1. YAZARLAR

  2. Ferhat Kentel

  3. Mazot, sofra, boya kalemi vs...
Ferhat Kentel

Ferhat Kentel

Yazarın Tüm Yazıları >

Mazot, sofra, boya kalemi vs...

31 Aralık 2011 Cumartesi 09:13A+A-

41 kişi, belki 40, belki de 39... “Önemli değil” değil... O bir kişilik fark da çok önemli... Çünkü onların her biri yaşayan bir “insan”dı... Katırlarla köylerinden çıkmışlar, Irak sınırını geçip mazot, şeker, sigara ya da başka bir şeyler alacaklar ve geri döneceklerdi.

Yola çıkmadan evvel, muhtemelen bir sofranın etrafında karınlarını doyurmuşlar, mesela çorba içmişler, ekmek yemişlerdi. Evlerinin kadınları bulaşıkları yıkamışlar; küçük kardeşler yola çıkan ve kendilerinden biraz daha büyük ağabeylerine belki sipariş vermişlerdi. Mesela öğretmen resim dersi için boya kalemi istemişti ve ağabey “tamam, mazotu satalım sana tam 12 renkli boya kalemi alacağım” demişti belki...

Onlar, Kürt sorununu “halletmek” için hayvancılığı öldürenlerin getirdikleri yasakların geride bıraktığı “açık kapılardan” hayatta kalmak için kaçakçılık yollarına düştüler yıllar boyunca... Bu kaçakçılık yollarını asker bildi, sivil bildi, herkes bildi... Onlar o açık bırakılan kapılardan mazot getirdiler, sattılar... Kazandıkları paralarla şeker, tuz, yağ, şalvar dikmek için iki metre basma, defter kalem aldılar...

Çoğu çocuk yaştaydılar; ama büyük adam gibi ekmeklerini kazanıyorlardı. Her kazandıkları şeker, basma ve defter parasıyla küçük çapta gurur duyuyorlardı muhtemelen...

Şimdi 41, 40 ya da 39 sayısında olan o çoğu çocuk insanın 38’inin bedenleri paramparça...

Geride kalan annelere, babalara, eşlere ve daha önemlisi kardeşlere bir öneriniz var mı? Ya da ne diyeceksiniz onlara? Mesela “merak etmeyin, burası hukuk devleti; hukuksal süreç de devrede zaten; hata varsa buluruz; gerekirse tazminat ödenir vb.” mi dersiniz?

Peki, onların bir daha geriye dönemeyecekleri evlerinde, o köyde nasıl bir hayat devam eder sizce? Hayat devam eder mi? “Bizim çocukları öldürdüler ama TC devleti kan parası ödedi; Allah’a şükür geçinip gitmeye devam ediyoruz işte” mi derler acaba? Geride kalan anne, baba ya da eş, mesela o “kan parasıyla” küçük kardeşe defter alır mı gene de? “Al yavrum, bak ağabeyinin kan parasıyla sana boya kalemi, bir tane gofret, hanıma da şeker ve tuz...” mu derler acaba?

Yoksa, “Zaten kanunsuz iş yapıyorlardı; yapmasalardı canım!” diyerek, ölümün bu topraklarda aslında ne kadar normal bir şey olduğu mu anlatılır?

O köyün sokaklarında, damlarında, evlerin avlularında, sundurmalarında, ocak başlarında “hayat gene de devam eder” mi? Boya kalemi bekleyen çocuklar ne resmederler defterlerine? Öğretmenin verdiği “köyde geçen bir gününüzü anlatın” konulu ödeve ne cevap verirler? Akşam ezan vakti gelmeden yemek hazırlamaya başlayan kadınlar, “akşama tarhana çorbası mı tercih edersiniz, yoksa bulgur pilavı mı” gibi bir soru sorar mı geride kalanlara?

Yoksa “ölüm” mü siner artık o damlara ve de avlulara?

“Terör” ve “Kürt vatandaşların sorunları” birbirinden ayrılmıştı ve “devlet- hükümet- güvenlik kuvvetleri eşgüdüm ve tam bir uyum halinde” terörün üzerine “kararlılıkla” gidecekti, değil mi?

Ölüm sadece o köye sinmedi... Ölüm zaten tüm “Güneydoğu”ya ve “şehit evlerine” sinmişti... Ve ölüm hepimizin üzerine sinebilmek için dev bir adım daha attı...

Hayat dev bir adım daha uzaklaştı hepimizden... Hayat aramızdan çekilmeye devam ediyor ve o araya ölüm yerleşiyor...

Süper sofistike, süper teknolojik askerî yöntemlerle (Amerika’nın Afganistan’da yaptığı gibi, “ufak tefek hatalar” eşliğinde) ve de gayet “rasyonel” bir akıl yürütmeyle devlet “terör sorununu çözüyor”...

Peki, bu gerçekten “rasyonel” mi? İlk bakışta “hayır olamaz!” diyesi geliyor insanın. Sürekli vurmayı, öldürerek yoketmeyi düşünen bir zihniyetin, 30 yıldır karşısında sürekli olarak “düşman” üretiyor olmasının “rasyonel” bir tarafı olamaz gibi geliyor...

“Komplo” teorilerine benim kafam pek basmaz; fakat, bu gerçekten “rasyonel” bir düşüncenin ürünüyse? Yani birilerinin “düşman” ihtiyacı varsa? “Eşgüdüm” ve “kararlılık” denen şey de bir “teslim olma” haliyse?

Yani Ergenekon’un, Balyozcuların “düşman yaratarak” iktidarlarını sürdürmek ve aynı zamanda o “düşman”dan bir “ulus” çıkarmak gibi bir “rasyonel hayalleri” söz konusuysa?

Belki de bu kadar spekülasyona gerek yok... Çok daha “basit” bir şeyler de söz konusu olabilir. “Mustafa Muğlalı” kışlasının isminin değiştirilmesine karşı birileri, “son sözün” kimde olduğuna dair “küçük” ve sembolik bir cevap da vermiş olabilirler...

“38 tane küçük insanın hayatı” pahasına...

Bu yazı yukarıdaki satırdan sonra bitebilirdi ama bütün bunların giderek artan umutsuzluğun sayıklamaları olabileceğini düşündüğümde, aklıma bir kaç soru takılıyor: Mesela, “özür”, “istifa” gibi bir pratik, Tanrılar katında gündeme gelebilir mi? Sonra, Türk’üyle, Kürt’üyle bütün bu memleket insanlarının bitmeyen ölümleri karşısında biz diğer küçük ve sıradan insanların kısa, orta ve uzun vadede ne düşünmesi, ne demesi, ne yapması bekleniyor acaba?

Fazla takılmamamız, unutmamız mı mesela? Peki, o sofralardan, avlulardan, defterlerden, rüyalardan, mezarlıklardan nasıl silinecek o ölümler?

[email protected]

TARAF 

YAZIYA YORUM KAT