1. YAZARLAR

  2. Adem Güneş

  3. Kurban kesmek, insan psikolojisini nasıl etkiler?
Adem Güneş

Adem Güneş

Yazarın Tüm Yazıları >

Kurban kesmek, insan psikolojisini nasıl etkiler?

15 Kasım 2010 Pazartesi 00:25A+A-

"Kurban kesmenin insan psikolojisine etkisi nedir?" sorusuna cevap verebilmek için yapılan açıklamaları büyük bir şaşkınlık içinde takip ediyoruz.

Zira bu açıklamaların birçoğunda; "İnsanın içinde var olan şiddet ihtiyacının (!) kurban kesimi ile boşaltıldığı" şeklinde bir görüş ileri sürülüyor ve bu izah, din adına ve kurban kesmenin makul gerekçesi olarak takdim ediliyor.

Hâlbuki böylesi bir bakış açısı, kurban psikolojisi olarak sunulamayacak kadar pedagojik gerçeklerden uzaktır. Bu izah, Batı psikolojisinin insanı, "cinsellik ve şiddet" temeli üzerine tanımlamaya çalışma iddiasının ülkemizde (maalesef) din psikolojisine uzanmış bir yansıması gibi durmaktadır.

Bu yazımızda kurban kesmenin insandaki şiddet duygusunu gidermeye yönelik bir ritüel olamayacağını ve fakat kurbanın insan psikolojisine tesirini izah etmeye çalışacağız.

Öncelikle ifade etmek gerekir ki, kurban kesmek insandaki "şiddet ihtiyacının" giderilmesine yarayan bir ibadet olamaz. Zira şiddet, bir ihtiyaç değil, bir sonuçtur. Şiddet duygusu ancak kin, nefret, öfke gibi insanı tahrik eden dürtülerin uyanması ile ortaya çıkan bir sonuç davranıştır.

Kişinin ruhunda böylesi dürtüler olmadığı halde şiddet ihtiyacını giderme adına birtakım şeyler yapmaya çalışması anlamsız olur. Bu açıdan bakıldığında akla gelen temel soru şudur: "Kurban kesmek için kurbanının başına çöken bir kişiye kurbanlık hayvan ne yaptı ki, hangi öfke, hangi nefret ve nefret duyguları uyandırdı ki kişi, bu duyguları gidermek için elindeki bıçağı önünde yatan kurbanın boynuna vursun?"

Bunun da ötesinde eğer kişi, başkalarına duyduğu bir öfke, kin ve nefretin bir patlamasını keseceği kurbanla sıfırlamaya çalıştığını izah etse, böylesi bir izah da hastalıklı bir ruh halinden başka bir şey olamaz. Zaten bu nedenle değil midir ki, Batılı uzmanlar İslam'ı bir şiddet dini olarak tanımlama yanılgısına düşmektedirler; ve böylesi bir mantığı ileri süren kişilere karşı; "Kardeşim mademki, şiddet duyguların var, o halde, modern psikolojiden, psikiyatrdan faydalan ve tedavi ol! Neden kendi hastalıklı ruh halini bir zavallı hayvan üzerinde gidermeye çalışıyorsun!" diyerek ciddi tepki göstermektedirler.

Bununla birlikte pedagojiye göre kin, nefret, öfke gibi bir uyaran olmadığı halde, yani o an tahrik olmamış bir şiddet duygusunu gidermeye çalışmak, ileride oluşacak olan şiddetin önüne geçmez, aksine gereksiz yere yeni bir şiddet kısır döngüsünü başlatır. Zira şiddet uyuyan bir yılan gibidir, bu duygu ancak kişinin onurlu bir yaşam hakkına saldırı olduğu zaman "savunma mekanizması" olarak ortaya çıkar. Ortada kişinin onuruna dokunacak bir saldırı olmadığı halde şiddet duygusunu gidermeye çalışmak, kişinin ruhundaki uyuyan yılanı uyandırmaya benzer ki, uyanmış olan bu yılanın kimi sokacağı belli olmaz. Bu açıdan bakıldığında bir kişinin "İçimdeki şiddet duygusunu gidermek için kurban kessem iyi olur" diyerek bir hayvanı kesmeye çalışması, kendisindeki şiddet hissini yok etmez aksine böylesi bir niyetle kurbana yaklaşmak şiddet hissini tahrik eder. Bunun içindir ki pedagoji; "Şiddet şiddetin mayasıdır." der.

Velev ki kişide o anda var olan şiddet duygularını keseceği bir hayvan üzerinde gidermeye çalışması da o kişinin içindeki şiddet hissini yok etmez... Zira böylesi bir niyetle kurban kesmeye çalışan kişinin içindeki şiddet hissi, sadece kurbanın boynunu kesmekle bitmez, hayvanın gözlerini çıkartması, kulaklarını kesmesi, vücudunu bıçak darbeleri ile delik deşik etmesi gerekir ki, belki o zaman içindeki şiddet hissini doyasıya yaşamış olsun.

Bütün bu açıdan bakıldığında, kurban ibadetine "insandaki şiddet hissini yok etmek" için güzel bir uygulama diye izahlar getirmek pedagojik bilimine taban tabana zıt olur.

Hâlbuki kurban ibadetine niyet etmiş olan bir kişi, şiddet hissi ile kurban kesmeye yönlendirilmemeli, aksine, bir canın son bulacağına dair "şefkat" ve "merhamet" hissi ile kurbanının başında bulunmasına yönelik psikolojik zemin oluşturulmalıdır. Ancak böyle olursa kesilen kurban, insandaki birçok duygunun derin duyarlılıkla uyanmasına neden olur ve kişiyi kendine getirir...

Aksi takdirde, eğer biraz sonra kesilecek olan kurbanlığa şefkat hissi ile değil, şiddet hissi ile yaklaşılacak olunursa, kurbanlık hayvanın daha kurban kesme yerine getirilirken tekmelenmesi, itilmesi, sırtı sopalanması gibi daha başlangıçta şiddet hissinin yansımaları kişiye hakim olur... Halbuki İslam dinini insanlığa tanıtan Peygamber Efendimiz, kesilecek olan kurbanlara eziyet etmeyi yasaklamış, onlara şefkat ve merhametle yaklaşılmasını tavsiye buyurmuştur. Hatta biraz sonra kurban olacak olan hayvanın, biraz önce kurban olmuş olanı görmemesi için gözlerinin bağlanmasını tavsiye etmiştir. Bütün bu tavsiyelerin pedagojik temeline baktığımızda, kurban kesme ibadetinin "şiddet" duygularını tatmin değil, daha başlangıçtan itibaren "şefkat" duygusunun uyandırılarak ibadet haline getirildiğini görebiliriz.

Hemen bu noktada akıllara, "Nasıl oluyor da, şefkat hissi ile dolu olan bir insan can almak gibi bir ibadetle baş başa bırakılıyor?" sorusu geliyor. Ya da, "Neden insanda önce kurbana karşı bir şefkat hissi oluşturuluyor ve fakat sonra nasıl oluyor da şefkat duyulan bir hayvanın kesilmesi emrediliyor? Böylesi bir paradoks insan ruhunda hangi dalgalanmayı oluşturuyor?" sorusuna cevap arayacak olsak karşımıza göz kamaştırıcı bir hakikat çıkıyor.

Şöyle ki; kurban ibadetinin başlangıcının Hazreti İbrahim'in kendi oğlu olan Hazreti İsmail'i kurban etmeye çalışması olarak düşünülecek olunursa, demek ki, kesilen kurban aslında "sadece bir hayvan" değil, kişinin bizzat kendisi veya en sevdiği bir yakınıdır. Bir başka deyişle, biraz sonra kesilecek olan kurbana, kurban sahibi, kendi evladının can vermesi veya bizzat kendi canının çıkması gibi bir empati içinde olması işareti görülüyor. Bu açıdan bakıldığında denilebilir ki, kurban sahibi, duyarsızca et bekleyen bir tüccar gibi değil, biraz sonra alınacak olan bir canı, şefkat hissinden kaynaklanan ve bütün duyarlılığı uyanmış olduğu bir halde izlemelidir...

Belki uzanmış yatanın bir koç değil, bizzat kişi kendisi olduğunu hayal etmelidir... Boğazına biraz sonra dokunacak olan soğuk bıçağı, hayvanın boğazına değil, sanki kendi boğazına Azrail Aleyhisselam'ın dokunuşu olarak hissetmelidir... Kurbanın kendisini kesecek olan bıçağa korku dolu gözlerle bakışı, sanki bir süre sonra kişinin kendi canını alacak olan Azrail Aleyhisselam'a karşı şaşkın bakışları olarak algılanmalıdır. Ve daha da ötesi, bir can vermenin ne kadar da zor olduğunu, kesilen hayvanın çırpınışları ile insan kendi ruhunda hissetmeli ve bir gün kendisinin de böyle çırpınarak can vereceğini bütün hücreleri ile yaşamalıdır.

Mademki, bir karıncayı dahi ezemeyecek kadar şefkat dolu Müslümanlara böylesi bir hassas görev verilmiştir, o halde böylesi bir ibadetin insan psikolojisinde uyandıracağı tesiri en derin hislerle hissetmek gerekir... Kesilen kurbanın can verme sırasında yaşadığı bütün ruh halleri, kurban kesenin ve kesimi izleyenlerin bizzat kendi ruhlarında yaşadığı bir hal olarak hallenmelidir.

Bu itibarla, kurban kesiminin insan psikolojisine tesirini doyasıya yaşamak isteyen bir kişi, mümkünse kendi kurbanını kendisi kesmeli, can vermenin zorluğunu iliklerine kadar hissetmelidir. Kurbanını vekâlet ile başka bölgelerde kestiren kişiler ise bizzat kurban kesim alanlarına gidip, can verme psikolojisini ruhu ile birlikte izlemelidir...

İşte bir kişi bu hassasiyet içinde kurban keserse, kurban mahallinden dönerken, dizleri birbirine çarpar, yürüyüşünü şaşırır... Ruhunun en derinlerinde can vermenin ince sızısını titrek bir mum alevi gibi kalbinde hisseder... Belki de bu halet-i ruhiye ile evine vardığında kapandığı yatağında hıçkıra hıçkıra ağlar... Bu ağlayışlar ve bu hissedişler kişiyi ölüme karşı daha duyarlı hale getirebilir, ruhundaki birçok olumsuzluklardan sıyrılıp çıkmasına neden olabilir, kişi taş kalpli biri de olsa ruhunda duyduğu bu sızlanmalar ile yumuşacık bir hale gelebilir. Ve böylesi bir ruh hali ile ertesi güne uyanan bir kişinin, yürürken böbürlenerek yürümesine artık imkân kalabilir mi? Kendini büyük dağların yaratıcısı olarak görme gücü kalmış mıdır? Böylesi bir can veriş sahnesine şahit olan kişinin eşine eziyet etmesi olası mıdır? Tabii ki değildir...

İşte bu açıdan bakıldığında denilebilir ki, kurban şefkat hissi ile dolmuş bir kalple yapılan bir ibadet olur ise, kişinin aşırıya gitmiş olan bütün duygularını sıfırlamasına, duyarlılığının daha da artmasına, etrafındaki insanları daha çok önemsemesine, acziyetini daha derin hissetmesine vesile olur...

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT