1. YAZARLAR

  2. Gideon Rachman

  3. Küreselleşme konsensüsü çökebilir
Gideon Rachman

Gideon Rachman

Yazarın Tüm Yazıları >

Küreselleşme konsensüsü çökebilir

09 Nisan 2008 Çarşamba 05:02A+A-

ABD, Asya ve Avrupa'daki siyasiler vatandaşları küreselleşme sonucu herkesin kazandığına ikna etmeye çalışsa da, küreselleşme konsensüsüne karşı bir meydan okuma söz konusu. Yoksulların, bu sürecin kaybedenleri olduğuna dair hissiyatı gıda fiyatlarının yükselmesiyle daha da artıyor

'Küreselleşme'yi bir görüntüyle tarif etmek isteseniz bu ne olurdu? Oyuncaklar ve tişörtlerle tıka basa dolu halde Çin'den ayrılan bir yük gemisi mi? Bangalor'da klavyesini tıkırdatan bir programcı mı? Yoksa Londra'daki Heathrow havaalanının üzerinde kasvetle turlayan bir uçak mı? İnsanların büyük bölümünün küreselleşmeyle ilgili gözünde canlanan görüntüler ekonomi, teknoloji ve ticaretle ilgili. Fakat piyasaların, modemlerin ve imalatçıların işlerini görebilmesi için önce siyasi değişiklikler gerçekleşmeli. Küreselleşmiş ticaretin kurumları siyasidir -ve bu yüzden de sistemin önündeki en büyük tehditlerdir.

Bir yerde mağlup olması yeter

Küreselleşme konsensüsüne yönelik meydan okuma aşağıdan geliyor. ABD, Asya ve Avrupa'daki siyasi seçkinler vatandaşlarını küreselleşmenin zenginlerin fayda sağladığı bir oyundan ibaret olmadığına ikna etmeye çalışıyorlar. Dünyanın büyük ekonomilerinin herhangi birinde bu sav mağlup olursa, küreselleşmenin temelindeki siyasi konsensüs çökebilir.

Söz konusu konsensüs son dönemin ürünü. Küreselleşmeyi mümkün kılan siyasi değişiklikler dikkat çekici ölçüde kısa bir sürede, daha kesin bir tarih vermek gerekirse, 1978-91 yılları arasında gerçekleşti. İlk ve en önemli gelişme, Çin'in Deng Xiaoping'in 1978'de başlattığı reformlarla Maoizm'i piyasaya dönüştürme kararıydı. Bir yıl sonra Britanya'da Margaret Thatcher iktidara geldi. Yaptığı ilk şeylerden biri döviz üzerindeki kontrolleri kaldırmak, Londra'nın küresel bir finans merkezi olarak yükselişini hızlandırmak ve uluslararası alanda takip edilen bir örnek ortaya koymaktı. Derken 1980'de ABD'de Ronald Reagan, devlet kontrolünü kaldırma ve vergi kesintisi vaadiyle başa geçti -bu da dünya çapında piyasa ideolojisine muazzam bir ivme kazandırdı. 1980'lerin ortasında da AB kendisini ortak bir pazar yaratmaya vakfetti.

1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılması, doğu Avrupa'nın (ve Rusya'nın) küreselleşme oyununa katılmasına imkân tanıdı. 1980'lerde ayrıca Latin Amerika'nın büyük ülkelerinde devlet korumacılığından yana popülistlerin gözden düşmesine tanık olundu. Nihayet 1991'de bir diğer devasa değişim yaşandı: Hintli liderler, ülke ekonomisine bağımsızlıktan beri ayakbağı olan devlet kontrolünden ve korumacılığından uzaklaşma kararı aldı.

Yani 15 yıldan az kısa bir süre içinde dünyanın güç merkezlerindeki siyasi seçkinler büyük oranda benzer sonuçlara ulaştı. Küresel ticareti ve piyasa ekonomisini benimsediler.

Sonuç, bugün artık Pekin, Moskova ve Delhi'de iş yapmayı, tıpkı Londra ve New York'taki kadar doğal gören bir dünya oldu. Fakat 20 yıldan az bir süredir böyle bir dünyada yaşıyoruz. Daha önceki küreselleşme çağları siyasi karmaşalarla sonuçlandı -1914'de savaşın patlak vermesi ve 1930'larda faşizmin yükselmesi. Peki aynısı tekrarlanabilir mi?

En aleni tehdit, dünyadaki en önemli siyasi ve ekonomik ilişkide, yani ABD-Çin ilişkisinde bir kriz yaşanması. Bush yönetimi, savaşçı şöhretine rağmen, Çin'le çatışmaktan kaçınmaya özen gösteriyor. Çinliler de (en azından şimdilik) benzer biçimde Amerika'yla dalaşma niyetinde değil. Küreselleşme karşılıklı çıkarlardan menkul bir ağ yaratmış durumda. Çin-ABD ilişkilerindeki asıl risk yanlış hesap yapılması: Gerçekten zarar verecek noktaya ulaşabilecek bir çatışma (ister ticaret ister Tibet isterse Tayvan nedeniyle olsun). Amerika'da yaklaşan resesyonu, başkanlık seçimlerini ve Pekin Olimpiyatları'nı buna eklerseniz, potansiyel bir marazanın formülünü elde edersiniz.

Uzun vadede terörizm ve iklim değişikliği de sistem için risk oluşturuyor. Küreselleşme hızlı ve kolay seyahate dayanıyor. Fakat farklı açılardan hem küresel ısınma hem de terörizm, bir çırpıda bir uçağa atlama imkânını tehdit ediyor.

Fakat en büyük risk şu: Siyasetçiler küreselleşmeye dair savlarının gücünü yitirmeye başlıyorlar. Geçenlerde yapılan bir kamuoyu araştırması, Amerikalıların yüzde 58'inin küreselleşmenin ABD için kötü olduğunu, sadece yüzde 28'inin ülkeye faydası dokunduğunu düşündüğünü gösterdi. 10 yıl önce küreselleşmeyi destekleyenler az da olsa çoğunluktaydı. Bu değişim siyasetçilerde de karşılığını buluyor. Demokrat başkan adayları serbest ticarete yönelik giderek kuşkucu bir tavır benimserken, Cumhuriyetçiler yasadışı göçü dilinden düşürmüyor.

Çin'de bile zorluk çıkacak

Avrupa'daysa Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy kıtasal bir düzeyde devlet korumacılığını savunuyor. 'Topluluk tercihini' tekrar hayata geçirmek istiyor -bu esasen AB dışından gelen mallara karşı gümrük duvarlarının yükseltilmesi anlamına geliyor. Sarkozy Avrupa'da henüz yeterince müttefike sahip değil.

Fakat İtalya'da Silvio Berlusconi'nin seçilmesi bu durumu değiştirebilir.

Dışarıdan bakanlar Hindistan ve Çin'i küreselleşmeden en büyük faydayı sağlayan ülkeler olarak görüyor. Fakat son Hint hükümeti genel seçimi kaybetti, bunun en büyük nedeni yoksulların ve kırsaldaki seçmenlerin ekonomik patlamanın dışında bırakıldıklarını düşünmeleriydi. Yeni seçim yaklaşırken, Hintli siyasetçiler yeni bir küresel ticaret anlaşması imzalamak konusunda hiç acele etmiyor. Çin gibi bir tek parti devletindeki siyasi iklimi ölçmek daha zor. Fakat yetkililerin kırsaldaki işsizlik, çevre protestoları ve zengin kıyılarla ülkenin yoksul iç kesimi arasındaki gelir uçurumu konusunda giderek artan endişesi, küresel kapitalizmi pazarlamanın Çin'de bile zor olabileceğini gösteriyor.

Açlık geri dönüyor

Yoksulların küreselleşme sonucunda kaybettiklerine dair hissiyatı dünya gıda fiyatlarının yükselmesiyle daha da artıyor. Açlık (muktedir seçkinlere yönelik en geleneksel tehdit budur) küreselleşmeyi kucaklayan birçok ülkeye geri dönüyor.

Dünyanın dört bir köşesindeki siyasi liderler bütün bu basınçları dizginlemeye ve küreselleşmeyi mümkün kılan konsensüsü sürdürmeye çalışıyor.

Fakat işleri giderek zorlaşıyor. Küreselleşmeyi mümkün hale getiren siyasi değişimdi. Fakat siyasetin yaptığını yine siyaset yıkabilir. (7 Nisan 2008)

Radikal gazetesi

YAZIYA YORUM KAT