1. YAZARLAR

  2. Johann Hari

  3. Kenya'dan bir özür bile dileyemedik
Johann Hari

Johann Hari

Yazarın Tüm Yazıları >

Kenya'dan bir özür bile dileyemedik

31 Mayıs 2009 Pazar 18:18A+A-

Britanya, sömürge döneminde fişlemekten işkenceye her türlü gaddarlığa maruz bıraktığı Kenyalılardan bir özür bile dilemedi. İmparatorluğun derslerinin hazmedilmemesinin sonucu kurbanlara haksızlıktan ibaret değil; dehşet verici yanlışların hâlâ tekrarlanmasına yol açıyor

Birkaç hafta içinde, Britanya kuvvetlerinin testislerini ve göğüslerini nasıl kerpetenlerle parçaladığını açıklamak üzere sessiz, onurlu ve yaşça geçkin bir grup erkek ve kadın Londra’ya gelecek. Bu tip eylemler bizim ‘babun’, ‘barbar’ ve ‘terörist’ olarak gördüğümüz sivil bir nüfusu dize getirmek için uygulanan bilinçli bir politikanın parçasıydı.

Bu insanlar Britanya’nın ülkelerini nasıl işgal ettiğini, topraklarını nasıl ellerinden aldığını ve bütün bir halkı nasıl toplama kamplarına tıktığını anlatmak için geliyor; istedikleriyse tüm olup bitenlerin ardından yalnızca adalet. Bu askerler bazen Nazizm’in yenilmesi gibi büyük davalar için kullanıldı. Bazense Hindistan, Malaya veya Pakistan’daki demokratik hareketlerin ezilmesi için kullanıldılar. Fakat her halükârda Britanya İmparatorluğu’nun çoğu işine koştular, bu yüzden de sağın hoş karşılayacağı nadir yabancı topluluk oldular. Ben de insanlık gereği, bizimle beraber yaşayacak kadar da iyidirler diyerek bu kişilerin Britanya’da yaşama haklarını sonuna kadar savundum. 

‘Tek yol köklerini kazımak’

Fakat, 2009’da bile imparatorluğun hizmetkârlarını alkışlarken onun tarafından sakat bırakılmış, hatta öldürülmüş insanları görmezden gelmemiz birçok şeyi açıklamıyor mu? Gelecek ay Londra’da Britanya’dan tazminat taleplerini dile getirecek olan Kenya’da yaşanan baskıcı uygulamalardan sağ kurtulanlar için

herhangi bir kampanya başlatılmayacak, ne de bu insanlar için ünlüler harekete geçecek. Yalnızca şaşkın bir omuz silkmeyle karşılanacak olan bu kişilerin öyküsü bize çok daha fazlasını anlatıyor.

Britanya Kenya’ya 1880’lerde girdi, tam da dünyadaki ekonomik hâkimiyetimizin azaldığı ve yeni sömürgelere ihtiyaç duyulan bir dönemde. Sömürge Bürosu o zamanlarda beyazlardan oluşan kitleleri, ‘maymun’ların topraklarına el koymak ve üzerine Union Jack bayrağını dikmek için dalga dalga Kenya’ya gönderdi. Francis Hall Doğu Hindistan Şirketi tarafından Kenya’nın nüfusça en kalabalık kabilesinin, yani Kikuyuların direnişini kırmak için silahlı baskınlar düzenlemekle görevlendirildi. Hall şöyle söylemişti: “Kikuyuların hayatını iyileştirmenin tek bir yolu var ve bu da onların kökünü kazımak. Bunu seve seve yapardım ama gıda kaynakları için onlara bağımlı durumdayız.”

Obama’nın dedesi de tutuklandı

Britanya ordusu 60 bin hektardan fazla bir alanı Kikuyulardan çaldı ve buralara ‘White Highlands” (Beyaz Tepeler) adını verdi. Fakat bu bölgeye yerleşen beyazlar aristokrat heveslilerdi ve çiftçilik deneyimleri yok denecek kadar azdı. Çok geçmeden de ‘ilkellerin’ hapsedildikleri yörelerde çok daha etkili şekilde tarım yapabildiklerini keşfettiler. Sonuçta yerli siyah halkı ‘kendi’ topraklarını ekip biçmeye zorladılar ve yerli Afrikalıların çay, kahve ve sisal (sabır ağacı lifi) en çok kâr getiren tarım ürünlerini kendi başlarına yetiştirmelerini yasakladılar.

Halk buna karşı çıktı ve işgalcileri topraklarından atmaya çalıştı. İthaka na wiyathi, yani toprak ve özgürlük çağrısı yaptılar. Barışçıl protestoları şiddetle karşılaşınca baskıya göğüs gerebilmek için Mau Mau adlı bir grup kurdular. Britanyalılarca atanan liderleri ve bazı yerleşimcileri öldürmeye başladılar. Londra basını bu kişileri Hıristiyanlık ve uygarlık nefretiyle beslenen ‘şeytani vahşiler’ ve ‘teröristler’ olarak niteledi. Feryat figan, ‘Mau Mau tarikatı liderleri’nce ‘beyinlerinin yıkandığından’ bahsediliyordu. 1.5 milyon Kikuyu’nun ezici çoğunluğu Mau Mau ve bağımsızlığı destekliyordu - Britanya onlara topyekûn savaş ilan etti. Sıkıyönetim ilan edildi ve bütün Kikuyuların zorla sürülmesine başlandı. Kışlaların dışında yaşayan herkes silah zoruyla toplandı, kamyonlara dolduruldu ve ‘nakil kamplarına’ gönderildi. Mau Mau destekçisi olup olmadıklarını görmek için ‘gözlem altında’ tutuluyorlardı. Aylarca bu şekilde tutulanlardan biri de ABD Başkanı Barack Obama’nın dedesiydi.

‘Britanya’nın Gulag’ı: İmparatorluğun Acımasız Sonu’ adlı çarpıcı kitabı için toplama kampları üzerine beş yıl çalışan Profesör Caroline Elkins, Britanyalıların Mau Mau’yu çözmek için benimsediği taktikleri şöyle anlatıyor: “Elektrik şoku, yanı sıra sigaralar ve ateş yaygın olarak kullanılıyordu. Şişeler (genellikle kırık halde), silah namluları, bıçaklar, yılanlar, haşareler ve sıcak yumurtalar erkeklerin makatlarına ve kadınların vajinalarına sokuluyordu. Ayıklama ekipleri, Mau Mau şüphelilerini kamçılıyor, vuruyor, yakıyor ve uzuvlarını kesiyordu.”

Mau Mau’ya sempati duyduğu gerekçesiyle suçlu bulunanlar işkence kamplarına naklediliyordu. Her tutuklunun bileğine bir numaranın yazılı olduğu bir bant takılıyordu. Çırılçıplak soyuluyor ve işkence tekrar başlamadan önce, bir sığır ağılına gönderiliyorlardı. “Tutuklular binanın etrafında kurbağa gibi yürütülüyor ve kulaklarından kan gelinceye kadar dövülüyorlardı” diye yazıyor Elkins. 

En az 80 bin insan kamptaydı

Kikuyu’dan sağ kurtulan Pascasio Macharia tanık olduğu bazı işkenceleri şöyle anlatıyor: “Askerler suyla dolu yangın kovaları getirip tutukluları bir bir çağırdılar. İlk çağrılan arkadaşım Peterson’du. Askerler onun başını kovaya soktu, bacaklarından tutarak onu havaya kaldırdılar. O anda komutanlardan biri Peterson’un anüsüne kum tıkmaya başladı ve bir sopayla kumu iyice itti. Bunun ardından başka bir asker su döktü ve sonra yine kum tıktılar. Bunu sürekli olarak yaptılar... Sonunda Peterson’la işleri bitti, onu dışarı çıkardılar ve yeni bir tutuklu getirip aynı şeyi yaptılar.”

Gözde işkencelerden bir diğeri tutukluyu dikenli tele sarıp kan kaybından ölene kadar tekmelemekti. Tifo, dizanteri ve bit insanları kırıp geçiriyordu. İgdiş etme yaygın bir uygulamaydı. En az 80 bin insan kamplara kapatılmış ve bu tür işkencelere maruz bırakılmıştı.

800 köy ‘mühürlendi’

Bu yılın başında Kenya’dan haber geçerken, gulaglardan söz ederken hâlâ korkuyla titreyen yaşlılarla tanıştım. Kenya Polis Teşkilatı’nın Britanyalı mensuplarından William Baldwin, Kikuya ‘babunlarını’ soğukkanlılıkla öldürdüğünü neşeyle kabul eden bir hatırat yazdı. Baldwin, diğer şüpheliler seyrederken, tutukluları bıçaklarla nasıl delik deşik ettiğiyle övünüyordu. Bir başka subay Tony Cross taktikleri gururla ‘Gestapo tarzı’ diye niteliyordu. Dışardaki siviller içinse hayat sadece biraz daha iyiydi. Kadınlar ve çocuklar, kırsal boyunca 800 ‘mühürlenmiş köyde’ sıkışıp kalmıştı. Dikenli teller ve silahlı muhafızlarla kuşatılmışlar, kendilerini dünyadan yalıtan siperleri silah zoruyla kazmaya mecbur bırakılmışlardı.

Bu suçlara karşı mücadele eden bir başka Britanya da daima vardı. İşçi Partisi’nin sol kanadı kampların ifşa edilip kapatılması için çok çaba gösterdi. Britanyalı emperyalistler nihayet ülkeden tamamen tüymek zorunda kalıncaya dek başarılı olamadılar. Kaç kişi öldürdüklerini asla bilemeyeceğiz, zira sömürge yönetimi kaçarken bütün belgeleri yaktı. Elkins ölüm sayısının Londra’nın iddia ettiği 11 binden çok daha fazla olduğunu ve 300 bine varabileceğini hesap ediyor.

Ulusal DNA’dan çıkarmak...

Britanya’da İmparatorluk’la ilgili kanla kaplı bir boş nokta söz konusu. The Apprentice (Çırak) adlı reality şovda geçenlerde yarışmacılardan takımları için isim seçmeleri istendi ve onlar da ‘Britanyalıları en iyi temsil edecek bir isim’ istediklerini söyledi - ‘İmparatorluk’ ismini seçtiler. Kimse itiraz etmedi. Almanların bir takıma ferah feza ‘Reich’ adını verdiğini hayal edin: Bu düşünülemez bile, zira babalarının ve dedelerinin ne yaptığını araştırıp bilmek, bu barbarca dürtüleri ulusal DNA’larından çıkarmak zorundaydılar. İmparatorluğun derslerini hazmetme başarısızlığı, kurbanlara haksızlık etmekten ibaret değil; dehşet verici yanlışların tekrarlanmasına yol açıyor. Bugün (ABD’yle birlikte) Pakistan-Afganistan sınırını bombalamak için insansız uçaklar kullanıyoruz, tıpkı Irak’ta yaptığımız gibi. Görünen o ki burada kimse, Britanyalıların tam da Irak’ta havadan isyanla mücadeleyi icat ettiğini ve bunun nasıl felaket sonuçlar doğurduğunu hatırlamıyor.

1924’te Arthur ‘Bombacı’ Harris, bütün isyanın bu taktikle durdurabileceğini söyleyip şişiniyordu. Şöyle diyordu Harris: “Onlara can kaybı ve hasar bakımından gerçek bombardımanın ne olduğunu gösterdik: 45 dakikada bir köyün tümüyle yok edilebileceğini ve sakinlerinin üçte birinin öldürülebileceğini biliyorlar. Ancak bu bombardımanlar Iraklıları ‘sindirmek’ yerine yabancılaştırdı ve bir isyana yol açtı. Tarihimizi bilseydik, aynı senaryoyu tekrar sahneye koymaz ve farklı bir sonuç bekleyebilirdik. Başbakan Gordon Brown geçen yıl (şu işe bakın ki Hindistan’da), “Britanya’nın sömürgeci tarihinden dolayı özür dileme dönemi sona ermiştir” dedi. İngiltere’nin şimdi yerinde yeller esen işkence kamplarından sağ kurtulanlar pekâla şu soruyu sorabilir: Ne zaman özür dilemeye başladınız ki? (29 Mayıs 2009)

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT