1. YAZARLAR

  2. Lütfü Özşahin

  3. İran seçimleri ve Devrim
Lütfü Özşahin

Lütfü Özşahin

Yazarın Tüm Yazıları >

İran seçimleri ve Devrim

11 Haziran 2009 Perşembe 04:54A+A-

Kadim komşumuz İran'da seçimlere çok az bir süre kaldı. İran İslam devrimini ve kuruluş amacını olumlayan birisi olarak şimdi eleştirel bir bakış açısı ile acizane devrimi değerlendirelim. Zira hasbi anlamda eleştiri ve kritiğin olmadığı, muhalefetin susturulduğu yerde çürüme ve yozlaşma başlamış demektir.

Humeyni Paris'ten 1979 yılında İran'a devrim lideri olarak döndüğünde bütün dünyada, özellikle Batı ve ABD'de derin bir yankı ve sarsıcı bir şok uyandırmıştı. Öyle ki İslam devrimi ilan edilmiş, zaman zaman Türkiye'yi dahi tehdit eden ABD'nin en yakın müttefiki Şah devrilmişti.

Bilahare o dönemde Batı'nın kahramanı olan, Batı'dan kimyasal silah dahil her türlü desteği gören Saddam, İran'ın önünü kesmek üzere teçhiz edildi; ama devrim Batılı tüm beklentilere rağmen çökertilemedi. Zira devrimin anti-Siyonist, anti-Amerikancı yapısı halen ABD ve özellikle İsrail'i son derece rahatsız etmektedir. İran'ın Hazar Denizi'nden Basra Körfezi'ne kadar enerji ve petrol kaynaklarına hakim jeopolitik ve jeostratejik konumu aynı zamanda mevcut askeri gücü ve nükleer kapasitesi küresel düzlemde önemini daha da artırmaktadır.

Peki Batı'nın bunca uğraşlarına rağmen çökertilemeyen devrime ne oldu da şimdi sıkıntılı olmaya başladı? Devrimin neden bugünlerde yaşanan seçim atmosferi sürecinde bir kez daha sorgulanma noktasına geldiğini maddeler halinde kısaca irdelemekte fayda vardır sanıyorum.

Konuya hemen girmek gerekirse maalesef devrim demokratikleşemedi, dolayısıyla çevrenin talepleri merkezde yankı bulmadı. Zira Şah döneminde çevrede kümelenen kesimler için, devrimden sonra geçen sürede de hiçbir şey değişmedi, statüleri hep aynı kaldı. Ancak şu önemli noktayı gözden kaçırmamamız gerekir; ABD'nin İran'a yönelik 'ülkenizi demokratikleştirin' talepleri samimiyetten uzaktır. Devrimden önce Şah, on binlerce insanı katledip yüz binlercesine işkence uygularken Batı'nın kılı bile kıpırdamıyordu.

DEVRİM VAATLERİNİ GERÇEKLEŞTİREMEDİ

Şüphesiz devrimin önemli handikaplarından biri de yaşam standartları ve refah seviyesi yeterince yükselemedi. Yahut oluşan refahtan devrimden önce Şah zamanında ezilen geniş halk kesimleri yine yeteri derecede faydalanamadı. Batı'nın ve ABD'nin uyguladığı ambargolar ülkede yeterli yatırımların yapılmasını engelledi. Irak'la yaptığı uzun süreli savaş hem insan kaybına, hem de altyapının tahrip olmasına yol açtı. Aynı zamanda savaş, devrimi daha da içe kapanmaya, yer yer insan haklarını ihlal etmeye kanalize etti. Şah'ın oligarşik düzenini aratmayacak şekilde dinî aristokrasi oluştu, din adamları sınıfsal gücünü artırarak tabiri caizse dinsel bir burjuvazi oluşturarak, ekonomik ranta ortak olmaya başladılar.

Her şeyden önemlisi ulemanın önemli bir kısmı halktan koptu, halk nazarındaki rehberiyet, muhalefet ve aydın olma özelliklerine gölge düştü. Halbuki devrimden önce ulema halkın taleplerini ve çektikleri sıkıntıları da müesses düzene karşı seslendiriyordu. Örneğin Mutahhari, Ş. Medari, Telegani, Beheşti gibi Ayetullahların faaliyetleri bunlara en büyük delildir. Yani Ulema, Şah döneminde gücünü halktan alıyordu; ancak bugün güçlerini halktan değil müesses düzenden almaktadırlar. Böylesi bir durum şüphesiz ulemanın halk nezdindeki sosyo–politik konumlarını güçsüzleştirmekte, kendilerine olan güveni ve inandırıcılığı sarsmaktadır.

Ulemanın devrimden sonra oluşan siyasal süreçle birlikte kendi gerçek atmosferlerinden uzaklaşması İran'daki en önemli sorunlardan birini oluşturmuştur. Ahbari ekolün Gaybeti Kübra döneminde bulunan Mehdii Muntazar'ın (beklenen Mehdi) gelmeden İslam adına devlet kurmanın İslam'a zarar vereceğine, ulemanın siyasallaşmasının inandırıcılıklarını kaybettireceğine ve yine yapılan yanlışların İslam'a mal edileceğine dair uyarısının hiç dikkate alınmaması bu açıdan önemlidir. Bilindiği gibi Humeyni, "Beklenen Mehdi" gelmeden önce İslam devleti kurulamayacağı şeklindeki Şii siyasal doktrinini "velayeti fakih" içtihadı ile aşmıştı, hatta kendisi gibi Usuli ekolden gelen birçok Ayetullah'ın muhalefetine rağmen.

Humeyni'nin son derece mütevazı yaşamının aksine, birçok Ayetullah'ın ekonomik anlamda tekelleşmesi, halk fakirlikle uğraşırken, birçok Ayetullah'ın son derece lüks Mercedes'lerle petrol ve ekonomi bakanlıklarına kadar arz–ı endam etmeleri, imajlarına son derece zarar vermekte, bu görüntü de Şah dönemindeki jakoben ve burjuvazi kesimlerin İslam kılıklı görüntülerini hatırlatmakta, halk nezdindeki imajlarını son derece yıpratmaktadır.

İran'da bizim YÖK sistemini andıran merkezî ve hantal bir örgütlenmenin bulunması yine zikredilmesi gereken hususlardan biridir. Bu durum, tahmin edileceği üzere özgür düşünce ortamını ortadan kaldırarak akademik nesnelliğe de gölge düşürmektedir. Hatta devrimin en önemli teorisyenlerinden sayılan Dr. Şeriati'nin sakıncalı kitaplarının sınıfa sokulması devrimin fikir özgürlüğü noktasında ne kadar sıkıntılı hale geldiğinin en büyük delilidir. Bundan dolayı denilebilir ki, İran'da olup bitenlerin reformist kanadın güçlenmesinin en önemli temel dinamikleri bunlardır. Yani sorun, devrimin halkın meşru taleplerine, değişen ve dönüşen dünya koşullarına cevap verip veremeyeceği ya da adalet eksenli bir yapılanmayı başarıp başaramayacağı meselesidir. Bu, kaçınılmaz gözükmektedir. Günümüz İran'ında bütün engellemelere rağmen halkın kaçak çanak anten kullanıp dünyayı izlemesi, resmî ideoloji dayatmanın anlamsızlığını çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir.

REFORMCU KANADIN AMACI NE?

Ancak yine hemen vurgulayalım ki, Türkiye'de bazı kesimler reformist kanadı rejim karşıtı, dolayısıyla İslam karşıtı zannetmektedir. Bu yargı son derece tutarsızdır. Bilinmelidir ki reformist kanadın öncüleri olan birçok birey, felsefeci olmalarının yanında aynı zamanda ulema sınıfından din alimidirler, reformist ekipten birçokları da Ayetullah derecesinde ulemadır. Zira reformist kanadın amacı rejimi yıkmak değil, devrimi demokratikleştirerek daha sağlıklı ve adil bir zemine oturtmaktır. Bunu yaparlarken de yine İslam'i referansları kullandıkları gözden kaçırılmamalıdır. Ancak muhafazakâr kanat, demokratikleşme taleplerinin rejimi yıkacağını iddia ederek reformist kanadı yer yer tekfire varacak düzeyde suçlamaktadır. Aslında sorun biraz da Türkiye'ye benzemektedir. Demokratikleşemeyen tüm cumhuriyetlerde elitist, jakoben, otokrat, oy atma ihtiyacı dahi hissetmeyen, sistemden beslenen, Şam aristokratlarını aratmayacak sınıflar vardır ki, bu sınıflar rejimin demokratikleşmesini, kendilerinin denetlenmesini istemezler. Zira, rejim demokratikleştiğinde, halka rağmen halkçı politikalarının ortadan kalkıp kendi ayrıcalıklı konumlarının kalmayacağının bilincindedirler. Bunun için muhalif düşünürlerin, siyasetçilerin, sanatçıların, bilim adamlarının, velhasıl geniş halk kesimlerinin taleplerini rejim düşmanlığı ile özdeşleştirip, cumhuriyeti koruma kisvesi altında gerçekte kendi çıkarlarını korurlar.

İşte İran'da maalesef bu yargımıza benzer bir sınıf oluşmuş ve bu sınıf, rejimin İslami temeller üzerinde demokratikleşmesini, adilleşmesini, keza gelir dağılımının adaletli yapılmasını engellemekte ve bu yüzden geniş halk kitlelerinin ve ezilen sınıfların nefretlerini üzerlerine çekmektedirler. Reformist kanadın öncüsü Musavi ya da Kerrubi, devrimi adalet temeli üzerine demokratikleştirirse, Nigahban Meclisi, "anayasayı koruyucular meclisi" gibi bizzat İmam Hamaney tarafından atanan bazı denetlenemeyen kurumların katı tutumlarını aşarsa bu, tüm İran halkı için normalleşmenin başlangıcı olacaktır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT