1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. Kur'an-ı Kerim’in Zahir ve Batın Anlamı Olabilir mi?
Kur'an-ı Kerim’in Zahir ve Batın Anlamı Olabilir mi?

Kur'an-ı Kerim’in Zahir ve Batın Anlamı Olabilir mi?

Faruk Beşer, bugünkü yazısında Kur'an'ı Kerim'in ya zahir ya da batın anlama indirgendiğinde ortaya çıkabilecek tehlikelere dikkat çekmiş.

09 Eylül 2016 Cuma 12:02A+A-

Faruk Beşer / Yeni Şafak

Madem ki Allah'ın hem zahir/açık hem batın/içkin, ismi vardır o halde Kur'an-ı Kerim'in de bir zahiri/lafzi anlamı, bir de ihtisas ile ya da Hz. Ali'nin dediği gibi Allah'ın verdiği nafiz bir zekâ ile anlaşılabilecek batnı/deruni anlamı vardır. Kur'an-ı Kerim için, lafızlarının zahiri/sözel anlamı ne diyorsa o sadece onu söyler diye düşünmek çok sığ bir düşünce olur. Bu Allah'ın kelamını insan kelamı derecesine indirme anlamı taşır. Kaldı ki, nice edip, şair ve filozoflar vardır ki, şiirlerine ya de nesirlerine lafızlarının ötesinde pek çok manalar yükleyebilirler.

Resulüllah Efendimiz (sa) “Kur'an yedi harf üzere indirilmiştir, onun her ayetinin bir zahrı bir de batnı vardır” buyurur. Taberî, onun zahrı sözlerinin söylediği şeydir, batnı ise tevilinden anlaşılandır der. Demek ki, Kur'an-ı Kerim'in tefsirinden başka bir de tevili vardır. Cürcanî buna şöyle bir örnek verir: Mesela “Allah ölüden diri çıkarır” anlamındaki ayeti, yumurtadan civciv çıkarır diye anlamak tefsirdir. Ama kâfirden mümin çıkarır, ya da cahilden âlim çıkarır diye anlamak ise tevil olur der. Bunların her ikisi de ayetin maksudu olmuş olabilir.

Kur'an-ı Kerim'in bizzat kendisi ayetlerinin bir kısmının muhkem, geriye kalanların ise müteşabih olduğunu söyler. Bu iki kavramın anlamlarının özeti şudur: Onun dilini bilen herkesin anlayabileceği ve başka bir anlama gelmeyen ayetleri muhkem, tevile muhtaç ayetleri de müteşabihtir. Ama onun ayetlerinin anası/esası muhkem olan ayetlerdir, hiçbir tevil onlara aykırı olamaz. Demek ki, Kur'an-ı Kerim'in tevili vardır. Aksi takdirde o bilimin ve teknolojinin sürekli geliştiği bir dünyaya sonuna kadar hitap edemezdi. Ama mesele tevilin tefsire göre yeri, nereye kadar gidebileceği ve sınırlarının nasıl belirleneceği meselesidir.

Şöyle diyebiliriz: Nasların sözel anlamı neyse hepsi ondan ibarettir, bunun dışında onlardan bir mana çıkarılamaz diyen görüş Zahirilik diye isimlenir. Zahirilik İslam tarihinde mezhep olarak iki kez ortaya çıkmış ama zorunlu olarak kaybolup gitmiştir. Bugünlerde üçüncü defa bazı selefi anlayışlarla tekrar gündeme geliyor. Ama hiç şüphe edilmemelidir ki, bir süre sonra yine yok olacaktır. Çünkü dilin de eşyanın da tabiatına aykırıdır.

Buna karşılık nasların sözel anlamları sadece sembollerden ibarettir, asıl olan onların bâtın anlamlarıdır, tevilleridir. Onları da ancak masum imamlar bilebilir diyen görüşe de Batınîlik denir. Batınîlik hiçbir zaman bitmez, çünkü bâtının sınırı yoktur. Zahirîliği duran bir saate, Batınîliği de yanlış çalışan bir saate benzetmiştik. Biri hiç olmazsa günde iki kez doğruyu gösterir, ama diğeri hiçbir zaman gösteremez. Bunların her ikisine olması gereken kadar değer veren ortayol ise Ehli Sünnet'tir. Olması gereken şudur: Kur'an-ı Kerim Arapça olarak indirilmiştir. O halde onu Arapça'nın dil kuralları içerisinde anlamak zorundasınız. Ona dilinin ihtimal vermediği bir anlam yükleyemezsiniz. Tabii ki, asıl olan onun zahir/dilsel manasıdır. Ama onun batnı/işari manaları da vardır. Ancak bunların objektif ölçüsü zahirleridir. O halde onun zahir manasına muhalif hiçbir bâtın mana doğru olamaz.

İşte sapmaların başladığı nokta da burasıdır. Tefsir ve tefsire uygun tevil kaçınılmazdır, ümmeti parçalamaz. Ama tefsire/zahire aykırı olan teviller Batıniliğe götürür ve tefrika oluşturur. Çünkü herkesin batını farklıdır. Bu yolla Kur'an-ı Kerim'e söylettiremeyeceğiniz hiçbir düşünce olmaz. Bize kızanlar olacaktır ama bir kez daha söylemek zorundayız ki, bugün bizim tarikatlarımızın çoğu batınidir, Ehlisünnet değildir.

Sözünü ettiğimiz ayette Allah (cc) 'müteşabih ayetlere tutunanlar fitne ararlar, tevil ararlar” buyurur. Bunun anlamı şudur: Kur'an-ı Kerim'in muhkemlerini öne alıp onları esas almadan tevile ulaşmaya çalışmak, tevilden önce fitneye ulaştırır. Grupların cemaatten uzaklaşıp fırka olmaları bu yüzdendir.

Resulüllah'ın sözleri ve fiilleri dahi Kur'an-ı Kerim'in zahirine muhalif olamaz. Şu olaya dikkatinizi çekmek isterim. Uydurma bahanelerle Tebük Seferi'ne katılmayan münafıklar bilahare Resulüllah'tan kendileri için bağışlanma duası istemişlerdi, o da bunun için söz verdi. Ama Allah “yetmiş defa istiğfar etsen de Allah onları mağfiret etmeyecektir” buyurdu. Resulüllah bu ayeti şöyle tevil etti: “O halde ben de yetmiş defadan daha çok istiğfar ederim”. Bunun üzerine Allah, “istiğfar etsen de etmesen de bir şey değişmeyecek” dedi. Bu istisnai ve hikmetini bizim belki bilemediğimiz bir olay olsa da şu gerçeğe işaret eder: Demek ki, sünnetteki tevilin ölçüsü Kur'an-ı Kerim, âlimlerin tevilinin ölçüsü ise hem sünnet hem Kur'an-ı Kerim'dir.

Sıra daha somut örneklere geldi. Gelecek yazımızda inşallah.

HABERE YORUM KAT