1. YAZARLAR

  2. HÜSEYİN ALAN

  3. Kutlu Doğum Nedeniyle
HÜSEYİN ALAN

HÜSEYİN ALAN

Yazarın Tüm Yazıları >

Kutlu Doğum Nedeniyle

07 Nisan 2010 Çarşamba 16:36A+A-

Türkiye’de bir zamandır her nisan ayının son haftasında çeşitli etkinliklerle kutlanarak gelenek haline getirilen Hz. Muhammed (s)’ın doğum yıl dönümü, bu yıl 23 Nisan ulusal bayramı kutlamaları ile çakışmasın diye “buyrulunca”, diyanet işleri müdürlüğü tedbir almış ve kutlamalar 13-20 Nisan tarihleri arasına kaydırılmış. Muhtemeldir ki bu “cahil” halk “sürüsü”, kurtarıcı efendilerine(!) rağmen geçmiş yıllarda yaptıkları kutlamaların coşkusu ile dini olanına daha çok rağbet etti, diğeri gölgede kaldı!

Bu memlekette devrimlerle toprağın dibine gömüldüğü sanılan bu “gerici-yobazların” köküne kibrit suyu dökülmedi miydi yahu? Nereden “hortladı” şimdi bunlar? Öyle ya; modern paradigmanın ve modern çağların bizzat kendisini kutsadığı “ulus”un, bu defa kendisinin kutsayıp “mit”leştirdiği ulusal değerleri mündemiç “ulusal bayram”lar, “ulusal kurtarıcılar, “ulusal sembol”ler; “ilkel çağları” temsil eden “dinlerin” “kutsalları” ile bir olabilir, hatta onu bastırabilir miydi? Yüce “Manitu”! Ne olur bu bir kâbus olsun! (Bir hatırlasa bu dar kafalılar, kendilerinden önce de vardı bu din, kendilerinden sonra da var olacak.)

Müslüman toplumların geleneklerinde doğum günü, ölüm yıl dönümü, evlilik yılları, yılbaşı ve milenyum şenlikleri, faşingler, şuranın buranın ulusal kurtuluşu benzeri kutlamalar, pek yoktur. Buna rağmen Müslümanlar da küçük büyük topluluk halinde, kendilerini toplum yapan değerlerini yaşatmak, sembollerle ihya etmek, kardeşliklerin pekiştirilmesinde vesile kılmak, nesiller arası bağları korumak ve geleceğe uzanmak için; kendi sevinçlerini ve hüzünlerini merasimlerle yaşatmazlar mı?

İnsanoğlu ta başından bu yana bu tarz coşku ve hüzün günleri için, tevhidi yahut şirk temelli dinlerinden hareketle ürettikleri kültürleri çerçevesinde ortak paylaştıkları değerleri yaşatmak için merasimler yapmış, toplantılar düzenlemişlerdir. Bu gibi kutlamalar aynı zamanda değerlerin yaşamasını, bilinçlerin tazelenmesini, topluluğun kaynaşmasını ve nesillerle bağın kurulmasını da imkânlı kılan vesileler olmuştur. Bu vesileler aynı zamanda kültürel üretkenliğin, derinliğin ve zenginliğin de göstergesi olarak yenilenmiş, artırılmışlardır. Soyut değerler çoğu zaman hayatta semboller ve merasimlerle daha canlı olarak yaşatılmaktadır, tıpkı içeriğin şekille alenileştiği, canlı öneklikle cazibeleştiği gibi.

Dolayısı ile Müslüman topluluklar da kendi aralarında ve dinlerinden hareketle kültürel olarak ürettikleri bir takım coşku ve hüzün merasimleri düzenlemişler; şiirler yazmış, mersiyeler dizmiş, ağıtlar yakmış ve marşlar bestelemişlerdir. Toplantılarına vesile kıldıkları, kaynaşmalarını pekiştirmede önemli gördükleri kültürel araçları bu nedenle onlar da yaşatmışlardır. Bu merasimlerin birçoğu çeşitli nedenlerin de etkisi ile (iklim-coğrafya-tarihsel süreç gibi) doğal olarak farklılık göstermiş ama daha kuşatıcı olarak ümmetin birliğini temsil edenleri ile hep beraber o büyük birliğin kıvancını ve itminanını da hissetmişlerdir.  

