1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Nahda Hareketi ve Tunus’un Geleceği (Röportaj)
Nahda Hareketi ve Tunus’un Geleceği (Röportaj)

Nahda Hareketi ve Tunus’un Geleceği (Röportaj)

Özgür Tomakin, Nahda'nın önemli isimlerinden Refik Abdusselam ile Nahda Hareketi ekseninde ülkedeki İslami hareketlerin geleceğini ve Tunus’un devrim sonrası çözülen ve çözülemeyen sorunlarını konuştu.

25 Mayıs 2017 Perşembe 09:33A+A-

Röp: Özgür Tomakin | Haberiyat

2011’deki devrimin ardından ayaklanmaların yaşandığı diğer ülkelerin aksine demokratik geçişin özellikle siyasal alanda başarılı bir şekilde devam ettiği Tunus’ta iki başat parti olan seküler Nida Tunus Partisi ve Nahda Hareketi koalisyonun bir parçası olarak yönetimde bulunuyor. Birçok Arap ülkesine kıyasla özgürlükçü bir anayasanın kabul edilmesi ve arkasından genel seçimlerin yapılması ile birçok engeli geride bırakan Tunus sene sonunda yerel seçimlerini de gerçekleştirerek siyasal geçişin önündeki son engeli de ortadan kaldırmanın hazırlığı içerisinde.

Siyasal olarak birçok şey yolunda gitse de Tunus özellikle güvenlik ve buna bağlı olarak iktisadi anlamda zor bir zamandan geçiyor. 2014 yılındaki terör saldırılarının ardından ülkede yaşanan istikrarsızlık halkın ekonomik beklentilerine büyük sekte vurdu. İşsizlik ve enflasyondaki yükselişin yanı sıra Tunus dinarının değer kaybı ve ülkeyi ziyarete gelen turist sayısındaki düşüş sıkıntılardan sadece birkaçı. Buna bir de ülkede artan yolsuzluk vakalarına kalıcı bir çözüm bulunamaması halkın mevcut durumdan duyduğu rahatsızlığı perçinliyor. Sokakta konuştuğunuz hemen her Tunuslu devrim sonrası durumdan duyduğu memnuniyetsizliğini belirtmekte bir beis görmüyor. Tüm bunlara rağmen Ben Ali dönemine kıyasla halk düşündüklerini ve özellikle hükümete yönelik eleştirilerini özgür biçimde ifade edebilmekten ise oldukça memnun.

2014’teki seçimlerde büyük oy kaybı yaşayan Nahda Hareketi hükümetteki birçok bakanlığı Nida Tunus Partisi’ne kaptırsa da iki parti tamamiyle zıt ideolojilerine rağmen ortak hükümet kurmak konusunda anlaştı. Geçiş dönemindeki bu başarılı olarak nitelendirilebilecek iş birliğinin arkasındaki sebep iki parti temsilcilerine de göre de ideolojini bir kenera bırakılması. Nida Tunis cephesinde seçim galibiyetinin ardından ılımlı açıklamalar gelmeye devam ederken Nahda da son parti kongresinde dini faaliyetler ile siyaseti ayırma kararı verdi. Bu karar gerek parti içinde gerekse ülke genelinde uzun süren tartışmalara yol açtı. Arkadaşımız Özgür Tomakin, 2013’e kadar Nahda’nın liderliğini yaptığı hükümette dışişleri bakanlığı görevinde bulunan ve hareketin önemli isimlerinden Refik Abdusselam ile Nahda Hareketi ekseninde ülkedeki İslami hareketlerin geleceğini ve Tunus’un devrim sonrası çözülen ve çözülemeyen sorunlarını konuştu.

Öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğimiz için teşekkür ederiz. 2011 devrimi geçiren Tunus bugün ne durumda, kısaca bilgi verebilir misiniz?

Bana kalırsa Tunus hala bir geçiş safhasında. Diğer ülkelerdeki politik dönüşümlerden farklı değil. Bu karmaşık ve bazen de meşakkatli bir dönemeç ama Tunuslular doğru bir istikamet üzereler. Geçmişteki ve bugünkü tüm zorluklara rağmen ülkede vaziyet üstesinden gelinecek bir mahiyette. Yani siyaseten müthiş bir aşama kaydettik, buna hiç şüpheniz olmasın. En az üç seçimi başarıyla tertipledik. Evvela Kurucu Meclis Seçimleriyle (2011) işe başladık. Bunları parlamento seçimleri ve cumhurbaşkanlığı seçimleri takip etti.

Hepsi de şeffaf ve demokratik seçimlerdi. Aynı zamanda da Tunus için bir ilkti. Devrim sonrası atmosferde ülkede yeni bir siyaset kurumu (political instutions) kurmaya muvaffak olduk. Tunus halkının ve siyasi hareketlerin taleplerini yansıtan, İlerici bir anayasa hazırladık.

Elbette hala bazı zorluklarla muhatabız. Başlıca sıkıntımız bölgedeki istikrarsızlık ve bilhassa komşumuz Libya’daki kriz. Libya’da devlet otoritesinin ortadan kalkması ve insanların silaha sarılması Tunus’a da zarar veriyor. Ülkedeki devrim sonrası siyasi iklimi düşünürsek, haliyle ekonomik zorluklar da yaşıyoruz. Halkın talepleriyle realite arasında hala boşluklar var ki günümüz Tunus’undaki asıl mesele de bu. Müspet olansa ülkede sivil toplumun ekonomik kalkınmayı öncelikli görmesi. İşleyen bir demokrasinin iki ayaklı olduğunu biliyoruz: biri politik, diğeri ise ekonomik ve sosyal ayak. Siyaset kurumu düzgün çalıştığı müddetçe, ekonomik problemleri halletmek de büyük ölçüde mümkün.

Az önce de söylediğim gibi sivil toplum şuan ekonomiye yoğunlaşmış halde. Siyasette belli bir seviyeyi tutturursak, Tunus’un ekonomik ve sosyal yönden de başarılı olacağını söyleyebiliriz.

Sivil toplum üzerinde biraz daha duralım. Tunus’ta sivil toplum oldukça güçlü. Hatta bazı akademisyenlere göre yasama, yürütme ve yargıdan sonra sivil toplumun Tunus siyasetinde dördüncü erk. Tunus sivil toplumunun troyka (2011 seçimlerinden sonra ülkeyi bir müddet yöneten üç parti ittifakına istinaden) veya öncesinde, devrime giden yoldaki tecrübesi üzerine konuşabilir miyiz? Zira gördük ki Tunus’ta sivil toplum iç siyaseti yönlendirip şekillendirebiliyor. Ve aynı zamanda barışçıl bir dönüşümün yararlı bir unsuru. Peki bu siyaseti şekillendirme gücü, aynı zamanda bir dilemmaya da işaret ediyor mu? Yani sivil toplumun da bir sınırı var diyor musunuz? Yemen, Libya, Suriye ve diğer örnekleri de göz önüne alarak bir değerlendirme yapabilir misiniz?

Bence faal ve güçlü bir sivil toplumumuz var. Ülkemizin en büyük artılarından birisi bu. UGTT’nin (Tunus Genel İşçi Sendikası) tarihine baktığımızda, bölgedeki en eski sendika hareketi olduğunu görüyoruz. Bir sivil toplumun olması gereken dinamik unsurlara ve kurumlara sahibiz. Sabık rejim zamanında çok baskılar görse de Tunus sivil toplumu yeni anayasa ve siyasi iklimle birlikte gittikçe daha da özgürleşiyor. Siyasi partilerin ve sivil toplumun faaliyet gösterdiği, devletin de üzerine düşenleri yaptığı düzenli bir sistem kurmamız yakındır.

