1. YAZARLAR

  2. Uğur Kömeçoğlu

  3. Madunun zulmü ve son PKK saldırısı
Uğur Kömeçoğlu

Uğur Kömeçoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Madunun zulmü ve son PKK saldırısı

18 Temmuz 2011 Pazartesi 03:37A+A-

Geçmişteki şikâyetlere bakınca kim tahmin ederdi ki Kürt milletvekilleri Meclis'e girmeyi reddedecekler.

Burada Kürtlerin çıkarları değil bir grubun taktikleri hâkim durumda. BDP bir Türkiye partisi olacağını, bütün ezilenlerin bir araya geldiği çatı partisine dönüşeceğini iddia ediyordu. Hatta Kürt hareketinin öncülüğünde ülkedeki bütün dezavantajlı grupları temsil edeceğinden bahsediyordu. Tam da Türkiye Kürtlere de daha fazla özgürlük getirecek baskıcı ve oligarşik devlet modelini yeni bir anayasayla değiştirme sürecine girmişken, çok sayıda ölümle sonuçlanan son PKK saldırısı Kürt hareketinin tüm bu iddialarını gölgelemiştir ve kendilerini inandırıcı olmaktan uzaklaştırmıştır.

Kılıçdaroğlu'nu eleştiren bazı CHP'liler, Meclis'te yemin etmeme stratejisi nedeniyle bugün seçim yapılsa CHP'nin % 25'i bile alamayacağını hatta AKP'nin oylarını belki de % 60'a çıkardığını iddia etmişlerdi ve nitekim zararın neresinden dönersek kârdır diyerek CHP Meclis oturumlarına dâhil olmuştu. Aynı durum BDP için de geçerlidir. Takip ettikleri küskünlük ve mızıkçılık piyesi kendilerine meşruiyet kaybından başka bir kazanım getirmeyecektir. Ekime kadar Meclis'e girmeyeceklerini söylüyorlar. Son saldırıdan sonra acaba ekime kadar ölme ve öldürme stratejisinden yana mı olacaklar diye sormak lazım. Mevcut Anayasa nedeniyle Meclis'e giremeyen bir milletvekili Türklerden ve Kürtlerden kaç ölüye tekabül edecek? Nasıl bu kadar vicdansız olunabilir? Böyle mücadele olur mu, böyle hak kazanımı olur mu? Toplu halde "yazıklar olsun" demek gerekir. Üstelik ekimde Meclis'e girseler bile 14 Temmuz hadisesi nedeniyle sözünde durmamış ve itibarını yitirmiş bir parti imajından kurtulamayacaklar.

Elbette bu makale son derece tepkisel bir yazıya dönüşüyor. Çünkü bir dolu iyi niyet ve bir dolu uzlaşma umudu ortaya dökülmüşken, ölüm haberleriyle ülkenin sarsılması kalp ve vicdan taşıyan hiçbir ferdi sessiz bırakmamalıdır. Kürt veya Türk, insancıl bir ruh taşıyan herkesin "yeter döktüğünüz kan, düşün bu halkın yakasından" diye haykırması gerekir. Zira 30 senedir ilk defa tümüyle yeni ve demokratik bir anayasanın sath-ı mailine girmiş bir Türkiye'de kin ve nefreti körükleyerek safları sıklaştırmaya çalışıyorlar. PKK'nın son saldırısı bir kez daha göstermiştir ki, demokratikleşme arttıkça Kürt hareketinde kaybetme anksiyetesi de artıyor.

Geçmişte silah kullanarak, kan dökerek, gencecik insanları ölüme göndermek için dağa çıkararak ve intihar bombacılarını kutsayarak elde edilmiş olan zalim bir güç, bugün şiddet dışı rekabet ortamı önüne konulduğunda ve "haydi buyurun" denildiği zaman yenik düşme korkusu taşıyor. Eski düzenin mitleriyle koşullanmış durumdalar. Kulaklarına üfleniyor: "Kan dökmeye devam etmezsek hiçbir kazanım elde edemezsiniz." "Ne yapıp edin ortamı kaotik tutun, siyasetle başarılı olunamaz." diye fısıldanıyor. Siyasette özgüvenden yoksun kalmak işte böyle bir durumdur. Bu, madunun zulmüdür. Madun bir karşı-kamusallık, şiddeti "tek ontolojik siyaset biçimi" olarak sürdürürse, "geniş anlamda kamunun" iktidar ilişkileriyle yüzleştiği zaman işte böyle endişeyle, siyasetten kaçınma stratejisini takip eder ve politik riskleri minimuma indirmenin tek yolunun, kan dökmek olduğunu sanır. Hâlbuki Türkiye eski Türkiye değildir, eski düzenin hayaletleriyle boğuşmak yerine, yeni dönemin ve yeni bir dünyanın heyecanını duymak gerekiyor.

Sürekli öz kelimesini kullanıyorlar: öz güç, öz yeterlilik, öz yönetim, öz savunma öz öz öz. "İnsanlığın kök hücresi gibi olan bu halk gerçekliği" diyerek ultra milliyetçi Türkleri aratmayan ırk ve öz göndermelerini pervasızca kullanıyorlar. Ama siyasî mücadelenin gerektirdiği özgüvenden yoksunlar. Parlamento'da mücadeleyi sürdürme cesaretini gösteremeyenler, politik dünyada risk almak istemeyenler, Meclis'e girmeyerek çocuk gibi mızıkçılık yapanlar gencecik evlatlarımızın bu dünyaya veda etmelerine göz yumuyorlar.

Üniformalarını çıkarıp, Kalaşnikof'u bırakıp siyasete girmeleri gerekiyor. Çünkü ölümü kutsamak, eleştirilmesi mümkün olmayan bir hakikate teslim olmayı gerektirir ve her zaman için "totaliterliği" kucaklar.

Ayrıca samimi biçimde sormak istiyorum, Altan Tan ve Şerafettin Elçi bu son saldırıdan sonra ne düşünüyorlar acaba? "AKP ümmetçiliği uygulamadı" diyerek Marksistlerle saf tutmuş görünen Sayın Tan, Başbakan'a seslenerek, "Sen bize Kasımpaşa kriterlerini uygularsan biz de sana Cudi'nin Bagok'un kriterlerini uygularız." demişti. Bu savaşçı dil yoluyla ima etmeye çalıştığı kriterler arasında, son katliamdaki ölü canlar da var mı acaba? Ölülerin çetelesini tutanlar mı var, adeta gün sayar gibi. Ancak bilmeliler ki saydıkları gün çatışmanın biteceği gündür.

Ya Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı Süreyya Önder ne düşünüyor acaba? İnsan hayatını her şeyin üzerinde tutan hümanist sol jargonlar son ölümler hakkında kendilerine neyi hatırlatıyor? Devrime giden yolda verilen savaş zayiatı diye mi yorumluyorlar? Nerede halkların kardeşliği, umut, barış? Öldürmeyeceksin ilkesi sol zihniyetten silindi mi yoksa? Ne sanıyorlardı? Girdikleri oluşumda yoldaşlarla el ele yürüyüp 68 baharını canlandıracaklarını mı zannediyorlardı? İşte buyurun size bahar ve hümanizm.

BDP ölülerin üzerinden özgürlük edebiyatı yapacak mı? Evine aş götüremeyen Kürt'ün sabah akşam oturup özerklik bildirgesindeki gibi statüsüzlük, statülülük diye sayıkladığını mı sanıyorlar? Kendi ulusalcı, Mezopotamyacı etnik mitoslarından beslenen, dolayısıyla elitist kalan politik fantezilerine masum Kürt vatandaşlarını alet etmemeleri lazım. Zira her ölüm kendilerini hedeflerinden biraz daha uzaklaştırmaktadır.

13 askerin ve 7 militanın ölüm haberini okurken aynı zamanda DTK'nın Diyarbakır'da özerklik ilan ettiğini okuyoruz. Bu nasıl bir tesadüf acaba? Son çatışmanın doğasıyla ilgili olarak elimizde kesin veriler yok. Bence hiçbir zaman da olmayacak. Ama umarım tesadüfen denk gelmiştir bu iki olay. Özerklik ilanında "AK Parti'nin kendi çıkarları için sorunu çözmeye yanaşmadığını" ve "çözümsüzlüğün şiddet ve çatışma ortamını getireceğini" ileri sürmüşler. Birdenbire uzun süredir görülmediği kadar şehit veriliyor, Kürt gençler de ölüyor ve özerklik ilan ediliyor. Bu nasıl bir eşzamanlılık? Bu ne derin bir strateji? Üstelik milli iradeyi temsil eden bir hükümetin gelin Meclis'te konuşalım diyerek, bir tek yalvarmadığının kaldığı ortamda, AKP'yi çözümsüzlükle itham etmeleri ne yaman bir çelişkidir. Nedir bu yangından mal kaçırır gibi sürdürülen acilcilik oyunu? Hem ne sanıyorlar? 80 senedir çözülmemiş bir sorunun birkaç haftada halledileceğini mi düşünüyorlar? Üstelik Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde elde edilmemiş birçok hak bu iktidar döneminde elde edilmişken sorunların odağına ve hedef tahtasına kimi koyduklarının farkındalar mı? Daha da iyi bir noktaya ilerlemek için ilk defa gerçekten sivil bir anayasa yapma ihtimali doğmuşken bu tavrı benimsiyorlar. Türkleri ve Kürt vatandaşlarımızı, düşünme ve yorumlama becerisini yitirmiş ahmaklar mı zannediyorlar? Bu nasıl bir otokratik seçkincilik? Kimsenin aklıyla alay etmemeleri lazım.

Kemikleşmiş baskıcı devlet geleneğinin çözülmesi için Parlamento'da yeni anayasa mücadelesine girmeleri gerektiğini bilmiyorlar mı? Bir avuç insan küçük bir salonda bir araya gelip özerklik ilan ediyor. Bu nasıl bir tiyatrodur? Üstelik alkışlayan bir seyircileri de yok. Peki hiç mi siyasetten anlayan bir danışmanları yok? Yerinden yönetimin elde edilmesi ve onun ilanı bile ayrı bir ritüel, ayrı bir coşku, canlı bir kutlama ve bayram havası içinde geçen seremonilerin olduğu onurlu bir günde gerçekleştirilir. Meclis'te verdiğiniz demokratik mücadelenin meyvelerini alırsınız. Bu güdük ve sönük, tek taraflı, gayri hukukî ilanla Kürtleri ulusal ve uluslararası kamuoyunda komik duruma düşürdüklerini fark etmiyorlar mı? Özerklik ilan ederken "kardeş Türkiye halkına çağrımızdır... dayanışma içinde olmaya davet ediyoruz" anlamında ifadeler kullanılmıştır. Bu nasıl bir çağrıdır ki el sıkmaya davet edilen insanın kanı dökülüyor?

Ölüleri sevenler hiçbir zaman barışın inşasına katkıda bulunamazlar. Son saldırıyı kutsayanlar ne derse desin Türkiye çatışma sonrası toplum sürecine girecektir. Ne yerel ne de küresel gidişat şu an bu hareketin izlediği şiddet stratejisine paralel değildir. Fakat eski düzenin mitleri ve dünyada bile köhnemiş olan mücadele yöntemleri Kürt hareketini esir almış durumda. Kendi özgürlüklerini baltalıyorlar. Uyuyorlar aslında. 21. yüzyıla uyanamadılar. Hâlâ 1980'lerdeki gibi sorunun şiddet yoluyla çözüleceğine inanan savaşçı ruhla hareket ediyorlar ve gerçekten siyasetten anlamayan, olgunlaşmamış bir aktör gibi davranıyorlar.

Madun: Toplumun işleyiş mekanizmalarında kendini ifade edemeyen kişileri tanımlamak için kullanılan bir kavramdır. Madun bir özne değildir. Hiçbir zaman kendisi olarak konuşamaz. Kolektif olarak konuşur.

ZAMAN 

YAZIYA YORUM KAT