Dünyanın her yanında tek dilde okunan ezanlar ve her yerde aynen okunan kur’an ayetleri, büyük topluluklarla eda edilen namazların farz formu, hac toplantıları ve ortak menasikler, İslam Devleti ve cihad gibi tüm dil-renk-kültür bağlarını birleştirici ortak mücadeleler, model farklılığına rağmen bayanların tesettürü, erkeklerin sakalı gibi ortak semboller, bir çırpıda anılabilir evrensel ümmet bağlarının değerleri olarak hep yaşatılmaktadır.   

Batı kültürünün uzun yıllardır süren propagandası ile unutulan namlı şehirlerimiz, unutulmaya yüz tutmuş deyişlerimiz, ahlak timsali kahramanlarımız, kardeşliğimizi temsil eden ortak hikâyelerimizin yerini artık gavurların güçlülüğünü ve haklılığını anımsatan belgesellere, görkemli olduğu kadar vahşeti ve kibri temsil eden kentlere, çocuklarımıza ezberlettirilen ama vahyi dışlayan hikayelere bıraktı ne yazık ki!     

Müslümanların yıllık iki büyük bayram namazı ve herkesle paylaşılan kutlamaları, kandil geceleri, haftalık Cuma namazı toplantıları, mahallelinin birlikte kıldığı sabah-yatsı namaz toplantıları; doğum sevinçleri, düğün şenlikleri, sünnet ikramları, cenaze taziyeleri, adak ikramları vesileleri ile yapılan toplantıları; yetim-yoksullarımızın, sakat-hastalarımızın, güç yetiremeyen bekârlarımızın evlendirilmesi için teşvik edici nazik davet toplantılarındaki ortak paylaşımlar; bostanında biten yeni ürününü tattırmak, hasadından elde ettiğine şükretmek, tüccarının kısmetinden saydığı bir nimeti infak etmek, hastalıktan esenliğe kavuştuğunda şükrünü eda etmek gibi her zaman yeni bir yol bulup yahut vesile üretip ikram edenlerimizin saygın ve özgün ihtiyaç giderici faaliyetleri; yerel şartların da getirdiği güzel vesilelerin de katkısı ile vs ilk elde sayabileceğimiz toplantılarla hissiyatı ve duyarlılığı canlı tutan, kaynaşmayı ve değerleri yaşanır ve paylaşımları görünür kılarak teşvik edici olan merasimlerimizdeki coşkuları hatırlayabiliriz.  

Modern yaşamın, Batılı tarzı kent hayatının ve mekânsal mimarinin kendine has oluşturduğu ilişki biçimlerindeki ifsad’la birlikte Müslümanların değerlerinden başlayarak ilişki şekillerinde de görülmeye başlayan savrulmalar, nihayetinde kimi merasim, paylaşım ve kutlamalara içerik değişimi olarak yansımış, kimisi dine mugayir hale gelmiş, kimileri de değişimi besler olmuştur. Buna rağmen tüm bunların toplumsal yaşamın vazgeçilmez kültürel özellikler taşıdığını, toplumsal kaynaşmada faydadan hali olmadığını hesaba katarak toptancılık yapıp yok saymak yerine, ihya edilebilir olanlarını ihya ederek, çürümüş olanlarını değiştirerek yahut kimi faydalı yeni tarzlar üreterek devam ettirilmelidir. Unutulmamalı ki, toplumsal yapının çürümesi her şeyle birlikte topluluğu diri tutan ilişki şekillerinin bozulmasını da tetikleyerek tüketmektedir.   

Müslüman bir kardeşinin cenazesini sahih usullerle kaldıramayan, mümin kızlarını mümin erkeklerle evlendirip kendisinin yahut kardeşinin düğün merasimini tertip edemeyen, kendi dertlisine veya ihtilaflısına çare üretemeyen, zayıfını yoksulunu gözetemeyen, birliğini dirliğini korumada titizlik gösteremeyen; tüm bunlarda Allah ve resulünü hakem kabul etmeyenlerimiz; cahili topluluklarla kurdukları ilişkileri ve cahili değerlere ve şekillere tabi olarak sürdürdükleri bağlılıklarında kimi hakem tanımaktadırlar? En azından bu kadarcık(!) işlerini kendi aralarında çözmeye muktedir olanlarımız, çözümlerini hangi zamana ertelemekte, çözme işlerini kimlere emanet etmektedirler?

