1. YAZARLAR

  2. Cemil Ertem

  3. Kapitalizm, faiz ve İslamcılık tartışmasına giriş
Cemil Ertem

Cemil Ertem

Yazarın Tüm Yazıları >

Kapitalizm, faiz ve İslamcılık tartışmasına giriş

19 Ağustos 2012 Pazar 08:03A+A-

Geçen gün Emre Aköz oldukça önemli bir ‘soru’ yazısı yazdı. Bazı yazılar böyledir, bana başlı başına bir soru cümlesi gibi gelir. Sorusu şu: Kredi almadan gökdelen dikebilir misiz? (Yani faiz kullanmadan, harama bulaşmadan büyüyebilir misiz diye soruyor aslında Emre) İstisnalar dışında hayır, mutlaka sistemin finansal ağının içine girip, faizle kredi kullanmak zorundasınız.

Emre buna ‘sermayeyi büyütmek’ diyor. İktisadi olarak da çok doğru bir tanımlama. Sermaye büyümeli, zaten büyümezse sermaye olmaz. Çünkü sermaye statik değil, dinamik bir kavramdır. Doğurgandır, doğurgan olmadığı zaman sermaye olmaktan çıkar servet olur. Servet, kapitalizmin sevdiği bir kavram değildir ama kapitalist üretim ilişkilerinin sonucu olarak da ortaya çıkar. Mal beyanında bulunurken aslında servetinizi söylersiniz. (Ev, araba, mevduat hesabı, hisse senedi falan) Servet, siz isterseniz, şu sistemde bile faize uğramadan varlığını koruyabilir, değerlendirilebilir. Ama sermaye için aynı şeyi söyleyemeyiz. Sermaye, tarihsel olarak, toprak mülkiyetinin karşısına tüccar sermayesi ve tefeci sermaye olarak çıkmıştır. Ama bu iki sermaye biçimi de meta üretimini ve dolaşımını sağlayan dinamikleri oluşturmuşlardır. Meta üretimi, ücretli dönemi gerekli kılar. (Said Nursi kapitalizme ecir (ücret) dönemi der ve mutlaka biteceğini söyler çünkü Nursi, bu sistemin zorunlu olarak riba çürümüşlüğünü üreteceğini bilir)

İşte meta üretiminin para-sermayeye dönüşmesinin iki önemli sonucu olur, birincisi tüccar sermaye gerileyerek önceliği (hakimiyeti) sanayi sermayesine terk eder ikincisi ise tefeci sermaye banka sermayesi (finans-kapital) olur ve sanayi sermayesi ile iç içe geçer. Çember tamamlanmıştır. Banka sermayesi, sanayi sermayesinin paraya dönüşmüş ‘fazlalarını’ toplayarak daha ‘kârlı’ alanlara bu sermayeyi yönlendirir, bundan da yapılacak yatırımların getirisini aşmamak kaydı ile bir kâr alır. Buna bazı iktisatçılar ‘paranın zaman değeri’ derler ki bu, bugün anladığımız anlamda faiz değildir ama faizin kökenidir. İsveçli iktisatçı Wicksell, ‘Eğer ki bir ekonomide yapılan yeni yatırımların ortalama kâr oranları faiz oranından düşükse orada sorun var’ der ki, doğrudur; bu, baş aşağı giden, çürüyen ve çürümüş finans-kapitalin hakim olduğu bir ekonomi olmuştur. İşte bizim (bugünkü) faiz de budur. Bu çürümüşlüğün bir diğer göstergesi de o ekonomide gelir dağılımından daha hızlı olarak servet dağılımının bozuluyor olmasıdır. Gelir, bir zaman diliminde elde ettiğimiz kazançtır. Servetin aksine dinamiktir. Gelir dağılımı çok bozuk olursa, gelir dağılımından daha hızlı servet bozulması olur. Harcayamayacak ve yatırım yapamayacak karar çok geliri olanlar servetlerini banka sermayesine yönlendirir ve daha fazla faiz alırlar. Finans kapital ekonominin kendisi olur ki bu çöküştür. Faiz ve türev gelirleri hızla artar, yatırımlar geriler, ücretler düşer. Bugün dünyada, servet dağılımı gelir dağılımından daha bozuktur.

İşte bu ekonomide ribanın bütün halleri hakim olur. Eşitsizliğe dayalı mübadele, güçsüz olanı sömürmek (riba’l fadl) ve karşılıksız varlıkların mübadelesi (Bey’ü’l-garar) öne çıkar. Faiz, (riba’n-nesie) hem bu ikisinin zorunlu bir sonucu hem de bizim yukarıda anlattığımız sürecin ifadesidir. İslam’da yasak olan bu riba ekonomisidir. Buradan çıkarak, İslam ekonomisi iki temel düzenleyici alana dayanır: Riba yasağı ve Zekât müessesesi. Keza, Said Nursi, Kur’an’ın kanuni esasisinin vücûb-i zekât kaynaklı olduğunu söyler ama bunun riba ile ortadan kaldırıldığını, ribanın, toplumda eşitsizliği ve çatışmayı artırarak, krizin nedenlerinden biri olduğunu vurgular. (Emirdağ Lahikası-s:649-2009)

Bu iki düzenleyici alan bize, bu kriz (belki de kapitalizm) sonrası ne olacak sorusunun yanıtını da verir. Riba kavramı, genellikle faizle aynı anlamda kullanılmış ve öyle sanılmıştır. Oysa bu eksik hatta sonuçları itibariyle de yanlış bir bilgidir.

İslamcılık: Evet, politiktir ve nihai adaleti anlatır

Burada alternatif bir iktisadi sistemin temellerini bulabilir miyiz ve bulursak bunu İslam iktisadi olarak nitelendirmek mümkün müdür? Önce şunu söylemek gerek; İslam, içinde bulunduğu toplum nizamını veri kabul ederek, bunu Kur’an’ın temellerine göre düzenlemek isteyen bir anlayışa sahiptir. Burada tartışılması gereken Kur’an’ın temellerinin kapitalizmle örtüşüp örtüşmeyeceğidir. Burada bizim yorumumuz Kur’an’ın tamamıyla kapitalizmin dışı bir sistem vazettiği yönündedir.

Şimdi gelelim Emre Aköz’ün (tespitine) sorusuna, sermayeyi büyütmek isterseniz, faize bulaşacaksınız arkadaş diyor, bu zorunlu. Bence değil, sermaye (anlattık) dinamik bir kavram. Bütün bu büyük yatırımları yapacak, altyapıyı hazırlayacak kamusal (devlet değil) küçük özel mülkiyete dayalı bir ekonomik sistem olabilir. Banka sistemi de faize (tekelci-devletçi ekonomiye) değil, girişimci kârına dayalı olabilir. Zaten buraya gidiyoruz. Buna kapitalizm der misiz, bu ayrı bir tartışma. Ama bu tartışma aynı zamanda son günlerde yapılan İslamcılık, İslam’ın topyekun ekonomik-sosyal sistem vaz edip etmeyeceği tartışmasına da oturuyor. İslam adalettir. İslamcılık da bugün -somut, görünen- insanlık için en ciddi çıkış ve alternatiftir.

Ramazan Bayramı kutlu olsun!

STAR 

YAZIYA YORUM KAT