1. YAZARLAR

  2. MURAT KAYACAN

  3. Kur’ân’da “O İkisinden Biri” Lafzı
MURAT KAYACAN

MURAT KAYACAN

Yazarın Tüm Yazıları >

Kur’ân’da “O İkisinden Biri” Lafzı

08 Ekim 2015 Perşembe 08:00A+A-

 

Kur’ân’da “ikisinden biri” lafzı, ikisi ehadihima ve üçü de ehaduhuma şeklinde olmak üzere beş âyette geçmektedir. Bu yazıda, dördü Mekkî surelerde ve biri de Medenî bir surede yer alan söz konusu âyetleri nüzûl sırasına göre ele alacağız. Bu âyetlerin Medenî sûrede yer alanında, ehadihima lafzı bağlama uygun olarak o ikisinden birininki şeklinde çevrilmiştir.

Allahu Teâlâ şirki yasaklamasından söz etmesinin hemen ardından (İsra, 17: 22), Müslüman olup olmadıklarına herhangi bir vurgu yapmaksızın, anne ve babalara iyi davranılmasını öğütlemektedir: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana ve babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. O ikisinden biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa kendilerine ‘Of!’ bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” (İsra, 17: 23). Âyette anne ve babaya iyilik emredilmeden önce, “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi” denilmesi, her ikisine kayıtsız şartsız bir itaatin olmadığını göstermektedir. Yani anne ve baba şirke dâvet ediyorsa, onların bu dâvetine olumsuz karşılık vermek; onlara kötülük yapmak, asi gelmek demek değildir. Ayrıca âyet, zımnen kendi rahatını düşünerek anne ve babayı huzurevine terk etmeyi yasaklamaktadır.

Kur’ân iftiraya uğrayıp ardından da hapse atılan Hz. Yûsuf’un aynı hücrede iki kişiyle birlikte kalmasından söz etmektedir: “Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. O ikisinden biri dedi ki: Ben (rûyâda) şarap sıktığımı gördüm. Diğeri de, ‘Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan biri olarak görüyoruz.’ dedi.” (Yûsuf, 12: 36). Yani, Hz. Yûsuf’un hapishanede birlikte kaldığı kişilerden biri “biz” deyip arkadaşını da dâhil ederek, Hz. Yûsuf’un iyi bir insan olduğuna şahitlik etmektedir. İnsanları tebliğe açık hâle getirebilmenin en iyi yolu belki de iyi davranışlar sergilemektir. Onlar rûyâlarının anlamını söylesin diye Hz. Yûsuf’a başvurduklarına göre, ondan iyi şeyler işittikleri ve hayır gördükleri söyleyenebilir.

Allah kullarına nimetleri bol bol verir. Ancak insanlar buna şükredeceklerine, kendilerine verilen nimetlerde bulunan ihtiyaç sahiplerinin payını vereceklerine, kibre kapılıp kötülüğe meylederler. Bunun bir örneği Kur’ân’da şöyle anlatılır: “Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: O ikisinden birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik.” (Kehf, 18: 32). Ek olarak bu kişinin bahçesi oldukça verimlidir. Üstelik iki bağ arasından bir de ırmak geçmektedir (Kehf, 18: 33). Ama bu kişi bu nimetleri kendisinden bilmekte ve Allah’ın verdiği nimetlerin farkında olan arkadaşına, “Ben senden daha varlıklıyım ve tayfam da seninkinden daha kalabalıktır.” demektedir (Kehf, 18: 34). Bu kişiye göre kimin malı mülkü çok ve çevresi de geniş ise o kimse iyidir, doğru yoldadır. Bu, bâtıl bir görüştür. Doğruluğun ölçüsü mal varlığı değil, ilahî hakikattir.

Kur’ân’ın putperestlik eleştirilerinden birisi şöyledir: “Allah, şu iki kişiyi de misal verir: O ikisinden biri dilsizdir, hiçbir şey beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, doğru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse eşit olur mu?” (Nahl, 16: 76). Putlar, genellikle öldükten sonra kutsanan kişilerin heykelleridir. O kişiler, yaşadıkları dönemde önderliğiyle, zekâsıyla, karizmasıyla, çapkınlığıyla ya da muttakiliğiyle vs. ön plana çıkmışlar, bu dünyaya veda ettikten sonra onların anısını, prensiplerini ölümsüzleştirme iddiasındaki kişiler de kendilerince onların manevî şahsiyetlerini simgeleyen heykeller yapmışlardır. Âyette belirtildiği gibi o heykellerden beklenti içine girmek, boş bir iştir. Ne o heykeller, ne de büyük zât kabul edilen kişilerin türbeleri insanların ihtiyaçlarına cevap verebilir. Âyette bu anlamsızlığa dikkat çekilmektedir.

Âdem’in iki oğlu -o ikisinin, İsrailoğullarından iki kişi oldukları da söylenmektedir- kıssasına dair âyetlerin ilkinde şöyle denilmektedir: “Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de o ikisinden birininki kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden), ‘Andolsun seni öldüreceğim.’ dedi. Diğeri de ‘Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder.’ dedi.” (Maide, 5: 27). Âyetten anlaşıldığı kadarıyla, o dönemdeki peygamber (Hz. Âdem olması muhtemeldir.) sunulan iki kurbanın akıbetini aldıkları vahiyle bu iki kardeşe bildirmekte ancak kurbanı kabul edilmeyen, kabul edilecek bir kurban sunmadığı için tövbe etmektense kardeşini kıskanıp onu öldürmeye kastetmektedir. Benzer bir durum, Hz. Yûsuf gibi iyi bir insan olmayı hedeflemektense onu ortadan kaldırmayı tartışan kardeşlerinin kıssasında vardır (Yusuf, 12: 9).

YAZIYA YORUM KAT