli, en başarılı ve en uygun cumhurbaşkanı seçimini yaptılar. Abdullah Gül’ü, Çankaya köşküne kondurdular.

Ülkede özgürleşme yolunda adımlar atıldı. Ümitler verildi. Bir çok pozitif gelişmeler sağlandı. Ancak bunlar sadece Erdoğan ve hükümetinin değil, tutsaklıktan ve kuklalıktan kurtulmak için, rejime ve yandaşlarına isyan bayraklarını açan, onlara arkalarında olduklarını haykıran, kendi yürek güçlerinden, onların damarlarına güç enjekte eden halkın da iradesinin eseridir. Değişen dünyanın, reddedilemez gerçeğidir.

Bir beş yıllık hükümet etme hakkını daha ellerinde tutuyorlardı. Ama sanki bir rehavet çökmüştü üzerlerine. Heyecanla, coşkuyla dillendirdikleri vaatlerini, halkın beklentilerini, bir ileri iki geri temposuyla karşılamaya çalıştılar. AB ümitlerini kış uykusuna yatırdılar. Taş atan çocuklara önce göz kırptılar, sonra arkalarını döndüler. Bir karamsarlık, bir bocalama, bir kendine güvensizlik sarıvermişti çevrelerini. Yıllar akıp gitmiş, bu günlere gelinmiş.

Çok milletli halklardan oluşan ülke de, azınlıklara hiç gün yüzü gösterilmemiş, solukları kesilmiş, başları ezilmiş ve ruhları sindirilmiş. Azınlıklara haklarını iade edeceğiz diye türkü tutturan hükümet, tek bir somut adım dahi atamamış. Önceden hazırlattığı yasaları rafa kaldırtmış, en basit bir hamleyi yapmaktan dahi ürker olmuş. 2007 e-muhtırasında aslan kesilen hükümet, şimdi kuyruğunu bacakları arasına sıkıştırmış. “Ölmek var dönmek yok. Biz yola baş koyduk” deseler de her gün ısrarla, pratikte dişe dokunan tekbir hamle atamamış.

Bir yola girdi bu ülke. Yola devamda halk ısrarcı oldukça, avuçlarının içleri kaşınan, ‘ille de kavga ve kanlı gözyaşı isteriz’ diye haykıran, gündemleştirilen barış projelerini engellemeye çalışan bozguncular, fink atmakta ortalıkta. Daha önceki yıllarda olduğu gibi, aydınlanmaya ve özgürleşmeye gidildiği bir dönemde, yine karıştırılmaya çalışılmakta ülke. Sokağa dökülen insanlar, yanan evler, arabalar ve işyerleri, öldürülen çocuklar ve gençler, patlayan bombalar bir kaosa sürüklemekte memleketi.

Gelişime ve yenileşmeye kulaç atmakta ülke dendikçe, çetrefilli oyunlar tezgâhlanmakta her köşe başında. Terör içinden terör çıkmakta inadına memlekette. Yükselen sesler arasında, halk bölünmeye çalışılmakta acımasızca. Kardeşlik, birlik ve beraberlik ayaklar altına alınmakta hayâsızca.

Cezaevleri asker ve subaylarla dolmakta. Eline ve diline sahip çıkamayan ordu mensupları, inadına devam etmekte korku baltalarını sallamaya. Her taşın altından asker ve silah çıkmakta. Susmak, suçluları cezalandırmak veya soruşturmalar açmayı vaat etmek yerine, genelkurmay savaş gemisi üzerinde halkı dize getirme mücadelesi vermekte.

“Son olarak çeşitli vesilelerle değindiğim, Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı yürütülmekte olan asimetrik psikolojik harekâta ilişkin bazı hususlara değinmek istiyorum. Bugün, bu konulara özellikle üzerinde olduğumuz TCG Oruç Reis Firkateyni’nde değinmemin özel bir anlamı var. Herhalde herkes, açıkça ne demek istediğimi anlamaktadır.” (Trabzon 17.12.09)

