1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. K. Çekmece'de Komplo Teorileri Konuşuldu
K. Çekmecede Komplo Teorileri Konuşuldu

K. Çekmece'de Komplo Teorileri Konuşuldu

Küçük Çekmece Özgür-Der'de Murat Aydoğdu, "Emperyalizm ve Komplo Teorileri" konusu sundu.

27 Ocak 2013 Pazar 23:03A+A-

Küçükçekmece Özgür-Der aylık seminerlerinin ikincisi olan “Emperyalizm ve Komplo Teorileri” konulu program Murat Aydoğdu’nun sunumuyla gerçekleşti.

Aydoğdu sözlerine; İlk emperyalizm kelimesi Roma döneminde ortaya çıkmıştır. Latince bir kelime olup hüküm sürmek, emretmek ve buyurmak anlamına geldiğini belirterek sözlerine şöyle devam etti.

 Her dönemde belli yerler dünyanın merkeziydi. Tarihi süreçte Roma imparatorluğu döneminde Roma, Bizans ve Osmanlı döneminde İstanbul, İngiltere’nin güçlü olduğu dönemlerde Londra ve şimdi ABD’nin egemenliğinde dünyanın merkezi New York olmuştur. Bu merkezlerin diğer yerler üzerinde siyasi, ekonomik ve kültürel tahakkümü olmuştur.

Komplo kelimesinin aslında tamamen hâkimiyetine alma, yönlendirme gibi yanlış bir şekilde algılanır, oysa komplo düzen kurmak anlamına gelir.

Örneğin, Roma emperyalizminin tahakkümü altındaki Filistin’de İsrailoğullarını uyaran Hz. İsa’ya Yahudiler başa çıkamayınca ona bir soru sorarlar. “Roma’ya vergi vermek caiz midir?” Hz. İsa “caizdir” dese Roma’nın adamı ilan edilecek, eğer “caiz değildir” derse Roma ile karşı karşıya gelecekti. Fakat Hz. İsa orada şu hikmetli cevabı verir. “Roma’nın hakkı Roma’ya, Tanrının hakkı Tanrıya”. Aslında burada Roma’nın kapsamlı tahakkümü altında yaşayan insanların onlara köklü bir karşı çıkış yerine parasını kullanma gibi yüzeysel bir karşı çıkışla mücadele edemeyeceklerini, kültürel ve siyasi anlamda bu tahakküm altında yaşayanların sadece ekonomik alanda mücadelelerinin anlamı olmayacağını içeren bir cevapla kurulan komployu boşa çıkarmıştır. Ne yazık bir kısım Hıristiyanlık zamanla Tiranlığı onaylama şeklinde yanlış algılamıştır.

Bu tip komploya bir örnekte Allah Elçisi Hz Muhammed döneminden verebiliriz. Habeşistan’a giden ilk muhacirlere karşı Mekke müşrikleri bir komplo kurar. Habeş Kralı Necaşi Hristiyan’dır ve Mekke Müşrikleri Müslümanlarla aralarındaki ayrılığa dikkat çekerek Meryem ve İsa hakkında tuzak soru sorarlar. Müslümanlar İsa hakkında teslise yakın cevap verseler kendi inançları ile ilgili tenakuza düşecekler, Hıristiyanların hoşuna gitmeyecek Kur’an’ın tashih ettiği cevabı verseler burada da Necaşi’yi Müslümanlara karşı soğutacaklardır. Müslümanların basiretli ve hikmetli yaklaşımı, Necaşi’nin de asabiye içermeyen adil yaklaşımı ile bu komploda boşa çıkacaktır. Sanırız şimdiki komplocular olsa; “Krallık meşru mudur?”, “Necaşi Müslüman mıdır, Hristiyan mıdır?” gibi, ya da Habeşistan hicretine katılan bazı Müslümanların Hıristiyanlığa geçmesi, hatta alkole başlamaları gibi argümanlarla bu girişimi mahkûm ederlerdi.

Aslında komplo dediğimiz şeye öfkeli, asabi, hikmetsiz davranan kimselerin düştüğü bir durumdur. Komploya ölçülü, adaletli, hikmetli düşünen bir insan kapılmaz. Bir şey üzerinde birtakım planlarımız varsa, orada belirli bir zeminin olması gerekir. Yani kaşımak istediğimiz hastalık o toplumda tohumlarını atmış olmalıdır. Toplum sağlıklı ve mücadele edenler hikmetli ise, o toplum üzerinde kurulan düzenler, komplolar tutmaz.

Yine örnek olarak I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı devletine dayatılan ve Anadolu’nun parçalanmasını öngören Serv anlaşmasındaki zemin savaş sonrasındaki Anadolu’da mevcut değildi. Serv’e göre oluşturulmak istenen Kürdistan Devletinin bölgede yaşayan Kürtler tarafından bir karşılığı yoktu. Kürtler ayrılmak yerine birlikte mücadeleye karar vermişlerdi. Ermeni devleti için gerekli ortam Tehcir nedeni ile, Pontus devleti için ortam Rumların bölgede bastırılması ile ortadan kalkmıştı. Yunanistan’ın Batı Anadolu’daki hâkimiyet istekleri mümkün değildi. Ve Anadolu’da İttihatçı geleneğin kuvvetli teşkilat yapısı ve Osmanlı bakiyesinin devlet, bürokratik yapılanmasının gücü bu parçalanmaya engel olacak karşı yapılanma oluşturmuştu. Rus Çarlığı yerine oluşan Bolşevik yapılanmada hem doğuda önemli bir müttefik ve gücün ortadan kalkmasına hem de yeni bir tehlikenin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Bu daha önemli tehlikeye karşı yeni Türkiye Rejiminin “Bolşevik olmayacağız”, İslam coğrafyasının diğer kesimlerindeki direnişlerle Anadolu’nun bağını kopartacak “Hilafeti kaldıracağız” ve “Batı Kapitalist sistemine geçeceğiz” taahhütleri ile birleşince Anadolu’nun parçalanması fikrinden vaz geçildi. Bu yüzden arka planı bulunmayan planların tutmadığını söyledi.

Burada komplo uygulayan bir kişinin komplosu tutmadığında farklı bir düzen kurmaya çalıştığını görüyoruz. Buda bize gösteriyor ki aslında zihnimizde Kadir-i Mutlak bir algıyla bütün olayları yönlendirdiğimize inandığımız Emperyalistlerin kendileri aslında Kadir-i Mutlak olmadıklarının farkındadır. Hiçbir süper gücün bir kitle hareketini ya da güçlü yapılanmaları tek başına yönlendiremediğini ve kendi başına planlayamazlar. Komplolar belki bazı kesimlerde karışıklığa sebep olabilir ama komplike, çok yönlü hareketlerde, bir çok farklı etkiler altında geçerliliklerini yitirirler.

Said Nursi’den, Mehmet Akif’e kadar bütün İslamcıların Anadolu Kurtuluş Savaşı’na destek vermeleri gibi daha sonra da Ortadoğu’da İslami hareketler Nasır Sosyalizmi ya da Baas Sosyalizmi gibi ulusal kurtuluş hareketlerine destek vermiştir. Bu durum İslam ile ulusçuluğun bir uzlaşısı değildir. Aksine İslam ile Ulusçuluk anlaşamaz. Ama İslami hareketler emperyalist politikalara karşı bu tip direnişleri daha yerel görmelerinden kaynaklanır. Fakat Ortadoğu’ya Rusya’nın sızıntısını önlemek için Yeşil Kuşak projesinin planlandığı iddia edilir. Buda plana göre Ortadoğu’daki İslami hareketler Rusya’nın bölgeye girmemesi için desteklenmiştir. Bu İslam karşıtlarının kullandığı ucuz bir söylemdir. Fakat böyle bir gerçekliğin olmadığını görebiliyoruz. Ortadoğu’daki hareketi Sosyalist Rusya ile ilgili bir sıkıntıları yoktu. Ama bütün bu ulusalcı hareketler tıpkı Kemalistlerin yaptığı gibi kendilerine başlangıçta destek veren İslami yapılanmaları ezerler. Hatta kendileri haricindeki Komünist, Liberal her türlü yapıyı yok ederek diktatörlük rejimleri kurarlar. Günümüz Ortadoğu’sundaki baskıcı rejimlerin geçmişi bu.

 Günümüze gelecek olursak, Tunus’ta başlayan, Mısır ve Libya ve 2 yıldır Suriye’de devam eden bir süreç var. Bu sürecin büyük güçlerin bir planı olduğuna dair bir algı var. Peki, bu algıyı ele almak için biraz geriye gidersek Nasır hareketinin devamı Enver Sedat basit bir hareketle 1978’de yüzünü Amerika’ya dönmüştür. Enver Sedat Camp David ile Amerika’yla anlaşarak İsrail’i tanıyor. Peşinden Sudanda Numeyri iktidarı yüzünü ABD’ye dönüyor.  Bu süreçten sonra Amerika’ya bağlı hale geliyorlar. Hem bitmiş olan sosyalist bloktan kopuyor, hem de İslami hareketlere karşı çıkıyorlar. Mısır’daki hâkim durumun aynısı Libya ve Tunus’ta da yaşanmaktadır. Libya Yeşil Sosyalizmi diplomatik baskılara boyun eğip Batı’nın her türlü çıkarına uyumlu hale geliyor, hatta İslami yapılara karşı baskı kuruyor. Hizbullah’ın kurucusu Musa Sadr’ı yok etmesi, El Kaide tipi cihatçı hareketlere karşı şiddetli operasyonlar yapması Batı ile işbirliğine örneklerdir.  Tunus Laik-Sosyalist Burgiba yönetiminin Ekonomisi ve ticareti %80 Batı Avrupa ülkeleri iledir. Yıllık 30 milyon turistin ezici çoğunluğu Kapitalist ülkelerden gelmekte, Tunus halkının önemli bir kısmı Turizm sektöründe istihdam edilmektedir. Bu ne biçim Sosyalist uygulama ki, Batı’nın ucuz sayfiye yeri olsun ve onunla böylesine ekonomik ilişkilere girsin.

Bugüne döndüğümüz zaman Ortadoğu’daki değişimi iddia edildiği gibi neden Amerika planlamış olabilir? Oysa Amerika bu iktidarlarla herhangi bir sıkıntısı yoktu ve bu yüzden birilerinin iddia ettiği gibi bir değişimi Amerika’nın planlaması bir gerçekliğe oturmamaktadır. ABD kontrol edemeyeceği halk destekli yönetimleri kendi mevcut kuklaları yerine mi getirdi.

Biz bu gün görüyoruz ki; bölgede birikmiş bir İslami potansiyel var. Yılların getirdiği diktatörlük sistemlerinden bıkmış bir halk var. Çökmüş Sosyalist blok’un ve bunları karşı devrimleri ile onlardan soğumuş siyasal yapılanmalar var. Bu İslami potansiyel Batı’ya karşı çok daha köklü ve kapsamlı bir mücadele tarihine sahip potansiyel halk desteğini alıyorlar. Bu arka plan yapılmış olsa bile bütün komploları devre dışı çıkartacak bir arka plandır. Nitekim Ortadoğu intifadalarının son isyan hareketlerini ilk başlatan Sosyalist, liberal hareketler olmasına rağmen Tunus’ta Nahda, Mısır, Libya, Yemen ve Suriye da köklü Selefi ve İhvan gibi hareketlerin devreye girmesi ile kitleselleşmekte ve başarıya ulaşmaktadır. Komploların acilci kesimleri tahrik etmesine rağmen bu köklü hareketleri manipüle etmesi imkânsıza yakın bir durumdur. Halen Fas’tan, Cezayir’den, Ürdün ve Kuveyt’e kadar, Suudi Arabistan’a kadar güçlü İslami direniş hareketleri vardır ve buradaki diktatör, krallık gibi baskıcı rejimlerin tek sosyal alternatifleri de bunlardır.

Diğer yandan bölgedeki isyan ve intifadalar Tunus’la başlayan bir şey de değildir. Batılı ideolojilerden çok önce başlayan, orta dönemde süren ve İran devrimi, Cezayir FİS hareketi, İhvan yapılanmaları ve en önemlisi Filistinde Hamas’ın yükselişi ve başarısı gibi süreklilik vardır. Tunus intifadası bu birikimlerin yanında köhnemiş diktatoryal yapıların kitle üzerlerindeki bıktırıcı uzun süreli baskıcı yapılara karşı biriken bir öfkenin ürünüdür. Bunu görüp reformlara yönelen ülkelerde değil de baskıya devam eden ülkelerde devrim ile sonuçlanmaktadır. Diğer ülkelerde devam eden daha yavaş ama istikrarlı İslami yönelişler bu hareketlerle zamanla iletişimini tamamlayacaktır.

Devrimler kısa vadede otorite boşlukları ve Batı’nın çekindiği cihatçı hareketleri güçlendirmekte diğer yandan devrimlerin şiddetle bastırılması yine bu cihatçı hareketleri beslemektedir. ABD ve Batı burada çaresiz bir ikilemde kalmaktadır. Tunus ve Mısırda müdahil olmamakla, Libya’da müdahil olmakla aynı sonucu engelleyememiştir. Suriye’de de ne yapacağını tam olarak bilemez haldedir. Gerçekte Bölgenin köklü değişimi karşısında çaresizdir. Komplo kursa da, kurmasa da bu değişmeyecektir.

Komplo teorilerinin çok fazla işlenmesi bazı kişilerde toplumsal değişimde pasifleşmeye neden olmaktadır. Bu kesimler sistematik olmayan, toplumsal temeli olmayan, fıkıhlarını oluşturamamış kesimlerdir. Özellikle bu komploları pompalayan kesimler toplumsal değişimin gidişinden hoşlanmayan kesimlerdir ve iç gurupta toplayabiliriz. Birincisi, miadını doldurmuş Ulusalcı, milliyetçi kesimler İktidarlar ayaklarının altından kaymaktadır. İkincisi yine aynı durumdaki Sosyalist kesimler. Özellikle Batıdaki Sosyalistler önceleri İntifadaları desteklerken zamanla inisiyatifin İslami kesimlere geçmesinden rahatsız olmaktadırlar. Üçüncüsü İran eksenli hareketler, bunlarda yükselen İhvan ve Selefi akımların ve yer yer bunların mezhep eksenli ayrışım yaşanan bölgelerde kendilerine karşı güç haline gelmesinden rahatsızlar. Özelde İran’daki rejimin baskıcı kimliğe bürünmesinden dolayı halk hareketlerinin kendisini de etkilemesinden çekinmektedir. Emperyalist karşıtlığı burada, tıpkı Kemalistlerin her türlü muhalefeti anti-emperyalistlik iddiası ile bastırmalarına benzer şekilde iktidarlarını koruma kaygısına benziyor. Bunların yanında toplumsal temeli olmayan, kendileri hareketlenmelerde rol alamayan İslamcı bazı kesimlerde değişimde yer alan ve ılımlı İslam olarak algıladığı kesimlerin zaaflarını ön plana çıkararak bu koroya katılmaktadırlar.

Seminer katılımcılardan gelen sorular ve katkılar ile son buldu.


HAKSÖZ HABER - KÜRŞAT OKUR

img_2114.jpg

img_2122.jpg

HABERE YORUM KAT