1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Keşfedilmesi Büyük İş İdi; Ama, Keşfedilmeseydi Daha Büyük Bir İş Olurdu
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Keşfedilmesi Büyük İş İdi; Ama, Keşfedilmeseydi Daha Büyük Bir İş Olurdu

27 Kasım 2014 Perşembe 21:13A+A-

secakirgil@yahoo,com

Tayyîb Erdoğan geçenlerde Amerika kıt’asının Cristof Colomb tarafından değil, müslümanlar tarafından keşfedildiğini söyleyince.. Amerika kıt’asının da bir bölümünü teşkil ettiği ‘Batı dünyası’ denilen coğrafyalarda bir ‘alay’dır başladı.

Emperyalist dünyanın medyasında son zamanlarda hele de son iki-üç yıldır, artık, Erdoğan neredeyse 1 numaralı ‘kötü adam’..

Erdoğan, geçtiğimiz günlerde kadın hakları konusunda konuşurken, eşitlik değil, eşdeğer olmanın gerekliliği’ne değinince, aynı emperyalist dünyanın medyası tarafından kadın hakları düşmanlığı’yla suçlandı, günlerce..

Erdoğan, alman gazetelerinde aleyhinde yayınlanan ve oradan ders kitablarına bile aktarılan çirkin bir karikatüre geçenlerde diplomatik yollardan itiraz edince, aynı emperyalist çevrelerin borazanlığını yapan medya organları Bay Erdoğan, biraz espriden anlamaz mısınız?’ gibi tuhaf yazılarla konuyu sulandırmaya çalıştılar.

Erdoğan’ın hataları elbette vardır ve bundan sonra da olacaktır.Ama bütün bu saldırılar, onun giderek müslüman kimliğinin daha bir galib durumda gözlenmesinden kaynaklanıyor. O şimdi de Amerika kıt’asının müslümanlar tarafından keşfedildiğine dair bir ilmî iddiayı tekrarlayınca.. Hücumlar daha bir sökün etti.

Çünkü, onlar müslümanların insanlığa hiçbir şey sunmadığı iddiasını dile getirmeyi hele de, İslam’a karşı başlatılan yeni bir Soğuk ve Sıcak Savaş  veya yeni Haçlı Seferleri’nin sürdürülebilmesi açısından çok gerekli görüyorlar. Bu yüzden, onların ilmî araştırma kitablarında,  Müslüman dünyasından hemen hemen hiç bir kaynak gösterilmez. Zannedersiniz ki, müslümanlardan herhangi bir ilim adamı yetişmemektedir.

Onları anlıyabiliriz.

Ama, daha düşündürücü ve utanç verici olanı, kendi içimizden bir takım mankurtlaştırılmış, kendi halkının temel değerlerine yabancılaş(tırıl)mış ve düşman haline getirilmiş ve yine de kendilerini ‘aydın’ diye niteleyen uşak ruhlu, aşağılık kompleksinin pençesine takılmış çevrelerin tutumudur. Bu kesimler, hele de, son 150-200 yıla yakın zamandır, emperyalist dünyaların algı operasyonuna uygun hareket etmeyi kayıtsız-şartsız benimsemişlerdir. Bu yüzden, bu çevreler de, genelde, araştırmalarını yansıttıkları uluslararası yayınlarında kaynak olarak Batı dünyasının ‘bilimsel çalışmaları’nda gösterilebilecek isimlere yer vermektedirler.

Sözün burasında bazılarınca, ‘müslümanların kaynak teşkil edecek yayınları yok ise, n’apsınlar?’ denilebilir.

Ama, olsa bile, almamak ve onlara kaynaklarında yer göstermemek için her türlü hasisliği sergilemekten kaçınmamaktadırlar.

Nitekim, yarım asrı aşkın bir zamandır Frankfurt- Goethe Üni.’deki araştırmalarıyla tanınan Prof. Fuad Sezgin bu konunun ızdırabını en çok hissedenlerden birisi.. Prof. Sezgin, Christof Colomb’un 1492’de, ‘Mâdem ki dünya yuvarlaktır, o halde, Hindistan’a gitmek için illâ da Doğu’ya gitmek gerekmez, hep Batı’ya giderek de sonunda Hindistan’a varılır..’ teziyle Atlas Okyanusu’nu geçerek yaptığı ve neresi olduğunu bilmediği topraklara vardığı deniz yolculuğundan 20 yıl sonralarda, İtalyan denizcisi America Vespuci’nin yeni bir kıt’a olduğunu farkettiği topraklara, müslüman denizcilerin onlardan 250-300 sene öncelerde gitmiş olduğunu ve o coğrafyaların haritasını bile çıkardıklarını, yine Batı dünyasındaki kaynak ve belgelere dayanarak isbatlamıştır, ama, bu ilmî araştırmalar,  bırakınız Batı dünyasının megalomani / kendini büyük görme saplantısı içinde olan bilim çevrelerini; -Batılı bilim çevrelerince itibar edilmediği için- bizim yerli mankurtlarımız tarafından da görmezlikten gelinmiştir.

Bunu sadece Amerika’nın keşfi konusunda değil, hemen bütün ‘bilimsel araştırmalar’ sahasında da görebiliriz. Müslümanlara hissettirilmek istenen, ‘Sizin hizmet etmekten başka bir işiniz olmamalı, bilim bizim işimiz..’  kibridir, çünkü..

*

Bu konuyu 100 yıl öncelerdeki ünlü Amerikan mizah yazarı Mark Twain’in nüktesiyle noktalayalım. O, Amerika’nın keşfinin 400. yıldönümü dolayısiyle 1892’lerdeki bir yazısında, ‘Colomb Amerika kıt’asını keşfetmekle büyük bir iş yaptı. Keşke, keşfetmeseydi de, daha büyük bir iş yapmış olsaydı..’ diyordu.

*

Emperyalizmin oyunları bitmek-tükenmek bilmez..

Bugünlerde, USA emperyalizminin en üst dereceli yetkilileriyle T.C yetkilileri arasında kapalı kapılar ardında, neler konuşuluyor, tahmin edilse bile, kesin olarak bilmek zor..

Herkes kendisine göre, el yordamıyla bir yorum yapıyor.

İsmet Paşa, ’Büyük devletlerle münasebet, canavarla aynı yatağa yatmak gibidir’ derdi.

Bu, boş bir söz değildi. Daha da ilginç olanı şu ki, ‘En mahrem ve gizli konuları Bakanlar Kurulu’nda konuşuyoruz. Toplantı sonunda makamıma geçtiğimde, Amerikan B. Elçisi’nin benimle görüşmek için beklediğini görüyorum ve içerde konuştuklarımız konusunda bilgi istiyor..’ demişti Paşa, 1963’lerdeki başbakanlığı sırasında..

(Bu vesileyle hatırlayalım.. Ankara’da,  Amerikan B. Elçiliği’nin, Meclis’in hemen yakınında olduğu hatırlatıldı geçen gün, bazı kardeşler tarafından.. Doğru ise, ilginç olmanın ötesinde, düşündürücü de.. Hele de yüksek teknolojinin sağladığı dinleme imkanları açısından..  

‘27 Mayıs’dan sonra, CIA yetkililerinin Başbakanlık binasındaki odalara yerleşip, oralarda çalıştığı’ Alpaslan Türkeş tarafından dile getirilmişti bir kez.. ‘Şimdi Meclis’in dışındaysa; yine de iyi..’  diye teselli bulunabilir mi?)

Şimdilerde neler oluyor?

Amerikan Başkan Yard. Joe Biden Türkiye’ye geldi, geçen hafta.. Tayyîb Erdoğan ve Ahmed Davudoğlu ile uzuun görüşmeler yaptı. Hattâ Erdoğan’la görüşmesi 1,5 saat olarak planlanmışken, 4 saatten fazla sürdü. Halbuki, son bir ay içinde Erdoğan ile Biden arasında bir polemik de yaşanmıştı..

Hatırlayalım. Biden, Ekim başında, Harvard Üni’de yaptığı bir konuşmada, Tayyîb Erdoğan’la yaptığı bir tlf. görüşmesine de değinmiş ve ‘IŞİD konusunda asıl problelemimiz müttefiklerimizdir..’ diye Türkiye’yi dolaylı olarak eleştirdiğini hatırlatmış; Erdoğan’ın kendisine, ‘Siz haklıydınız..’ dediği iddiasında da bulunmuştu. Bunun üzerine Erdoğan da, ‘Eğer böyle dediyse, Biden  benim için tarih olmuştur. Asla benden böyle bir ifade sâdır olmamıştır, bir. İkincisi, başta IŞİD olmak üzere hiçbir terör örgütüne, bakın terör örgütü diyorum, bizim en ufak bir yardımımız kesinlikle olmamıştır. Sayın Biden eğer Harvard'da böyle bir şey söylediyse, bizden özür dilemesi lâzım. Bakın bunu da açıkça söylüyorum. Öyle ufak-tefek, çevresinden dolaşarak yapılacak açıklamalar bizim kabulümüz değildir’ demişti. Arkasından ise, Amerikan Başkanlık Sarayı (Beyaz Saray) tarafından yapılan resmî açıklamada, ‘Biden’in Erdoğan’la birlikte çalışmaktan daima memnuniyet duyduğu ve sözü edilen şekilde bir konuşma yapmadığı’  açıklanmıştı.  Erdoğan da, Biden’in kendisine telefon ettiğini ve özür dilediğini söylemişti.

Ama, aynı Biden daha sonra, Kasım ayı başında CNN’de katıldığı bir proğramda özür dilemenin sözkonusu olmadığını, insanların özür değil doğruları aradığını' söylemiş, sonra da ’Ben özür dilemedim’ diyerek, şu açıklamayı yapmıştı: "Burada yaptığım, yani olan, samimî bir yanlış anlamadır. Yaptığım yoruma bakalım.. Bana dediler ki Erdoğan'dan özür dilemişim. Ben ondan asla özür dilemedim. Onu telefonla aradım ve dedim ki: "Bak, haberleştirilenler benim söylediğim değildi. Benim söylediğim de şu şu…''

Biden'ın CNN’deki bu mülâkatından sonra ise, Başkan Yardımcısı’nın ofisinden bir yetkilinin yaptığı bir başka açıklamada, 'Başkan Yardımcısı'nın CNN mülâkatında dediği gibi, burada samimi bir yanlış anlama' olduğunun altı çiziliyor ve Biden'in, 'Türkiye'nin, IŞİD'in ve diğer şiddet yanlısı aşırı grupların büyümesi için kasıdlı olarak destek sağladığını veya imkan verdiğini söylemek niyeti taşımadığı' ifade ediliyordu.

USA Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın 'Ben Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan asla özür dilemedim'' sözünden sonra, gözler Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest'e çevrilmiş ve o da, 'Sanırım buradaki mes’ele, aradaki anlam (semantik) farkı. Ben tabiî ki Başkan Yardımcısı Biden ve Erdoğan'ın telefon görüşmesini bizzat dinlemedim. Ama Başkan Yardımcısı’nın ofisi bir açıklama yapmıştı ve bu, benim de o zaman yaptığım açıklamaya yansımıştı' demiş, ve ‘Özür dilenmesinden mi bahsediyorsunuz?’ sorusuna karşılık, Earnest'in 'özür' kelimesini ağzına almamaya dikkat gösterdiği ve, ’Evet, işte o ofisinden yapılan açıklamada görülmüştü. Kendisinin Cumhurbaşkanı Erdoğan'a doğrudan iletmeye çalıştığı mesaj, kendi açıklamasının yorumlanmasından dolayı hissettiği pişmanlık idi. Kendisi Erdoğan'a tam olarak  ne demek istediği hususuna açıklık getirdi. Kendisinin Cumhurbaşkanı Erdoğan ile olan şahsî güçlü bağlarından dolayı, bizzat telefon açmak gerektiğine inandı' dediği görülmüştü.

Diplomatik ilişkilerde özür dilemek ile pişmanlık ifade etmek arasında bir fark bulunuyordu. Pişmanlık, özür dilemekten daha hafif bir geri adım atış biçimi idi. Biden, bu şekilde Harvard konuşmasında söylediği sözlerin doğru olduğunu zaten CNN'e söylemiş; sözcüsü Earnest de, ’özür değil, sözlerin yanlış yorumlanmasından dolayı bir pişmanlığın sözkonusu olduğunu’ söylemişti.  Earnest, Türkiye ve ABD arasındaki ilişkilerinin önemli olduğunu da hatırlatmış ve 'Türklerin son haftalarda attığı bazı adımlarla,  uluslararası koalisyonun IŞİD ile mücadelesine oldukça yararlı olduğu’ndan ve  ''Başkan Yardımcısı gibi, on yıllarca tecrübesi olan birinin Türkiye'deki liderlerle ilişkisi ve Türkiye ile ABD arasındaki ilişkileri güçlendirmesi'nden sözetmiş, ’bu konunun artık Beyaz Saray için kapandığını’ söylemişti.  

Evet, kimin zikzaklar çizdiği buradan da anlaşılabilir. Bu durum, hele de emperyalist mekanizmalarda vazife alanların ne kadar güvenilir olduğu ve kelime oyunlarının diplomaside ne kadar etkili ve güce göre şekillendiği üzerine yeterli bilgiyi verebilir.

*

Bütün bu gelişmelerden sonra, Biden, geçen hafta, Türkiye’ye geldi ve Erdoğan’la uzuuun-uzuuun konuştu. Herhalde birbirlerine fıkra anlatmadılar. Ama, anlaşılıyor ki, Amerikan emperyalizmi, Irak, Suriye ve IŞİD konusunda kendi planlarını dayatmaya çalışıyor Türkiye’ye ve Türkiye de direniyor. Oralarda neler yapmak istediğini de sadece kendisi biliyor. Yarınlarda kimbilir nasıl planlar tezgahlayacak..

Türkiye de bu belirsizliğe karşı direnmeye çalışıyor. Bu direnme, elbette hoşlarına gitmiyor ve hemen, tarafların NATO üyeliğinden ayrı olarak, ‘stratejik müttefik’ olduklarına dair ikili beyanlarını da hatırlatıyorlar.

Stratejik müttefiklik’,  kendisini büyük ve üstün gören gücün, karşısındakine her dilediğini yaptırmak mânâsına geliyormuş gibi..

Geçmişte, Suriye ve Esed rejimi konusunda nice kırmızı çizgiler ilan etmiş olan Amerikan emperyalizminin, şimdi, Esed rejimiyle zımnî bir işbirliği içinde olduğu Türkiye tarafından görülmeyecekmiş gibi, her dediğine Erdoğan Türkiyesi’nin, Yes Man / Başüstüne efendim..’ demesi bekleniyor.

Türkiye’nin direndiğinin ipuçları, kapitalist emperyalizm dünyasının medyasındaki yayınlardan da izlenebiliyor. Çünkü, hemen her gün, Erdoğan, ‘kötü adam’ rolünde.. Avrupa’nın doğusunda, bir ikinci Putin gibi..

Kendisi karşısında güçlenen, eskisi gibi aşağıdan almayan ve dik durmaya dikkat gösteren bir kimsenin / devletin varlığından hangi güçlü kişi veya rahatsız olmaz ki..

Nitekim, bu iki ismin icraatı, kapitalist emperyalizm dünyasının planlarına ters geliyor.

Önümüzdeki günlerde Putin’in Türkiye’ye gelecek olması da bu açıdan daha bir önemli ve üzerinde duruluyor ve korkuluyor.  

Hatırlayalım.

Adnan Menderes 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi olmasaydı, 26 Haziran 1960’da Moskova’ya gidecekti ve bu gezi, Amerika’dan izinsiz olduğu için, Amerika bunu affetmiyecekti. Çünkü, Mısır lideri Cemal A. Nâsır gibi, o da, Türkiye’yi karşı tarafa yatırır mıydı?’ korkusu vardı.

Başka etkenler de bir askerî darbe için hazırdı.. Ve o darbe ve daha sonra gelen bütün askerî darbelerde de, NATO’nun başkomutanlığını kimseye bırakmayan Amerikan emperyalizminin direkt veya dolaylı teşviklerinin bulunduğunu burada tekrarlamaya gerek yok..

Bugün de benzer gelişmeler olurken, Erdoğan’ın uluslararası zeminlerde, ‘kötü adam’ sayılmasına daha bir katkı sağlıyacağını bildiği halde, başta nükleer teknoloji ve diğer alanlarda kendilerini devamlı savunduğu birileri ise, hâlâ, anlaşılmaz bir düşmanlıkla, Erdoğan’ı, ‘Amerikan emperyalizminin ve İsrail’in işbirlikçisi’ olarak suçlamakta, resmî medyasında bile.. 

Kapitalizm- komünizm dünyaları arasındaki Soğuk Savaş şartlarında mekanizmalar böyle işliyordu.

Ve bugün de, yeni bir Soğuk Savaş var..

Dünkü Soğuk Savaş, komünizm ile kapitalizm arasındaydı.. Bugünkü yeni Soğuk Savaş ise, İslam’a ve müslümanlara karşı..

11 Eylûl 2001 Saldırıları’ndan sonra, Amerikalı ünlü bir düşünce adamı, ’Amerikan emperyalizminin Soğuk Savaş’ı olmazsa, ne yapar.. Düşmansız kalan bir Amerika, kendi iç düzeninin dengesizliklerinin pençesine düşmez mi?’ demişti..

*

Yeni ’Soğuk’ ve de ’Sıcak Savaş’, İslam’a karşı.. IŞİD bahane..

Bugün hemen bütün Batı dünyasında, İslam ve müslümanlar korkunç bir düşman odağı olarak gösteriliyor. IŞİD bahane.. Hangi güç odaklarını temsil ettiklerinin belirlenmesi hâlâ da çetin bir iş olan IŞİD’in, İslam adına diyerek yaptıklarının genelde İslam’la ilgisinin olmadığını çoğu müslümanlar belirtiyorlar. Amerikan emperyalizmi de bunu fırsat bilerek, IŞİD’e karşı  çıkıyormuş gibi yaparak, tarihte kaldığı sanılan bütün Haçlı Dünyasını arkasına alıp, müslüman coğrafyalarının en kalbî bölgesini aylardır bombardıman ediyor. Irak, zâten elinde.. Suriye Baas rejimi, ve Esed diktatörlüğü, başkalarına karşı bağımsızlıktan sözederken, kendi ülkesinin bütün o Haçlı Cebhesi güçlerince aylardır bombardıman edilmesini bir de alkışlıyor.

O emperyalist dünya ki, Mısır’da General A. Fettah Sisî, halkın serbest iradesiyle seçilmiş bir başkanı, Muhammed Mursî’yi, iktidarının henüz birinci yılı dolmadan askerî bir darbe ile indirir ve bu darbeye karşı çıkan halk kitlelerinden binlercesini sokaklarda katlederken, sesini çıkarmamış ve demokrasinin kurulması çabası olarak bir de alkışlamışken..

Ve İsrail rejimi, Gazze’yi geçtiğimiz yaz aylarında, Ramazan ve sonrasında, iki aya yakın bir süre ağır bombardımanlar altında ezip geçerken ve sivil-savunmasız halktan 2 binden fazla insanı katledilirken, bütün bir emperyalist-şeytanî güçler dünyası hiiiç sesini çıkarmamıştı.

Ama, varlığı ve zuhûru daha çok da otorite boşluğundan kaynaklandığı da tahmin edilen IŞİD denilen bir örgütün ürkütücü uygulamalarını gayri-insanî bulmak adına, insanlık adına imiş gibi bir hassasiyetle sahneye kurtarıcı olarak çıkmak fırsatını kullanıyor bugün..

Batı dünyasının sokaktaki insanlarına müslümanlar ve İslam hakkındaki görüşleri sorulduğunda, alınacak cevab neredeyse hep aynıdır: İlkel, vahşi, birbirlerini boğazlayan, canavar ruhlu kitleler ve onların dini..  

’Yahu, daha önce böyle değildi de, nasıl oldu da böyle birden bire böyle oldu?..’ diye konuyu sorgulamaya çalışanlar parmakla bile gösterilemiyecek kadar az.. Hemen bütün medya organlarında müthiş yoğun bir algı operasyonu tezgâhlanıyor.

Tayyîb Erdoğan’ın, 27 Kasım günü İSEDAK (İslam Ülkeleri Ekonomik İşbirliği Daimi Komitesi) toplantısında yaptığı konuşmada da dile getirdiği gibi, müslüman ülkelerin başındaki rejimler kendi güçlerini birlik olup kullanamıyorlar ve mezheb veya etnik hesablaşmalar içinde birbirleriyle boğazlaşıyorlar, ve de düşmanları tarafından beğenilmek ve onların yanında bir yer kapmak gibi bir hastalığa mübtelâlar..

’Yâ Rabb, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?’

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum