1. YAZARLAR

  2. MUSTAFA SİEL

  3. İmtihan Alanında Ayaklarımız Yere Basarak Yürümek
MUSTAFA SİEL

MUSTAFA SİEL

Yazarın Tüm Yazıları >

İmtihan Alanında Ayaklarımız Yere Basarak Yürümek

15 Ağustos 2014 Cuma 20:00A+A-

İslam Coğrafyasının Genel Durumu

İslam dünyası dört bir yanda çıkan yangınlarla maddi ve manevi açılardan alev alev yanıyor. Yangınların bir kısmı da alevlerin sıcaklığını yüzümüzde hissedecek kadar yakınımızda. Sınır komşularımız Suriye ve Irak’ın yanı sıra, Mısır ve Filistin bizlere hiçte uzak değil. Doğu Türkistan, Myanmar, Orta Afrika, Afganistan ve Pakistan gibi maddi anlamda uzak olsa da manen hemen yanı başımızda hissettiğimiz İslam beldelerinde de yaşanıyor benzeri acılar.

Saydığımız ve saymadığımız pek çok İslam beldesinde 2.Bakara Suresi 153’ten 157’ye kadar olan ayetler gereği korku, açlık, yaralanma, öldürülme ve benzeri acılarla imtihanlar söz konusu ve buralarda Müslümanlar ayetlerde açıklandığı şekilde hareket etmek, yakınmadan sabretmek durumundalar.

Türkiye Coğrafyasında Hâlihazırdaki Durumumuz

Türkiye coğrafyasında yaşayan Müslümanlar için diğer İslam beldelerine nispetle, özellikle son yıllarda AK Partinin icraatlarının olumlu neticelerinin de etkisiyle, her açıdan bir açılım ve genişleme, görece bir güven, rahatlık ve refah söz konusu. Üstelik başta baş örtüsü olmak üzere İslam’ı gereğince yaşama hususunda her geçen gün alanlar genişliyor, yeni imkanlar oluşuyor.

Lakin bu görece olumlu durum, beldemizde gayri İslami laik bir rejimin hakim olduğu, halkımızın iyi niyetli olan çoğunluğunun İslam gerçeğini bilmekten ve yaşamaktan uzak olduğu, azgın bir azınlığın ise İslam’a ve Müslümanlara düşmanlıklarını pervasızca sürdürdükleri ve İslam’ı Türkiye coğrafyasından tamamen silmek için var güçleriyle mücadele ettikleri gerçeğini değiştirmiyor.

Bu nedenle, yukarıda zikrettiğimiz ayetlerin hemen öncesinde yer alan 151 ve 152. Ayetler gereğince bize verilen görece iyi imkanlara – imtihan şartlarına şükretmemiz, bu şükrümüzü de öncelikle, beldemizde Allah’ın dininin temel kaynağı olan Kur’an’ın gereğince anlaşılması için tebliğ ve yaşantıya dönüştürülmesinde şahitlik olarak ortaya koymamız gerekiyor ki, kulluk imtihanımızı başarıyla verebilelim.

Yüce Allah Dilediğini Dilediği Şekilde İmtihan Eder

Yüce Allah 21.Enbiya Suresi 35. Ayette, bizleri birer sınama aracı olarak hayır ve şerle imtihan edeceğini bildiriyor. Biz Türkiye olarak isimlendirilen coğrafyada yaşayan Müslümanlar olarak, Filistin ve Suriye gibi acı ve sıkıntılar içindeki beldelerde değil, görece bir genişliğin ve rahatlığın olduğu Türkiye’de imtihan oluyoruz. Bunu takdir eden de Yüce Allah. Her beldenin imtihan imkanları ve şartları az yada çok farklılıklar arz ediyor.

Bu durum yeni bir şeyde değil. Peygamberlerimizden Eyüp ile Davut ve Süleyman’ın, Yusuf ile Musa’nın (Salat ve selam hepsinin üzerine olsun) imtihan alan, imkan ve şartlarının farklı farklı olduğu, ilgili Kur’an ayetlerinde ortaya konmuş durumda.

Musa’nın şartlarında Musa gibi mücadele etmek gerektiği gibi, Yusuf’un şartlarında Yusuf gibi mücadele edilir. Ne Musa Yusuf’a özenmiş, ne Yusuf Yakup’un (Salat ve selam hepsinin üzerine olsun) yerinde olmak istememiştir. Her biri kendisi için takdir edilen imtihan alan, şart ve imkanları çerçevesinde yakınmadan üzerlerine düşeni yapmaya çalışmışlar ve Kur’an’ın şahitliğiyle anladığımız üzere bu yolda başarıya ulaşarak Allah’ın rızasına erişmişlerdir.

Bireyler, aileler ve halklar bazında Eyüp gibi yoklukla, Davud ve Süleyman gibi varlıkla imtihan edilmek söz konusu olabilir. İmtihan alan, imkan ve şartlarının 2.Bakara Suresi 216. ayette açıklandığı üzere, hayrımıza olduğu halde hoşumuza gitmeyen şeylerle mi, yoksa sevdiğimiz halde hayrımıza olmayan şeylerle mi imtihan edileceğimize biz ya da bir başkası değil, sadece Yüce Allah karar verir.

Bize düşen darlıkta yakınmadan sabretmek, bollukta şımarmadan hakkını vermek, her halükarda bize tanınan şartlar ve imkânlar çerçevesinde üzerimize düşen kulluk görevlerimizi ve mücadelemizi gerçekleştirmeye tüm gücümüzle gayret etmektir.

Cihat Küresel, Savaş Alanları Mevziidir

Ümmet bazında maddi ve manevi anlamda küresel bir savaşta (cihat ve kıtalde) olduğumuz bir vakıadır. Üstelik bu savaşı başlatan ve sürdüren de biz değil, başta haçlı batı olmak üzere, Rusya, Çin, Hindistan ve diğerleri olmak üzere tüm şeytani küresel güçler ile yerli ve yabancı işbirlikçi ve taşeronlarıdır.

Küresel bazda, tüm beldelerdeki İslami mücadelelerin tevhit ve sahih ahiret anlayışı temelinde imani, salih amel temelinde de İslami ortak noktaları olmakla beraber, belde şartlarına göre değişen farklı noktaları da söz konusudur.

Savaş küresel olmakla beraber, her beldenin savaş alanı mevziidir. Ümmet bazında hattı değil sathı müdafaa edilmesi gereken bir savaştayız ve bu satıh tüm İslam coğrafyası ile Müslümanların azınlıkta oldukları beldelerdir. Her birimiz bulunduğumuz beldelerde İslam’ı muhafaza etmek ve hakim kılmak için mücadele etmek durumundayız. Bu mücadele beldelerin şartlarına göre kimimizi silahlı (kıtal), kimimizi silahsız savaşa (cihat) icbar ediyor.

Bu mevzii mücadeleler bir araya geldiğinde ise, küresel bazda külli bir savaş alanı ortaya çıkıyor. Bu durumda, her kim kendi mevziinin gerektirdiği mücadeleyi yürütüyorsa, o kişi küresel savaştaki görevini hakkınca yerine getiriyor anlamına geliyor. Kendi beldesinin şartlarını beğenmeyip, başka beldelerin şartlarına özenmek ve kendi beldesinin şartlarına uygun olmayan mücadele metodunu uygulamaya çalışmak ise, kaş yapayım derken göz çıkarmak sonucunu doğuruyor, ister istemez.

Taşıma Kıtalarla Kıtal Olmaz

Bu nedenle bu küresel savaşta, beldemizin – mevziimizin şart ve imkanlarından yakınmak yada hayıflanmak, başka beldelerin şartlarına imrenmek yerine, beldemizdeki görevlerimize odaklanmalıyız. Bu küresel savaşta, konumunun gereğini yerine getirdiği takdirde, kalem tutanla silah tutan aynı savaşın esas unsurlarıdır ve her ikisine de ihtiyaç vardır.

Bilindiği gibi bir savaş meydanında bile sadece silahlı savaşçılar bulunmaz. Aşçısı, köprücüsü, sağlıkçısı, yedek kıtaları ve destek kıtaları vs. de bulunur. Zira bu yardımcı unsurlar olmazsa savaşçı unsurlar gereğince savaşamazlar ve sırf bu nedenle savaş kaybedilebilir. Uhud savaşında okçuların pozisyonunu ve tutumlarını hatırlamalı, benzer hataları tekrarlamamalıyız.

Bu nedenle zaruret olmadıkça her beldenin Müslümanları kendi beldelerinin gerektirdiği mücadelelerini vermeli, diğer beldelerden uygun olanlar ise birbirlerine maddi ve manevi destekte bulunmalıdırlar. Dökme su ile değirmen dönmeyeceği gibi, beldeler arasında taşım kıtalarla cihat / kıtal mücadele olmayacağı gerçeği bir yana, çoğu zaman faydadan çok zarara sebep olur.

Lakin, bir beldenin ehil Müslümanları istişare neticesi başka beldelerden maddi ve manevi, ekonomik yada silahçı savaşçı talebinde bulunurlarsa, bu durumda şartları müsait olanların bu çağrıya icabeti duruma göre zaruri yada uygun olur.

Böyle bir talep olmadıkça, kendi inisiyatifiyle başka beldelere gidip, kendi kafasında oluşturduğu fıkha göre savaşa dahil olmak; gittiği beldenin ehil Müslümanlarına mücadele fıkhı dayatmak gibi uygulamalar, hikmetsiz ve hakka aykırı durumlardır.

Bir Beldenin Mücadele Fıkhını O Beldenin Ehil Müslümanları Oluşturmalıdır

Her beldenin ehil olan Müslümanları istişare ile kendi beldelerine uygun mücadele fıkhını belirlemeli ve sürekli istişare ile değişen şartlara göre bu fıkhı güncellemelidirler. O beldenin sakini olmadığından dolayı belde şartlarına vakıf olmayanların, o belde Müslümanlarına mücadele fıkhı empoze etmesi hem gerçekçi, hem de ahlaki değildir.

Elbette beldeler arasında bu alanda da karşılıklı hakkı ve sabrı tavsiye söz konusu olmalıdır, lakin bir beldenin ehli diğer bir beldeye mücadele fıkhı empoze etmemelidir.

Bir belde ehli, diğer bir belde ehlinin mücadele fıkhını eleştirmek yerine, anlamaya ve kendi beldesi için dersler çıkarmaya çalışmalıdır. Bunu gerçekleştirdiği ve kendi beldesindeki mücadelesini sağlıklı olarak gerçekleştirdiği takdirde, elbette makul sınırlar içinde ve hikmetli bir şekilde, o beldenin mücadele fıkhına yapıcı eleştiriler getirebilir.

Küresel Cihat Anlayışı Asıl Zararı İslam’a ve Müslümanlara Veriyor

Geçmişte de, Türkiye bağlarından Afganistan dağlarına öykünmenin getirdiği ayakları yere basmayan cihat anlayışını ve bunun gerek Afganistan dağlarında, gerekse Türkiye bağlarında oluşturduğu, bazen tebessüm ettiren, bazen de hüzünlendiren sonuçlarını yaşamıştık.

Cihadı sadece kıtal (silahlı savaş) olarak anlamak ve beldelerin kendine has özellik ve şartlarını dikkate almadan tüm dünyayı tek bir savaş alanı olarak görmek diye tarif edebileceğimiz küresel ve taşıma kıtalarla cihat anlayışı, şimdiye değin Ümmete ve İslam’a faydadan çok zarar vermiştir. Son zararlarını ise Suriye ve Irak’ta görmekteyiz.

Filistin, Tunus, Libya ve Mısır’da küresel cihat anlayışı kuvvetli olmadığı için, bu anlayışın olumsuzluklarından daha az etkilenmekteler. Bu beldelerin ehil Müslümanlarının istişare ile belirlediği ve devamlı güncellediği mücadele fıkhının uygulanması ile, adım adım olumlu neticelere ulaştıracaktır inşaallah.

Kendi Beldemizdeki Çabalarımızın Olumlu Sonuçlarının Yansımaları Küreseldir

Elbette ki acı ve sıkıntılarla imtihan edilen İslam beldelerindeki acı ve sıkıntılara duyarsız kalmamız söz konusu olamaz. Elimizden geldiğince bu beldelere maddi ve manevi yönlerden destek olmamız, onların sıkıntılarını kendi sıkıntımız, mücadelelerini kendi mücadelemiz bilmemiz ümmet ve kardeşliğimiz olmazsa olmazlarındandır.  

Bu beldelerdeki acı ve sıkıntılar konusunda yapabileceklerimizin sınırlı olması, bizleri çökkünlüğe ve umutsuzluğu düşürmemeli, bilakis beldemizdeki mücadele için bilemeli ve dinamize etmelidir.

Başka beldeler için yapabileceklerimizin sınırlı olması bir yana, kendi beldemizdeki mücadelenin hakkını veriyorsak, diğer beldelerin mücadelelerine en büyük desteği vermekte olduğumuz gerçeğini de unutmamalıyız.  Kendi beldemizde İslami şuur seviyesini yükselttiğimiz, İslam’ı sosyal ve siyasal alanda etkin hale getirdiğimiz nispette, diğer belde halklarına ve mücadelelerine en büyük desteği yapmış oluyoruz aslında. Çünkü kendi beldemizde yapacağımız mücadelenin olumlu sonuçları, diğer beldelerdeki Müslümanlara da olumlu olarak yansıyacaktır mutlaka.

Bu gerçek çok önemlidir ve görmezden gelinmemelidir.  Coğrafyamızda hala cahili bir rejim söz konusu olmasına rağmen, bugün Filistin halkımızın ekseriyetinin ortak davası haline gelmiş ve azınlıkta kalanlarda kerhen Filistin halkını desteklemek zorunda kalmışsa, bu gerçeğin bir yansımasıdır. Yine, elbette İslami bir iktidar olmamakla beraber, mevcut iktidar olmasaydı, bu gün Suriye direnişi bu günlere gelebilir miydi, bunun da muhasebesini yapmalıyız.

Bu açıdan, kendi beldemizde üzerimize düşen mücadeleyi hakkını vererek yerine getirmemiz, diğer beldelerin mücadelelerine dolaylı ve direkt katılmaktan daha önemli ve daha verimlidir.

Türkiye Şartlarında Mücadele Fıkhı

Girişte de değindiğimiz üzere Türkiye’de, acı ve sıkıntıların yaşandığı diğer İslam beldeleri Müslümanlarına göre görece şartlarımız olumlu da olsa, bu durum halkımızın İslam’ı anlama hususunda cahil olduğu ve İslam karşıtlığı üzerine tesis edilmiş cahili bir rejim tarafından yönetildiğimiz gerçeğini değiştirmemektedir.

Eğer halkımızın ekseriyeti İslam’ı doğru olarak bilip yaşasa ve buna karşın rejim zorla kendini dayatsa idi, elbette mücadele fıkhımız buna göre şekillenir, farklı olurdu. Lakin halkımızın ekseriyetinin bilgisizlik nedeniyle rejimin gayri ve anti İslami özelliğini kavrayamama, üstüne üstlük rejime sahip çıkmayı İslami bir görev gibi addetmesi söz konusu. Bu durumun temel sebebi halkımızın ekseriyetinin art yada kötü niyeti değil, gerçek İslam konusundaki bilgisizliği.

Önce Tebliğ Ve Şahitlik, Önce Islah

Bu nedenle, öncelikle halkımızın bilgisizlikten dolayı bu yanlışı yapın ekseriyetinin, İslami temel gerçekler ve sorumlulukları konusunda yeterince uyarılması (inzar) ve uyarılan gerçeklere göre yaşanmak suretiyle hakka şahitlik edilmesi gerekmektedir. Bu çabalar olumlu netice verirse, 13.Rad Suresi 11. ayette işaret edildiği üzere, devlet iradesi de ister istemez kendine çeki düzen vermek durumunda kalacak ya da başka bir şekilde halkın iradesine boyun eğecektir. Bu şekilde hem halkımızın uhrevi kurtuluşu ve hem de dünyevi onurunu kazanmasına vesile olunmuş olacaktır.

Halkta bu yönde olumlu değişim (ıslah) oluşmadan ne pahasına ve ne yolla olsun rejimi değiştirmeye yönelinmesi durumunda ise, sadece rejimle değil rejimi değiştirebilecek gerçek unsur olan halkla karşı karşıya kalma, marjinelleşme, halkın gerçek İslam’a tepki duymasına ve uzaklaşmasına, gerçek İslam ve İslami hareketlerle arasına kalın duvarlar örülmesine sebep olunacaktır.

Bunun neticesi halkımızın gerçek İslam’dan mahrum kalarak uhrevi kurtuluşa giden yolu bulmaktan ve dünyevi onurdan uzak kalmasına ve beldemizde İslam’ın uzun yıllar sosyal ve siyasal alanda etkinlik gösterememesi neticesiyle karşı karşıya kalınmasına, yani kaş yapayım derken göz çıkarılmasına sebep olunacaktır. Bu olumsuz neticenin yansımaları, beldemizdeki olumlu gelişmelerden olumlu etkilenecek diğer İslam beldelerdeki İslami mücadelelerin bu olumlu etkilerden mahrum olmasıyla kalmayacak, o beldelere farklı olumsuz yansımaları da olacaktır.

Bunun en acı misali 90’lı yıllarda Cezayir’de yaşanmış olup, o yıllarda çok önemli İslami potansiyele sahip olan Cezayir’in üzerine, bu gün adeta bir ölü toprağı serpilmiş gibi olması üzerinde düşünülmelidir. Bu gün Cezayir halkı ne kendisi İslami bir gelişim gösterebilmekte, ne de diğer beldelere bu yönde olumlu bir katkısı bulunmamaktadır.

YAZIYA YORUM KAT

10 Yorum