1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. “İttifak Yani Vahdet Farzdır, Tevile Dayalı Tekfir ise Haramdır”
“İttifak Yani Vahdet Farzdır, Tevile Dayalı Tekfir ise Haramdır”

“İttifak Yani Vahdet Farzdır, Tevile Dayalı Tekfir ise Haramdır”

Faruk Beşer, ümmetin sorunlarının temel kaynaklarına indiği yazısında farklı İslami kuruluşlar arasında en az ayda bir yapılacak toplantı ve istişarelerin bereketine dikkat çekiyor.

30 Mart 2018 Cuma 17:21A+A-

Faruk Beşer’in Yeni Şafak’taki köşesinde yayınlanan konuyla alakalı bugünkü (30 Mart 2018) yazısı şöyle:

Ümmet Sürekli Dayak Yesin Mi İstiyoruz?

Bilmeyen, anlamayan var mıdır? Şu anda dünyanın her yerinde ezilen, dövülen, yurdundan edilen insanlar hep Müslümanlardır. Haince, zalimce, acımasızca öldürülüyorlar. İtiraz eden olursa o da terörist ilan ediliyor. Evleri, şehirleri, mabetleri ve bütünüyle tarihleri tahrip ve talan ediliyor. Dünyanın en acımasız zulmüne maruz kalıyorlar. Daha acı olan da müslümanları kendi kendilerine kırdırıyorlar. Cahillerimizi, beyinsizlerimizi kandırıp onlara örgütler kurduruyor, mezhepçiliği, ırkçılığı tahrik unsuru olarak kullanıyor, sonra dönüp bunu da müslümanların gaddarlığı, acımasızlığı, terörü olarak gösteriyorlar.

Müslümanların tarihine bakıldığında yenilmelerinin, dağılmalarının, çözülmelerinin ana sebebinin hep hiziplere, devletçiklere ayrılıp birbirleriyle uğraşmaları olduğunu görürüz. Hakkında çok az şey bildiğimiz koca Endülüs Medeniyeti böyle bir hizipleşmenin kurbanı olmadı mı?

‘Allah’a itaat edin, resulüne itaat edin, birbirinizle didişmeyin, yoksa mağlup olursunuz, rüzgârınız/gücünüz, devletiniz gider. Sabırlı olun, Allah sabredenlerle beraberdir’ (Enfâl 46). Bu sabırda yekdiğerine karşı tahammüllü olma da vardır. ‘Allah’a dönün, O’na karşı saygılı olun, namazlarınızı dosdoğru kılın, müşrik olmayın; onlar dinlerini fırka fırka ettiler, hiziplere ayrıldılar, her hizip kendi bildiğiyle yetinip, halinden memnun oldu’ (Rûm 31-32). ‘Firavun halkını şialara/hiziplere ayırarak ülkesinde zorbalık yaptı, bir kısmını ezdi, müstez’af kıldı, erkek evlatlarını öldürdü, kızlarını hayatta bıraktı…’ (Kasas 4).

‘Ey Muhammed, onlara de ki, Allah size üstünüzden de altınızdan da ceza göndermeye, size hizipçilik elbisesi giydirip kendi sıkıntılarınızı kendinize tattırmaya da kadirdir. Görüyor musun, anlasınlar diye biz ayetleri nasıl farklı farklı veriyoruz (En’âm 65). ‘Dinlerinde fırkalaşıp, hizipler haline gelenlerle senin hiç bir alakan olamaz. Onların işi artık Allah’a kalmıştır. Sonra O yaptıklarının ne demek olduğunu onlara anlatacaktır’ (En’âm 159).

İşte bütün mesele bu. Biz inanıyoruz ki, her şey Allah’ın elinde. O yardım ederse kimse size galip gelemez. Ancak O yardımını ve desteğini belli şartlara bağlamış. O Hakîm’dir, her işinde ve her hükmünde hikmetler vardır, hiç kimseye rastgele davranmıyor. Siz görevinizi yapın, ben sizin birinize on katayım diyor. İslam tarihi hep bu vadin gerçekleştiğine şahittir. Şu anda İslam ümmetinin en büyük derdi, mağlubiyetinin en büyük sebebi fırkalaşma, hizipleşme, mezhepçilik ve herkesin kendi fikirlerini yegâne hakikat sanmasıdır. Bundan kurtulmadıkça belalardan kurtulamayacaktır.

Üç gün önce Özgür-Der’in davetiyle Diyarbakır’daydım. İttihadü’l-ulema üyelerinin bazılarıyla da oturup hasbihal ettik. Öğrendim ki, Diyarbakır’daki dindar STK’lar ayda bir toplanıp ortak meselelerini tartışıyorlarmış. Çok sevindim. Doksanlı yıllarda Kütahya’ya gittiğimde orada da on iki kadar vakıf ve dernek aynı şeyi yapıyorlardı. Katılmayan tek örgüt bugün başımıza bela olan o örgüttü. O zaman döndüğümde bunun Kocaeli’nde uygulanmasını teşvik ettim, yine sadece o örgüt kabul etmedi. Ne yazık ki, o zaman bunun ne anlama geldiğini anlayamamıştık.

İslam diye bir derdi olan dernek, vakıf ve kuruluşlar bölgesel olarak en az ayda bir toplansalar, önce ittifak noktalarından başlayıp birbirlerine destek olsalar ve ‘ittifak ettiğimiz hususlarda yardımlaşırız, ihtilaf ettiğimiz hususlarda birbirimizi mazur görürüz’ kuralını uygulasalar, hayrın kapısı açılmış ve Allah’ın desteği alınmaya başlanmış olur. Hatta oturup sadece bir çay içerek sohbet etseler, bir ay sonra tekrar yüz yüze gelecekleri için hiç olmazsa artık birbirleri aleyhine konuşamaz olurlar.

Son olaylarda gördük ki, toplumda sözü dinlenen hocalar, kanaat önderleri böyle toplantılar yapınca aralarındaki suçlama ve karalama azalıyor, güçleri ve etkileri artıyor, kendi hatalarını müzakere edebiliyorlar, karşı tarafta da müthiş bir panikleme ve endişe doğuyor.

Varsayalım ki, bizim doğrularımız fazla, diğerlerininki az. Bu durumda bile bizim doğru saymadığımız bir düşüncelerinde onlarla birlikte hareket etmemiz, kendi doğrumuzda ısrar etmemizden daha hayırlıdır. Yeter ki, Resulüllah’ın ifadeleriyle ortada bir küfrü bevah, yani apaçık ve tevili kabil olmayan bir küfür olmasın. Hiziplerin ve fırkaların birbirlerini suçlamaları hep teville yapılan suçlamalar değil midir? Oysa ittifak yani vahdet farzdır, tevile dayalı tekfir ise haramdır.

Önemine binaen cemaatin ve fırkanın ne olduğunu bir kez daha yazacağım, şimdilik şunu söyleyeyim; eğer bir grubun kendini bütünüyle doğru sanıp, fikirlerini beğenmediği diğerlerini sistematik olarak karaladığını görürseniz onun asla cemaat değil, bir fırka ve hasta bir hizip olduğunu anlayabilirsiniz. Ne yazık ki, son zamanlarda bunu çokça görüyoruz.

HABERE YORUM KAT

5 Yorum