1. YAZARLAR

  2. Lütfü Özşahin

  3. Kavramları ordu tanımlarsa ne olur?
Lütfü Özşahin

Lütfü Özşahin

Yazarın Tüm Yazıları >

Kavramları ordu tanımlarsa ne olur?

22 Eylül 2008 Pazartesi 02:11A+A-

Genelkurmay Başkanı'nın son basın toplantıları, Ergenekon kapsamında yeni tutuklamalar ve aynı davada yargılanan emekli generallerin cezaevinde ziyaret edilmesinin ardından Org. Şener Eruygur'un sağlık nedenlerinden dolayı tahliye edilmesiyle ordu-siyaset konsepti yine gündeme oturdu.

Ordu-siyaset ilişkisi, Türkiye'de her zaman önemli bir yer işgal etmiştir. Ancak şunu belirteyim ki; Türkiye'de askerin siyasallaşmasına karşı çıkan en önemli lider, kendi adı kullanılarak yani Atatürkçülük, Kemalizm, laiklik bahanesi ile darbeler yapılan Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. Mustafa Kemal yaptığı konuşmalarda askerin siyasallaşmasının ülkeye büyük zararlar verdiğini hatta Trablusgarp, Balkan savaşları ve Sarıkamış facialarının İttihat ve Terakki'nin orduyu siyasallaştırmasından kaynaklandığını birçok kez ifade etmiştir.

Zira bütün askerî otoriteler kabul ederler ki; ordu siyasallaştığı zaman savunma, savaşma ve taarruz yeteneğini kaybeder. Orduda hizipleşmeler ve klikleşmeler başlar. Emir komuta zinciri dışında darbe heveslisi odaklar oluşur. Çünkü askerî kurmaylar vatanın ve sınırların savunması düzleminde, ordunun güçlenmesi, gelişmesi, modernleşmesi, vurucu gücünün artması, en üstün teknolojik aygıtları kullanması noktasında çaba sarf etmesi gerekirken, kendi sınırlarını aşarak mesaisini iç ve dış siyasete harcadığı zaman zaafa uğrar ve ordunun savaşma yeteneği irtifa kaybeder. Hep beraber görmedik mi? Darbeler ne işe yaradı? Kimin işine haksız kazanç sağladı? Örneğin 28 Şubat postmodern darbesi millete değil, milletin vergilerini iliklerine kadar sömüren, bankaları boşaltan soygunculara, hırsızlara yaramadı mı? Öyle ki Cumhuriyet tarihinin en büyük soygunları, irtica bahanesi ile Erbakan hükümetinin istifa ettirilmesi sonrasında yaşanmadı mı? Sonra ne oldu? Bu millet, darbecilerin ve kışkırtıcılarının istediği iktidarları yine seçmedi. Sonuç beyhude Türkiye'nin kayıp yılları, fakirleşme, gerilim, kaos, epidemik ahlâksızlık, çürüme, yabancılaşma, faili meçhul cinayetler, can ve mal endişesi.

Öncelikle "Din neden siyasallaşır?" sorusu sorulmalı

Ancak hemen belirteyim ki; Türkiye özelinde askerlerin siyasallaşmasının en önemli dinamiklerinden birisi de dalkavuk, apoletsiz sivil generallerdir. Öyle ki bu zevat sivil elbise giyinmelerine ve sivil görevlerde bulunmalarına rağmen askerlerden daha otoriter ve daha da darbe heveslisi bir mantaliteye sahiptirler. Her durumdan darbe zemini oluşturmak için anlamlar çıkarabilirler. Bu zevatın sureti haktan gözüken en önemli argümanları askerler din, ezan, eğitim, ekonomi, laiklik, demokrasi, başörtüsü gibi konularda açıklama yaptıklarında "bu ülkede demokrasi var, askerler de görüşlerini yansıtabilir" türünden görüşleri savunmalarıdır. Bu kesimin çoğunluğunu genelde jakoben, elitist, Batı hayranı garpzadeler (yerli yabancılar) oluşturur. Bunlar emellerini ve arzularını halk kendilerine prim vermediğinden dolayı demokratik yoldan gerçekleştiremedikleri için orduyu bir alet-enstrüman olarak kullanma ihtiyacı hissederler ve daima cumhuriyet, vatan, laiklik, devrimler elden gidiyor sloganlarını sistematik olarak seslendirirler. Aslında elden giden hiçbir şey yoktur. Gerçekte bu zevat; konumlarını, statülerini, makamlarını keza âlî menfaatlerini, devasa mal varlıklarını kaybetme endişesine kapılmışlardır o kadar. Bundan dolayı her zaman askerlerin siyasal açıklamalarını makul karşılarlar.

Halbuki dünyanın gelişmiş ülkelerinde askerler asla bu türden siyasal beyanlar veremezler. Çünkü yukarıda bahsettiğim alanlar askerlerin değil, bizzat halkın iradesine dayanan sivil siyasetin, parlamentonun velhasıl iktidarın alanıdır. Bir AB ülkesinde mesela Fransa'da komutanlar, hem de başkomutan sıfatını taşıyan cumhurbaşkanının huzurunda onun gözünün içine bakarak törenlerde keza televizyonlara çıkıp Kilise'nin yetkilerini konuşsa, din ve Hıristiyanlık tanımı yapsa, artık çan çalmanın, rahibe kıyafetinin, papaz sakalının çağdaşlığa aykırı olduğunu söylese, ekonomi ve eğitimle ilgili açıklamalar yapsa, okullarda Hıristiyanlıkla ilgili derslerin laikliğe aykırı olduğunu beyan etse, 'biz bu konuda tarafız' dese ne olur? Ben söyleyeyim; bir saat dahi yerinde kalamazlar. İstifası istenir yahut görevden alınır ve şöyle denir: "Sayın komutan, bunlar tamamen siyasal konulardır, ordunun gücü ve silahıyla siyaset olamaz. Eğer siyaset yapacaksınız, lütfen istifa edin, sivilleşin. Meydanlara inin, görüşlerinizi açıkça beyan edin ve halktan oy isteyin. Burası demokratik bir ülke, halkın desteğini kazanırsanız iktidar olursunuz ve siyasal projelerinizi yine hukukun üstünlüğünü ve azınlıkların haklarını korumak kaydıyla hayata geçirirsiniz". İşte bunun yolu en basit ifadesiyle budur.

"Din siyasallaşıyor, irtica tehdidi var" deniliyorsa bir kere "din niye siyasallaşır?" diye sormak gerekmez mi? Siz inanan bir bireye, tarifi dahi yapılamayan kamu alanı yaftasıyla yaşama hakkı vermezseniz, bir partide dindarlar var diye partiyi kapatırsanız, örtüye karışırsanız, işyeri ve eğitim kurumu deyip bireyin namazına, irtica hortluyor diye Kur'an kursuna, imam hatiplere, 56 sene önce çözülmüş ve aslına irca edilmiş ezana müdahale etmek isterseniz din siyasallaşmayacak da o zaman ne siyasallaşacak? Bu sadece dine ve Türkiye'ye mahsus bir şey değildir. Baskı ve tasallut altında bulunan tüm siyasal hareketler ve ideolojiler hangi ülkede olursa olsun doğal olarak siyasallaşırlar.

Öyleyse yapılması gereken, özgürlükleri kısıtlamak değil onların yolunu açarak, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesinden hareketle, kimsenin kimseye din ve herhangi bir felsefî kanaat dayatmaksızın herkesin inandığı ve düşündüğü gibi yaşama hakkını sağlamaktır. Peki dindar ve mütedeyyin birisinin siyasî kanaati olamaz mı? Dindar olan bir bireyin dünya ve insanı çevreleyen konularla ilgili görüşü olamaz mı? Elbette ki olur; zira o, her şeyden önce bir insandır, İnsan ise kadim filozof Aristoteles'in dediği gibi "Zoon politkon", yani siyasal hayvandır (varlıktır, L.Ö.). Bu ister aktif siyaset yapsın ister yapmasın, ister dindar ister laik, ateist olsun değişmez. Çünkü her insanın birey, toplum, aile, din, ekonomi, siyaset, eğitim vs. ile ilgili konularla az da olsa fikirleri vardır ve bütün bunlar direkt yahut indirekt olarak siyasetle ilintilidir.

Bundan dolayı insanımız şiddete ve teröre başvurmadan siyasal konularla ilgili görüş beyan ettiği zaman bunu normal ve doğal karşılamak gerekir. "Efendim hoşuma gitmiyor, onun dünya görüşüne ve din anlayışına, devlet ve siyaset tanımına katılmıyorum" deniyorsa, o zaman bunun yolu darbe çığırtkanlığı yapmak değil, demokratik ve laik bir ortamda insanın temel hak ve özgürlüklerini koruyan ezelî ve tabii hukuk ilkeleri doğrultusunda, hakaret etmeden, yıkıp dökmeden, şahsiyetleri elimine etmeksizin sonuna kadar eleştirmek, yazmak, konuşmak, karşı çıkmak, karşı parti kurmak ve seçimlerde bu doğrultuda kanaat belirterek milletten oy istemektir. Bunun dışındaki alternatifler şüphesiz kaosa ve şiddete yol açar.

Türkiye, bir an önce vekaleten ve vesayeten demokrasi anlayışından kurtulmalıdır. Açık söylemek gerekirse; askerlerin sivil siyasetin ve iktidarın konusu olan alanlardaki beyanları karşısında sessiz kalan ve bunları makul karşılayan hiçbir hükümet, gerçekte muktedir hatta iktidar bile değildir. Hülasa ordu, bir milletin, onuru, haysiyeti ve şerefidir. Ordusuz milletler kendini koruyamaz. Öyleyse orduyu güçlendirmenin, ona faydalı olmanın yolu onu siyasete ve darbe ortamına çekmek değil, onu siyasetin dışında bırakarak yıpratmamak ve zaafa uğratmamaktır.

Zaman gazetesi

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum