1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Kendimizi Ne Zannediyoruz?
Kendimizi Ne Zannediyoruz?

Kendimizi Ne Zannediyoruz?

Varlığı kendisinden bilen insanların düştüğü yanılgıyı işlediği bugünkü yazısında Faruk Beşer, her şeyin bir imtihan olduğunu unutmamak gerektiğini vurguluyor.

05 Ağustos 2018 Pazar 14:13A+A-

Bugün Yeni Şafak gazetesinde “Alın size önemli bir başarısızlık sebebi daha” başlığıyla yayımlanan Faruk Beşer imzalı yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:

Duygu eğitimine sufi terminolojide ‘tezkiye-i nefs’ deniyor. Nefsi kötü huylarından arındırma demek. Kuranıkerim’den alınmış bir kavramdır bu. ‘Nefsini arındıran kurtulmuştur, onun huylarını birbirine karıştıran ise kaybetmiştir’ (Şems 9-10). Demek ki nefs, iyi ve kötü huyları birlikte barındıran bir cevher ve insan onun kötüsünü ayıklayıp arındırmakla imtihan ediliyor.

İşte insanı tökezleten, kaybettiren durumlardan biri de nefsinin kötü duygularını eğitemediği için varlığını ve başarısını kibri ve gururu sebebiyle kendinden bilmektir. Bu bir bakıma şirktir, ya da şirkin başlangıcıdır. Çünkü bu olup bitenlerde Allah’ın müdahalesini göremeyip onun yerine kendini, kendi bilgisini, aklını ve zekâsını koymak demektir. Yani böyle bir düşünce bunları Allah’a ortak kılma anlamına geldiği için bir nevi şirktir. Kibir kendini büyük görme demektir ve aslında küçüklükten kaynaklanır. Küçük insan bir şeylerle büyüklük taslayarak kendini büyük göstermeye çalışır.

İnsan çok nankördür, biraz kazanmaya, ya da bir alanda yükselmeye başlayınca çoğu zaman arka plandaki gücü göremez ve sonucun kendi bilgisi ve üstün özellikleriyle oluştuğunu sanır. Oysa varsa bu özellikleri dahi ona veren Allah’tır ve elde ettiği sonuçta onların payı zannettiği kadar büyük olmayabilir.

Âlimlerin Sultanı diye bilinen İzz b. Abdusselam meşhur Kevâid adlı kitabında der ki: “Bazıları elde ettikleri bir kısım isteklerinin sırf kendi güçleri, bilgileri ve başarıları ile olduğunu sanırlar da ziyan ederler ve elde ettiklerini de kaybederler. Böyleleri kendi hallerine bırakılır ve helak olup giderler… Oysa bir başarıyı kendine izafe eden kişi kayar ve sapar. Başarıları, onların yaratıcısına izafe edenler ise daha da çoğunu bulurlar. Nitekim Allah (cc) ‘Şükrederseniz kesin artırırım, ama nankörlük ederseniz bilesiniz ki, azabım çok çetindir’ (İbrahim, 7), ‘Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız’, (Âli İmran, 145) buyurur” (s. 16).

İnsanın nefsi ya da egosu onu dürter ve verenin de, daraltanın da, genişletenin de Allah olduğunu hissedemez hale gelir. Nefsini tanrılaştırır, Allah da onu bu tanrısı ile baş başa bırakır ve kaybeder.

Bu duygunun en ilginç temsilcisi Karun’dur:

Karun’a Allah sınırsız servet vermişti, ama o bununla böbürlenmeye başladı. Şımarmaması konusunda kendisini uyaranlar olmasına rağmen o bütün bu servetin kendi bilgi ve becerisiyle olduğu gururuna kapıldı ve servetiyle çalım satmaya başladı. Sonuçta Allah onu da servetini de yerin dibine batırdı. Dün onun yerinde olmak isteyenler bugün, vay be! Demek ki, Allah dilediğine rızkı daraltır, dilediğine genişletir demeye başladılar. (Kasas,76-82).

Kuranıkerim, sonucu kendinden bilme duygusunun bir ziyan sebebi olduğunu benzer bir olayla daha anlatır:

‘Kendisine iki güzel bahçe verilen, malına mülküne ve adamlarına güvenen kişi de böyle bir aldanmışlığın kurbanıdır. Onun gibi olmayan arkadaşı kendisini uyarır; her şey Allah’ın gücüyledir, onun iradesi dışında hiçbir şey olmaz diye inanmalı değil misin der. Ama serveti sebebiyle onun burnu havalardadır. Âdeta, bende bu servet varken sırtım yere gelmez, duygularını yaşar, arkadaşının öğütlerine aldırmaz. Sonra semavî afetler onun bahçelerinin altını üstüne getirir. Bu defa ellerini ovuşturur ve ah, keşke Allah’a şirk koşmasaydım diye yakınır, ama artık çok geç olmuştur… (Kehf, 32-42). Görüldüğü gibi burada da varlığı kendisinden bilme, bir bakıma kendisini Allah’ın fiiline ortak görme, yani şirk koşma olarak isimlendirilir. Allah’ın asla affetmeyeceği günahın şirk olduğunu hepimiz biliriz. Ne var ki, doğrudan ve açıkça şirk ile dolaylı şirk bazı sonuçlarda birbirinden ayrılabilir.

Kısaca Allah’ın insana âdeta, yürü kulum demesi, mal-mülk, servetü sâman vermesi de bir imtihandır. Bu imtihanı kazanmış olmanın ilk şartı, olanın Allah’tan olduğunu bilmektir. Böyle olursa kazanmaya devam eder, nankörlük edenler için ise Allah’ın azabı çok çetindir. Genişleten de, daraltan da, veren de, alan da O’dur…

İnsan bazen güya Allah’a inandığı halde, kazancını yine kendisinden sanabilir. ‘İnsanı denemek içi rabbi ona ikramda bulunsa, nimet üstüne nimet verse der ki, ben idim de rabbim bana bu ikramlarda bulundu. Ama yine onu denemek için rızkını daraltsa rabbim beni aşağıladı’ der (Fecr 15-16). Kazandığını kendisinden, kaybettiğini rabbinden bilir. İşte bu da şirk bulaşık bir imandır. Yanlış anlamalara meydan vermemek için burada bir noktaya dikkat çekmeliyiz. Allah kulun rızkını daraltırken ya da geniş tutarken yine sebeplere bağlı olarak böyle yapmaktadır ve bu sebeplerin kahir ekseriyeti insan tarafından oluşturulmaktadır. İradeli ve iradesiz yüzlerce sebep vardır ve sonuç sebeplerin toplamıdır.

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

2 Yorum