Velayet bağları kimlerle kurulmakta, ehillerimiz kimler olmakta ve bunlar hangi ilişkilerimizde yaşamaktadır? Kendi aramızda bizatihi tercih ederek inşa ettiğimiz hangi ilişkiler ve şekiller, hangi kardeşlik bağları ile topluma örneklik gösterecek, doğru olan budur lakin tercih size aittir diyerek kendi yolumuzda yürümeyi, kardeşlik hukukunu işletmeyi ve hangi amellerimizi önden göndermeyi amaçlıyoruz? Demezler mi ki adama; sizin o bahsettiğiniz Kur’an’a dayalı din anlayışınız güzelse, neden öncelikle kardeşler olduğunuzu söylediğiniz sizlerin üzerinde gözükmüyor, sizleri güzelleştirmiyor? Unutmayalım ki bizler de kavmimizin içinde bir ömür yaşıyoruz.

Müslümanların hatta duyarlılık taşıyanlarımız dâhil birçoğumuzun, seküler yaşam tarzının yoğunlaşan etkisi altında kalarak bireyselleştiğini, bu durumun bizleri kısırlaştırdığını, akraba yapısından-komşu hukukuna oradan çevre-tanış ilişkilerine kadar sıradan insani ilişkilerde bile yabancılaştığımızı, imkânlı olduğu hallerde bile namazlarımızı tek kılmaktan hoşlandığımızı vs sorguladığımızda; tüm bunların altında yatan tetikleyicilerden birisi olarak olumlu olumsuz çoğu vesilelere ve merasimlere karşı durduğumuzun da payını görebiliriz. Özel nedenlerle kurulan topluluklarımızı, aramızda gelişmeyen uhuvvet, soğuk temaslar, mekanik ilişkiler ve şekiller nedeniyle de sağlıklı yürütemediğimizi gözlemleyebiliriz. Bunların hiç birisi diğerinden kopuk, birbirinden alakasız şeyler de değildir ayrıca…  

Bu girişten hareketle Müslümanların peygamberlerini, toplumsal duyarlılığın yükseldiği günlerde de Hz. Muhammedi sahiplenerek daha çok anılması gerektiğini, onun anlaşılmasına katkı sağlayacak çeşitli vesilelerle farklı etkinlikler ve faaliyetler yürütülmesi gerektiğini ve bunların önemini düşünebiliriz.     

Kur’an’ı doğru anlamak için Muhammedi (s) doğru anlamaya, Muhammedi doğru tanımak için de Kur’an’a ihtiyacımız var. Kur’an’ın epeyce yüklü sahifeleri peygamber kıssaları ile onların ve kavimlerinin ibretlik tutum ve mücadeleleri ile ilgili bahislerle doludur. Muhammed (s) ve arkadaşları için; kendi toplumlarındaki mücadele evrelerine ve pozisyonlarına uygun, tam da onların ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik örnekliklerle hatırlatılan geçmiş kavimlerin ve içlerinden çıkan elçilerin, yol gösterici gerçek kıssaları bildirilmiştir. Muhammed (s) ve arkadaşlarından bunları sürekli anmaları, onlardan ibret almaları, kendi yaşadıkları ile kıyaslamaları ve kendilerine bildirilenlerden hareketle kendi yollarına devam etmeleri istenmektedir.

Allah’ın son elçisi ve ona tabii olanlar için anlatılan, ibret almaları gerekenler için hikmetlerle dolu olduğu bildirilen bu kıssalar ve peygamber hayatları; onların yolunu takip etmek ve güzel örneklikleri kendi çağlarında tekrarlamak isteyenler için, onları sık sık anmak ve hikmetlerle dolu mücadelelerinden beslenmek, her çağ ve toplumda olduğu gibi bizlerin tanık olduğu şimdilerde de aynı kılavuzluk önemini korumaktadır.  

Geleneksel din tacirlerinin elinde; tamamen desteksiz ve mesnetsiz anlatılarla örülmüş, kendisinden örnek alınamaz özelliklerle donatılıp mucizevî bir insan-varlığa dönüştürülen, gerçek hayattan çıkartılıp yüceler yücesine makamlara uçurulan; kâinatın yaratılış sebebi ve efendisi olarak ikinci bir ilaha dönüştürülen; iyi bir baba, iyi bir koca, iyi bir dede, iyi bir arkadaş, iyi bir komşu, iyi bir hemşeri olmaktan öte diğer tüm özelliklerini örten tasvirlerle, dünyalar iyisi bir ‘meczuba’ çevrilen; gaybı bilen, mucizeler gösteren, istediğini abad istediğini zelil eden güçlü ve her şeye muktedir kılınan vs peygamber tanımları ile yönlendirilen insanlığa gerçeği hatırlatıp doğru peygamber biyografisi, gerçek yaşanmış hayatı, toplumunu hakka döndürücü yöntem ve mücadelesi ve nihayet insan-elçi örnekliği açığa çıkartılabilir.  

Modern paradigmanın kompleksi altında aciz kalıp çağdaş ideolojilerin ve pozitivist bilim tanrısının “buyurduğu” tekli hakikatin yahut göreceli hakikatle “hakikatsizliğe-anlamsızlığa” savrulan akıl fukaralarının elinde; tarihsel bir varlık olarak kendisini sınırlayan sosyal-siyasi çevresinde yaşayıp giden dolayısı ile örnekliği kendi çağında kalan Muhammed (s)’in, farklı tarihsel vasatta, siyasi-sosyal farklı başka çağı yaşayan bu güne ve bizlere örneklik edemeyeceğini; o günkü Arap toplumunda yapıp ettiklerinin aslında Arap örfü, geleneği ve toplumsal şartları gereği olarak bir Arap kabile şeyhi gibi davrandığını; getirdiği dinin aslında ahlaki tutum ve medeni ilişkiler dışında siyasi-ekonomik-sosyal bir yükümlülük ve zorunluluk taşımadığını; gökten yeryüzüne gelen vahiy kadar yerden göğe doğru da Muhammed (s)’in coşan vicdani çırpınışlarından dolayı vahiy gittiğini; Muhammed (s) kadar Aristo, Buda, Konfüçyüs, Locke, Gandi, Hegel, Marks, Lenin gibi büyük filozof ve toplum önderlerinin de peygamberler(!) gibi önemsenmesi ve dikkate alınması gerektiğini; aslında örnek alınmaya ve referans edilmeye çalışılan asr-ı saadetin gerçekte tarihte kaldığını, Yahudilerin “zion” hayali gibi boş hayaller peşinde koştuklarına benzer Müslümanların da bu çağda gerçekleşmesi mümkün olmayan bir asr-ı sadet hayalinin peşinde koşturduklarını buyuranların(!) vs kof anlatısına karşı; sahih peygamber anlayışı ve Müslümanlar için ortaya koyduğu güzel örnekliğinin ve rehberliğinin bağlayıcılığı da elbette açıklığa kavuşturulmalı, insanlar doğru peygamber öğretisini bunlara rağmen de öğrenebilmelidir.  

Geleneğin, modern ve post modern olanların sapkın anlatılarının ortak paydası; inzal edilmiş dinin temel metinlerini tartışmaya açan yorumlarla tevhidi içeriğinin bozulmasında, hidayeti ve dosdoğru yolu beyan eden vahyin anlamının bulanıklaştırılmasında olduğu kadar, kitabi değerleri yaşam pratiğine dönüştüren kutlu elçilerin örnekliklerinin saptırılmasında da birleşmeleridir.  

Kur’an nihayetinde vahyi bildirimlerle; gaybi hakikatleri, emir ve yasakları, tavsiyeler ve sakındırmaları ihtiva eden ama aynı zamanda bir nur olarak doğru yolu aydınlatan, bir Furkan olarak değerler arası ayırım yapan, bir ruh olarak özgün bir hayat gösteren, onu takip eden muttakiler için bir hidayet rehberidir. O, hem dünyada hem ahrette gerçek kurtuluş yolunu da tekeline alan bir kitaptır. Elçilerin tümü, tarihte bir zaman diliminde ve kendi dönemlerinde bir hayat yaşayan insanların kitaba ve kendilerine uydukları takdirde kurtuluşa erecekleri başka bir hayatı bildiren, insanlara ne yapmaları ve nasıl yapmaları gerektiği konusunda örneklik ve rehberlik edenler olarak kitap da anılmışlar ama yine onların rehberliği belirli bir zaman dilimi ile sınırlandırılmadan, kendilerinden sonra gelenler içinde aynı zamanda bir baz, bir kriter olarak gösterilmekte, her çağda ve toplumsallıkta başka bir hayat yaşayan insanlar için onlarda bakılıp görülecek, uyulması ve izlenip takip edilmesi gerekecek güzel örneklikler olduğu da keza aynı kitap da bildirilmektedir.  

İster geleneksel isterse modern sapkın anlayışların sahipleri, kitabın metni üzerinde tahrifata, kitaptan ayetler veya sahifeler çıkartmaya cüret edemez, güç yetiremezler. Kitabın bırakın bir benzerini, benzer bir ayet dahi getiremezler. Dünyada olan her şeyi hatta cinleri bile yardımlarına çağırsalar da. Onların çok çok yapabilecekleri, metinlerin anlamını saptırmak, metinler değil anlamlar üzerinde alakasız yorumlarla kafaları karıştırmak, onun hükümlerini az bir pahaya satmaktır. Bu öteden beri yapıla gelen bir iştir de. Fakat kitap ortada olduğu ve sahibi tarafından korunduğu sürece, onu doğru okuyanlardan bir Allah’ın kulu çıkacak ve sapkınların saptırmalarını açık edecek ve tüm numaralarını boşa çıkartacaktır. Her zaman da böyle olmuştur. Modamsı popüler yorumlar, hükümleri geçersiz kılarak arkaya atmalar ve ayetlerin anlamları ile oynaşmalar hep geçici; kitabı sahih okumalar, ahkâmını geçerli kılmalar ise her daim kalıcı olmuştur, olacaktır.

Kitap üzerinde ve içinde bir değişiklik yapamayacağını bilen egemenler ve onların destekçilerinin müracaat ettikleri ve kullandıkları en önemli yöntemleri; elçilere ve kalıcı örnekliklerine dair mesnetsiz yorumları, onların hayatı ve yaptıkları toplumsal mücadeleleri ile ilgili yanlış tanıtımlarıdır. Bu yöntem günümüz Türkiye’sinde şimdilerde de kullanılmaktadır. Lakin onların elindekileri almak, yalanlarını ve iftiralarını boşa çıkartmak da ümmetin bilenlerine düşen ayrı bir sorumluluktur. Bunun için kitabın; yanlış giden insanlık hayatını değiştirici, kendine has yöntemlerle doğru bir hayat kurucu; onun tüm insanlığı kurtarıcı teklifi ve tavsiyelerinin açıkça dillendirici, her çağda ve her toplulukta tekrarlanabilen tek kurtuluşun bu yolla mümkün olduğunu bizzat yaşayarak örnekleyicilerin; bunun nasıllığını elçilerin önderliği ve rehberliği yönünde çalışarak, onların hayatlarını, davalarını ve mücadelelerini daha fazla etkinliklerle anarak ve anlatarak yapmaları gerekmektedir.  

Elçilerin doğru anlaşılmasına ve doğru anlayışların yayılmasına katkı sağlamak için, onların sonuncusu, kitabın çokça bahsettiği Hz. Muhammed’in hem bir insan olarak, hem iddia sahibi bir dava adamı olarak özgün bir toplum ve yönetim kurucu önder olarak bilinmesini, onun, içinden çıktığı toplumu önce değiştirici yöndeki örnekliği, sonra başka bir mekânda kendi toplumunu güç ve otorite sahibi kılan rehberliğindeki yöntemlerini, uyguladığı stratejisini açığa çıkartarak, anlaşılır kılarak, gerçekte sahih sünnetinin bilinmesine yeterli katkılar sağlanmalıdır. Onun kendi toplumunda var olan siyasi-ekonomik-kültürel bağ ve bağlantılara, toplumsal ilişkilerin şirk değerleri üzerinden işleyişine karşı ürettiği özgün tutum ve davranışlara yönelik özellikli yaklaşımlarının önemi böylece daha çok meydana çıkartılmış olsun.  

Bizim toplumumuzda da her sosyal grubun bir öğretmeni, bir yol göstericisi; iyi-kötüyü belirleyen değerleri, doğru-yanlış gidilen hedefleri tayin edici rehberleri ve yollarında yürünüp izlerinin takip edildiği önderleri vardır. Biz Müslümanlar da kendi öğretmenimizi, rehberimizi, yol ve yöntem göstericimiz olan önderimizi açıkça tanıtabilmeli, onun yürüdüğü yoldan ve gösterdiği hedeften şaşmadan kitabi ilkeler doğrultusundaki örnekliğe ve önderliğe uygun bir yaşam tarzını ve toplumsallığı, kendi çağımızı yaşayanlar olarak bizlerin de üretmesi gerekmektedir. Bu konudaki eksiklerimizi giderici her tür etkinlik, toplantı ve anma çalışmalarını üretebilmeli, bu konuda başka yollar da bularak geliştirebilmeliyiz.     

Allah’ın rahmet ederek biz kullarının arasından seçip örneklerle doğru yolu bulmamıza vesile olmuş tüm peygamberlerini, Allah ve meleklerinin, Allahın dini ve davası için “bel kıran” sorumluluğu üstlenmesinde, ona yardım etmeleri ve destek olmaları anlamında selam ettikleri gibi; bizler de ona/onlara selam etmeli, onlara uyanları, onlara her pahaya karşılık destek verenleri ve yüzyıllar sonra onları takip edenleri de aynı selamlama ile selamlamalıyız. Selam olsun onlara ve onları her çağda takip edenlere.

YAZIYA YORUM KAT

11 Yorum