1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. Kader ve İnsanın Sorumluluğu
Kader ve İnsanın Sorumluluğu

Kader ve İnsanın Sorumluluğu

İlk kelam risalelerine göre “Kader ve İnsanın Sorumluluğu” konusu çerçevesinde muktayeseli bir çalışma yapan Dr. Özcan Taşçı’nın kitabını Haksöz-Haber için Ahmet Düzgün değerlendirdi.

09 Nisan 2010 Cuma 23:03A+A-

İslam tarihinin ilk döneminde yaşanan üzücü olaylar sonrası Müslümanlar arasında tartışılmaya başlanan kader ve buna bağlı olarak insan sorumluluğu meselesinin günümüze kadar etkileri uzanan kelami mezheplerin temel çıkış nedeni olduğu genel kabul görmektedir. Tanıtmaya çalışacağımız 'İlk Kelam Risalelerine Göre Kader ve İnsanın Sorumluluğu' isimli çalışma bu konuda ülkemizde yapılan nadir çalışmalardan biridir. Görevini Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Ana Bilim Dalı'nda Yrd. Doçent olarak sürdüren Özcan Taşçı tarafından yazılan eser İz yayıncılık tarafından 2009 yılında yayımlanmış.

Üç bölümden oluşan kitapta bölüm başlıkları şöyle belirlenmiş:

1.Kaderiyye'nin Doğuşuna Etki Eden Düşünce Sistemleri

2.Cebriye ve Kaderiyye'nin İki Önemli Merkezi Şam ve Basra

3.Kaderiye'ye Karşı yazılan İlk Kelami Risaleler

Yazar kitabın giriş bölümünde çalışmasının muhtevasını özet olarak şöyle anlatıyor:

'Büyük oranda Hz. Osman döneminde yaşanan iç savaşların sebebiyet verdiği kader ve buna bağlı olarak da insanın sorumluluğu meselesinin kelâmî / teolojik anlamda ilk fırkaların doğmasına yol açtığı kabul edilmektedir. Kaderiye ve Cebriye olarak bilinen bu ilk kelam fırkalarının zaman içerisinde kabuk değiştirerek Mu'tezile ve Eş'ariliğin temellerini oluşturdukları görülmektedir. Hicri II. yüzyılda oluştuğu tahmin edilen bu iki fırkanın esasen çok daha öncelere dayandığını söylememiz mümkün gözükmektedir. Bunda en önemli dayanağımız, kader ve insanın sorumluluğu konusu üzerine yazılan ilk risalelerin hicri 72-100 (miladi 692-720) dönemine ait olmasıdır. Bu da ilk kelam fırkalarının kuruluşunu biraz daha öne, yani hicri I. yüzyılın sonlarına çekmesi açısından oldukça önemlidir. İşte bu eserde zikredilen bu risalelere dayanmak suretiyle, ilk asırda kader ve insanın sorumluluğu tartışmalarına tam hangi pencereden bakıldığına ilişkin soruya cevaplar aranmaktadır.'

Kader, dolayısıyla irade hürriyeti meselesi İslam'ın ilk dönemlerinden beri tartışılmaktadır. Ancak bu tartışmaların Hz. Peygamber ve sahabeler döneminde olmadığı da bilinmektedir. Bu tartışmaların Cemel ve Sıffin savaşlarından sonra yaygınlaştığı, o dönemde gerçekleşen iktidar mücadelesinin sonucunda siyasi konuların teolojik alana taşınarak ilk kelami ekollerin nüvelerinin oluşmaya başladığını söyleyebiliriz.

Taşçı birinci bölümde Kaderiyye/Mutezile'nin İslam kaynaklı olmadığı iddialarını tartışmaktadır. Kaderiyye'nin muhalifleri onların bu düşünceleri Hıristiyan, Yahudi ve Mecusi'lerden aldıklarını iddia etmektedirler. Taşcı bu iddiaları aktardıktan sonra bunlara cevap olarak Kaderiyye'nin düşüncelerinin Kur'an'dan ve Rasulün uygulamalarından kaynaklandığını söylemektedir.

''Kaderiyye ile Yahudi-Hıristiyan ya da Mecusi gelenekler arasında büyük uçurumlar olduğunda hiçbir tereddüt bulunmamaktadır. Zira bu ekol mensuplarının, İslam'ın temel akidesini muhafaza etmek gayesiyle bu dinlerin mensuplarıyla uzun süreli şiddetli teolojik tartışmalara giriştikleri bilinmektedir.'' (s.38)

İkinci bölümde ise Basra ve Şam şehirlerinin bu siyasi, kelami tartışmalara yaptığı kültürel etkiler anlatılmaktadır. Şam şehri Suriye bölgesi Hıristiyan inançlarının yaygın olduğu bir coğrafyadır. Kur'an'ın yetiştirdiği sahabeler hayata Kur'an'la müdahele etme bilincine sahip olduklarından cebri görüşlere iltifat etmiyorlardı. Kur'an'ın hayata müdahil bu tavrı insanların eskiden beri kadim inançları olan cebri/fatalist hayata teslim olan tarzdan tamamen farklıdır. Tüm peygamberlere gelen vahiyler zamanla çevrelerindeki bu kadim inançlar tarafından kuşatılmış ve eklektik bir anlayışa evrilerek asıl amacının dışında kullanılmaya çalışılmışlardır. Şam şehrinde olan da bundan farklı değildir. İktidarlarını sürdürmek amacındaki Emevi hanedanının kendi yaptıkları zulümleri meşrulaştıran bu dini anlayışa sahip çıkmaları ve desteklemeleri gayet olağandır. Bu eski inançlar/cahili kültür gerek Mekke müşriklerinde, gerekse Bizans İmparatorluğu'nun müdahelesiyle İsevilikten pagan inançlara dönüşen Hıristiyanlık içinde hakim düşüncelerdir. Bu cebri inançlarını destekleyecek delilleri Kur'an'dan bulamayan Emevi İktidarının hadislere başvurması ve bu hadislerin Kur'an'la aynı değerde deliller olarak kabul edilmesi için Yahudi-Hıristiyan geleneğinin yazılı vahiy, sözlü vahiy terminolojisini kullanması tesadüf değildir. Basra şehrinde ise özgür düşünce ve insan iradesi konusunda cebri görüşe göre farklı bakışın bu yeni kurulan şehre gelen sahabe ve tabiun geleneğinden ve anlayışlarından kaynaklandığını görüyoruz. Basra şehri, Küfe şehriyle beraber İslam tarihinde rey ekolü diye bilinen Vahyi ve Vahye bağlı akletmeyi önceleyen ekolün merkezi haline gelmiştir. Hicaz ve Şam bölgesi ise ehl-i hadis denilen nakli ve rivayeti önceleyen ekolün merkezleri haline dönüşmüştür.

Taşcı üçüncü bölümde ise Kaderiyye'ye karşı yazılan ve günümüze kadar ulaşan ilk kelami risaleleri işlemektedir. Bu risaleler Muhammed el-Hanafiyye'nin ''er-Risale fi'r-Redd alel-Kadariyye'' ve Emevi halifesi Ömer bin Abdülaziz'in aynı isimdeki eserleridir. Bu risalelerde insanın amellerinde özgür olup olmadığı, Husun-Kubuh(ilahi adalet), insanın fıtratında var olan bilgiler, ecel, rızık, Tevfik, hidayet-delalet konuları tartışılmaktadır. Darekutni'nin eserinde yer alan Kaderiyye'nin kurucularından sayılan Amr bin Ubeyd'in görüşleri aktarılarak bölüm sona ermektedir. Amr bin Ubeyd'e yöneltilen eleştiriler hadisleri itikatta delil kabul etmemesi, insanın amellerinde özgür olduğu düşüncesidir. Bu ilk dönemle ilgili tüm eserler ve görüşlerde tarih olarak hicri 100'lü yıllarda tüm bu konular Kur'an ayetleri ve akli delillerle tartışılmakta sadece bir hadisi Ömer bin Abdülaziz nakletmektedir. Hicri 200'lü yıllarda ise bu konulardaki deliller çoğunlukla hadislerden bulunmaktadır.

Sonuç

Tanıtmaya çalıştığımız kitap konuya ilgili olanlar için oldukça ilginç bilgiler aktarmaktadır. Kısa bir özet verdiğimiz kitabın okunmasını tavsiye edebiliriz. Kader konusu İslam'ın ilk dönemlerinden beri büyük günahlar, ecel gibi konularla bağlantılı olarak tartışılmaya devam etmektedir. Hz. Peygamber döneminde konunun bir sorun oluşturmadığı ve felsefi yönünün tartışılmadığı da bilinmektedir. Bu konular Cemel ve Sıffin savaşları sonucu tartışılmaya başlanmıştır. Siyasi iktidarı ele geçirme çabasındaki Müslümanların iç savaşları dini, teolojik tartışmalara yol açmıştır. Şiddet ve kaba güçle imameti saltanata dönüştüren Emevi ailesi, iktidarlarını sağlamlaştırmak ve yönetimlerine teolojik altyapı oluşturmak amacıyla eski din ve kültürlerde hakim düşünce olan cebri/fatalist görüşlere sınırsız destek vermişlerdir. Sahabe ve tabiun dönemlerinde birkaç istisna kişi dışında cebri fikirlerin ilgi görmediği de bilinmelidir. Bunun nedeni ise Kur'an'ın temel değer ve prensiplerinin cebri düşüncenin yayılmasına uygun bir zemin bırakmamış olmasıdır.

Bu iki farklı bakış tarzı ve ekolün ayrıştığı önemli noktalardan biride hadislerin itikat konusu olup olamayacağı tartışmasıdır. Tarihi arka plan dikkate alındığında ehl-i hadis'in iddia ettiği üzere Mutezile düşüncesinin değil, kendilerinin Yahudi-Hıristiyan geleneğinden etkilendikleri onların yazılı vahiy-sözsel vahiy konusundaki iddialarını İslam düşüncesine taşıdıkları görülmektedir. Kur'an'da yer almamasına rağmen, Hz. İsa'nın yeryüzüne tekrar inmesi hakkındaki hadislerde ineceği yerin Şam'daki Emevi Camii olması ve bunun itikat esası olduğu iddiaları/tartışmalarının hala devam etmesi bu konuya verilebilecek en güzel örnek olsa gerektir.

Cebriye düşüncesinin Kur'an'dan kaynaklanması düşünülemez. Bu inancın kaynağı eski dini ve kültürel inanışlardaki insanların zanlarıdır. İslam'ın yayıldığı geniş coğrafyalarda bu düşünceler Müslümanları da etkilemiştir. Emevi iktidarının desteklediği bu düşüncelere karşı yükselen reaksiyonun en önemli siması Hasan Basri ve Kaderiyye/Mutezile isimleri verilen ekolü oluşturan talebeleridir. Bunlar irade hürriyeti konusunda İslam'ın anlayışını muhafaza etmeye çalışmışlardır. Bu tartışmalar sonucu Kelam ilmi ortaya çıkmıştır.

AHMET DÜZGÜN / HAKSÖZ-HABER

HABERE YORUM KAT