Karşılaştığımız tüm problemlere karşın Tunus sivil toplumu yapıcı bir rol oynadı. Tunus sivil toplumu, ülkesi kargaşa içindeyken farklı siyasi toplumun farklı kompartımanları arasında arabuluculuk yapmak için meseleye müdahil oldu. Politik konsensüse sivil toplum sayesinde vardık. Mısır’da böyle olmadı mesela: sivil toplumun yokluğunda boşluğu dolduran orduydu. Tunus’ta ise sivil toplum kriz anında toplumun farklı tabakalarını altında toplayan bir şemsiye vazifesi gördü. Fakat Tunus devriminden sonra güç dengesi, devletin zafiyeti sebebiyle sivil toplumun lehine değişti. Zira Tunus’ta devletin payandası olan güvenlik güçleri devrim gerçekleşirken halk tarafından hedef alınmıştı. İnsanlar güvenlik güçlerini diktatörlüğün ve despotizmin nişanesi olarak görüyorlardı. İhtilalden sonra devletin ve devlet kurumlarının, bilhassa güvenlik güçlerinin zafiyetinden muztarip olduk. Bir yandan da bu, siyasi hareketler ve sivil toplum adına pozitif bir atmosfere imkan tanıdı. Negatif bir husus olarak güç dengesinin devletten çok sivil toplum lehine değişmesi söylenebilir ama iki tarafın rolü açısından daha dengeli bir yola doğru gidiyoruz.

Peki biraz da ekonomiye değinelim. Tunus’ta sokaktaki insanlarla konuştuğumuzda, ekonomiye eleştirel yaklaşıldığını görüyoruz. Devrimin kendi hayatlarında pek birşeyi değiştirmediğinden, eski rejimin zamanında daha iyi halde olduklarından yakınıyorlar. Ne dersiniz, ekonominin içinde bulunduğu ahval bu demokratik değişim için bir tehdit teşkil eder mi? Sizce devrimin siyasi atmosfere getirdiği heyecanı ekonomide niye göremiyoruz?

Birinci sebep, beklendiği üzere devrimden sonraki ilk aşamada daha ziyade politikaya yoğunlaştık, çünkü politik despotizmden çok çekmiştik. Devrimden sonra ilk yaptığımız eski rejimi tasfiye edip yeni politik sistemi kurmak oldu. Bu kolay bir iş değildi, çünkü devrim dediğiniz kurumlarıyla eski rejimi imha edip yenisini kurmaktir. Mutabakata dayalı bir anayasa hazırlamak, seçimleri tertiplemek… Kolay şeyler değil bunlar. Devrim sonrası işler oldukça karmaşıktı.

Ekonomiye gelirsek, devrimi müteakiben ve Libya’daki kargaşadan da yakınen etkilendiğimizi de eklersek, Tunus’taki istikrarsızlıktan ekonomimiz de payını aldı. 400 bin vatandaşımızın Kaddafi zamanında Libya’da çalıştığını ve artık mevzubahis olmadığnı da aklımızda tutalım. Hakeza Libya’ya yaptığımız zirai ürün ihracatımız da zarar gördü.

Yine de Tunus’taki politik dinamizm, ekonomik iyileşme için de yeni bir perspektif geliştirecektir. Ekonomimizin şeffalığa ve yeni düzenlemelere dayalı olarak ıslah edilmeye ihtiyacı var ki buna matuf bir hassasiyet ve temayül de neyse ki var. Geçmişte ağır bir bürokrasi ve merkeziyetçiliğe maruz kaldık. Şimdiyse adem-i merkeziyete dönük bir temayül var. Ve fikrimce bir sonraki yerel seçimlerde yeni anayasanın ve adem-i merkeziyete dayalı yeni siyasi gidişatın yansımaları olacak.

Yasama organımız da yeterince sağlıklı değil ki o noktada bir reform aşamasındayız. Ekonomik iyileşme siyasi iyileşmeye nispeten biraz daha zaman alacaktır zannımca. Bin Ali rejimini üç-dört haftada devirdiğimizde insanlar tüm iktisadi ve içtimai sıkıntıların aylar içinde çözüleceğini sandılar fakat bunlar çok daha çetrefilli meselelerdi.

Geçmişte sosyal hayatta marjinalize edildik. Zaten ihtilal de, Sidi Bu Zeyd, Kasrin gibi ülkenin marjinal yerlerinde başladı. İnsanlar hala “demokrasinin ne faydası var ki” gibi sorular soruyor. Parlamento, siyasi partiler, sivil toplum gibi şeyler saydığınızda belki bunlar insanların gerçekleriyle henüz örtüşmüyor. Ama bunun değişmesine de çok yok. Zira ekonomiye ve halkın hayat kalitesini artırmaya daha çok eğildiğimiz bir noktadayız.

Uzun zamandır ertelenen ama bu yıl içinde nihayet yapılması beklenen yerel seçimlerden bahsedelim. Geçtiğimiz şubat ayında parlamentodan geçen seçim yasasını da göz önünde bulundurarak Tunus’un bütünlüğü, merkeziyeti ve yerel yönetimler hususunda mezkur seçimlerin ülkede neleri değiştireceğini veya çözeceğini düşünüyorsunuz?

Şahsi kanaatim Tunus’ta adem-i merkeziyet safhasının başladığı yönünde. Bu safha ise, yeni anayasada şeklini alan belli bir felsefeye dayanıyor. İlk defa adem-i merkeziyet fikrine dayalı bir anayasamız oldu. Yani iktidarın ve servetin paylaştırılması… İşe başkentten başladık: parlamento, hükümet ve cumhurbaşkanı arasında iktidarı paylaştırdık. Ve bunlara ilaveten, ülkenin genelinde de güç ve serveti paylaştırmaya başladık. Tunus’un “homojen” bir halkı var. Bu kavramı olumlu manada kullanıyorum. Yani halk arasında dini fırkalar ve bölünmeler yok. Müslümanlarla Hristiyanlar arasında yahut diğer etnik unsurlar arasında derin kutuplaşmalar yok. Ama geçmişte iktidar ve zenginlik taksimi mevzuubahis olduğunda haksızlıklara uğradık. Şayet bir tarafta başkente ve kıyı kesimine bir tarafta da ülkenin iç kesimlerine bakarsanız, ekonomik gelişmişlik ve refah açısından arada bir uçurum olduğunu görürsünüz. Haliyle artık iktidar ve refahı adilce bölüştürmenin vakti geldi. Yerel seçimlerde bence bunun yansımasını göreceğiz. Seçimler yerel yönetimlerin idari ve mali özgürlüğe erişme manasına geliyor. Bundan dolayı yerel seçimler çok mühim. Yerel seçimlerden sonra artık insanların günlük hayatlarında karşılaştıkları problemlerin başkente, merkezi hükümete intikal etmesine gerek kalmayacak. İnsanlar söz sahibi olacak, dertleri kendi memleketlerinde çözülecek. Adem-i merkeziyyetin başlıca felsefesi de budur zaten. Modern Tunus’un tarihinde bu ilk kez oluyor.

Devrimden sonra Tunus’ta İslami kesime karşı bir tavır değişikliği oldu mu?

Elit zümre arasında pek değil belki ama halkın ekseriyetinde, devrimin getirdiği dinamizmin de etkisiyle İslami kesime bakışta bir değişiklik var. Dediğim gibi, Tunus halkı homojen bir mahiyette. Mezhep eksenli bir bölünme yok. Lakin katı laiklik anlayışına bağlı olarak ideolojik kutuplaşmalar da cereyan etmiyor değil. Esasen laiklik külli bir din karşıtlığı demek de değil. Tunus’un siyasi eliti içinde laikliği bir dogma haline dönüştürme gibi bir zihniyet var. Diğer yandan da Tunus toplumu zaten laikliği gittikçe daha da kabulleniyor. Biz toleranslı, farklı düşüncelere demokratik olarak yaklaşan bir toplumuz. Tunus devriminin en büyük başarılarından birisi de bu özelliğidir.

Geçmişte Tunus’ta devletin tahakkümüne dayanan bir laiklik anlayışından muzdariptik. Aslında hala sıkıntısını çektiğimiz bir diğer husus da devletçilik (etatizm). Yani merkezi devletin dinden, politikaya ve sivil topluma kadar her şeyi kontrol ettiği bir anlayış. İşte Tunus devriminin en büyük getirilerinden birisi toplumu serbest bırakmasıdır.

Din bahsine gelirsek, despot din ile demokratik din ayırımından bahsedebiliriz. Yani demokratik İslam ve despot İslam gibi. Bildiğimiz gibi laikliğin de çeşitli formları mevcut. Biz bu formlardan, aydınlanma adına olduğu bahanesiyle her şeyi kontrol eden en katı olanına, yani despot laikliğe katlandık. Stalin mesela çok laikti ama demokrat değildi.

İslam da diğer dinler gibi demokratik yahut despot olabilir. İnsanların İslam’ı nasıl anladığına göre değişir bu.

Peki Tunus’ta İslami hassasiyetleri olan insanlara dair ne dersiniz?

Kendilerini ifade etme adına daha fazla imkanları var artık. Devrimden evvel bu mevzuubahis değildi. Devlet her şeyi kontrol etmeye çalışırdı, bilhassa da dini mahiyette şeyleri. Dinin umumi hayattan izlerinin tamamen silindiği bir devre yaşadık ama ihtilalden sonra artık bu mevzuubahis değil. Dediğim gibi Tunus gittikçe farklı fikirlere ve dini kurumlara karşı daha toleranslı olma yolunda. İnsanların temayülleri, ideolojileri ve fikirleri ne olursa olsun artık rahatlıkla konuşabiliyor. Bu da devletin vazifesi zaten. Devletin işi insanların şahsi tercihlerine, fikirlerine, zevklerine ve hayat tarzlarına karışmak değil, sivil topluma ket vurmayacak düzenlemeleri yapmasıdır.

Belli başlı elit zümreler istikrarın temini için hala eskiye dönmeye meyletse de, Tunus şuan iyi yolda. Ama şuna çok eminiz ki gerçek politik istikrar ve güvenlik, halkın iradesine, demokratik değerlere ve insan haklarına saygı göstermek suretiyle sağlanır. Biz Tunus’ta hürriyete ve insanların iradesine dayalı sağlam bir demokratik istikrarı yakaladık.

Nahda Hareketine gelelim. Hareketin Tunus için düşündüğü model nedir?

Nahda'nınki verimli ve işler bir toplum modeli. Yani tüm tarafların (siyasi partiler, devlet ve sivil toplum) kendi rolünü oynadığı, farklı sosyal fonksyionların olduğu bir model. Biz sosyal ve dini hususiyetleri terkip ettik, çünkü bir diktatörlüğe meydan okumuş muhalif bir hareketiz. Eski rejim zamanında muhtelif faaliyetleri birbirinden ayırt etmek mümkün değildi. Artık öyle değil. Yani siyasi parti olarak kaldığınız müddetçe bu rolü oynamaya devam edeceksiniz. Hayır işleriyle veya diğer sosyal işlerle meşgul olmak isteyenler bunu sivil toplum dairesi içinde gerçekleştirebiliyor artık. Aynısı dini faaliyetler için de geçerli. Netice itibarıyla artık daha pragmatik bir cemiyet haline geliyoruz. İnsanların talepleri daha çok gözetiliyor. Diğer yandan da gitgide daha az ideolojik bir hüviyete geçiyoruz. Sebebi basit: yeni anayasa Tunus’un hüviyetini tanımlıyor. Yani dine yahut ideolojiye istinat eden bir kutuplaşmaya hiç lüzum yok. Siyasi partiler artık ideolojilerini pazarlamaktansa, siyasi ve ekonomik meselelere daha çok kafa yormak zorunda.

Peki sabık rejimin bakiyesi olan bürokrasi eliti hakkında ne düşünüyorsunuz? Bildiğimiz kadarıyla bunlar hala bürokraside mühim pozisyonlarda. Medyadan da bu kesimleri takip edebiliyoruz. Nahda’ya mesafeli yaklaşıyorlar.

Bunlar elbette direniş içindeler. Yani eski rejimin mirasını muhafaza etme gayretindeler. Geçmişte rejimin İslam ve Nahda aleyhtarı imha politikasından çektik. Tek adama dayalı sistematik bir diktatörlükten geçtiğimizi hatırda tutalım.

Ve buna mütemayil alışkanlıklar da orada burada hala görülebilir. Örneğin medya. Evet bir değişim gözleniyor belki ama bu sınırlı. Muhtelif mihraklarda politik değişikliğe karşı hala bir direniş var. Sanki eski rejim devrinde bir cennette yaşıyormuşuz gibi. Eski sistemde siyasi meşruiyet bir meseleydi oysa. Kaldı ki bugünkü sosyoekonomik problemler eski rejimden tevarüs ediyor. Her devrimde görmeyi bekleyeceğiniz üzere, geçiş safhası hep sancılıdır. Zira devrimler eski sistemle bağları koparmak demektir. Pek tabiidir ki eskiyi tasfiye edip yeniyi kurmak çalkantılı ve zor olacak. Ama dediğim gibi, biz rasyonal ve makul bir şekilde vaziyeti kurtardık. Eski rejimin yenisinden iyi olduğunu söylemek, devrimden hoşnut olmayan bazı zümrelerin pompaladığı bir illüzyondan ibaret. Ancak Tunus artık geri dönüşü olmayan bir yola girdi. Eski rejimin kalıntısı olanlar da dahil olmak üzere, farklı görüşteki siyasi unsurlara müsamaha gösterilen bir yere dönüşüyor Tunus. Bir şartla: gücünü Tunus devriminden alan yeni politik sistemin meşruiyetinden alan daire içinde kalmak kaydıyla…

Nahda’nın yerel seçimler için nasıl bir politika takip edecek? Ve Nahda Tunus’ta hakim güç olursa sizce Tunus bir dış müdahale tehdidiyle karşılaşır mı?

Nahda Tunus siyasetinin bir parçası. Devrimden sonraki demokratikleşmenin bayraktarı bizdik. Tunus’un hususiliği (Tunisian exceptionalism) denilen şeyi Nahda’nın oynadığı rolü görmezden gelerek anlayamayız. Tunus’ta devrim sonrası politik hayat, farklılıklar dengesinin gözetilmesine dayanıyor. Her ne kadar Nahda olarak seçimlerden birinci parti olarak çıksak da güç paylaşımına şiddetle inanıyoruz. Zira bu geçişin selameti için birlikte çalışmamız gerekiyor. Gelecek yerel seçimlerden birinci çıksak da aynı tavrı sürdüreceğiz.

Tunus tecrübesini gördükten sonra sizce Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki İslami hareketleri nasıl bir gelecek bekliyor?

Bence İslami hareketler daha pragmatik olmaya başlayacaklar. Yani ideolojik ve dini kutuplaşmalara mahal vermemeye çalışacaklar. Neticede İslam siyasi hareketlerin tekelinde değil. Müslüman toplumlara da ait. İslam, kamu ve sivil toplum dairesi içinde daha da faal hale geliyor. İnsanların ekonomik ve siyasi çıkarlarını kollamak bölgedeki tüm ülkelerin çıkarına olacaktır. Derin ideolojik ve dini kutuplaşmalara hiç lüzum yok. Irak’a Sünniler ve Şiiler arasında olanlara bakın mesela. Yani bizim ideolojiden ziyade, bir konsensüse ve farklılıklara dayanan, insanların ihtiyaçlarını ve taleplerini öne alan bir politikaya ihtiyacımız var.

Sizce “modern” İslam siyaset düşüncesi, Batı siyaset düşüncesiyle de kıyaslandığında, modern dünyaya ne sunabilir?

Zannımca İslami düşüncenin en büyük başarısı, dini değerlere ve prensiplere dayanarak modern düşüncelerle entegre olması olabilir. İnsan hakları, demokrasi gibi… Yani İslam’ı çoğulculuk, farklılık, demokrasi, insan hakları gibi hususlarda nasıl güçlü kılarız manasında söylüyorum. Müslüman toplumların önündeki en büyük mesele budur. Hem İslami değerleri muhafaza edip hem de batıdan gelen tüm müspet fikirleri ve mekanizmalara nasıl entegre oluruz? Şuan önümüzdeki en büyük iş, İslam’ı yalnızca modernite ve demokrasiyle nasıl uzlaştıracağımız meselesi değil yalnızca. Aynı zamanda İslam’ın modernite, demokrasi ve insan haklarına yeni bir soluk getirecek bir güç kılabilme meselesidir.

Müstemleke devriyle mukayese ettiğimizde sizce Batı, batılı olmayan toplumlara olan bakışında bir değişiklik oldu mu?

Hem evet hem hayır. Günümüzde hala kafa yapısı kolonicilerin mantığıyla örülmüş mihraklar mevcut. Tekelcilik ve üstünlük gibi saiklerle dünyaya hükmetmek isteyenler hala var. Bunun felsefi alt yapısı da Aydınlanma yahut “Beyaz Adamın Yükü” (The White Man’s Burden) gibi kavramlarla açıklanabilir. Ama batıda da özgürlük ve farklılıklara riayet eden mihraklar çok fazla. Batı artık etnik olarak daha fazla çeşitliliğin olduğu bir yer. Farklı medeniyetler ve dinlerin bir arada var olma ve dayanışma sergilemesi gibi realitelerden kaçış yok. “Medeniyetler çatışması” gibi tezler günümüz insanlarının talepleriyle uyuşmuyor. Farklı insanların, kültürlerin ve dinlerin birbiriyle daha sıkıfıkı gloaballeşen bir dünyada yaşıyoruz. Artık batının, diğerlerinden daha üstün olduğu zamanlara geri dönüş yok.

Malumunuz Nahda halihazırda üstüne büyük bir mesuliyet aldı. Geçmişte yasaklamalar ve baskılar sebebiyle Tunus siyasetinden uzak kalan parti, şu anda ise iktidarda. Peki parti kendi muhasebesini de yapıyor mu bir yandan? Yani şuralarda şu hatalarımız oldu ve sair gibi.

Bence partimizde bir otokritik geleneği var. Yani hatalarımızı ve noksanlarımızı elbette değerlendiriyoruz. Şuna artık inanıyoruz ki biz Tunus siyasasının bir parçasıyız. Yeniliklere biz kendi içimizden başladık. Eski sistemde böyle bir şey mümkün değildi. Yasaklıydık malum. Kurduğumuz yeni sistem bizatihi Nahda’nın bir ürünü. Zira kurucu meclis seçimlerinden birinci parti çıktık, anayasayı hazırladık. Yani bütünüyle bu sistemin parçısıyız artık.

İnsanların sağlık kıyaslamalar yapması için gerekli fırsatları temin ettik bana kalırsa. Yani eskiyle şimdinin farkını insanlar daha iyi karşılaştırabiliyor. Siyasi partilerden ziyade politik konteksten ileri gelen strüktürel bazı problemler var. Bu elbette siyasi partilerin rolünü ihmal etme, görmezden gelme gibi bir manaya gelmiyor. Şuan Nahda olarak eski tecrübelerimizden faydalanma safhasındayız. Halkın taleplerini yerine getirmek için daha iyi bir hale gelmeye uğraşıyoruz. İnsanların artık Nahda’ya daha çok itimadı var.

Teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

Refik Abdusselam

1967 yılında doğdu. Lisans derecesini Fas’taki 5. Muhammed Üniversitesi’nde felsefe bölümünden aldı. 2003 yılında ise Westminster Üniversitesi’nden siyaset ve uluslararası ilişkiler alanında sürdürdüğü doktorasını tamamladı. Oxford İslami Çalışmalar Merkezi’nde misafir araştırmacı ve El Cezire Araştırmalar Merkezi’nde ise kıdemli araştırmacı olarak görev yaptı. Nahda Hareketi üyesi olan Refik Abdusselam, eski Başbakan Hamadi Cibali’nin koalisyon hükümetinde 2011-2013 yılları arasında dışişleri bakanı olarak görev yaptı. Halihazırda Tunus’ta Stratejik ve Diplomatik Araştırmalar Merkezi’nin direktörlüğünü yürütüyor.

HABERE YORUM KAT