1. YAZARLAR

  2. MUSTAFA SİEL

  3. Laikliğin Faziletleri Üzerine
MUSTAFA SİEL

MUSTAFA SİEL

Yazarın Tüm Yazıları >

Laikliğin Faziletleri Üzerine

18 Kasım 2016 Cuma 11:37A+A-

Erdoğan’ın Laiklik Anlayışı

Cumhurbaşkanı Erdoğan El Cezireye verdiği bir mülakatta, daha önce çeşitli vesilelerle gündeme getirdiği laiklik anlayışını tekrarlamış. Kişi olarak laik olunamayacağını, ancak devletin laik olması gerektiğini, laikliğin dini ve fikri her grubun kendi istediği şekilde yaşaması ve devletin tüm bu inançları güvence altına alması olduğunu söylemiş.

15 Temmuz sonrası, darbeci Fetö’nun İslami geçmiş ve söylemlerinin halk üzerindeki olumsuz etkisi ve bunu fırsat bilen Kemalistlerin manipülasyonlarının da etkisiyle sekülarizm ve laiklik vurgusu yine öne çıkmaya başladı maalesef.

Daha önceki yazılarımızda da dile getirdiğimiz gibi, sanki Türkiye’nin bu hale gelmesinin, sorunlu dinsel yapıların ve Fetö’nün çıkışının temel sebebi Kemalizmin jakoben laiklik anlayışı değilmiş gibi, hem kel hem fodul olan laikçiler tekrar ötmeye, biz zaten dememiş miydik size, işte gördünüz, laiklikte laiklik diye kora halinde propagandaya başladılar.

Sorunlu Ortadoğu Rejimleri Zaten Seküler Ve Laik Değil mi?

Bu koroya bazı İslamcıların da kıyısından köşesinden de olsa katıldığı, bazı AK Partililerin zaten dünden hazır olduklarını gördük. Sanki gölge Dışişleri Bakanı gibi görünen BM Sözcüsü Feridun Sinirlioğlu’nun sözleri ise konuya tüy dikmek gibi oldu.

Türkiye’yi İsrail karşısında zillete düşüren Mavi Marmara anlaşmasının mimarı olan bu şahıs yaptığı bir açıklamada, Ortadoğu’nun çok dinli ve kültürlü yapısı nedeniyle eninde sonunda seküler bir demokrasiye ulaşacağını, zaten Arap baharının bu saikle ortaya çıktığını iddia etmiş.

Anlayamadım doğrusu, Tunus, Mısır, Irak, Suriye gibi sorunlu olan ülkeler zaten seküler demokratik! düzenlerce yönetilmiyor mu idi? Batı bu nedenle Sisi’ye direk, Esed’e dolaylı destek vermiyor mu? Bu durumda arap baharı nasıl seküler demokratik düzenler için başlamış olabiliyor?

Ortadoğu’yu 500 Yıl Sorunsuz Yöneten Osmanlı Laik mi idi?

İslamiliğinin seviyesi tartışılsa bile, seküler demokrasi olmadığı kesin olan Osmanlı bölgeyi 500 yıl minimum sorunla yönetmiş, bu bölgedeki çok dinlilik ve kültürlülük ciddi bir sorun oluşturmamış; bırakın İslam içindeki çok uçlara kadar varan görüşlere sahip farklı heterodoks mezhepleri, başta Ermeni ve Rumlar olmak üzere gayrimüslimler 500 Osmanlı coğrafyasında sorunsuz yaşamamışlar mıydı?

Alevilik diyorsanız, Osmanlı nasıl 700 yıl yaşamasına müsaade etmiş bu heretik akımın, üstüne üstlük kendi ordusunun temelini, bu kesimin bir kolu olan Bektaşilerden oluşturmuş? Bunun cevabı, Osmanlı’nın Aleviliğe dini kaygıyla değil, haklı siyasi kaygılarla baskı yapmış olmasına rağmen, yok etmediği ortadadır.

Batının İslam dünyasına ve Osmanlıya sekülerizm ve laiklik dayatması ve 1923’de Osmanlının parçalanması sonucu sadece Müslümanlar değil, başta Ermeni ve Rumlar olmak üzere gayri Müslimlerde çekmedi mi bunun acısını? Ve sorunlu bölgelerde batılılarca seküler demokrasiler! kurulması sonucu ortaya çıkmadı mı şu anda yaşanan sorunlar?

Anadolu’dan Gayrimüslimleri Laikler Yok Etmemiş miydi?

Doğrusu ne kadar demokrat geçinirlerse geçinsinler, batının sosyal kotlarında tek tipçilik hakimdir. Nitekim kilise hakimiyeti zamanında da, sekülerizmin hakim olduğu zamanda da, bırakın İslam’a ve Yahudiliğe, kendi içlerinde farklı mezheplere bile tahammül edememişlerdir ve son yıllarda batıda gelişen İslamofobi bu sosyal bilinçaltının tekrar tezahür etmesinden başka bir şey değildir aslında.

1400 yıldır Ortadoğu’ya hakim olan İslam bölgedeki çok dinlilik ve kültürlülüğü yok etmemiş iken, Avrupa’da İslam’a ait olan her şey yerle bir edilmiştir. 1920’lere kadar Osmanlının merkezi olan Anadolu’da sorunsuz yaşayan çok dinlilik ve kültürlülük, seküler ve laik zihniyetli İttihatçı ve bilahare Kemalist yöneticilerin yönetimi esnasında neredeyse tamamen yok edilmiştir.

Sekülerizm Ve Laiklik İslamla Asla Ve Kat’a Uyuşmaz

Batı için tahrif edilmiş Hristiyanlığın cenderesinden kurtulma ve tüm dünyayı hegemonya altına almalarına vesilesi olmuş olabilir ama, İslam dünyası için tam bir yıkım cenderesi olarak batı tarafından aşılanmış ve bu aşıyı kapan içimizdeki batı aşığı mankurtlarca Osmanlı ve tüm ümmetin batı hegemonyası altına alınışı ve mahvoluşu anlamına gelmiştir sekülerizm ve laiklik.

Hristiyanlık ve diğer muharref ve uydurma dinlerin sekülerizm ve laikliğe bakışı mensuplarını ilgilendirir. Lakin sekülerizm ve laikliğin İslam’la uyuşabileceğini, ve hatta İslam’a en uygun sosyal ve siyasal yöntem ve yönetim olacağını söyleyebilmek için; ya İslam konusunda temel bilgilerden yoksun, ya kafası karışık, ya münafık olmak yada iyi niyetle de olsa takiyye yapmak gerekir. Bu konulara az çok vakıf aklı başında hiç kimse bu sözleri samimi olarak söyleyemez.

Sekülerizm Allah’a, Sana İstediğin Gibi Değil, İstediğim Gibi Kulluk Ederim Demektir

Din işleri ile dünya işlerini birey bazında ayırmayı sekülerizm, siyasal bazda ayırmayı laiklik olarak kabaca tarif edecek olursak, sekülerizm bireyin iman ettiği Allah’a “tamam beni yarattın, her şeyimi sana borçluyum ama hayatıma karışma, istediğim gibi yaşarım, sana istediğin gibi değil, kendi istediğim gibi kulluk ederim” demektir. Laiklik ise devletin Allah’a “tamam bu mülk senin ama yönetimime karışma, istediğim gibi yönetirim” demektir.

Sekülerizm ve laiklik, putperestliğin (paganizmin) en çağdaş versiyonundan başka bir şey değildir aslında. Bu nedenle samimi ve İslam’ı bilen bir mümin birey asla sekülerist olamayacağı gibi, böyle müminlerin oluşturduğu bir devletin de laik olmasını asla arzu ve kabul edemez.

Mümin Nasıl Seküler Ve Laik Olabilir ki?

İman ilkelerinden tutun da tuvalet ve cinsel ilişki adabına kadar hayatının her alanına esaslar, ilkeler, emir ve yasaklar tespit eden İslam’a, dünya hayatının ahiret için bir tarla olduğuna iman eden bir mümin nasıl Allah’a hayatıma karışma demek anlamına gelen sekülerizmi benimseyebilir?

Ailevi, sosyal ve siyasal her alanda esasları, ilkeleri, emir ve yasakları ve hedefleri bulunduğu Kur’anın açık ayetleri ve peygamberinin bariz sünnetiyle ortada olan İslam’a mensup olan bir Müslüman, nasıl tabiyeti bulunan devletin laik olmasını arzulayıp, Allah’a, yönetim işlerine senin pek aklın ermez, bu işleri bize bırak anlamına gelen laikliği benimseyebilir?

Sekülerizm Ve Laiklik İlaç Değil Öldürücü Zehirdir

Yukarıda sekülerizm ve laikliğin İslam’la uyuşmasının imkansızlığını teorik yönden ele aldık. Konunun pratiğine gelince, eğer son 200 yıllık dünya ve Ümmet tarihine bakarsak, bu iki anlayışın sadece İslam dünyasını mahvetmekle kalmadığını, dünyevi olarak fayda sağlasa bile, zamanla içten içe çürüterek batıyı da yıkmakta olduğunu görebiliriz.

Sekülerizm ve laiklik batı için hegemonya kurmaya, İslam ümmeti içinse bu hegemonyanın kurbanı olmaya sebep olmuş, yani dünyevi olarak batı kazanırken, İslam ümmeti hep kaybetmiştir ve kaybetmeye devam etmektedir ve vaz geçip özüne dönmediği sürece hep kaybetmeye mahkumdur. Uhrevi olarak ise, hem batı hem de İslam ümmeti kaybetmiştir.

Batı Davulunun Sesi Uzaktan Hoş Gelmekte

Lakin batının dünyevi kazanımı da sınırlı ve görece olup, batı sekülerizm ve laiklikle sadece ahiretini kaybetmekle kalmamakta, yavaş yavaş dünyasını da kaybetmektedir. Her ne kadar batı aşıklarınca batı ve batılı yaşam bizlere allanıp pullanarak güzel gösterilmekte ise de, durum içi beni dışı seni yakar darbı meselini hatırlatmakta, davulun sesi uzaktan hoş gelmektedir.

Yani sekülerizm ve laiklik batıya peşin ve görece dünyevi menfaatler sağlamışsa da, gün geçtikçe durum tersine dönmektedir. İslam dünyasına ise ilk günden bu güne değin her yönden yıkıcı etkiler yapmış ve yapmaya devam etmektedir. Vazgeçilip gerçek İslam’a dönmediğimiz sürece de yıkıcı etkilerine devam edecektir.

Kılavuzu karga olanın burnu pislikten kurtulmaz hikmetli sözünde ifade edildiği üzere, batının kılavuzluğundan kurtulup Kur’an’ın kılavuzluğuna yönelmediğimiz sürece, dünyada batının hegemonya zilletinden, ahirette de daimi cehennem azabından kurtulmamız mümkün değildir.

Kurtuluş İslam’da Ama, Hangi İslam’da?

Batıda sekülerizm ve laikliğin ortaya çıkışı muharref Hristiyanlığın en olumsuz sonucu olduğu gibi, İslam dünyasında taraftar bulabilmesi de, ümmetin Kur’an ve sahih sünnetten uzaklaşması nedeniyle olmuştur.

Dolayısıyla, ümmetimizin sekülerizm ve laiklikten İslam’a dönüşü ancak tam doğru adrese, yani Kur’an ve sahih sünnet kaynaklı İslam gerçeğine olursa kurtuluşumuza vesile olacaktır.

Ne Laiklik Ne Fetö Ve Işid, Sahih İslam’a

Eğer bu dönüş, sekülerizm ve laikliğin geçmişte ümmet içinde taraftar bulabilmesine zemin oluşturmuş olan ve günümüzde Fetö ve Işid’te tezahür ettiği gibi İslam’ın Kur’an ve sahih sünnete aykırı yanlış yorum ve uygulamalarına olursa, tekrar sekülerizm ve laikliğin zemin ve taraftar toplayacağı açıktır ki, 15 Temmuz sonrası Türkiye’de bazı İslamcılarca bile sekülerizm ve laikliğin faziletlerinden bahsedilmeye başlanmış olması, bunun açık bir delilidir.

Bu nedenle bizler sekülerizm ve laikliği ret ettiğimiz nisbette, bizi dünyada izzete ahirette kurtuluşa götürecek Kur’an ve sahih sünnet kaynaklı İslam gerçeğine de vurgu yapmak; buna aykırı ekol ve yapılanmalara da, Fetö ve Işid gibi zulme bulaşmadıkları sürece, düşmanlık ve taşkınlık yapmadan, rahmet,  hikmet ve güzel öğüde dayalı uyarılarda bulunmakla mükellefiz.

YAZIYA YORUM KAT