Aba altından sopa göstermek devri kapandı dercesine, medyaya, akademisyenlere, aydın ve düşünürlere hadleri bildirilmeye çalışılmakta. Gece yarıları, sinsi karanlıkların perdeleri arkasında, iktidara karşı suikast planları düzenlenmekte. Şeytanla kol kola, milletin aydınlık yarınları karartılmaya çalışılmakta. Kapatılan onlarca partilere, hala bir yenileri eklenmeye devam etmekte. Halkın tercihiyle meclise gönderilenler, millete rağmen alaşağı edilmekte. Dine, demokrasiye, özgürlüğe, kardeşliğe ve barışa ayak direyen yargıçlar, savcılar ve bir kısım barolar, canları sıkıldıkça soluğu Anayasa Mahkemesinde almakta ve kimse de bunlara güç yettirememekte. Oysa, terörün iç yüzünü ortaya çıkarmaya çalışan gazeteyi kapatmak, gazetecileri ise cezaevine tıkmak için uğraşılmakta, haklarında davalar açılmakta.

Türkiye kaynamaktadır. Sıcak günlerin kucağında evrim geçirme mücadelesi vermektedir. Devletin yıllar yılı süren baskıcı zihniyeti, artık modası geçmiş bir elbise gibi bir tarafa atılmıştır. Eski sistemin devamını isteyenler, dokunulmazlıklarının kaldırılmasına diş bileyenler, rejimle kucak kucağa gününü gün edenler, devekuşu misali, başlarını soktukları topraktan çıkarmamakta direnç göstermektedir. ‘Devlet için millet’ zihniyeti yerine, ‘millet için devlet’ gerçekliğini kabul etmek istemeseler de, halk bunu onlara kabul ettirme yoluna girmiştir bir kere.

Önceki yıllar yapılamayan, yapılmasına cesaret edilemeyenler yapılmaya başlamıştır. Savaş gemisi üzerinde ültimatom verenlere, seslendiği medya, akademisyenler, aydınlar ve halk, ziyadesiyle vermişlerdir cevaplarını. Halk barış istemeye, azınlıklar hakların iadesini yüksek sesle talep etmeye devam etmektedir. Ermeniler, Aleviler ve Kürtler, geri adım atmaya asla niyetli değildir. Bu gidişata bir dur deme zamanı gelmiş, vatandaşlar arasında eşitsizlik ilkesinin bitirilmesi zorunluluk halini almıştır.

Yaşadığımız şu sıcak ve hengâmeli günler gösteriyor ki, daha yürünecek çok yol var. AKP, yaşananlar karşısında yeterince zaaf göstermiş, ağır ve ürkek davranmış, yanlış ve eksik bir takım işlere imzasını atmıştır. Hükümet, gelinen bu noktadan sonra, yaşananları daha iyi okumalı ve ülkenin sürüklenmek istenen mecralara gönderilmesini önlemek için, 2007’de takındığı dik duruşunu yine takınmalıdır.

Ortalığın durulmasına katkı sağlamak adına, kendilerinden ısrarla beklenen somut adımları atmalıdır. Ermeni Ruhban okulunun açılmasına izin vermeli, değiştirilen belde isimlerini iade etmeli, dillerine özgürlük tanınmalı, diyanet kaldırılmalı veya Alevilerin razı olduğu ortak bir yol bulunmalıdır. Bir iki günlük mesai harcayarak, hızla inişe geşen toplum psikolojisi, biraz olsun rahatlatılmalıdır.

Dağlıca, Aktütün, Tokat ve diğer karakol baskınlarını askerin neden engelleyemediği, ordunun askerlerini niçin koruyamadığı, istihbaratın nasıl bir zafiyet içinde bulunduğu, hangi nedenden ötürü askerlerin silahsız pusulara düşürülebildiği sorgulanıp, sorumlular cezalandırılmalıdır.

Türkiye, artık yeniden geçmişi yaşamak istememektedir. Birlik ve bütünlüğü bozmak, Kürt halkına arzu ettiklerinin verilmesine engel olmak adına yapılan her türlü olay, çatışma ve saldırılar detaylıca incelenmeli, karanlık noktalar aydınlığa kavuşturulmalıdır.

Son günlerde arka arkaya yaşanan şüpheli intiharlar titizlikle incelenmeli, ölümlerinin altında yatan gerçekler gün yüzüne çıkarılmalıdır. Tarhan Erdem’in “: Son zamanlarda intihar eden subaylardan bir kısmı amirini ele vermemek için intihar etti mutlaka. Biri psikolojik olarak yapmış olabilir, biri kendi suçlu görüneceği için yapmış olabilir. Fakat bir ya da bir kaçı emir – komuta zinciri içerisinde yaptıkları işlerden dolayı komutanını ele vermeyi gururuna yediremediği için intihar etmiştir. Buna bir son vermek, bir yerde kesmek lazım, çünkü sonu yok” şeklindeki sözleri üzerine, dikkatlice düşünülmeli ve adımlar atılmalıdır.

Meclis çatısı içinde, kapatılan DTP’liler ile yaşanan sıkıntılar, takınılan tavırlar, mesafeli duruşlar, bu saatten sonra tekrar gözden geçirilmeli, vaktiyle yapılan yanlışlar tekrarlanmamalıdır. Bitirilmek istenen terör olayında, hoşumuza gitmese de muhattap alınması gereken kişi veya kişiler belli iken, ipe un sermenin fayda sağlamadığı görülmelidir.

Kapatılan DTP temsilcileri, yeni çatıları BDP içerisinde, halkı galeyane getirecek, öfke ve nefretleri bileyecek, barış önüne engeller kuranların ekmeğine yağ sürecek eylem ve söylemlerden imtina etmelidir. Daha tutarlı, barışın önünü açacak projelere ortak, temsil ettiklerini savundukları halkın menfaatlerini zedelemeyecek tutum ve davranışlar içerisinde olmalıdır. Toplumu dışlayan, kendi menfaatlerini her şeyin üstünde tutan, geçmiş rejim mantığını hasretle yad eden cephelerle, ortak payda altında bulunmamaya dikket etmelidir.

Hükümet, söyleyecek ciddi sözleri olmadığı halde, menfaatleriyle örtüşmedi an, koltuk altlarına sıkıştırdıkları sözde delil ve klasörleri mahkemelere taşıyan, parti ve bürokratların önünü kesmek, milletin tercihini ön planda tutmak ve ülke adına istenmeyen sonuçların cereyan etmesini engellemek adına, en kısa zamanda, gerekli yasa değişikliklerini yapmak zorundadır.

Anayasa değişikliği konusunda, ivedilikle çalışmaları tekrar başlatmalı, mümkün olduğunda geniş destek eşliğinde, yine tehir etmemek üzere kolları sıvamalıdır. Kişi hak ve özgürlüklerini kısıtlayan, azınlıkların haklarını reddeden, keyfi kararlar alınmasına açık kapı bırakan, bünyesinde boşluklar barındıran maddelerin acilen düzenlenmesi yoluna gitmelidir.

Ülke, fokur fokur kaynamakta, terör ve kaosa çanak tutanlar meydanlarda fink atmaktadır. Dikkatli, sağduyulu, akıllı, hoşgörülü ve adaletli olunmadığı, suçlulara göz yumulduğu, plan ve dümenlerin sümen altı edilmesine ses çıkarılmadığı takdirde, milletin uçurumdan aşağı yuvarlanması, ülkenin tekrar geriye gitmesi içten bile değildir. Dünyaya açılmayı kendine hedef edinen, gelişmiş ülkelerle yarışma cesaretini gösteren bir Türkiye yerine, yine cuntaların, darbelerin ve geri kalmış zihniyetlerin kucağına terk edilmeş bir ülke olarak kalmaya mahkum olabiliriz.

Okumaların iyi yapıldığı, milletin refahı için taleplerin yerine getirildiği, en üst seviyede asker, hakim, savcı, bürokrat, milletvekili, parti başkanı olsa dahi, suçluların cezalandırıldığı, karanlık meselelerin çözüme kavuşturulduğu, uluslar arası menfaatlerin, hakkıyla korunmasının sağlandığı bir yol seçildiği takdir de ise/ki umudumuz o yöndedir/, çok güzel ve barış dolu yarınların gelmesi mümkünsüz değildir.

Milletçe el ele verip porvakasyon yapanlara pirim vermemeli, ‘Türkiye Türklerindir, Türkiye laiktir laik kalacak’ gibi klişe sloganlarla çığırtkanlık yapanlar dikkate alınmamalı, susmadan, ama şiddete de başvurmadan, ülke ve millet bekası için, kan ve göz yaşı akıtmadan, bu zorlukların ve sorunların üstesinden gelmeye çalışılmalıdır.

Selam ve dua ile.

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum