1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. İran Bugünlere Nasıl Geldi?
İran Bugünlere Nasıl Geldi?

İran Bugünlere Nasıl Geldi?

Karar gazetesinde yayımlanan bugünkü yazısında Yıldıray Oğur, İran’daki protesto gösterilerini değerlendiriyor ve gösterilerle ilgili ortaya atılan iddiaları yorumluyor.

03 Ocak 2018 Çarşamba 15:39A+A-

Yıldıray Oğur tarafından kaleme alınan ve bugün Karar gazetesinde “Her İktidar Kendi Muhalefetini Seçer” başlığıyla yayımlanan yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:

Son İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi, ölümünden iki yıl önce son röportajını Amerikan ABC televizyonuna vermişti.

https://www.youtube.com/watch?v=L6ypxsi8Qlk

1979 İran Devrimi’nden bir yıl, İranlı öğrencilerin ABD elçiliğini basıp, elçilik çalışanlarını rehin almasından 74 gün sonra ortaya çıkan Şah, ünlü İngiliz televizyoncu David Frost’un zor sorularını cevaplandırırken mükemmel İngilizcesiyle sağlıklı ve kendinden emin görünüyordu.

Halbuki 38 yıllık hükümranlığından sonra artık yalnız ve çok hasta bir adamdı o.

Röportaj, Panama Körfezi’ndeki Contadora Adası’nda yapılmıştı. Her ne kadar cennet gibi bir yer olsa da, burası devrik Şah’ın bir yıl içindeki altıncı zorunlu ikametgahıydı.

1941’den beri tahtta oturan, 1953’de CIA’nin organize ettiği bir darbeyle Musaddık’ın devrilmesinden sonra kaybettiği tahtına yeniden oturtulan Şah, 1979 Devrimi’nden sonra artık kimsenin işine yaramayan istenmeyen bir adam haline gelmişti.

Aslında daha devrim öncesinde Batı medyası için artık bölgedeki en güvenilir müttefik olmaktan çıkmıştı. Adı işkence, cinayetler, insan hakları ihlalleri, yolsuzluklarla birlikte anılıyor, uluslararası mahkemelerde yargılanması tartışılıyordu.

Batı medyasının yeni gözdesi ise bu diktatörlük karşısında demokrasi, özgürlük vaat eden Humeyni liderliğindeki muhalefetti. Paris’te sürgünde yaşayan Humeyni, dünya medyasında sık sık ılımlı ve demokrasi yanlısı mesajlarla görünür oluyordu.

Henüz ABD elçilik baskını yaşanmamış, devrimde ittifak içindeki farklı gruplar arasında yollar ayrılmamış, Batı İran Devrimi’nin gerçek yüzünü görmemişti.

Devrimin popüler olduğu günlerde İran’dan ayrılan Şah, ülke ülke dolaşıp ailesine sığınacak bir liman aradı. Mısır, Fas, Bahama ve Meksika’da kısa süreyle yaşadıktan sonra ilerleyen kanseri için ameliyat olmak üzere, uzun pazarlıklar sonucunda Başkan Carter tarafından ABD’ye girmesine izin verildi. Ama “David Newsom” takma adıyla New York’ta ameliyat olan Şah’ın Tahran’daki elçilik baskını sonrası ABD’de daha fazla kalmasına izin verilmedi.

Nekahet dönemini geçirmek için yeniden Meksika’ya dönmek isteyen Şah, bu kez de karşısında BM Güvenlik Konseyi’ne aday olan Meksika’nın Küba Lideri Castro’yla yaptığı “Şah’ı ülkeye sokma, karşılığında BM’de oy verelim” anlaşmasını buldu.

İşte tam bu sırada nekahat dönemini geçirmek üzere Panama’nın turistik Contadora Adası’na gelen Şah, bir süre sonra burada da istenmeyen adam ilan edilecek, sokaklarda aleyhine gösteriler düzenlenecek, ülkenin solcu diktatörü de gitmesini isteyecekti.

Enver Sedat’ın davetiyle gideceği Mısır ise son durağı olmuş, 1981 yılında burada vefat ettiğinde, cenazesi devlet töreniyle kaldırılmış ve Kahire’de ilk eşinin abisi olan Kral Faruk’un yanına defnedilmişti.

Şah, bu zor koşullar altında ve ilerleyen kanserine rağmen Contadora Adası’ndayken kabul ettiği David Frost’a verdiği röportajda 1.30 saat konuşmuş ve epey cesur laflar etmişti.

47 yıl boyunca ABD’nin ve Britanya’nın bölgedeki en güvenilir müttefiki olmuş, CIA darbesiyle tahtını korumuş Şah, İran Devrimi için “Humeyni gibi eğitimsiz biri, tek başına bunu yapmış olamaz, organize bir komplo bu” demiş, komplonun arkasında olduğundan şüphelendiği ülkeyi de açıklamıştı: Amerika!

BBC ve New York Times’ı Humeyni’ye destek vermekle suçlayan Şah, devrimden iki yıl önce, iki farklı Amerikan petrol şirketinin yöneticisinin kendisine gelip, İran’da iktidarın değiştirileceğini söylediğini, bunun sebebinin de İran’ın petrol arzını düşürmemesi ve bu yüzden petrol fiyatlarının yükselmemesi olduğunu anlattı.

Şah, Amerikan televizyonuna, Amerikan komplosu tezine delil olarak bir de isim vermişti: İbrahim Yezdi.

Yezdi, Humeyni’nin basın sözcüsü ve danışmanıydı. Paris’te dünya basınına verdiği bütün röportajlarda Humeyni’nin yanında duran, çevirmenliğini yapan, aralarında ABD’lilerin de olduğu Batılı diplomatlarla onun adına görüşmeleri yürütmüş, Tahran’a giden uçakta da Humeyni’nin hemen yanı başında yer almış, devrimin liderinin en yakınındaki isimlerden biriydi.

Şah, röportajda, uzun yıllar Amerikan üniversitelerinde kanser araştırmaları alanında çalışmış Yezdi’nin ABD vatandaşlığını hatırlatmış, sol örgütlerle ilişkisi nedeniyle önce KGB sonra CIA adına çalıştığını ima etmişti.

Halbuki CIA ajanlığıyla suçladığı Yezdi, onu tekrar tahta oturtan 53’deki CIA darbesine karşı kitaplar yazmış, BM ziyaretleri sırasında New York’ta ABD ve darbe karşıtı gösteriler düzenlemiş, yakın arkadaşları arasında Castro’nun olduğu sol-liberal bir siyasetçiydi. Devrim sonrası İran’da Dışişleri Bakanlığı’na getirilmiş, Tahran’daki Filistin elçiliğini Arafat ile birlikte açmış, hala kutlanan Kudüs Günü kutlamalarını da o başlatmıştı.

Ama bütün bu anti-emperyalist kariyerine rağmen onu ABD ajanlığıyla suçlayan sadece Şah olmayacaktı.

İranlı öğrencilerin ABD elçiliğini basmasına karşı çıkmasını beklediği Humeyni’nin ağzından tam tersi sözler duyunca Dışişleri Bakanlığı’ndan istifa etmiş, ardından bir süre daha milletvekili ve Keyhan gazetesinde yönetici olarak çalıştıktan sonra, artan baskıcı politikalara karşı eleştirilerinin tonu artınca, üzeri çizilmiş ve bir zamanlar yöneticilik yaptığı gazeteler aleyhine yayınlara başlamıştı: “ABD’nin adamı, CIA ajanı.”

Bu suçlamayı bir kere daha 2009 seçimlerinden sonra duydu. Seçimlere hile karıştırıldığı iddiasıyla başlayan Yeşil Hareket içinde yer alan 78 yaşındaki Yezdi, kanser tedavisi için yattığı hastanede tutuklandı, partisi İran Özgürlük Hareketi kapatıldı.

Rejim karşıtı değil, reform yanlısı olan Yeşil Hareket için de aynı suçlama devredeydi: “ABD, Soros ve Siyonistlerin komplosu!”

Suçlamanın muhataplarından biri olan Mir Hüseyin Musavi, İran Devrimi’ne giden olaylarda adı Che Guevera’ya çıkmış militan bir Şah karşıtıydı. Önce Ali Şeriati’ye daha sonra Humeyni’ye çok yakın bir isim olmuş, Yezdi gibi devrimden sonra Dışişleri Bakanlığı yapmış, 1981’de Humeyni tarafından Başbakanlığa getirilmişti. İran-Irak savaşı sırasında 8 yıl başbakanlık koltuğunda oturan Musavi, Humeyni’nin vefatıyla, yıllardır siyasi hasmı olan Hamaney’in onun koltuğuna oturması üzerine çekildiği siyasete 2009’da reformistlerin Cumhurbaşkanı adayı olarak dönmüştü.

2009 seçimindeki diğer bir aday olan Ayetullah Mehdi Kerubi ise müçtehid mertebesinde bir din alimiydi. Humeyni döneminde iki dönem Meclis başkanlığı yapmış, Başbakanlığın kaldırıldığı referandum onun başkanlığındaki Meclis’te kabul edilmişti. O ve varlıklı bir aileden gelen eşi devrimin önde gelen isimleri arasında yer almışlardı.

Ama hileli seçimlere karşı “Oyum nerede” sloganıyla başlattıkları ve ülke içinde reform isteyen kitlesel protesto gösterilerine dönen Yeşil Hareket’i rejim sert biçimde bastırmayı tercih etti.

Dönemin emniyet müdürü “isyancılarla yabancı medya arasında ilişkiler” tespit edildiğini açıkladı, rejim yanlısı ajanslar “gösterilerin arkasında ABD, Soros ve İsrail” olduğunu yazdı. İstihbarat Bakanı, “gösterilerde tutuklananlar arasında teröristler olduğunu, patlayıcılar yakalandığını” söyledi.

Musavi ve Kerubi iki yıl sonra 2011’de başlayan Arap Baharı’na destek için gösteri çağrısı yaptıklarında gözaltına alındılar.

Yıllarca başbakan, Meclis başkanı olarak bulundukları İran Meclisi’nde aleyhlerinde 290 milletvekilin 223’ünün imzaladığı bir bildiri okundu. Bildiride devrimin iki öncü ismi “ABD ve siyonizmin oyununa gelmekle” suçlanıyor ve en ağır şekilde cezalandırılmaları isteniyordu. Bu sırada bazı vekiller “Amerika’ya ölüm”, “İsrail’e ölüm”, “Musavi, Kerrubi ve Hatemi’ye ölüm”, “Musavi ve Kerrubi asılmalı” diye bağırdılar.

75 yaşındaki Musavi ve 80 yaşında ağır hasta olan Kerrubi, 6 yıldır, kendileri gibi muhalif olan eşleriyle birlikte ev hapsinde tutuluyorlar.

Ve 2017’den 2018’e taşan, şimdiye kadar 20’den fazla kişinin hayatını kaybettiği son protesto dalgası.

Ayetullah Ali Hamaney’e göre olaylar “İran’ın düşmanları, İslam Cumhuriyeti’nde sorunlar çıkartmak için aralarında para, silahlar, siyaset ve istihbarat organlarının” işi. Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Ali Şamhani ise açıkça isim vermiş: “İran’daki olaylarla ilgili hashtagler ve sloganlar ABD, İngiltere ve Suudi Arabistan’dan geliyor.” Rejime ait IRNA haber ajansına göre olayların arkasında İsrail var, meydana gelen öldürme olayları ise “yurtdışından ülkeye giren tekfirci örgütlerin” işi.

Rejimin muhafazakar kanadı eline geçen bütün komplo teorilerini göstericilerin üzerine fırlatırken, Cumhurbaşkanı Ruhani “herkes yurtdışından emir almıyor, bir grup insan da fikirlerini ve sorunlarını aktarmak için sokağa çıktı, onların sorunlarını çözmek gerek” gibi ılımlı mesajlar vermeyi tercih etti ama örneğin aynı reformist kanadın önemli isimlerinden eski Cumhurbaşkanı Hatemi’nin başkanlık yaptığı Dini Savaşçılar Birliği “fırsatçıların ve başbelalarının sorun yaratmak için gösterilerden faydalandıklarını” açıkladı.

Çünkü 2009’dan farklı olarak bu kez gösterilerde sadece rejimin muhafazakarları değil, reformistleri de hedef. Sadece “Hamaney’e ölüm” diye bağırılmıyor, “Ruhani’ye ölüm” diye de bağırılıyor. Muhafazakar-Reformist ayrımının artık hiçbir şey ifade etmediği bir noktada İran.

Çünkü bu kez sokaklarda devrimin öncü kadroları önderliğindeki entelektüeller, üniversite öğrencileri, orta sınıftan insanlar yok, “90 kuşağı” adı verilen, rejimle hiçbir bağı kalmamış, devrimin ilk kuşağındaki heyecanı hiç yaşamamış, kurulan rejimin baskılarıyla büyümüş gençler, ekonomik sorunlar yüzünden kaybedecek bir şeyi kalmamış Fransız Devrimi’ndeki “sans-culottes”a benzeyen yoksullar, kaynakların Şiilik için Suriye’de Lübnan’da harcanmasından rahatsız milliyetçiler, kadınların başını çektiği laikler var.

Ülkeyle ve rejimle her türlü duygusal bağları kopmuş bu kesimlerin her türlü dış etkiye açık olduğuna şüphe yok.

O yüzden rejimin yalancı çoban hikayesine dönen komplo iddialarına hemen asla demek mümkün değil. Trump’ın ilk dakikalardan itibaren hevesini gizleyememesi dışında, Haziran 2017’de CIA’nin İran operasyonlarının başına getirilen, Karanlıklar Prensi ya da Ayetullah Mike takma adlı, eşi dolayısıyla Müslüman olmuş, Michael D’Andrea’nın uzun ellerinin de bir noktada devrede olduğu düşünülebilir.

https://www.nytimes.com/2017/06/02/world/middleeast/cia-iran-dark-prince-michael-dandrea.html

(CIA’in 1980’lerde bile İran devlet televizyonunun yayının arasına girip, son Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin oğlu Rıza Pehlevi’nin 11 dakikalık “Bir gün geri döneceğim” konuşmasını korsan olarak yayınlattığını hatırlamak yeterli. http://articles.latimes.com/1986-11-19/news/mn-4323_1_iranian-exile)

Ama muhalefeti bu dış müdahaleye açık hale getiren rejimin kendisi. İran rejimi, kendi içinden çıkmış, devrimin öncü kadroları arasında yer almış makul isimlerin dahi reform çağrılarını tasfiye, gözaltı, yıldırma ile bastırınca, geriye her türlü dış müdahaleye açık, ülkedeki rejimle duygusal bağını koparmış konuşacak bir ortak zemin bile bulamayacağı radikal bir muhalefet kaldı.

Ruhani’nin cumhurbaşkanlığıyla yatıştırılmaya çalışılan reformcu talepler bir türlü karşılanmayınca zamanla artık reformunda da kesmediği bir noktaya savruldu.

Göstericiler artık reform değil, devrim istiyor, İslam Cumhuriyeti karşıtı ve hatta Şah taraftarı sloganlar atıyorlar. Bu sloganlar ve gösterilerden bir sonuç çıkması epey şüpheli.

Ama 1979’da büyük bir ittifakla gönderilen Şah için meydanlardan yükselen “Rıza Şah, ruhun şad” sloganı bile İran’daki katı mollaların nasıl bir iflasla karşı karşıya kaldıklarını gösteriyor.

Bazen muhalefetler iktidarların cinsini belirler ama genelde bu lüks iktidarlara aittir. İktidarlar kendi muhalefetlerini kendileri seçerler.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum