Mustafa Ünal

Mustafa Ünal

Yazarın Tüm Yazıları >

İmza

01 Aralık 2013 Pazar 00:27A+A-

Keşke o imzalar atılmamış olsaydı. ‘Hayır, zinhar olmaz’ denseydi. Mademki gündem belirleme yetkisi bütünüyle cumhurbaşkanının elinde, konuşmayla yetinilseydi.

Bir dokümana dönüşmeseydi, sözde kalsaydı. O imzaları görünce üzülmemek, hayıflanmamak mümkün mü? Sadece ben değil hiç kimse yakıştıramadı. Yalnızca hükümet kanadı için söylemiyorum,  aynı hüküm askerî cenah için de geçerli. Tarihe not düşen bir evraka imza o kadar kolay atılmamalı.

Hüküm verirken o günün şartlarını da düşünmek gerekiyor elbette. 2013’ten bakarak 2004’ü yargılamaya kalkmak doğru sonuç vermeyebilir. Hatırlamak istemediğimiz o günler geride kaldı. Bugünlere hiç benzemiyordu. Hele devlet toplantıları. Özellikle de askerin baskın olduğu MGK gibi, YAŞ gibi zirveler. O dönem askerin sözünün üzerine söz söylenemezdi. Bırakın sözü veya doğrudan mesajı Genelkurmay’ın gece yanan ışıkları bile siyasetin kendisine çekidüzen vermesine yeter artardı. İrtica ve irtica ile mücadele devlet toplantılarının ‘vazgeçilmez’ gündemiydi. Her toplantı istihbarat birimlerinin kendi vatandaşını tehlike olarak gören raporları okunur, gelinen son durum gözden geçirilirdi. Askerin gözünde sadece dinî gruplar değil ‘AK Parti’de irticanın odağı durumundaydı. Bırakın politikalarını, varlığı bile sistem için tehditti. RP ve FP bu yüzden kapatılmış, AK Parti bu iki partinin külleri üzerinde doğmuştu. O yıllarda eski damarıyla ilişkisini zayıflatmış, biraz kendini zamanın ruhuna göre güncelleyerek tutunmaya çalışan bir parti görünümündeydi.

Partinin yönetim kadrosu 2002’de seçime giderken sandık hesaplarının yanı sıra ‘Acaba asker bize iktidarı verir mi?’ sorusuna da cevap arıyordu. Sandıktan çıkmak yeterli değildi çünkü. Ankara kriterlerini da aşmak gerekiyordu.

Seçimi kazanacağı fark edilir edilmez ‘darbe toplantıları’ başladı. Cunta faaliyetleri hiç olmadığı kadar hız kazandı. ‘Biz bu ülkede Recep Tayyip Erdoğan’a başbakanlık yaptırmayız’ diye yeri göğü inleten komutanlar da vardı, ince hesaplar yapan generaller de. 2004 zor bir yıldı. Demokrasinin tehdit altında olduğu ateşten günlerdi. Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün bile evinden sefer tasıyla yemeğini getirdiği, Karargâh’ta yemek yemekten çekindiği günlerdi. O günlerin ağır havası bugün için sır değil. Balyoz ve Ergenekon davalarında ortaya saçılan belge ve dokümanlara göz atmak yeterli.  Gece yanan ışıkların altında nelerin konuşulduğunu sadece konuyla ilgilenenler değil, sokaktaki insan da biliyor artık.     

O imzalar Milli Güvenlik Kurulu’nda 2004’te irtica ve irtica ile mücadele konuşulurken atıldı. Toplantının başkanı ‘cumhurbaşkanı’ sıfatıyla Ahmet Necdet Sezer’di. Hilmi Özkök’ü dışarıda tutarsak askerî cenahta irtica konusunda en keskin duruşa sahip komutanlar oturuyordu. Üçü daha sonraki davalarda yargılandı. Ve ceza aldı. O yıllarda kulislere yansıdığı kadarıyla söylüyorum Özkök ve hükümetin o belgeyi yumuşatmış olma ihtimalini göz ardı etmemek gerekir. O tavsiye niteliğindeki belgenin hemen eylem planına dönüştüğünü ve ortalığı kasıp kavurduğunu ileri sürmek de pek doğru olmaz. Devletin bütün unsurlarıyla irtica diye yaftalanan herkesin peşine düştüğü de inkâr edilemez elbette.  2013’ün şartlarıyla 2004’ü değerlendirmenin doğru olmadığını söyleyenler haksız değil. Ancak bugün yaşanan gerekçeleri izah edilemeyen ‘dershanelerin kapatılması’ gibi ağır sonuçlar doğuracak kimi gelişmeleri o yıllarla irtibatlandıranlar da dikkate alınmalı.  

O imzaların sahici olduğunu ben de düşünmüyorum ama bunu tekzip etmenin yolu ‘dershane konusunu’ gündemden düşürmek ve başta emniyet olmak üzere bürokrasideki tasfiye algısını gidermek. Böylece 2004 parantezi içinde yapılacak değerlendirmelere de fırsat verilmemiş olur. O belge de o imzalar da bir daha konuşulmamak üzere tarihin çöplüğüne yollanır. Suizana kapılar kapatılmış, hüsnü zannın yolu açılmış olur.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT