1. YAZARLAR

  2. MURAT AYDOĞDU

  3. İslami Bakış Açısı ile Sosyalizm
MURAT AYDOĞDU

MURAT AYDOĞDU

Yazarın Tüm Yazıları >

İslami Bakış Açısı ile Sosyalizm

15 Ocak 2012 Pazar 15:27A+A-

Batı toplumsal sürecinin tanımladığı bir siyasal kavramın, günümüz hâkim devlet yapılarını şekillendirdiği iktidar-muhalefet eksenli mücadele argümanlarının/söylemlerinin bizi ilgilendiren, bizi etkileyen boyutlarını incelemeye ve İslami bir perspektiften değerlendirmesini yapmaya çalışacağız.

Sosyalist kavramının oluşumu ve temelleri nelerdir?

Aydınlanma’nın zihinleri, Endüstri devriminin toplumsal yapıyı derinden değiştirdiği Avrupa siyasal düşüncesi, bireyi esas alan Liberalizm, toplumu esas alan Sosyalizm eksenli iki ana yola ayrılır. Bunun iktisadi ve yönetimsel yansımaları oluşur. Liberalizm sermaye eksenli Kapitalist modeli öngörürken, Sosyalizm muhalif hareketlerin çekim merkezi oldu.

Aydınlanma felsefesi ürünü olarak her iki akımda tez ve pratiklerini tanımlarken bilginin kaynağı üzerinde farklı yaklaşımlar, değerlendirmelerle zihin yapılarını şekillendirdi. Kilise’nin vahyi bilginin tek ve yegâne kaynağı olarak, İdealist düşünürlerin ilham/sezgiyi temel kaynak almalarına karşılık Batı eksenli Her iki siyaset felsefesi de bilginin kaynağı olarak sadece doğayı bunun gözlemini ve buna endeksli toplumsal okumalar yapar. Tamamı ile materyalist verilere dayalı pozitivist okuma ile deterministik/kaçınılmaz tarih tezlerini de beraberinde getirdi.

Toplumların ve insanların nefislerine takvayı ve fücuru ilham eden Allah, toplumu ve insanı fıtrata uygun harekete yönlendirir. Bunları enfüsi ayetler olarak tanımlayabiliriz. İnsanın ve toplumun doğa ile ilişkisi de afakî ayetlerdendir. Üretim-iktisadi faaliyetler bu afaki ayetlerin bir parçasıdır. Vahyi ayetler, Rabbin yardımı ve yol göstericisi olarak bu afaki ve enfusi ayetlerle tevhidi bir bütünlük oluşturur. Batının Kartezyen ve birbirine muhalif okumalarına karşılık İslam ne hayattan kopuk bir idealist ne de manadan kopuk bir materyalist okumadır. En önemlisi de varlığa anlam biçen gaybi inanç üzerinde ve gabya giden yolun, sınavı dünyasının farkındadır.

Siyasal bir kavram olarak Sosyalizm ilk olarak Endüstri Devrimi sonrası Robert Owen (1771-1858) ve Sanit Simon (1760-1825) gibi düşünürler tarafından kullanılmaya başlandı.

Owen’a göre insan karakteri çevre faktörlerin sonucu oluşur. Bu çevre faktörlerini kişi belirleyemez veya kontrol edemez. Owen sosyalizmin reformlarla gerçekleştirilmesini savundu ama dine karşı olduğunu ilan etmesi ile İngiliz toplumu tarafından dışlandı. Hayatının sonlarına doğru tinselcilik (spiritüalizm) taraftarı oldu.

Saint Simon İktisatçıdır. Toplumu, çaba, üretim, eylem ve yaratma olarak görür ve Pozitivizmin de kurucusu olarak da bilinir. Saint-Simon’a göre, top­lumun kökeninde çıkar öğesi vardır ve toplum içinde insanlar determinizm’e tabi olan varlıklardır. Ona göre, Sosyalizm tarihsel yöntem ve gözlem bilimi olup, bu ilerlemeci determinizm yasalarını belirlemek, in­sanları bu yasaya itaat etmesini sağlamak gerekir. Simon’a göre tarih üç ayrı aşamadan oluşur; çoktanrıcılık/kölelik, teizm/feodalizm ve pozitivizm/endüstriyalizm. Yeni düzende toplumu endüstri ala­nında çalışanlar yönetecektir ve bu yönetimde herkes çalıştığı, görevini yerine getirdiği ölçüde, üre­timden payına düşeni alacaktır. Üretim keyfe göre değil, ihtiyaçlara göre oluşturulmalıdır. Simon’a göre, modern toplum pozitivizme dayanan yeni bir din ile yönetilmelidir.

Sosyalizm bu düşüncelerin ardından Marks tarafından son şekline getirilir. Marks’ın tezleri üç ana kategoriden oluşur.

1-Tarih tezi: Bütün bilimlerin merkezinde tarih bilimi vardır. Tarih deterministik/kaçınılmaz olarak diyalektik materyalizm denilen süreçte oluşuş. Bu tarih, İlkel Kominal Toplum, Feodal Toplum, Kapitalist Toplum ve nihayetinde tekrar Kominal Toplum olarak sıralanacaktır.

2- Metodolojik öngörü: Tarihin sınıflar savaşı olmasından hareketle, Endüstrileşme sürecinde oluşan Proletarya/İşi sınıfı, sürekli artan gücü ve etkinliği ile devrimi gerçekleştirecektir. Proletarya diktatörlüğü ile oluşan geçiş aşamasından sonra gerçek bir sınıfsız toplum olarak son Komünal Topluma ulaşılacaktır. Devrim kaçınılmaz olarak gelişmiş kapitalist Batı Avrupa’da gerçekleşecektir.

3- İktisat tez’i; Marks kapitalist iktisatçılar Adam Smith ve Ricardo’nun “Artık Değer” tanımlaması üzerinden bunun kapitalistler tarafından gasp edildiğini, oysa bunun bütün topluma eşit dağıtılması gerektiğini söyler. Marks, üretim araçları başta olmak üzere özel mülkiyete karşıdır ve bu üretim araçları devlet’in elinde olup kollektif kullanılmalıdır.

Owen ve Simon gibi ütopik ve reformcu sosyalistlerin evulasyon/dönüşümcü öngörülerine karşın Marks proletarya’nın revulasyon/devrimci öngörüsünü ortaya atar. Yine Marks’ın proletarya sınıfı üzerinden planlanan önerisine karşı Phrodon ve Bakunin gibi kuramcılar doğrudan komünal toplumu hedefleyen Anarşist devrim öngörüsünü savunurlar. Onlara göre proletarya diktatörlüğü dahil insanın insanı yönetmesine dayanan bütün yönetimler reddedilmelidir.

1848 büyük işçi ayaklanmaları ve 1871 Paris komünü gibi denemelere rağmen Marks’ın gelişmiş kapitalist ülkelerdeki beklediği proletarya iktidarı gerçekleşmez. Hatta Sosyalist Enternasyonalde ve Paris komün’ünde Anarşistler ağırlıktadır.

Sosyalizm’in iktidar süreci ve Kapitalizm içerisindeki muhalif yapılanması nasıl gelişti?

Tarihi süreçte deterministik zincirin dışında, fırsatlara dayalı bir sosyalist model Rusya da ortaya çıkar. Bu devrimin gerçekleşmesinde en önemli iki etken; Birinci harbin yıprattığı Çarlık Rusya’sının zayıflaması ve Lenin’in Parti-Teşkilat-Doktrin tezi ile İşçi sınıfının Komünist parti önderliğinde yönlendirilmesidir. Lenin’in ezilen ulus mücadelelerini, Anti-emperyalist Milliyetçi hareketleri desteklemesi daha sonraki yıllarda Küba, Çin ve Vietnam gibi fırsatlara dayalı modelleride Sosyalizme kazandıracaktır. Marks’ın ve Lenin’in yaşadığı dönemlerde siyaset sahnesinde ulus modellerin radikal form’u olan Faşist modeller yoktur. Bu nedenle Marks ve Lenin’in ulus modellerle ilgili eleştirileri de yoktur.

İki dünya savaşı arasında Avrupa kıt’asında Ulus formunda, tarihi ulusların çatışması olarak gören Faşist yönetimler (National Sosyalizm/ Ulus Sosyalizmi) dönemi başlar. Sosyalizme benzer argümanlar taşıyan Faşist ideoloji pragmatist olarak farklı dinamikleri kullanır. Temel yaklaşımı olan milliyetçi/şoven duygular yanında Kapitalist sistemin banker ve tefecilerine karşı çıkarken Fabrikatör ve Girişimci kapitalist kuruluşlarının desteğini alır. Kırsaldaki ve işçi sınıfındaki sermaye karşısındaki konumunu sosyolojik olarak entelektüel, eğitimli, banker ve tefeci faaliyetlerde yoğunlaşmış Yahudi karşıtlığına dönüştürür. Kendi ideolojisi ve teşkilatlanma yapısı tamamen materyalist bir form’da olmasına rağmen Dini duyguları kullanır. Bütün bunları Komünist tehlikesi ile kışkırtılmış bir şekilde kullanır. Bütün bu pragmatist olanakların yardımı ile halk desteğini de alan Faşist yönetimler, Teşkilatlanma alanındaki dinamizm’leri ile de Lenin’in teşkilatlanma tarzından daha etkin hale gelir. İki dünya savaşı arası Hemen hemen bütün kıta Avrupası’nda Faşist partiler iktidardır.

İkinci Dünya harbi sonrası Sovyetlerin Avrupa’nın yarısına hakim olmaları ile güçlenen Sosyalizm 1950’li yıllara kadar Batı Avrupa’da gittikçe kuvvetlenir.

Sovyetler Birliğinin Komintern (Komünist Parti politbürosu) ilkeleri sınıfsız komünal topluma geçişte proleter iktidarın tek devlette başarılı ve güçlü olması gerektiğini öngörür. Saint Simon ve Marks’ın açıkça belirttiği yapısı gereği devlet gücü ile bütün toplumun tek tip modele zorlayan Sosyalist tezler totaliter, merkeziyetçi ve tek tipçi yaklaşımı ile Stalin Sovyetlerinde bir parti diktatoryasına dönüşür.

Mao İşçi sınıfının da tam gelişmediği Çin toplumu için Köylü-İşçi doğrudan komünal yapılanmaların endüstriyel ilerlemeden daha önemli olduğunu ve bunun endüstriyel ilerlemeyi de tetikleyecek dinamizme sebep olacağını öne sürer. Artık Sosyalist blok bir daha birleşemeyecek iki kutup’a bölünür.

Sovyet modeline bir muhalefette Batı Avrupa Komünist Partilerinden gelir. Önceleri Lenin’in teşkilat/parti diktatörlüğü şeklindeki totaliter yapıya karşı olan hareket sonraları Marks’ın öngörüsü olan Proletarya diktatörlüğüne de karşı çıkar. İşçi sınıfının artık tek başına iktidar olma olanaklarını kaybettiğini düşünen Euro-Komünizm sınıf çatışması değil farklı sınıfların temsil edildiği Partilerle Parlamenter sistem içerisinde demokratik yöntemlerle iktidar hedefler. Bu ayrışma Sovyetlerin 1968 Çekoslovakya müdahalesi ile tamamen kopuşa dönüşür.

68 Kuşlağı olarak bilinen Avrupa gençlik isyanları Sovyet tek parti diktatörlüğü ve Avrupa Komünist partilerin eylemsizliği arasında gerçekleşir. Sınıf temeline dayanmayan, Üniversite ve Lise gençliğinin öncülüğünde gerçekleşen hareket Sosyalist ama Marksist olmayan bir anarşist hareketlerdir. Batı Avrupa komünist partilerin zayıflamaları ve Sovyet modelinden uzaklaşmaları sonucu oluşan bu gençlik akımı anarşist düşüncelere yönelir. Komünist eğilimlerde, Marksist süreç ve aşamaları kabul etmeyen 68 kuşağının tam anlamı ile bir iktisat, iktidar ve teşkilatlanma modeli yoktur.

Aynı dönemlerde ABD’nin arka bahçesi gördüğü Orta ve Güney Amerika’da devrimci mücadele tarzları ayrı bir seyir takip eder. Castro ve Che’nin öncü savaş stratejisi küçükte olsa gerilla harbinin gittikçe kitleleri sarabileceğini gösterir. Ama bu hareket Batista ve birçok Güney Amerika ülkesinde gözlenebilen gibi zayıf ve halk katmalarında desteği olmayan Çete Devletine karşı birkaç ülkede başarı kazanır.

İslam dünyasında ise Sosyalizm Arap Ulus modelleri ile birleşerek önce Nasır Sosyalizmi, sonra Baas tipi totaliter yapılanmalar ve Cezayir, Libya örneklerinde gözlenen ulusal kurtuluş savaşları şeklinde zemin bulur. Öyle ki 70’li yıllara gelindiğinde bir iki ülke hariç bütün Arap ülkeleri Sosyalist modellerle yönetilmekte ve Sovyet eksenine kaymaktadır.

Bütün başarılı Sosyalist devrimlerin ortak bir yönü vardır. Devrim doğrudan, iktidarı elinde tutan ve zayıflamış oligarşik yapılanma ile çatışır. Toplumda herhangi bir sebeple oluşmuş diğer katmanlar ya yoktur, ya da karşı cepheye alınmamıştır. Sosyalist devrimler, kuramcılarının öngörülerden farklı olarak fırsatlar sonucu zayıflayan merkezi yönetimler karşısında gerçekleşir. Buna karşılık kendini yenileyen Kapitalist Batı ülkelerinde ve faşist örgütlenmelerin gerçekleştiği ülkelerde yenilgiye uğrar. Zira Faşist yapılar kolaylıkla merkezi devlet erkini ve sermaye sınıfını yanlarına alabiliyorlar ve oluşan otorite boşluğunda iktidara Sosyalistlerden daha kolay ulaşıyorlardı.

İkinci dünya savaşının ardından Kapitalizm kendini yenileyen bir sürece girer. İkinci sanayi devrimi de denilen süreçte, teknik gelişmelerin ve iktisadi dengelerinde etkisi ile işçi sınıfının sayısal artışı durur, hatta geri döner. Hizmetliler sınıfı denilen kesim çalışanların içerisinde sürekli artar. Marks’ın Proletarya toplumun çoğunluğuna ulaşacak öngörüsü gerçekleşmez. Diğer yandan göreceli olarak kapitalizm bazı alanları kamu’ya terk eder, 19 yy da devletin bazı üretim faaliyetlerine girmesi kapitalizm için kabul edilemezken, özellikle karlı olmayan ya da stratejik öneme sahip sektörlere devlet el atar. Gerçekte Sermaye tekelci mantıkla devletle iş tutarak bu kaynakların kaymağını yemesine karşılık bir çeşit aradan çekilmişti. Üretimin artması, tüketimin teşviki gibi sebeplerle işçi sınıfında göreceli bir hayat standardı düzelmesi gerçekleşir. Oysa Marks Proletarya’nın sürekli fakirleşeceğini öngörmüştü. Kapitalizm’in ilk yarısında, toplumsal sınıfların diğer tabakalarındaki nitelikli elemanların, sınıf atlamaları oldukça zordu. Nitekim bazı burjuva aydınlarının proleter sınıfa geçip onlara öncülük ediyorlardı. Oysa ikinci sanayi devrimi ile kapitalizm bu geçişleri kolaylaştırdı. Organizasyon yeteneği olan kişilerin bırakın proleter sınıfa atılmasını, proleterlerin içerisindeki bu nitelikteki kişiler devşirilmeye başlandı. Sonuçta insan doğasının nefsanî istekleri sınıf mücadelesinin öncü kadrolarını yuttu. Marksizm’in buna karşılık verecek iç dinamikleri ise yoktu/gelişmemişti. Kapitalizm iç krizlerinin tamamında Keynes modeli gibi devlet müdahaleleri ile krizleri atlatır. Kapitalizm her üretim-tüketim dengelerinin bozulmasında, kısmi devlet sosyalizmi diyebileceğimiz yöntemlerin ardından tekrar kapitalist sermaye artışı, piyasa ekonomisi ve Pazar alanları genişlemesi oluşturdu.

Sosyalist devrimler sürecinin bu fırsatlar haricinde duraklaması, Kapitalizmden beklenen krizlerin devrime dönüşmemesi sonucu Sosyalist ülkelerde ve kurumsal yapılarda çözülme oluşur. Destalizasyon, Euro-komünizm ve Mao’nun Çin modeli, Mutlaklaştırılan Marksist öğreti için içtihad kapılarını açma girişimleri olur. 1956 Kruşçev döneminde, Stalin dönemi için Lider Fetişizmi tanımlaması yapıldı, devlet gücünün ve politbüro’nun hiyerarşisi zayıflatılmaya çalışıldı. Destalinizasyon denilen bu süreç Ortodoks Marksistlerce Revizyonizm/sapma olarak tanımlandı. Çin modeli benzer bir sürece girer. Çin Komünist Partisi İşçi sınıfının tam gelişmediği Çin modelinde İşçi-köylü sınıfı işbirliğini öne çıkarır. Sovyet Modelinin mutlaklaştırılması ile Sovyetler Birliği Komünist Partisi yapılanmasına karşı çıkar. Bu zamanla Lenin’in Parti Teşkilat doktrinine de karşı çıkmayı getirir. İktisadi alanda ise Sovyetlerin önce Ekonomik gelişmeyi ve güçlü devlet olma hedefine de itiraz eder. Doğrudan Kültür devrimi ve halk komünleri oluşumuna öncelik verir. 1980’lere kadar Euro-komünist oylar ve parti üye sayısı sürekli düşer. Çin kapalı yapısı ile kendisini korumaya çalışsa da gelişmeye kapanır. 1968 Çekoslovakya müdahalesi ayrışmanın noktasını ortaya koyar. Dünyanın diğer Sosyalist hareketleri için bu, devlet’in Sosyalist ideallere üstün tutulması olarak görülür.

Avrupa Sosyalizmi 19. yy’dan beri protest, tepkisel bir harekettir, kendi üretemez. Marks diyalektiği idealistlerden devşirir, Hegel diyalektiğini ters çevirir. İktisat tezleri Kapitalist kuramcılar Adam Smith ve Ricardo’nun tezlerine dayanır, üretim ilişkilerini aynıyla kabul eder, sorun bölüşümdür. Manifesto sürekli Komünistlere yönelik eleştirilere, bunları zaten burjuvazi gerçekleştirdi diyerek cevap verir8. Engels felsefi tezlerini Duhring’in antitezi olarak üretir. Oysa sağ, muhafazakâr olmalı sol yenilikçi olmalıydı. Marksizm gelişmeci tarih-toplum tezi ile bundan sıyrılmaya çalışır; Kapitalizm ve burjuva sınıfı feodaliteye karşı ilerici ve devrimciydi, yani Sol’du. Günümüz Dünyasında Sol’un muhafazakârlaşması, liberallerin değişimciliği savunmasının temelinde bunlar yatar.

Sosyalizm Avrupa tarihi sürecinde, bu afakî ve enfüsi ayetleri okumaya çalışan ama Vahyin yardımını reddeden zihin yapısı, ana hatları ila kapitalist Batı Kültürüne karşı içeriden bir tepkiydi. Buna karşılık Batı düşüncesinde Sosyalizm, emekçilerin hâkim sermayedarlara ve iktidarlara karşı mücadelede önemli bir yere sahip oldu. Sovyetlerin Dağılmasından çok önce sinyal veren ve nihayetinde Batı sömürü düzenine karşı başarısız bir iç tepki olarak tarihte yerini aldı.

Sosyalizmin başarısız bir model olmasının belli başlı temel nedenlerini incelemek gerekir. Zira günümüz toplum modelleri ciddi bir şekilde Batı Kültürü etkisi altındadır. Bu inceleme, gerek diğer toplumların Batı saldırılarına karşı direnişinde, gerekse batı toplumlarının içine düştüğü çöküşten kurtulması açısından önemlidir.

Dünya çapında çöken Sosyalist modeller, Batı kültüründe bazı boşluklara neden oldu. Seküler Batı kültürü etkisindeki Türkiye de, bu boşluk çoğunlukla Liberalizm tarafından doldurulurken, ezilen kitleler açısından İslami söylemin etkili olması kaçınılmazdı.

Özellikle Müslüman kitlelerde 1950’lerde gerçekleşen sağ sapma ve muhafazakârlaşmanın etkileri oldukça yıkıcı olmuştu. Buna da bir tepki olarak genç, heyecanlı, gelenekten kopmuş ama bununla beraber farkına varmadan sekülerleşmiş Müslümanlarda sol sapma ortaya çıkıyor.

Batıda toplumsal sınıflar; tarihi gelişmeci ama en önemlisi çatışmacı yapıda şekillenmiştir. Marksizm’in diyalektiği toplumsal sınıfları ezen-ezilen ayrımından öte iktisadi ilişkilerine göre ayırır. Burada İşçi, köylü, tüccar, esnaf, zanaatkâr ya da kapitalizm’in ikinci döneminde önem kazanan hizmet sınıfları kendi içlerinde iyi-kötü ayrımına tutulmadan çatışma içerisinde olduğu varsayılır. Toplumsal yapılanma iktidar üzerinden tepeden aşağıya ve zorla şekillenir. Sosyalizmin toplumsal temelde aşağıdan yukarı komünal düzenlenme iddiası, gerek Proletarya diktatörlüğü gerekse parti-teşkilat doktrini ile gerçek dışı kılınmıştır. İdeal olanın aksine bütün pratiklerinde Sosyalist örgütlenme biçimlerinde katı hiyerarşik ve tek tip yapılanma vardır. Tarih tezleri seküler deterministtir, sürekli ilerli gidişi öngörür ve toplum yapılanmasında değerlerin, inançların ve manevi yapıların yeri yoktur. Toplumun iyiye ya da kötüye gidişi bu ilerlemeci mantıkla anlamsızlaşmıştır. İleri gidiyorsa bu iyidir, dolayısı ile feodal olarak algıladığı İslam, Hıristiyan ya da Asya tipi toplulukları Kapitalizm’den geri olarak algılar.

Bütün bunların ışığında Batıda çöken sosyalizmin boşluğunu İslami bir söylemle doldurmak, Avrupa ve Güney Amerika sosyalizminin Global emperyalizme karşı muhalif geleneklerinin belirli oranda ittifaka dönüşmesi mümkündür. Ama burada birinci problem sosyalist zihin yapısının temel dinamiklerine kapılmak, metodolojik yapılanmasının yenilgiye dayalı sürecini tekrarlamak problemidir. İkinci problem ise Müslüman coğrafyadaki sosyalist hareket ve iktidarların Müslümanlar üzerindeki baskıcı ve düşmanca politikalarının etkisidir. Kesin olan bir gerçek şu ki; Sosyalizm, Kapitalizm ile kavgasını kaybetmiş başarısız bir modeldir.

Sosyalizm’in çözülmesinin ardından, ona umut bağlayan ezilenlerin boşlukta kalan taleplerine cevaplar üretmek ve onların savunulması gerek. Ama bu Sosyalist söylemle yapıldığında ciddi bir zihin problemi doğuruyor. Hele teşkilatlanma ve metodolojik kopyalama tam bir bozgun emaresi. Zira böyle bir yapılanma tarzı süreç içerisinde oluşmuş değerleri ve zaafları da devşirecektir. En önemli zaaflarda muhafazakâr kitle ile çatışma üzerine kurulu hareket tarzı, iktidarı önceleyen ve tepeden dönüşümcü ihtilalci zihindir. Kazanılması gereken bir kitlenin düşmanlaştırılması ve zor’a dayalı olarak eğitilmeye çalışılmasıdır. Mevcut Sosyalist yapılanmaların birikimi, örgütlenmesi ve değerlerine bağlı söylem gücü oldukça gelişmiştir. İşbirliği ile hareket metodu, Sosyalist yapılanmanın içerisinde figüran olmak ve seküler düşünceye yedeklemek kaçınılmazdır. Çünkü Sosyalist hareketin ana gövdesi Türkiye’de Kemalizm’in misyonuna sahiptir. Ayrıca genel kitleden kopmaya ve toplumu ıslah olanaklarını kaybetmeye neden olur. En önemlisi siyasal iktidar çekişmesinin figürleri arasında kaybolmayı getirir. Unutulmaması gereken acı bir tecrübe var; 12 Eylül 1980 öncesi Sosyalist hareket, karşısına sürekli sağ siyasi partileri almış, darbe sonrasında figür karşıtı olmadığından mücadelesini sürdürememiştir.

Türkiye ve İslam coğrafyasındaki Sosyalist düşünce oluşumu ve seyri nasıl gerçekleşti?

Türkiye’deki sosyalist hareket ve Müslümanlarla ilişkisi nasıl gelişti? Anadolu İhtilali Sovyetlerle ile önemli benzerlikler taşır. Birinci dünya harbinin yıprattığı İmparatorluğuna karşı yeni Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıdır. Sosyalist bir teşkilatlanma biçimi yerine Asker ve bürokrat hareketi Sosyalistlerle aynı Batı kültüründen beslenir ama burjuva kültürü ve kapitalist iktisat sistemini kabul ederek Sosyalizmi dışlar.

Kemalist kadrolarla bütün uzlaşma ve iktidara ortak olma isteklerine rağmen Sosyalist hareket Kemalistler tarafından dışlanır ve ezilir. Türkiye Komünist Partisi Lideri Mustafa Suphi’nin Karadeniz’de boğulması Komünist Partinin yasaklanması ve Nazım Hikmet gibi Komünist aydınların sürülmesi gerçekleşir. Kemalizm kendisinden başka hiçbir yapılanmaya izin vermez.

1945 de CHP güdümlü öğrenciler komünist oldukları iddiası ile Tan gazetesini basar ve yakarlar. Aynı 1947 de İzmir de Zincirli Hürriyet matbaasında gerçekleşti. Buna benze bütün linç girişimlerine karşı Sosyalist hareket Kemalizm’e karşı bir mücadele ortaya koymaz. Bunun sebebi Kemalizm ile aynı kültür ve toplumsal üst yapıdan beslenmesidir.

1950’lerden önce kayda değer ne sermaye sınıfı ne de işçi sınıfının olamaması Sosyalist yapılanmayı sadece Kemalistlerden kalan küçük bir öğrenci-aydın kesime hapseder. Türkiye’de 1950’den itibaren işçi sınıfı oluşumu gözlenir ve bu sınıf 1980’lere doğru kendi içinde ikinci kapitalist döneme girdi ve bu dönüşüm hala sürüyor.

1949 da M. Ali Aybar Cumhurbaşkanı İnönü’ye karşı bir bildiri yazar “CHP Genel Başkanı İnönü, memlekette tüm, irticai, gerici cereyanlara destek olmaktadır veya müsamaha göstermektedir.” Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Aybar’a 3 yıl hapis cezası verir. Aybar, 1950’de DP döneminde af yasası ile çıkar. Aybar 1946’da DP listesinden bağımsız milletvekili adayı olmuştur. İlk anlarda CHP içerisinden çıkan DP kısmen daha fazla imkân verdiğinden Sosyalistler DP ye yakın dururlar. DP’nin Anadolu’da kitleselleşmesi ve Sosyalizmin öğrenci-aydın profili DP ile uyumsuzdur ve Kemalizm’in katı devletçi uygulamasına dönüşü kaçınılmaz kılar.

27 Mayıs darbesinin Anayasal düzlemde sağladığı imkânlar iktisadi gelişimin de etkisi ile Sosyalizme zemin hazırlar. Hâlbuki 27 Mayıs darbesi sonrası devlet daha da güçlenmiştir. Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurulu ve Danıştay’ın yetkileri darbe sonrası oldukça arttırılmıştır. Kitlesel olmayan ve ihtilalcı mantığa yatkın Sosyalizm için devlet kurumlarının yetki artımı ve güçlenmesi sorun değildir. Eric Jan Zücher 1960-1980 arasını, İkinci Türkiye Cumhuriyeti olarak tanımlar.

1960’lardan itibaren gelişen TİP Kemalizm’den devşirilmiş bir kurucu kadroya sahiptir.

1935 de yayına başlayan Kadro Dergisi Kemalist’tir. 1961de Yön Dergisi ihtilalci komünisttir, 1967 Yön kapanır Devrim açılır. Aybar’ın İP si İngiliz İşçi Partisini örnek alır. İP %3 ‘ün altında oy almasına rağmen ve hiçbir koalisyona katılmamasına rağmen gerçek ideolojik temele sahip ilk partiydi. İP tam anlamı ile Komünist bir parti olmasa da TKP nin önemli bir kısmını kadrosuna aldı ve Türk solu için laboratuar vazifesi gördü. TKP Moskova yanlısıydı 1956 Macaristan olaylarından sonra etkisi azalmaya başlamıştı. Dünya ölçeğindeki tartışmalar TİP’e yansır. Bu dönemde DİSK hareketi ise işçi sınıfı ile sınırlıdır.

Üniversitelerde ise FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) çevresinde öğrenci kitlesi kendilerini toplumun itici gücü olarak gördüler. Zaten 27 Mayıs darbesinde öğrenci-aydın-asker gücü hafızalarda tazedir. Mihri Belli önderliğindeki MDD (Milli Demokratik Devrim) gurubu, Türkiye’nin feodal özelliklere sahip bir Asyalı toplum olduğunu ve proletarya’nın hayli zayıf olduğunu söylediler. Onlara göre devrimci değişim ancak aydınlar ve subaylar koalisyonu ile olabilirdi.

Komünizm’i benimsemiş General Madanoğlu ve Ordu içerisinde hatırı sayılır destekle 9 Mart 1970 Baas tipi bir darbe planı yapılır. Kemalizm’in daha güçlü kanadı darbeye izin vermez ve 12 Mart Muhtırası sol’un darbe ile ihtilal şansını tamamen tüketir. 16 Mart Madanoğlu cuntası ile ilgili 13 subay tasfiye edilir. 18 Mart 9 General, 11 albay tasfiye edilir. Ardından alt kademelerdeki tasfiyelerle ordu homojen Ortodoks Kemalist bir yapıya dönüşür.

12 Mart 1971 de tasfiyelerle ihtilal şansını kaçıran sol içindeki gençlik Öncü savaş stratejilerine yöneldi. 1968 FKF de hâkim olan bu gurup’tan Dev-Genç örgütlenmesi çıktı. 68 kuşağı etkisi ile moral kazanan Dev-Genç Tip’in Çekoslovakya olayı ile bölünmesinin ardından daha da güçlendi. Gerek 9 Mart cuntasının dağılması gerekse 1970 Küba öncü savaş başarısının etkisi de beraberinde, ajitasyonun yeterli olmadığı tezi TKP-ML ile silahlı gerilla mücadelesi başlar. TİKKO, THKO/Deniz Gezmiş, THKP-C/Mahir Çayan hareketleri istikrarsızlaştırma hedefi ile silahlı mücadeleye başladılar. Ama işçi sınıfı ve diğer kitlelerle bağlantı koptu.

Hesaba katılmayan bazı faktörler genç idealist devrimcileri başarılı olacakları düşüncesine kaptırdı. Oysa hemen hemen bütün Sosyalist aydınlar 1970-1980 arasını çözümsüzlük yıları olarak değerlendirir. 1978-1979’larda eylemci örgütlerin liderleri de artık kontrolü kaybettiklerinin farkındaydılar.

Siyasal bir hareket saldırı altında belli kriterler etrafında şiddete başvuracaktır. Çeşitli siyasal görüşlerin metodik yapılanmalarında bu kriterlerin sınırları farklıdır. Terör ise şiddetin metot olarak benimsenmesidir. Olsa olsa anarşist hareketler bunu bir metod olarak benimsemiştir. Marksist hareketlerin tam anlamı ile terör olarak adlandırılması tartışmalıdır.

Genel kabule göre proleterya ya da parti-teşkilat’ın devrimci mücadelesinde kendilerine yönelik şiddet karşısında başvurulan bu metot, Öncü savaş teorisi ile istikrasızlaştırma ve iktidara ulaşma için kullanılırken, 70’li yıllarda Türkiye siyaset sahnesinde silahlı propaganda olarak iyice yerleştirildi. Gerçekte istikrarsızlaştırma Marks ya da Lenin zamanında olmayan ve kapitalizmin iç çelişkileri ile yıkılmayacağının anlaşılması ile Anarşistlerden devşirilen bir kuramdı. Zamanla sadece iktidara karşı değil, muhalif siyasi örgütlenmelere ve kitlelere yöneldi. Nihayetinde varlık sebebi olarak yerleşti.

İslam karşıtı sosyalistlerin Müslümanlara bakışı nasıldır?

Ahmet Şık, Dokunan Yanar kitabından: “Devlet İslamcılara hep ihtiyaç duydu, İslamcılık, cuntacılar tarafından palazlandırıldı. Kızıl kuşağa karşı yeşil kuşak projesi, İslamcı cenahın alkışlarla karşıladığı darbeyi yapanlar “komünizm tehlikesini bertaraf etmek için ABD üretimi “kızıl kuşağa karşı yeşil kuşak” projesini hayata geçirdi. İnşa edilecek yeni sistemin adı Türk-İslam senteziydi. Sol kadroların ordu içinde bile örgütlendiğini gören cuntacılar, daha 12 Eylül öncesinde kendi kurumlarında başlattıkları milliyetçi ve dinci düşüncelerin gelişmesi çabalarını darbe sonrası devletin tüm kurumlarında ve ülkenin dört bir yanında hayata geçirdi. Din ve İslam’ın, sol sosyalist fikriyatın egemen olmasının engellenmesinin en önemli aracı olarak kullanılmaya açık ve hazır olmaları gerçeği de vardı. Tarafların birbirlerini karşılıklı olarak kullanmasına dayalı dogmatik çıkar ilişkisiydi nu. Asker tüm yurdu İmam Hatiplerkle ördü.”

Soner Yalçın, Hürriyet 20 Haziran 2010: 12 Eylül 1980’de toplumsal hayatın “İslamileştirilmesi” aynı dönemde Filistin topraklarında da yaşandı. Tesadüf değildi. ABD bu “Yeşil Kuşak” aynı süreçte, aynı amaçla Filistin’de de hayata geçirdi. Bugün Türkiye’de ağzından “Gazze” sözcüğünü düşürmeyen siyasi çevreler ile Gazze’yi merkez yapan Hamas bu büyük projenin ürünüdür. Şimdi, “Siyasal İslam Türkiye’de en çok ne zaman devlet katında himaye gördü?” diye sorsam ne yanıt verirsiniz? “12 Eylül 1980 askeri darbesi” doğru cevaptır. ABD’nin “Yeşil Kuşak” projesinin stratejisi, sol hareketlerin karşısına panzehir olarak İslam’ı çıkarmaktı. Bugün… Türkiye dış politikasında “eksen kayması” tartışması yapılıyor. Asıl “eksen değişikliği” 12 Eylül darbesiyle yaşanmadı mı? İslam Konferansı Örgütü, İslam Kalkınma Bankası, Rabıta ilişkileri; Pakistan’ı Suudi Arabistan’ı kardeş ülke görmenin miladı 12 Eylül darbesi değil mi? Kenan Evren ile “Kardeş” Ziya Ül Hak’ın dostluğunun altında yatan neydi sanıyorsunuz? Çocuk olmayınız! Bu ilişkilerin mimarı ABD’dir”

Fikret Başkaya, Birgün 19 Şubat 2008: “ABD yeşil kuşak Doktrini dâhilinde dinci akımları destekliyordu. Bu iki unsurun diyalektiği sonucu dinin sol harekete karşı kullanılması, siyasal İslamcıların önünün açılmasıyla sonuçlandı ve Necmettin Erbakan’ın Milli Nizam partisi böyle doğdu. Burada kilit sorun bütün bunların gerisinde Atatürkçülerin olduğudur, zira her zaman iktidardaydılar. Hem siyasal İslam’ın önünü açtılar hem de onu bir tehlike olarak sunarak kitleleri aldatma yolunu seçtiler. Dozunu kendilerinin ayarladıkları siyasal İslam’ı bir de rejim için bir tehlike olarak sunup bir taşla iki kuş vurmayı umuyorlardı”

Halk Cephesi, Kurtuluş dergisi “İslamcıların Tarihi Kullanılanların Tarihidir” başlıklı yazıdan: “İslamcılık siyaseti İslam ve Müslümanlardan başka her türlü merkezin itici gücüne bağlıdır. Emperyalizm olsun, emperyalizmin darbecileri olsun devrimci hareketin önünün almak için Kuran kursları açmaya, devlet kadroları tahsis etmeye kadar her yolu kullanmaktadır. İslamcılar emperyalizm ve oligarşi adına halka karşı tetikçilik yapmaktadırlar.”

Devrimci Sol: “İslamcılar açısından 12 Eylül gerçek bir sıçrama tahtası oldu. Burada ikili bir itici güç vardı. Birincisi emperyalizm, diğeri ise emperyalizmin darbecileridir. Emperyalizm, İslamcıların gelişmelerini desteklerken çeşitli hesaplar gözetmekteydi. Bunlardan biri, diğer Müslüman ülkelerle yürüttüğü “Yeşil Kuşak” politikasıydı. 12 Eylül darbesi halk muhalefetini ezip geçmiştir. Devrimcilere yönelik katliamlar, işkenceler yapılmakta ve hapishaneler tıka basa doldurulmaktaydı. Ama bu baskı ve terör sonsuza kadar sürüp gidemezdi. İşte gençlikten hareketle devrimci mücadelenin yeniden örgütlenmesini önlemek için İslamcıların önü açıldı. Devrimci hareketten geriye kalan boşluk İslamcılarla kapatılmaya çalışıldı. Din dersinin zorunlu kılınmasından vakıf, dernek, Kuran kursu gibi kitle örgütlenme araçlarına kadar her türlü araç devreye sokuldu. Devlet kadroları hizmetlerine sunuldu.

Emperyalizm ve oligarşi İslamcıları gerek bölge halklarına gerekse Anadolu halklarına karşı kullanmaktaydı. Ama İslamcılar bu kullanılmadan hiç de rahatsız değiller. Aksine onlar bu kullanılmanın getirdiği nimetlerden yararlanmaya baktılar. Gerekli olan sermaye ise Amerikan emperyalizminin desteklediği Suudi Arabistan ve Körfez petrol şeyhlerinin devreye girmesiyle çözümlendi.

14 Aralık 1983 günü hükümete başlayan ANAP hemen iki gün sonra Arap kökenli finans kurumlarının faaliyetlerine izin veren kararnameyi resmi gazete de yayınlattı. Bu sayede Faysal Finans, Al Baraka gibi finans kurumları ile İslamcı sermayenin buluşması sağlandı. Ayrıca komisyon ödemeksizin hammadde ithalatına başlayarak Uzakdoğu’dan dolaysız ithalata da başladılar. Altın ve döviz piyasasına el attılar. Giderek değişik birçok sektörde faaliyet gösteren İslamcı holdingler ortaya çıktı.”

Oğuzhan Müftüoğlu, Devrimci Yol liderlerinden: “12 Eylül’de İslamcılara hiçbir şekilde dokunulmadı. Göstermelik birkaç kişi yargılandı. Dincilik teşvik edildi, din dersleri zorunlu tutuldu.”

Halkın Birliği dergisinden, Mayıs 2007: “Bilindiği üzere 12 Eylül Faşist darbesiyle devrim, sosyalizm ve Kürt hareketine karşı Şeriatçı gericiliği besleyip büyüten, Türk-İslam senteziyle devletin tepesine kadar taşıyan generaller, bu kez de muhtıralarına “laiklik tehlikede” demogojisiyle meşruluk kazandırmaya ve emekçi yığınları yedeklemeye çalışıyorlar. Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kuran ve arkasında duran, Suni-İslamı devlet dini haline getirenler, “laiklik” adına hareket ettiklerine inanmamızı bekliyorlar. Zorunlu din dersini getiren, Alevi köylerine zoraki cami dikenler, laik yaşam tarzını korumaktan söz ediyorlar. Yarı askeri faşist rejimi korumak, kitle temelini kazanmak için halkı kandırıyorlar.”

Tuncay Özkan, TKP internet sitesinden: “ İslamcılar bu ülkedeki bütün askeri darbeleri desteklemiştir. Bütün askeri darbeciler de İslamcıları desteklemiş ve büyütmüştür. Örneğin, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri sırasında (göstermelik ve sınırlı bazı uygulamalar dışında) baskı ve zarar gören İslamcı gösterilebilir mi? Tam tersine bu darbelerden sonra İslamcılar, solun önünü kesmek için sürekli beslenmedi mi?”

Ece Temelkuran, Milliyet 12 Eylül 2007: “Yıldönümünü idrak ettiğimiz 12 Eylül darbesinin siyasal İslam’ın en büyük destekçisi olduğu “laikliğin bekçisi ordu” klişesinin tersine darbeyle birlikte tarikatların ve onlara bağlı siyasal örgütlenmelerin önünün açıldığını unutmak neden bu kadar kolay oldu?”

Murat Yetkin, Radikal 28 Ağustos 2003: “ 12 Eylül askeri rejimi zamanında desteklenen siyasi İslamcılığı destekleme politikalarının Ankara’da yol açtığı pişmanlık ise en üstteki ifadesini 28 Şubat 1997’deki MGK toplantısı ile başlayan süreçte buldu.”

Emre Kongar, 12 Eylül 2000: “28 Şubat 1997 olayı 12 Eylül müdahalesinin siyasal İslama doğru savurduğu toplumu “normalleştirmeye çalışan” bir eylemdi.”

Zülfü Livaneli, Vatan 11 Eylül 2011: “ Soğuk savaş döneminde sol öğrenci hareketlerini en büyük düşman olarak ilan eden cunta, bunun karşısına İslamcı bir hareket yerleştirmek istedi. Çok sayıda imam hatip okulu açılmasına ve bunların Arap kökenli dinciler tarafından finanse edilmesine, müfredatların da onlar tarafından oluşturulmasına destek verdi. Parayı yatıran çevreleri bu işin yirmi senede sonuç vereceğini ve bu okullarda yetişen kadroların Türkiye’yi dönüştüreceğini biliyordu. Öyle de oldu. Ne kadar çelişkili görünse de; 12 Eylül darbesi, Türkiye’nin siyasal İslam’a kaymasının temelini hazırladı.”

Solun ana gövdesinin Kemalizm ile tarihi ortaklığı nelere dayanıyor?

V.İ. Lenin, 1921 Sovyet Ankara büyükelçisi Aralov’a sözleri: “Mustafa Kemal doğal ki, sosyalist değildir. Ama görülüyor ki, iyi bir teşkilatçı, kabiliyetli bir lider, ulusal burjuva devrimini idare ediyor. İlerici, akıllı devlet adamıdır. Bizim sosyalist devrimimizin önemini anlamış olup, Sovyet Rusya’ya karşı olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, Padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum. Halkın ona inandığını söylüyorlar. Ona yani Türk halkına yardım etmemiz gerekiyor. İşte sizin işiniz budur.”

TKP lideri Şefik Hüsnü: “Şeyh Sait isyanı İngilizlerin planladığı irticai harekettir.”

TKP yayın organı Aydınlık manşetleri. “Kahrolsun irtica”, “Yobazların sarıkları yobaz zümresine kefen olmalı”

1945 de CHP güdümlü öğrenciler komünist oldukları iddiası ile Tan gazetesini basar ve yakarlar. Aynı 1947 de İzmir de Zincirli Hürriyet matbaasında gerçekleşir.

1949 da M. Ali Aybar Cumhurbaşkanı İnönü’ye karşı bir bildiri yazar “CHP Genel Başkanı İnönü, memlekette tüm, irticai, gerici cereyanlara destek olmaktadır veya müsamaha göstermektedir.” Ankara Ağı Ceza Mahkemesi Aybar’a 3 yıl hapis cezası verir. Aybar, 1950’de DP döneminde af yasası ile çıkar. Aybar 1946’da DP listesinden bağımsız milletvekili adayı olmuştur.

1967, 10 Kasım TİP bildirisi:

Atatürk her şeyden önce halaskar gazi Mustafa Kemal Paşa’dır. Emperyalizme karşı tarihin ilk milli savaşın önderidir. Bütün mazlum esir milletlere hürriyet yolunu göstermiş olan büyük kurtarıcıdır.(…) Atatürk’ü sevgi ve saygı ile anmanın, ona en yaraşır şekli, Amerika’ya karşı yürütülen ikinci milli kurtuluş mücadelemize hız vermektir. İzmir in kordon boyunda ve Dolmabahçe’de, körpecik göğüslerine düşmana siper edenler, senin genç evlatlarındır. Onlar sana ihanet etmediler.

Mehmet Ali Aybar: “Ekonomide, siyasette, maliyede, askerlikte, kültürde, ideolojide tam bağımsızlık, Atatürk’ün tam bağımsızlık anlayışı tanımıdır. Sosyalist Devrim Partisinin bağımsızlık anlayışı da budur.” M. A. Aybar ile Söyleşi, U.Mumcu

Deniz Gezmiş: “Ben Türk Silahlı Kuvvetlerine kurşun sıkmam”

Mahir Çayan, Kesintisiz devrim: “Kemalizm; küçük burjuvazi’nin en sol kanadının milliyetçilik tabanında anti-emperyalist tavır alışıdır.”

THKPC davası savunmasından: “Ülkemizde ulusun çıkarlarını dile getiren iki politik güç ve akım vardır; Sosyalistler ve Kemalistler. Devrim bu iki Milli Kurtuluşçu akımın örgütsel ittifakı ile zafere ulaşacaktır. Yani kurulacak olan Milli Cephe, sosyalist ve sosyalist olmayan milli kurtuluşçuların ortak ittifakının cephesidir. Türk ordusunun geleneğinde emperyalizme dünyada zaferle sonuçlanmış olan ilk Milli Kurtuluş Savaşı yatmaktadır. Genellikle haklk çocuklarından oluşan Türk subaylarının çoğunluğunun karakterini belirleyen de anti-emperyalizm’dir, milliyetçiliktir. Görülüyor ki, tıpkı bugün olduğu gibi, 1. Kurtuluş Savaşı sıralarında da Milli Kurtuluşçular ile Marksistler arasında zıtlık yoktur, tam tersine aynı hedef doğrultusunda bir güç birliği vardır. O dönemdeki mücadelenin hedefi ise, bugün (1972) olduğu gibi “Tam bağımsızlıktır” Seçtiğimiz yol, Gazi Mustafa Kemal’in açtığı yoldur. O’nun başlattığı Anadolu ihtilalının yoludur.”

9 Mart Madanoğlu cunta girişimi, 12 Mart DİSK ve MDD’ciler darbeyi destekliyorlar. Madanoğlu olmadığını anlayana kadar. 15 kuruluş destek verir, aralarında TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikasi.) TİP (Behice Boran)

Doğan Avcıoğlu, Devrim dergisi: “Ordu Anti-Kemalist gidişe dur dedi. Cici demokrasi sona erdi. Bütün devrimcilere düşen görev, elbirliği ile olumlu yönde çaba göstermektir.”

Aynı DİSK 28 Şubatın 5’li çetesi içindedir.

Sosyalizm Kapitalizmin tam oluşmadığı, proletarya’nın zayıf görüldüğü Türkiye’de potansiyel eleman kazanımlarını Kemalist kadrolardan gerçekleştirme yoluna gitmiştir. Bu pragmatist ilişki kısmen başarılı olmuş kimi entelektüel takımını saflarına katarken, Köy enstitüleri, halk evleri gibi seküler-jakoben kurumlar sol’a genç eleman yetiştirmişlerdir.Yine bunun yanında ihtilalcı iktidar faaliyetleri ile Baas tipi cunta girişimleri ise Kapitalizme biatlı ana Kemalist yapı tarafından hep kullanılmış ve paçavra gibi atılmıştır. Süreç içerisinde geniş halk kitleleri ve farklı siyasal yapılanmalarla çatışma sosyalizmi halka yabancılaştırmıştır. Öyle ki bu yabancılaşma yıkıcılık, her şeye muhalefet ve topluma karşı öfkeye dönüşmüş toplumda buna tepki oluşturmuştur. Çevre ülkelerde Baas diktatörlükleri ve Stalinist Sovyetlerin ve Balkanlardaki totaliter sosyalist iktidarların politikalarıda halkın sosyalizme cephesini takviye eder. İşte Sol bir söylemin en büyük zaafı, halkta oluşturduğu bu antipatidir ve Müslüman sol söylemin bu topraklarda destek bulacak tutarlı bir argüman geliştirmesi de mümkün değildir.

Sosyalizmin, toplumsal ve siyasal hayatımıza etkileri nelerdir?

Sosyalizm’in Türkiye’deki Örgütlenme gücü diğer siyasal hareketlerden daha yüksektir. Cumhuriyet dönemince Kemalizm’in yoğun İslami değerleri tahkir faaliyetlerinin etkisinin boşalttığı alanda Sosyalizm’in yüksek medya popülaritesi vardır. Sosyalizm sanat, müzik, entelektüel birikim gibi alanlarda rasyonalist eğitim sisteminin de yardımı ile oldukça gelişim kaydetti. Bütün bunlar bazı kimselerde kompleks oluşumu ile öykünme sebebidir. Sosyalizm’in İslam dünyasında ve Türkiye Müslümanları özelinde de bazı yansımaları böylece oluştu. Bir dönem; ötekileştirici, kendi toplumunu ıslah yerine, onunla çatışan hareketler tepkisel, Batı zihin yapısından etkilenmiş Müslüman örgütlenmeler görülmektedir

Muhafazakârlaşma ve sağcılaşma ne kadar eklektik ve işbirlikçi ise, solculaşma ve materyalistleşme de o kadar eklektik ve işbirlikçi tavırlardır.

Sosyalist hareketin Türkiye deneyimindeki en büyük olumsuzluk, kitleyi karşıya almasıdır. İşbirlikçi olarak algılanan, sistem içi mücadele metodu yürütenlerin tamamı aynı kefeye koyulmaktadır. Muhafazakâr kesim içerisinde; devşirilenlerle, sistemi çözmeye çalışanlar siyasetin garip cilvesi iç içe hareket etmektedirler. Toplumun önemli bir kesimi bu Muhafazakâr faaliyetler bel bağlamış ve rehavet içerisindedir. Kitle önünde devşirilenlerin deşifresi, daha samimi olanların ise etkilenmesi ile oluşacak kitle yapılanması yerine muhafazakâr düşmanlığı ve çatışmacı söylem hatta ona muhalif sol tandanslı kesimlerle stratejik ortaklık 1970-80 arası sol metodolojik hatasının tekrarından başka bir şey değildir. Revizyonist/eklektik hareketlerle bu tip acilci hareketler arasında tercih zorunluluğu kısır tartışmalar doğurur.

Türk eylemci Sosyalist hareketlerinin en önemli bir problemi de karşı kitlesel kesimlerin oluşması ve bunlarla çatışmaya girmeleridir. İktidar’a yönelik bütün söylemleri de ilginç’tir sadece, siyasal seçilmiş sağ iktidarlara yönelmiştir. Kemalizm, Askeri kurumlar ve CHP kadroları söz konusu olunca Sosyalistlerin ezici bir kesimi uzlaşmacı bir metot takip eder. 12 Eylül sonrasında alışık oldukları sağ parti ya da kitle yapılanmaları ile karşılaşmayınca eylemlerin bıçak gibi kesilme sebebi budur.

Hâlbuki olgunlaşmış ve olgunlaştırılmış toplumsal süreçte baskı arttıkça devrimin hızlanması gerekirdi. Nitekim Kürt ulusal hareketi böyle kitleseleşti. Sol çatışma üzerine hareket metodolojisi getirir. Bunun başarısını sağlayacak toplumsal dönüşümü gündeme almaz.

Yenilginin ardından Sosyalist hareket savrulur. Liberalleşenler, Kemalizm’e geri dönenler ve inatla aynı temelde mücadele sürdürmek isteyenler.

Mülkiyet üzerinden okunan toplumsal ilişkilerin Kur’ani karşılıkları nelerdir?

Metodik ve populist bu zaafların yanında ciddi bir zihin problemi daha var. Sosyalist toplum ve tarih okumasındaki seküler kayma. Sosyalist bir Batılı tarihi sınıfların mülk savaşımı üzerinden okur. İlk bakışta bu gerçekçi ve İslami perspektife uygun görülen bir okuma olarak görünmesine karşılık Batı kültürününü pozitivist mantığında mülk sadece servet, sermaye ya da toprak tipi bir seküler/dünyevi materyalist bir meta’dır. Oysa İslam literatüründe mülk bunları da kapsayan bir melikiyet/sahiplik, iktidar ve tahakküm aracıdır.

Ve yine Batı mantalitesi içerisinde mülk üzerinde insan birey ya da topluluk olarak mülkün üzerinde mutlak hüküm sahibi olmasına karşılık bir Müslüman Mülkü mutlak sahibi olarak yalnızca Allah’ı görür, kendisi Mülk üzerinde halife, vekil ve tasarruf sahibidir. Şeytan’ın insana vesvesesinin de özünde yok olmayacak/mutlak bir melikiyet edinme hırsı vardır. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin doğal sebepleri yanında, bunun da özünde Allah’ın insana verdiği bir güç, yetenek ve olanaklar farklılığı vardır. İnsan’ın yaşam sınavının da bir parçası olarak bu verilen mülk tasarrufunda sınırsız ve ölçüsüz bir harcama yetkisin olmadığı gibi, bu müşlk üzerinde ihtiyaç sahiplerinin hakları da vardır. Kuran ayetlerinin uyardığı bir mülk edinme hırsı, üretim ve tüketim hırsı üzerinden günümüz kapitalist hayat tarzına, liberal sınırsız davranış modlarına karşı da uyarı atıfları içeren süreçte biz kendi fıkhımız içerisinde toplum modellerimizi içtihaden geliştirebiliriz. Yine mülk üzerinde belirli kesimlerin mutlak hâkimiyetleri sınırlandırılmıştır. Bu toplumsal yapı içerisinde kiminin kimine olanaklar açısından üstün kılındığı farklılık da birbirleri üzerinde iş gördürecek doğal sınıf farklılığı oluşturmasına karşılık bunu adil ve hakkaniyetli bölüşümü hususunda sorumluluk ve ahlak temelli kaideler belirler. Yine bunun pratikleri İslami bir fıkıh ve usül çerçevesinde oluşturulacak iktisadi-sosyal yapılanma ile belirlenir.

“Mülk Yalnızca Allah’ındır.” Bakara 107, Maide 17,18,120, İsra 111, …

“Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: ‘Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?’” Taha 120

“Yoksa onların mülk'ten bir payları mı var? Eğer öyle olsaydı, insanlara 'çekirdeğin sırtındaki küçücük bir tomurcuğu' bile vermezlerdi.” Nisa 53

“Süleyman: Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin.” Sad 35

“Onlara peygamberleri dedi ki: ‘Allah size Talut'u (melik olarak) gönderdi.’Onlar: ‘Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?’ dediler. O (şöyle) demişti: ‘Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir.’” Bakara 247

“Allah'a ve Resûlü'ne iman edin. ‘Sizi kendilerinde halifeler kılıp harcama yetkisi verdiği' şeylerden infak edin. Artık sizden kim iman edip infak ederse, onlara büyük bir ecir vardır.” Hadid 7

“Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir.” Bakara 247

“Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkanını) verdin, sözlerin yorumundan (bir bilgi) öğrettin. Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat.” Yusuf 101

“Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yoldur.” Furkan 67

“Dediler ki: ‘Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor? Çünkü sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın.’” Hud 87

“Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın.” Haşr 7

“Onların mallarında dilenip isteyen (ve iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için de bir hak vardı.” Zariyat 19

“Ona bir hayır dokunduğunda engelleyici olur (veya cimrilik eder).

Ancak namaz kılanlar hariç;

Ki onlar, namazlarında süreklidirler.

Ve onların mallarında belirli bir hak vardır:

Yoksul ve yoksun olan(lar) için” Meariç 21-25

“Fakat insan; ne zaman Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir keremde bulunsa, nimetler verse: "Rabbim bana ikram etti" der.

Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: "Rabbim bana ihanet etti" der.

Hayır; aksine, siz yetime ikram etmiyorsunuz.

Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.

Mirası, sınır tanımaz (helal, haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz.

Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz.” Fecr 15-20

“Allah, tevbelerinizi kabul etmek ister; şehvetleri ardınca gidenler ise, sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler.

Allah (ağır yükleri) sizden hafifletmek ister: İnsan zayıf olarak yaratılmıştır.

Ey iman edenler, mallarınızı, sizden karşılıklı anlaşmadan bir ticaretten başka haksız 'nedenler ve yollarla' yemeyin. Ve kendi nefislerinizi öldürmeyin. Şüphesiz, Allah, sizi çok esirgeyendir.

Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz ve sizi 'onurlu-üstün' bir makama sokarız.

Kim haddi aşarak ve zulmederek böyle yaparsa, biz onu ateşe göndeririz. Bu Allah için pek kolaydır.

Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi (malı) temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay, kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah'tan onun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekten, Allah her şeyi bilendir.

Anne-babanın ve yakınların geride bıraktıklarından ve her birine mirasçılar kıldık. Yeminlerinizin (akid ile) bağladığı kimselere de kendi paylarını verin. Şüphesiz, Allah, her şeye şahid olandır.

Allah'ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde 'sorumlu gözeticidir.'” Nisa 27-34

“O kişi zengin de olsa fakir de olsa, Allahın hakkı onların her birinin (hakkının) önüne geçer. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki adaletten uzaklaşmayasınız.” Nisa 135

“Gerçek şu ki, Karun, Musa'nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: ‘Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez.’

‘Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.’

Dedi ki: ‘Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.’ Bilmez mi ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu günahkârlardan kendi günahları sorulmaz.

Böylelikle kendi ihtişamlı süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: ‘Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir’ dediler.

Kendilerine ilim verilenler ise: ‘Yazıklar olsun size, Allah'ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz’ dediler.

Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi.

Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip yaymakta ve kısıp daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkâr edenler felah bulamaz’ demeye başladılar.

İşte ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir.” Kasas 76-83

Kapital/sermaye oluşumunun Kur’ani karşılığı nedir?

“Zenginlik insanın uykusunu kaçırır ve onu zayıflatır, Onun kaygısı insanın uyumasını önler.

Günlük yaşamın kaygıları uykuyu kaçırır, Tıpkı ciddi bir hastalığın uykuyu engellemesi gibi.

Zengin kişi didinir, para biriktirir, İşi bıraktığı zaman lüks yaşama dalıp tıka basa yemek yer.

Yoksul kişi didinir, rızkı yavaş yavaş azalır, İşi bıraktığı zaman her şeyden yoksundur.

Altını seven adam erdemli sayılmaz, Kârın peşinden koşan kişiyi Para en sonunda büyüleyecektir.

Altın pek çok kişinin yıkımına neden olmuştur, Oysa batacakları zaten belliydi.

Altına her şeyi feda edenler için altın bir tuzaktır, Akılsız adamlar bu tuzağa düşer.” Sirak 31/1-7

“Toplayıp yığmakta olan insan, 'bencil ve haris' olarak yaratıldı.” Mearic 18-19

“Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz.” Fecr 20

“Mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayan, malının kendisini ebedi kılacağını mı sanıyor?” Hümeze 2-3

“Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır.” Ali İmran 14

Malını ve mülkünü harcayarak şan, şöhret, iktidar ve insanlar üzerinde tahakküm kuran insanlar da vardır. Maddi mülkü küçümseyen ama hırs ve tamahkârlıkla, kibre dayalı mevki, makam ve bilgi(nlik) ile insanlara üstünlük sağlayan insanlar vardır. Yıkıcılıkla, kaos ile, bozgunculukla nefislerine pay biçen insanlar varır. Mülke (üstelik maddiyata indirgenmiş bir mülke) endeksli din anlayışı sapkınlığa da yol açar. İnsanoğlunun yeryüzü sınavı mülkü elde etme ya da paylaşma kavgası değil bununla sınanmasıdır. Sahip olmanın hırsı ile sahip olamamanın hırsı, ifrat ve tefrittir.

“Andolsun, onlar inkâr sözünü söylemişlerdir ve İslamlıklarından sonra inkâra sapmışlardır ve erişemedikleri bir şeye yeltenmişlerdir. Oysa intikama kalkışmalarının, kendilerini Allah'ın ve elçisinin bol ihsanından zengin kılmasından başka (bir nedeni) yoktu.” Tevbe 74

“Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın.” Nisa 135

Muhafazakarlaşma, sağcılaşmanın uyuşturduğu beyinlerin, Batı sosyalist düşüncenin de afyon olarak tanımladığı çürüme ne anlama geliyor?

Opium (afyon) dinine çevrilmiş Hrıstiyanlığa bakarak bütün dinler hakkında yargıya varmak “Kargadan başka kuş tanımam” sığlığının Avrupa versiyonudur. Bunu bir Avrupalı için düşünür seslendirirse ufkunun sığlığı, bir Doğulu için ise kültür emperyalizmine av olmuş kişiler olarak görüyorum.

Düne kadar Uzak doğu felsefeleri ile yoğrulmuş azınlık Ulusalcılığı üzerinden yürüyen Komünist hareketler, günümüzde Güney Amerika komünist hareketlerinin Hrıstiyanlığa dayalı jargonla hala varlıklarını devam ettirebilmeleri ve en İslam coğrafyasında ise bütün antemperyalist mücadeleyi Müslümanların yürütmesi karşısında afyon kavramının bizatihi Dinler için uymadığı ortaya çıkmıştır.

Dünya tarihinde hiçbir düşünce sistemi Dini inançlar kadar toplumu değiştirmemiş, aktive edememiş medeniyet ortaya çıkaramamıştır.

Afyonluk (Opium) toplumlarda iki türlü ortaya çıkar: Dinlerin bozulmaları ve metafizik anlamı boşaltılmış akımlar şeklinde. Bunu ilk fark edenlerden birisi olarak Eflatun değerleri sofistike demagogların elinden alıp metafizik ideler alemine iter. Aristo ise kategorik tanımlamalarına metafizik anlam yükleyerek bunu panteist tarzda içini doldurarak yapar. Batı Aydınlanma sonrası materyalist düşünürler yeni oluşturmak istedikleri paradigma içerisinde bir Marksit ahlak, Anarşist ahlak, devrimci ahlak çalışmaları toplumsal olarak hiçbir yansıma bulamamış ve Liberal ahlaksızlık karşısında yenilgiye uğramıştır. Sosyalizm yenilmiş iktidarsız bir isyan hareketi olarak tarihe not düştü. Canlandırma çabaları dinazorluk ya da gardrop felsefesinin ötesine gidemiyor.

Batı kültürü için artık materyalizmin bizzat kendisi afyon düşünce hatta keşke sadece afyon olsa kendi haricindeki kültürleri öğüten enzim fonksiyonuna sahiptir. Ezilen halklara sunulan Sosyalist Modeller; Batı paradigmasının taşıyıcıları olarak üçüncü dünyanın kültür emperyalizmi misyonerleri konumuna düşmüştür. Kapitalist cephe Sovyet Blokunu ve Sosyalistlerin çözdüğü doğu halklarını devşirmesini de yine bu kültür emperyalizmi öncülerine borçludur.

Ha bir de bunlara özenen Müslümanlar var. Başarısız bir modele öykünmek hangi zihinle mümkündür? Bu zihin, uzun yıllar Batı kültür istilası altındaki ülkemizde oluşan Elit materyalistlerin sanat, edebiyat, müzik vs hayatındaki etkinliği ve bunun yanında iyi kötü oluşturduğu mücadele dinamizmi karşısındaki kompleksten kaynaklanıyor. Genç kardeşler pek kızamıyorum, zira bu düşünsel süreci yaşamaları muhafazakâr etkiler altından sıyrılma çabalarına dayanıyor. Ama belli birikim ve tecrübe sahibi kişilerdeki pek masum değil.

Günümüzde global Kapitalizme karşı mücadele için afyon etkisinden ve kültürel enzim etkisinden sıyrılmak şarttır.

Sonuç olarak, Müslüman-sol mümkün mü?

Müslümanların mülke dayalı tarih okumalarında, zihin problemli bir okuma üzerinden, afaki, enfisu ve vahyi ayetlerin tevhidi bütünlüğünden ayrı zihin ile kurulması önemli bir problemdir. Bu pozitivist mantık hayat bütünlüğüne aykırı, Müslüman birey, zihin ve toplumsal ibadet formlarını tahfife ya da mecaza indirgenmiş hal ve hareketleri ile örselenmesi, içinin boşaltılması ve toplumsal sorumluluk duyan hassah, dinamik gençleri harcaması bir paradigma sorunu oluşturuyor. En verimli çağlarını bir postulaya çeviren süreç te harcayan, tüketen bir süreç ve sonucunda savrulmuş kişilikler önemli bir problem. Ve nihayetinde materyalist ideoloji bağımlılarının sonraki hayatlarında sık karşılaştıkları, metafizik boşluktan kaynaklanan farklı savrulmalar oluşuyor. Kiminde dünyevileşme ve buna bağlı kapitalist yaşam tarzına dalma, kiminde spiritualist, Batıni ve münzevi bir tasavufi hayata kaçış, kimilerinde kavramların içini boşaltan kelimelere doğal anlamlarının üzerinde anlamlar biçen bir paranoya oluşturuyor. İnsan topluluğunun örfi ve süregelen anlamlarından çok farklı anlamlar yüklenen ahkâm ayetlerine, ilmhal davranış biçimlerinde uçuk-kaçık ve ruhu kaybolmuş teviller, yorumlar ve hasta ruhlu kimseler yetişiyor.

Kapitalist ifsat dininin etkisi altında, muhafazakâr ve sığınmacı iktidarlarının eklemlediği, sorumsuzlaştırdığı, çözüp yozlaştırdığı sağ sapma sürecine tepki olarak ortaya çıkan bir İslami sol söylem; haklı çıkışını, ıslaha dayalı ve temkinsizi, tertilisiz, içselleştirmemiş ve özentiye dayalı çerçevede sol sapma dediğimiz ifrata karşı tefrit sürecine karşı dikkatli olunmalıdır.

Toplumsal sonuçları olarak üç ana sıkıntı bu mümkünlüğü tartışılır kılar.

1- Pratikte Müslüman kitlelerde sol-sosyalizmin antipatik/itici geçmişi.

2- Ülkemizde ve İslam coğrafyasında, bireysel bazda birçok sosyalist kişi Müslümanlarla iyi ilişkiler ve diyalog içerisindedir. Ama kurumsal bütün sosyalist yapılanmalar hususmet ve düşmanlık içerisinde Kemalist ideoloji şemsiyesindedir. Kemalizm ile kavga halinde olan yapılanmalar bile metodik olarak Kemalist zihniyet içerisindedir. Bu kurumsal yapıların İslami değerlere ve Müslümanlara açık ve aleni husumetleri vardır. Bu kesimlerle kurumsal ya da söylem işbirliği kullanılmaya ve manipülasyona dönüşür.

3- Metodolojik kopyalanmasında ya da argüman/söylem olarak kullanılmasında oluşturacağı zihin ve değer kaymaları.

Toplumsal sorumluluk sahibi her Müslüman ve kuruluş, Batı paradigması ile şekillenmiş siyasal figürler arasında tercih zorunluluğunda değildir.

“Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan her şeyin de Rabbidir” Şuara 28

“Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir.” Bakara 115

“Bir takım beyinsiz insanlar: ‘Onları daha önceki kıblelerinden çeviren nedir?’ diyecekler. De ki: ‘Doğu da Allah'ındır, batı da. O dilediğini doğru yola yöneltir.’” Bakara 142

“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.” Bakara 177

“Kendisine bereketler kıldığımız yerin doğusuna da, batısına da o hor kılınıp zayıf bırakılanları (müstaz'afları) mirasçılar kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına olan o güzel sözü (vaadi), sabretmeleri dolayısıyla tamamlandı (yerine geldi).” Araf 137

“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” Nur 35

“Artık, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim; Biz gerçekten güç yetireniz.” Meariç 40

“Allah, doğunun ve batının Rabbidir. O'ndan başka ilah yoktur. Şu halde (yalnızca) O'nu vekil tut.” Müzemmil 9

“Ve sizin dininize uyanlardan başkasına inanıp güvenmeyin. De ki: Şüphesiz doğru yol Allah'ın dosdoğru yoludur. Size verilenin bir benzeri birine veriliyor ya da Rabbinizin katında onlar size karşı deliller getiriyorlar, diye mi? (bu telaşınız) De ki: Şüphesiz 'lutuf ve ihsan (fazl)' Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah rahmeti geniş olandır, bilendir.” Ali İmran 73

“Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öylece korkup sakının ve siz, ancak müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin.” Ali İmran 102

“Allah adına gerektiği gibi cihad edin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'an'da) da sizi ‘Müslümanlar’ olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı.” Hac 78

Ancak ve yalnızca Müslüman olarak can verin.

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum