1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Müslüman Üniversiteli Gençler Soruyor
Müslüman Üniversiteli Gençler Soruyor

Müslüman Üniversiteli Gençler Soruyor

Faruk Beşer, bugünkü yazısında Müslüman üniversiteli gençlerin, birlikte çalışma ahlakına dair ikili ilişkileri Kur'ani emirler doğrultusunda izah etmiş.

21 Ekim 2016 Cuma 09:48A+A-

Üniversiteli gençler soruyor

Faruk Beşer / Yeni Şafak

Dünün evliyası diyebileceğimiz vasıftaki bazı üniversiteli gençlerle, sorularını ve sorunlarını tartıştık. Dediler ki:

Günümüzde kadın-erkek neredeyse her mekânda beraber. Sınıfta, kantinde, iş yerinde… Çoğumuz bu ikili ilişkilerin kırmızıçizgileri konusunda farklı düşünüyoruz. Bunu nasıl belirlemeliyiz ki okurken günaha girmeyelim?

Şöyle başladım: Evladım, bu kadar da bağnaz olmayın, herkesin kalbini bozuk mu sanıyorsunuz? Bu kadar kötümser olmayın. Kız ya da erkek, siz birbirinizin kardeşisiniz. Efendice kibarca arkadaşlıklar kurun, medeni olun. Oturun, dertleşin, sohbet edin. Birbirinize cinsel obje imiş gibi bakacak değilsiniz ya. Beraber ders çalışın. Tabi büyük yaramazlıklar da yapmayın.

Günümüzde pek çok müslüman bile bu soruya buna yakın bir cevap verebilir. Ama mesele böyle hafife alınacak bir mesele midir?

Aslında sizin cevabını almak istediğiniz soru hayatın neredeyse tamamı. Yani bunun doğru ve net cevabını verebilmemiz kolay değil. Hz. Âdem'den günümüze insanoğlunun en büyük iki imtihanından biri cinsler arası ilişkiler, diğeri de yeme içme meselesidir. Allah bunu bize Âdem-Havva özelinde öyle bir üslupla anlatır ki, meselenin her iki ucuna da işaret eder. “Şu ağaçtan yemeyin, yoksa kendinize zulmedersiniz”. O ağaç ne idi, belli değil. Bir meyve miydi, yoksa cinsellik mi? Her ikisi de olabilir, ama bu ikisinin dışında bir şey değil. O halde Âdem'in ve Âdemoğlunun ilk imtihanı, hem de kaybetme riski en yüksek olan imtihanı bu ikisi. Sanki bize şöyle deniyor gibidir; ilk atanız ve ilk ananız bu imtihanı kaybetti, ama pişman olup durumlarını düzelttiler. Siz kaybetmemeye çalışın, ama düşmüş iseniz siz de hemen kalkıp doğrulmasını bilin.

Mümin olduktan sonra bu ikisinden daha büyük bir imtihan yok. Bu imtihanı bir şekilde kazanmalıyız. Hz. Yusuf benzer bir imtihanla karşı karşıya kaldı ve kazandı. Âdem tövbe ederek kazandı, Yusuf (sa) hiç bulaşmadan kazandı. Demek ki her ikisi de mümkün ve bizim birey olarak böyle temel bir sorumluluğumuz var. Önce meselenin bu tarafını bilelim.

İkincisi, biz şu anda Türkiye'de mütekâmil bir İslam ülkesinde yaşamıyoruz. Yarı modern, yarı gelenekçi, üzerine biraz da İslam serpilmiş bir hayat yaşıyoruz. Bunu şunun için söylüyorum; Rasulüllah Efendimiz (sa) Mekke'de iken orada kadın-erkek ilişkileri Medine'de sonradan olduğu gibi değildi. En azından bu mesele müslümanların birinci meselesi değildi. Çünkü o toplum, bugün olduğundan daha çok müşrik bir toplumdu. Dolayısıyla bunun bu ilişkilerde hafifletici bir tarafının olabileceğini düşünüyorum. Tam bir İslam ülkesinde olması gerekenin tamamını burada yapamayabiliriz.

Ancak toplumların bir Mekke-Medine dönemi olabileceği gibi, tek tek fertlerin de kendi içlerinde bilgi-birikim ve yaşadıkları ortama göre bu dönemleri olabilir.

Mesela şunları biliyor ve uygulayabilir durumda isek kendi hayatımızın Medine dönemindeyiz demektir: Allah, Rasulüllah Efendimize emir veriyor; mümin erkeklere söyle, gözlerini kıssınlar, ırzlarını korusunlar. Kadınlara da söyle, onlar da gözlerini kıssınlar, ırzlarını korusunlar. Demek ırzını koruyup iffetli olmanın birinci adımı gözlere hâkim olmakla başlıyor. Allah, rasulüne emrediyor, onun da müminlere emretmesini istiyor. Demek ki meselenin otorite ile de, yönetimle de alakası var, yani bu sadece bireyin tek başına üstesinden gelebileceği bir mesele değil.

Bunları söyleyen ayetin devamında, kadınlara söyle ziynetlerini, süslerini yani cinsel cazibelerini şunların şunların dışındakilere göstermesinler deniyor. Demek ki, harama bakma yasağının yanında bir de baktırmama emri var. Bu emirde öncelik kadınlara. Çünkü cazibenin çoğu onlarda. Ama daracık pantolonlar giyip kadın gibi süslenen erkekler de çok masum olmasa gerek.

Kadınlar için cinsel cazibelerinden sonra bir de teberruc yasağı var.Teberruc, burçlaşma, yani görünür olmaya çabalama demek. Bana bakın, beni görün beni fark edin anlamına gelen her detay, her davranış teberruc olarak isimleniyor ve bu da cahiliye kadınlarının işi olarak tanımlanıyor. Kişiliğini ve kimliğini İslam'la kazanmış kadınlar bu duruma düşmemeli. Fark edilmek için ses çıkaran ayakkabı ile yürümek bile böyle sayılıyor.

Şimdi müslüman olduğunu söylediği halde bu söylediklerimize, siz hangi dünyada yaşıyorsunuz diye burun kıvırıp alay edecekler yok mu? İşte ne ölçüde bir İslam toplumu, ya da ne kadar müslüman olduğumuzun göstergelerinden biri de bu.

Bu ikili ilişkileri müslümanca kılınmasını sağlamak için gelen bir başka emir, kadınların konuşurken seslerini dahi kontrollü kullanmaları. Kişiliği oluşmuş ciddi bir hanımefendi olarak, sesini dahi cazibe unsuru yapmadan konuşması. Demek yasak olan şey konuşma değil, konuşmayı amacı dışında kullanma. Konuşma insana bir beyan aracı olarak bahşedilen insani bir eylemdir ve kul onu ne için kullandığından dahi sorumludur. Bu konuda da cazibe ağırlığı yine kadınlardadır. Onun için sorumluluk da öncelikle onlara zimmetlenmiştir.

Bu konu bu kadarla bitmez.

 

HABERE YORUM KAT

2 Yorum